28/12/2018

Müslümanca Yaşamak Yada Sapmak


        
       Ebu Zerr el-Gifari (r.a) Hz. Peygamber (a.s)'a "Müslüman kimdir?" diye sorduğunda; Hz. Peygamber (a.s): "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir" diye buyurmuş.
Peki en faziletli hicret hangisidir?
Hz.Peygamber (a.s): "Muhâcir de Allah'ın yasakladığı şeyi terkedendir."(  İbn Hamza, el-Beyan ve't-Ta'rif, S, 606)

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى الْاخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرينَ

"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, o kimseden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek"(Âl-i İmrân, 3/85.) ayeti "Muhammed'in getirdiğin dinden başka bir din arayandan, aradığı din kabul edilmeyecektir" şeklinde açıklanır. "Muhammed'in dinine İslâm ismi verilir, denilir"ifadesiyle İslâm dininden maksadın, Hz. Muhammed (a.s)'ın tebliği ettiği din olduğu anlaşılır.

Kadî İyaz ise bu hadisi kasdederek; "Şeriat ilimlerinin tamamı bu hadise bağlıdır ve bundan şube şube olmuş yayılmış" demiştir.

Sonuç olarak müslüman; özü, sözü ve işleriyle en doğru hareket eden, haksızlık yapmayan, daima her işin iyi yanını görmeye ve almaya çalışan, dünyada her davranışının yazıcı melekler tarafından tespit edildiğine inanan kimsedir.

* Kamil müslüman, diline ve eline sahip olan kimsedir. Diline ve ellerine sahip olmayan kişi kamil manada müslüman olamaz.

* Müslüman’ın diliyle başkasının hak ve hukukuna zarar getirecek sözlerden sakınması ve başkalarının şahsi, kişisel problemlerine karışmamaya dikkat etmesi gerekir.

* Müslüman kimsenin, elleriyle tutacağı nesnelere dikkat etmesi gerekiyor. Zira ellerin tutup boğaza aktardığı yemek ve içecek gibi şeylerin helalinden olması lazım. Eğer kızgınlık esnasında eller başkalarına zarar verme, dövme vs. gibi şeylerle meşgul ettirilirse işte o zaman haksızlık olur.

* Müslüman kişinin, diliyle nasihat edip, elleriyle de başkalarına yardım etmesi gerekiyor. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır", "Veren el, alan elden daha üstündür" prensipleri temel özellikleri olmalıdır.


25/12/2018

Felaketlerden Kaçabilmek Bizim Elimizde


       

       Zamanımızda şeytanî vesveselerle zuhur eden ve çoğalan büyük felâketler vardır.
Birincisi, iffet husûsundaki lâkaytlıklar. zinâya götüren çirkin ahval… Ailelerin perişan olması, boşanmaların artması…

İkincisi; kadın-erkek karmaşıklığı, hem de uniseks denilen tarzda giyim kuşamda, tıraş ve benzeri ahvalde kadın ve erkeğin birbirine benzemeye zorlanması…
Hâlbuki Peygamberimiz; «kadına benzemeye çalışan erkeğin ve erkeğe benzemeye çalışan kadının, Allâh’ın lânetine dûçâr olacağını, yani rahmetinden uzak kalacağını» bildirmiştir. (Buhârî, Libâs, 61)

Üçüncüsü, batıdan esen rezil rüzgârlarla eşcinselliğin teşvik edilmesi. Normal gösterilmesi, yeni nesillere empoze edilmesi.
Bu şenaat ise Lût Kavmi’ni yerle bir eden bir belâdır.

Dördüncüsü; kılık kıyâfette, saç ve eşkâlde, daha birçok sahada insanlarımızın gayr-i müslimlerden ayırt edilemez şekillere girmesi.
Hâlbuki Peygamberimiz buyurur:
 “Herhangi bir topluluğa benzemeye çalışan, onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031)

Beşincisi, israf ve marka hastalığı. Şöhret budalalığı hâlinde eşya ile gururlanma iptilâsı. Aynı eşyanın sırf markası yüzünden çok pahalı şekilde satın alınması ve bununla güç gösterisi yapılması. İsraf çılgınlığı.
Üstelik o markaların; ekseriyetle İslâm düşmanı birtakım uluslararası sermayeden olması cihetiyle, gafil müslümanların parasıyla, zâlimlerin desteklenmesi…

Altıncısı, yine iffeti zedeleyen ihtilât mekânları… mâlâyânîye zemin olan mekânlar, birtakım kasvetli yerler… Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle, sözün maskarası olunan yerler…

Yedincisi, fâiz… Fâizin girmediği yer kalmadı. Türlü te’villerle birçok insanın, kazancına fâiz karıştırması. Hâlbuki fâiz Allâh’ın savaş açtığı bir fâcia…

Sekizincisi; internetin ve televizyonun bazı rezil, çirkin, gayr-i İslâmî ve âhireti unutturan programları… Bunlarla dolu cep telefonlarının insanları robot hâline getirmesi…

Dokuzuncusu; bütün bu ve benzeri gaflet ve günahlara rağmen, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerin âdetâ terk edilmiş olması…
Cenâb-ı Hak, A‘râf Sûresi’nde Ashâb-ı Sebt’in, yani cumartesi günü avlanma yasağına uymayan topluluğun uğradığı âkıbeti anlatır. O kavim üç gruba ayrılmıştı:

1-Yasağı çiğneyen fâsıklar,
2-Fâsıkları îkaz eden mü’minler,
3-Fâsıkları îkaz etmeyen, nehy-i ani’l-münker vazifesini terk edenler.

Kahr-ı ilâhî geldiğinde, sadece fâsıkları değil, onları uyarmayanları da helâk etmiştir. (bkz. el-A‘râf, 163-166)
Dolayısıyla;
Bunlar asla küçük, basit ve ehemmiyetsiz görülmemelidir.
Zira âyette, cehennem ehlinin, hüsrana düşmelerinin sebebi sorulduğunda;
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ ٱلۡخَآئِضِينَ ٤٥
“(Bâtıla / dünyaya) dalanlarla beraber dalıyorduk.” (el-Müddessir, 45) diyecekleri beyan buyurulur.

Bu basit görülen gafletler, aslında öyle ağır haramlardır ki, bunlar nice kavimlerin helâk sebebi olmuştur. Bütün bunlar Allâh’ın yardımını kesen hâdiselerdir.
Hem kendimizi ıslah ve ihyâ edeceğiz, hem de toplumun ıslah ve ihyâsı için gayret edeceğiz ki, iki cihanda ilâhî yardıma nâil olabilelim.

Mâzîde her biri bir kavmin tarihten silinmesine sebebiyet veren helâk sebeplerinin hepsi, bugün toplumumuzda yaşanıyor. Bizler Allâh’ın rahmetine nâil olabilmemiz için, hem kendimizi ihyâ hem de toplumumuzu ıslah etmeye gayret etmek mecburiyetindeyiz

Helâk Edici Yedi Şey



Helak edici yedi şeyden sakının:

1- Allah'a şirk (ortak) koşmak;

2- Sihir (ve büyücülük gibi göz boyayan, aldatıp oyalayan şeyler)le meşgul olmak;

3- Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak;

4- Yetim malı yemek;

5- Savaş alanından kaçmak;

6- Faiz yemek;

7- İffetli, namuslu, suçtan beri, mü'mine kadınlara zina isnâd etmek."( Buharî, Vesaya, 23)


* Şirk: mutlak küfür değil, Allah'a ait olan vasıfları Allah'tan başkasına vermektir. Şirkin, şirket ve ortaklık anlamına gelmesinin sebebi bunun içindir.

* Bir kalpte iki mabud olmaz. Aynı zamanda iki sevgide olmaz. Ya Allah sevilecek, ya da Allah'la beraber başka şeyler sevilerek, şirk akidesi taşınacak.

* En büyük şirk, insanın Allah'tan başkasına ibadet edip, kendisiyle Allah arasına engeller koymasıdır.

* Lokman (a.s)'ın oğluna nasihatinde:

وَاِذْ قَالَ لُقْمنُ لِابْنِه وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَىَّ لَاتُشْرِكْ بِاللّهِ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظيمٌ

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”( Lokman, 31/13.) Çünkü şirkte Allah'ın hakkı ve hukuku çiğnenmiş olur, Allah'a ait hakkı başkasına vermektir ki, bu da büyük günahtır.

İşte,  اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظيمٌ ayeti, şirkte hadsiz ve çok büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir. Şirk öyle bir cürümdür ki, herbir mahlûkun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür; ancak onu Cehennem temizler.

13/06/2018

Kimin Yanında Kiminleyiz



    Allah’ın daveti ve mesajları karşısında insanların duruşları tarih boyunca farklı farklı olmuştur. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, kullarını dünya ve âhiretleri itibariyle sürekli “Dârü’s-selâm”a (huzur ve saadet yurduna) davet etmesine rağmen, nefsinin hevâsını putlaştıran insan, bu davet karşısında çoğu zaman duyarsız, donuk, ilgisiz ve hatta tepkili bir tavrın içine girmiştir.  Mü’minler olarak, durduğumuz yerin zaman zaman kâfirler ve kimi zaman da münâfıkların safları olmaması için, bu ilâhî uyarıların bir kez daha hatırlanması, îmanlı gönülleri elbette ciddi bir muhasebeye sevkedecektir.

Dünyevî rahat ve zevkini tedirgin edeceği endişesiyle nice kimseler, ilâhî âyetler karşısında duymamayı tercih ederler. Bu tavır, inkârcıların tavrıdır. Âyet-i kerimede onların bu halleri Nûh aleyhisselâm-’ın dilinden şöyle anlatılır:

“Muhakkak ki ben onlar için mağfiret buyurasın diye kendilerini her ne zaman dâvet etti isem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve libaslarına büründüler ve ısrar ettiler ve böbürleniverdiler.” (Nuh Sûresi 7)

Mekke müşriklerinin Kur’an karşısındaki duruşları da bundan farklı değildi. Onlar da şöyle diyorlardı:
“Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.” (Fussilet Sûresi 26)

Kendilerine Allah’ın âyetleri bir uyarı olarak okunduğu zaman ,“şimdi bunun sırası mı?”, “Biz ne konuşuyoruz sen ne diyorsun?” diyerek, ya da beden diliyle yüzünü ekşiterek, göz kaş işâretiyle bu uyarıyı yapanı âdeta alaya alan kimseler, acaba hangi safta durmuş olmaktadırlar?

Kimileri de Allah’ın âyetlerini dinlerler ve fakat gereğini îfâ etmezler. Bu grupta olanlar da çoktur. Rabbimiz bu grubun tipik örneği olarak Yahudilerden bir gruba dikkat çeker:
“Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, «Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin» demiştik. Onlar da,  «Dinledik, isyan ettik»  demişlerdi.”(Bakara Sûresi 93)

Müfessirlerimiz bu âyetin izahında demişlerdir ki: Peygamberlerin yüzüne karşı belki “işittik isyan ettik” dememişlerdir. Fakat “işittik” dedikten sonra o mesajın gereğini yerine getirmemiş, amel, davranış ve halleriyle âdetâ “isyan ettik” demişlerdir. 

Yüce Rabbimiz müminlerin böyle olmamasını istemekte ve kendilerini şöyle uyarmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri hâlde, «işittik” diyenler gibi de olmayın.
Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfâl Sûresi, 20-22)

Allâh’ın âyetlerini işittiğini söyleyip de gereğini yerine getirmeme durumu imanla bağdaştırılamayan bir tavır olarak değerlendirilmiştir. Burada çoğu zaman nefsin arzularına karşı Allah’ın tarafını seçememe zaafiyeti söz konusudur. Böyle bir iman sınırı, tehlikeli bir uçurumun kenarında yürümek gibidir. Rabbimiz iman edenlerden daha net bir duruş beklemektedir. Şöyle ki:
“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz; ancak, “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nur Sûresi 51)

İnsanlar arasında diğer bir grup da ilâhî âyetleri dinler, ne denilmek istendiğini anlar ve fakat menfaatine uygun gelmediği için bile bile keyfine göre yorumlar. Yani kendini âyetlere göre düzelteceği yerde, âyetleri nefsi hesabına tahrif ve tevil eder. 

Rabbimiz bu gruba da Yahudi âlimlerinden misal verir:
“Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden bir kısmı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara Sûresi, 75)

Nefsinin putperesti olmuş bu gibi kimseler, mümin olduklarını söyledikleri halde, böyle bir tavrın içine girebilmektedirler. Tabiri caizse, kendi aklını, daha doğrusu nefsinin hevasını rehber edinip “kitabına uydurarak” bir Müslümanlık yaşamak ister. Böyleleri zamanla kendi yalanlarına kendileri de inanmaya ve hatta bu inançlarını savunmaya başlarlar. Dünya hayatının geçici ve basit bir menfaati uğruna, ebedî hayatlarını cehenneme çeviren bu gibi kimseler de tarih boyunca inananlar arasında sürekli var olagelmiştir.

İlâhî mesajlar karşısında bir grup daha vardır ki, onlar da görüp duydukları halde kör ve sağır rolüne bürünenlerdir. Şu âyetler bu vasıftaki kimseleri anlatır:
“Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin?” (Yunus Sûresi 42)
“Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da teslimiyet göstermiş kimselere duyurabilirsin.” (Neml Sûresi 80-81)
Elbette buradaki körlük ve sağırlık, zahiri körlük ve sağırlık değil, gönüllerin körlüğü ve sağırlığıdır. Bu hakikate de âyet-i kerimede şöyle dikkat çekilir:
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac Sûresi, 46)

Yüce Rabbimiz Rahmân’ın has kullarının böyle bir durumda olamayacaklarını şöyle beyan eder:
“Onlar, kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.” (Furkan Sûresi 73)

İşte bütün mesele budur: İlâhî âyetler karşısında kör ve sağır olmamak. Çünkü îman etmek demek, ilâhî mesajlara kulak kesilmek ve onları hayat hâline getirmek için tam bir teslimiyetle itaate yönelmektir:
“Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine bu âyetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan (boyun eğip itaat eden), kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tespih edenler inanmış olurlar.” (Secde Sûresi, 15)

Rabbimizin bütün bu hatırlatmalarından sonra, İslâm ümmeti olarak bugün O’nun şu yüce emrini mümin bir gönül, mümin bir göz ve yine mümin bir kulakla bir daha okuyalım:
“Ey İmân edenler!.. İyilik ve takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide Sûresi, 2)

Mümin bir fert, mümin bir cemaat, mümin bir kabile ve mümin bir kavim olduğumuzu söyleye söyleye, bu ilâhî emir karşısında durduğumuz saf, müminlerin safı mıdır? Yoksa kâfirlerin, münafıkların ve yoldan çıkmış ehl-i kitabın safı mıdır?
Yardımlaşmalarımız iyilik ve takvâ mı üretmektedir; yoksa günah ve düşmanlık mı doğurmaktadır?

Hülâsa,  çabamız, gayretimiz ve himmetimiz, yeryüzünün imar ve ıslahına mı hizmet etmektedir; yoksa harâbına ve fesâdına mı sebep olmaktadır? Vicdanda iman ışığı hâlâ var ise herkes kendi gönlünden hakikatin sesini duyacaktır. Elbette önyargı duvarları gönül pusulasını fonksiyonsuz hâle getirmemişse.

07/06/2018

Ne Kazandık Sorusu



    Çağımızda, insanların gönül dünyaları sıkıntı içindedir. Her türlü günahın işlendiği, akla hayale gelmeyen zulümlerin yapıldığı, mazlumların ezildiği, haram ve helal anlayışının yerine kâr putunun hakim olduğu bir zaman diliminde Ramazan Ayına kavuşmak, büyük bir nimet ve bahtiyarlıktır. Çok merhametli ve bağışlaması bol Allah Teâlâ kullarına acımaktadır. Bu yüzden tevbe kapısını açık bırakmış, onları çeşitli kutsal geceler, günler ve aylar lütfetmiştir. 
Ramazan ayı da onlardan biridir. Ramazan ayı, stres, bunalım ve daha nice sıkıntılara karşı bir esenlik ve şifa kapısıdır.
Ramazan ayında oruç tutan mü’min, Allah’a karşı görevini yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Bu rahatlık ve sevinç onun bütün bedenine, iç ve dış organlarına yansır. 

İktisadî krizlerin altında ezilen insanoğlu, kapitalizmin öncelediği tüketim putunun tuzağına düşmüş ve makine hayatının çarkları arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden insanların önemli bir kısmı ruh sağlığını yitirmiştir. Bütün bu gerçekler arasında hayat süren insanların mutsuzluğu doğal hale gelmiştir. İşte böyle bir ortamda Ramazan ayı, imdada yetişmiş, bunalan ve çaresizlikten sıkılan insanlara rahmet kapısın açarak, hanesine buyur etmiştir.

Ramazan ayına kavuşan mü’min, kendine gelmekte, varlık sebebini düşünmekte, Allah Teâlâ ile olan irtibatını güçlendirmekte, ailesine, akrabalarına, topluma ve bütün insanlığa olan sorumluluğunu hatırlamaktadır. Mü’min, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayında, derin ve engin bir tefekkürün içerisine girer. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaradılış hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”(Âl-i İmrân, 3/190-191) âyetinde beyan buyurulduğu gibi, düşünmeyi yoğunlaştırır, yalvarışını, niyazını ve zikrini artırır. Mü’min özellikle Ramazan ayında “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik”(Sâd, 38/29) ilahî mesajındaki prensipleri tefekkür eder ve Kur’ân’ın indiriliş gayesini anlamak için yoğun gayret sarf eder. 

Mü’min, bu ayda kendini gözetlemeli, gönül dünyasının derinliklerine uzanmalıdır. Allah’a olan samimiyetini, din yolundaki gayretini, insanlara karşı olan tevazuunu, ihlasını ve yardım severliğini enine boyuna düşünmelidir. Mü’min, devamlı Alalh Teâlâ’nın murâkabesi altında olduğunu düşünmeli, Ramazan ayında bu tefekkürünü daha da yoğunlaştırmalıdır.
Allah Teâlâ, “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (rakîb) yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”(Kaf, 50/16-17) “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.”( İnfitâr, 10-12) âyetlerinde bütün insanların murâkabe edildiğini, hal ve hareketlerinin kontrol edildiğini, hayat nimetinin onlara boşuna lütfedilmediğini açıklamaktadır.
Mü’min , “Sorguya çekilmeden önce kendinizi sorguya çekiniz”( Tirmizî, Kiyâmet, 25) hadisinde belirtilen sorgulama ile hayatını sürdürmelidir. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz”( A’râf, 7/6) âyetinde açıkça ifade edildiği gibi, ümmetlere, peygamberlerin yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır.
Mü’min, âyetlerde belirtilen gerçeklere yakînen inanarak muhasebesini yapar. Kendisini öz eleştiriye tabi tutar. İbadetlerini, hakka bağlılığını, insanlara karşı sorumluluklarını sorgular. “Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün”( Kıyâmet, 75/14-15) âyetinde belirtildiği gibi insan, kendisinin ne ölçüde samimi olup olmadığını bilir.

Ramazan ayını tefekkür, murâkabe ve muhâsebe ayı olarak değerlendiren ve buna göre hareket eden mü’minler hem kazançlı çıkacak hem de ramazanın hakkına vereceklerdir. Unutulmamalıdır ki, buluğ çağından itibaren bize lütfedilen her Ramazan ayı, ömrümüzün en kıymetli anlarıdır. Yetmiş yıllık bir ömrü olan bir kimsenin, 15 yaşında ergenliğe ulaştığı düşünülürse, bu kimseye tayin edilen Ramazan ayının sayısı elli beştir. Her sene bu sayı azalarak devam etmektedir. Hiçbirimiz, ne kadar ömrümüzün ve geriye kaç adet Ramazan ayının kaldığın bilemiyoruz, ama devamlı eksildiğinden şüphemiz yoktur. O halde, her Ramazanı bir başlangıç kabul ederek muhasebe, murâkabe ve tefekkürümüzü yapmalıyız. Allah Teâlâ, bizi kendisini sorgulayanlardan eylesin… 

23/05/2018

Yedi Şeyde Acele Etmek



  Rahmet peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ'ya yakınlaşmak ve ahirete hazırlık yapmak için hayırlarda yarışmaya ve salih amellere koşmaya teşvik etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yedi şeyden önce (salih) amellerde acele edin. Unutturan bir fakirlik, azdıran bir zenginlik, ifsat eden bir hastalık, tüketen bir ihtiyarlık, yokeden bir ölüm, Deccâl -ki o en kötü beklenendir- ya da Kıyamet'i mi bekliyorsunuz? Kıyamet daha kötü ve daha acıdır." 
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Yedi şeyden önce amellerde acele edin" kavlinin anlamı, "Fitneler ortaya çıkmadan önce erken davranarak salih amellerle meşgul olun ve onlara özen gösterin" demektir. 
"Unutturan bir fakirlik mi bekliyorsunuz?" kavlinin anlamı; mükelleflerin, dinleriyle ilgili konulardaki ihmalini kınamadır ve şu demektir: "Allah'a ne zaman ibadet edeceksiniz ve salih amel işleyeceksiniz? Çünkü siz şimdi, meşgul edici etkenlerin azlığına ve bedenin kuvvetli olmasına rağmen Allah'a ibadet etmezseniz, meşgul edici etkenlerin çokluğunda ve bedenin zayıflığında O'na nasıl ibadet edeceksiniz? Sizden biri, kendi derdiyle meşgul olmayı gerektirecek, herşeyi unutturan bir fakirlik mi bekliyor? Şüphesiz fakirlikte o, şaşkına döner ve kendisine rızık endişesi hakim olur. Bunun sonucu da, ibadeti ancak huzursuz ve kafası karışık bir şekilde yapabilir."

"Azdıran bir zenginlik", azgınlığa düşüren bir zenginlik anlamındadır. Azgınlık ise, herşeyde haddi aşmadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Sakın! Çünkü insan gerçekten azar; kendisini müstağni gördü diye.) (96/el-Alak/6-7)

Mal; hakkını yerine getirmezse, Allah'ın ondaki hakkını bilmez ve her hak sahibine hakkını vermezse, sahibi için bir fitnedir. Zenginlik, çoğu zaman sahibini cehenneme götüren bir köprü olur. Bu; kazancının haramdan olması, malını şehvetlere ve haram zevklere harcaması, malının onu ibadetten ve taattan alıkoyması, ahiretten yüz çevirerek bütün vaktini para kazanmaya vermesi ya da malıyla ilgili üzerindeki hakları yerine getirmekte cimri davranması nedeniyledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Malları da, evlatları da imrendirmesin seni. Allah, onları dünyada bunlar sebebiyle ancak bir azaba çarptırmayı ve canlarının kafir oldukları halde güçlükle çıkmasını ister.) (9/et-Tevbe/85) Ve şöyle buyurur: (Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik gösterenler, onu haklarında hayırlı sanmasınlar. Bilakis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, Kıyamet günü boyunlarına (ateşten) bir halka olarak geçirilecektir.) (3/Âl-i Imrân/180) Hadis-i şerifte ise şu zikredilir: "Allah'ın kendisine mal verip de zekatını vermeyen kimsenin malı, Kıyamet günü kel bir yılan şekline sokulur ve boynuna dolanır. Sonra onu avurtlarından yakalayarak, "Ben senin malınım, ben senin hazinenim" der."

"İfsat eden bir hastalık" ise; ya şiddetinden dolayı bedeni ifsat eden, ya hastalık sonucu oluşan tembellik dolayısıyla dinini ifsat eden, ya da aklı ifsat edendir. Bunun sonucu ibadetten lezzet alamaz ve sevaba erişecek şekilde tâat yapamaz.
"Tüketen bir ihtiyarlık"; bunaklığa, sayıklamaya ve akıl karışıklığına yol açar. Ya ihtiyarlık ya da ihtiyarlığın getirdiği hastalık nedeniyle aklını kaybeder ve bunar. Bu durum, Allah korusun, başına gelen için ibadetten alıkoyucu bir engeldir.

"Yok eden ölüm", aniden gelen ve çabucak gerçekleşen ölümdür. Kişi, günahlarından tevbe etmeye fırsat bulamaz. Rabbinin huzuruna suçlu bir kul olarak gider. Allah onun için acı verici bir azap ve büyük bir utanç hazırlamıştır. Vacip ya da müstehap bir vasiyet yazmaya fırsat bulamaz. Hayır kazanması için eceli geciktirilmez. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Onların her birine ölüm geldiğinde; "Rabbim! Beni döndürün!" der. "Belki geride bıraktıklarımla salih amel işlerim." Asla! Bu, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. Onların önünde de, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.) (23/el-Mü'minûn/99)

"Deccal ki, o en kötü beklenendir", "Deccal'in çıkışı beklenir" anlamındadır. Deccal'in çıkışı, insanlar yaratıldığından beri ve Kıyamet'e kadarki en büyük fitnedir. Deccal'in fitnesinden daha büyük fitne yoktur. Deccal, sağ gözü kör bir ademoğludur. Kendisinin, Alemlerin Rabbi olduğunu öne sürer. Bir imtihan ve musibet olarak Allah, onun eliyle olağan dışı bir takım olaylar gerçekleştirir. Deccal; gökyüzüne "Yağmur yağdır" der ve gökyüzü yağmur yağdırır. Yeryüzüne "Bitki çıkar" der ve yeryüzü bitki çıkarır. Toprağa "Hazinelerini çıkar" der ve toprak hazinelerini çıkarır. Allah'ın izniyle, anadan doğma kör insanı ve alaca hastalığına yakalananı iyi eder. Yine Allah'ın izniyle ölüyü diriltir. Yiyecekler onun yanında toplanır. Mü^minlerin ise, Allah'ı tesbih etmekten ve O'na hamdetmekten başka yiyecek ve içecekleri yoktur. Bu onlar için, yiyecek ve içecek yerine geçer. Bütün münafıklar Deccal'e tabi olur. Kendisine tabi olanların çoğu Yahudiler, zina çocukları, dünyaya ve dünya süsüne düşkünlükleri nedeniyle kadınlar ve değersiz insanlardır. Sonra İsa aleyhisselam, Lud Kapısı'nda onu öldürür.

"Kıyamet daha kötü ve daha acıdır" kavline gelince; "İnsanın dünyada karşılaştığı bütün felaketlerden daha acıdır" anlamındadır. Salih amellerle hazırlık yapmamışsa, Kıyamet koptuğunda bu onun için çok kötü ve ağır olur. O günün korkusundan kuşlar kursaklarındakini atar ve vahşi hayvanlar bir araya toplanır. (Onu göreceğin gün, bütün emzikliler emzirdiklerini unuturlar. Her hamile (karnındaki) yükünü bırakır. Sen insanları sarhoş görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildir. Fakat Allah'ın azabı pek şiddetlidir.) (22/el-Hacc/2) Ölüm, küçük kıyamettir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Kişi ölünce kıyameti kopar."

21/05/2018

Birlikte Olmanın Bereketi



   Allah azze ve celle’nin yarattıkları üzerindeki kuralı,  aralarında ülfet ve birliktelik olmadan doğru-dürüst yaşayamayacakları şeklinde gerçekleşmiştir. İslam, yaratılışa uygun olan dindir. İnsanlar arasında yakınlık ve samimiyet kurulması için onları birbirleriyle tanışmaya yönlendirmiştir. 
(Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz O’ndan en çok korkanınızdır.) (49/el-Hucurât/13) 
İnsanlarla tanışma ve onların arasına karışma eğilimi, cemaatle yaşamaya ve düzenliliğe yönlendiren İslami direktiflerde de varolan köklü bir eğilimdir.

Birliktelikte; nefisler istikrara kavuşur, bilgiler doğru olur, kültürel faaliyetler yaygınlaşır ve faziletli bir şekilde medenileşme hareketi zirveye ulaşır. Allah’a basiret ile ibadet edilir. Din yolu açıkça ortaya çıkar. İyilik artar ve hile azalır. İslam’ın birlikteliği tercih etmesi O’nun birçok âdâbında ve hükmünde kendini gösterir. 

İnsandan istenilen en şerefli şeylerden biri olan ibadet bir manastıra çekilmek ve bir hücreye kapanmak değildir. Cemaatle namaz niçin konulmuştur? Cuma namazları kimlere farz kılınmıştır? Bayram namazları, istiska (yağmur isteme) ve cenaze namazlarındaki hikmet nedir? Sevinç ve mutluluk anlarında, korku ve şiddet vakitlerinde, bayramlarda ve başsağlığı dilemelerde, hasta ziyaretlerinde ve cenaze törenlerinde bir araya gelmenin hikmeti nedir? Şayet ümmet mensuplarının ilişkileri sağlam olmazsa, kardeşlik ve cemaat hukuku korunmazsa bütün bunlar asla gereği gibi yerine gelmez!

Birlikteliği korumak için İslam’da birtakım hükümler ve edep kuralları belirlenmiştir. Selam vermek ve selamı yaymak bunlardan biridir. Selamı almak vacip kılınmıştır. Tokalaşma, gülümseme ve güleryüzlülük de bu kurallardandır. Sevginin açıkça gösterilmesi emredilmiştir. Mü’minler, karşılıklı hediyeleşmeye; akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara iyilik yapmaya teşvik edilmiştir. İçki, kumar, sahtekarlık, küskünlük ve haddi aşan tartışma gibi çekişmeye yol açacak sebepler, kin ve düşmanlık yaratacak unsurlar ve ilişkileri koparmaya götüren etkenler haram kılınmıştır.

Bazı değerli insanlar zamanın bozukluğunu, sapıklık yollarının çokluğunu ve kötülüğe davet edenlerin çalışmalarını mazeret olarak öne sürebilir. Onlar bilmezler mi ki; geri çekilmek, sapıklığın saldırılarını daha da artırır ve toplumun içinde bulunduğu karanlık daha da genişler. Niçin sapıklara, heva ve heves sahiplerine karşı koymaya yönelmezler. Toplulukla el ele veren ve kardeşlerinin gücüne güç katan, hayırdan payına düşeni yerine getirmiştir.
İnsanlardan uzak durmak kişiyi başkalarının namusuna dil uzatmaktan, dedikodu ve laf taşımaktan, insanları hoşlanmadığı lakaplarla çağırmaktan ve kişinin yapısının kötülüklerle bozulmasından kurtarsa da salih insanların arasına karışmak bütün bu kusurlardan kişiyi zaten alıkoyar. Nasihatin bir yerde faydası olmazsa diğer bir yerde faydası olur. Yönlendirme bir an yararlı olmazsa başka bir an yararlı olu. Görev tebliğ etmektir. Hidayet ise Allah’ın elindedir; fakat Allah bir kısmınızı diğer bir kısmınız ile imtihan eder.

Birliktelik ve cemaat ile kastedilen, bütün vakti toplantılarda geçirmek değildir. Gerçekte her insanın kendi özel işini görmek için ya da nafile ibadet için nefsiyle başbaşa kalacağı vakitlere ihtiyacı vardır. 
Ömer radıyallahu anh, bu gibi durumları gözönünde bulundurarak şöyle der: “Uzletten (insanlardan uzak durarak yalnız kalmaktan) nasibinizi alın!” Doğrusu, müslümanın vaktini güzel bir birliktelik ve yararlı bir yalnızlık arasında pay etmesidir. Böylece iki durumdan da kendisine yarayacak şeyler çıkarır. Birliktelikte müslüman; doğruluk, dürüstlük ve vefa sahibi insanlardan, aralarında yaşayacağı arkadaşlar seçer. O arkadaşlar rahatlık anında bir süs ve sıkıntı anında bir hazırlıktır. 
Hikmetli bir sözde şöyle söylenir: “Kendisine kardeşler aramayan insanların en acizlerindendir. Ondan daha acizi ise, o kardeşleri elde edip daha sonra sevgilerini kaybedendir. Kendisi için güzeli seçebilen kişi ancak başkası için güzeli seçebilir.” Ali radıyallahu anh şöyle der: “Arkadaşlığın şartı hatayı bağışlama, sosyal yaşamda hoşgörü ve darlıkta tesellidir.”

Arkadaşların, ilişkilerinde yapması gereken doğal davranmak ve yapmacıklıktan uzak durmaktır. Davranışlarda kolaylığı yaymak, zor durumlardan ve çirkin iki yüzlülükten uzak durmak bağları kuvvetlendirir ve sevgiyi çeker.

20/05/2018

İslâm Uygarlığın Ve İnsanlığın Ta Kendisidir.


  İnsanlık tarihinin şahit olduğu en seçkin uygarlık bizim uygarlığımız olan İslam uygarlığıdır. Batı uygarlığı, Endülüs'te ve başka yerlerde İslam uygarlığı ile tanışmasının sonucu bu günlere gelmiştir. İflasının nedeni ise dinden ve ahlaktan uzak maddeci bir anlayışa dayanmasıdır. Bu anlayış, insanlığın mutsuzluğunun sebeplerindendir. İntihar olaylarının, psikolojik sorunların ve ahlaki sapmaların çokluğu büyük bir yokoluş çukuruna düşmekten başka birşey değildir. Akıl sahipleri bu çukurun dibinde kaybettiklerini yeniden elde etmek için biraraya gelirler, fakat bu onlara bir fayda vermez.

Batı uygarlığının gerçekleri ortaya dökülmüş, ulaşılmaya çalışılan güvenliğin ve arzu edilen şerefli bir hayatın gerçekleşebilmesi için insanın mutluluğunun ve istikrarının sağlanması, insan haklarının garanti altına alınması, insanlığın yüksek ideallerini ve ahlaki değerlerini koruması yönünde kendisini dünyanın idaresine layık kılacak yeteneklere sahip olma konusunda güvenilirliği sarsılmıştır.

Uluslararası uygarlık projesini ayağa kaldıracak bir tek ümmet vardır. O da, insanlar üzerine şahit kılınan İslam Ümmeti'dir:

(İşte böylece insanlığa şahit olmanız için sizi mutedil bir ümmet kıldık.) (2/el-Bakara/143) Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin ümmetidir: (Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.) (21/el-Enbiya/107) Dünyadaki en hayırlı ümmettir:

 (Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.) (3/Âl-i Imrân/110) Yeryüzünde kendisine iktidar verilen ümmettir:

(Onlar (mü'minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar ve zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten menederler. İşlerin sonu Allah'a varır.) (22/el- Hacc/41)
Seleflerimiz, İslam uygarlığını inşa etmişlerdir. İman ve hidayet meşalesini taşımış, beşeriyetin tümü için mutluluk sancağını yükseltmişlerdir. Bu; İslam Ümmeti'nin alnında ışıldayan bir nur ve parlayan bir taçtır. Uygarlık yönünden ayrıcalıkları ve dini özellikleri vardır ve ancak Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, nebi ve rasul olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i kabul eden bu üstünlüklerle şereflenmiştir.
Uygarlık yönünden üstünlüklerin ilki ve esası tevhid inancıdır. İlme teşvik eden, akla değer veren, ahlakı gözeten, faydaların elde edilmesine ve zararların defedilmesine gayret eden bir inançtır. Dinini, canını, aklını, malını ve namusunu koruyarak insanın haklarını gözeten, vicdanı eğiten ve yapıcı bir ruh kazandıran; orta yollu ve itidalli olmaya, şefkatli ve kolaylaştırıcı olmaya; ölçülü, adaletli ve merhametli olmaya teşvik eden bir inançtır. Bilgiçlik taslayanlar onun hakkında ne derlerse desin Allah Tebarake ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: (Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar.) (6/el-En'âm/33)

Çağlar boyu dünyanın, insanlara karşı İslam uygarlığından daha merhametli ve ahlak yönünden daha yüce, hükmünde daha adaletli bir uygarlığa şahit olmadığını insaf sahibi hiç kimse inkar etmez. Hayali uygarlıklar madde bataklığına düştüğü, parçalanma ve kaybolma çamurunda boğulup ahlak krizine tutulduğu gün şüphesiz İslam Ümmeti yönetimin iplerini eline almaya, egemenlik aracına binmeye ve dünyayı idare etmeye daha çok layıktır.

İşte o zaman uygarlık açısından kaydedilen ilerleme halkların kullanılmasına, kaynaklarının tüketilmesine ve şereflerinin çiğnenmesine araç olmayacaktır. Keşifler ve buluşlar inançsızlığa ve terörü desteklemeye bir yol olmayacaktır. Askeri araç- gereçler ve savaş teknikleri devletlerin ve halkların güvenliğini tehdit etmeye, vahşi ve rastgele operasyonlara alet olmayacaktır. Basın-yayın organları kamuoyunu yanıltma vasıtaları olmayacaktır. Bu; İslam dininin beşeriyeti kurtarmak, bugün zulüm ve mutsuzluğun karanlık koridorlarında kaybolmuş olan insanlığı mutluluğa çılarmak için taşıdığı sorumluluktur.
İnsani uygarlığımız konusunda İslam, İnsanlığı kin ve düşmanlıktan, bölücülük ve ırkçılıktan, ayrımcılıktan eşitliğe ve ırki üstünlüğün hiçbir etkisinin olmadığı yardımlaşmaya taşır. Bu; uygarlığımın ilkelerinde, hukuk sisteminde ve uygulamasında açıkça görülür.
Mü'minlerin Emiri Ömer radıyallahu anh... Bir keresinde çarşıda sadaka isteyen yaşlı bir adam görür. Medine'de yaşayan yahudilerdendir. Ömer radıyallahu anh adama halini sorar. Bir de ne görelim; o müslüman insalcıl Ömer ona şöyle der: "Sana insaflı davranmamışız. Gençliğinde senden cizye alıp ihtiyarlığında arkanı aramamışız." Elinden tutarak evine götürür ve ona yemek ikram eder. Sonra Beytu'l Mal'in (Devlet hazinesinin) sorumlusuna göndererek, ona ve onun gibilere; kendilerine ve ailelerine yetecek kadar yiyecek vermesini emreder. Allahu ekber! İşte ümmetimizin soylu tarihindeki uygarlık şaheseri örneklerden biri...
İslam peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem'in azı dişi kırılmış, yüzü yarılmış, yaralı bir halde Uhud Savşı'ndan çıktıktan sonra söylediğidir. Bazı sahabileri "Ey Allah'ın Rasulü! Onlara beddua edin!" der. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Ben lanet edici olarak gönderilmedim. Bilakis alemlere rahmet olarak gönderildim. Allah'ım! Kavmime hidayet et; çünkü onlar bilmiyorlar." Mekke'yi fethettikten sonra da onlara şöyle der: "Gidin; hepiniz serbestsiniz."
Selahaddin Eyyubi rahimehullah Kudüs'ü fethettiği zaman Kudüs'te yüzbinden fazla gayri müslim vardı. Onların malları ve canları için güvence verdi. İçlerinden maddi durumu iyi olanlara bir miktar para karşılığı Kudüs'ten ayrılma izni verdi. Fakirlerin fidyesini kendisi üstlendi. İşte bu bizim parlak uygarlığımız, ya onların çirkin ve zalim uygarlıkları nerede?..

Her an dile getirilen şaşalı sloganlara rağmen, anlaşmalarla ve demokrasilerle insan haklarını savunduğunu öne süren, uluslararası anlaşmalara rağmen çağımız, milletlerin vahşetine ve terörüne şahit olamaktadır. Dünyanın gözü önünde en çirkin suçlar bu anlaşmaları delmektedir.

Tarih haçlı savaşlarındaki, Endülüsteki ve çağımızdaki müslümanlara karşı girişilen utanç verici ve çirkin davranışlardan habersiz değildir. Bu durum, onların utançtan başlarını önüne eğdirmektedir. Zulüm ve aşırılıktaki çirkin davranışlarını tarih dahi örtememektedir. Nazilerin yaptıkları ve engizisyon mahkemelerinde yaşananlar İslam ehlinin bilmediği birşey değildir. Hatta fazla uzağa gitmeye gerek yok... Uluslararası ilişkilerde ve birleşmiş Milletler kurullarında insancıl olduklarını ne kadar ilan etseler de gerçekte onlar vahşiliklerini ve açgözlülüklerini sürdürmektedir. Onlarınki sadece barış ve istikrar kavramı arkasına gizlenmiş, terör ve sömürgeciliğe yolaçan sloganlardır. Dünyada yaşanan olaylar onların ne kadar katı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu da, onların çağlar boyu kan dökücüler, vahşiler ve şiddet köleleri olduğunu vurgulamaktadır.

19/05/2018

Rızık Ve Ecelimiz Nasıl Takdir Edilir?


   Nefsi açıdan yaşanılan çeşitli zayıflıklar arasında ve düşüş kapsamında iki konu var ki kişinin hayatında büyük ölçüde etkisi olmaktadır. Onu; kendisine uygun ve helal olmayan, Allah'ın onu şerefli ve yarattıklarından çoğuna üstün kılarak ona bağışladığı yüce makama ve şerefli konuma yakışmayan yerlere götürür. Bunlar; rızkın kesilmesinden veya eksilmesinden korkmak ve ömrün tükenmesinden veye azalmasından korkmaktır.

Bu dinin üstün taraflarından ve övgüye layık yanlarından biri de bu hastalığı ince ve köklü bir şekilde tedavi etmesidir. Bu illetin müslümanı etkisi altına almasını önler. İnanç zayıflığının, tevekkül etmemenin ve iman eksikliğinin bir sonucu olarak korkulan şeylerin açık hedefi haline gelmesini engeller.

Allah subhanehu rızkı ve eceli sadece kendi elinde tutarak kullarının kalplerine huzur vermiş, onlardan bu iki korkuya sevkeden faktörleri kaldırmıştır. Kulların beklentilerinin kendisine bağlanması, kalplerinin O'na yönelmesi ve ihtiyaçlarını O'ndan istemeleri için kendisinin dışında hiç kimse için rızık ve ecel konusunda bir pay kılmamıştır. Kullar bu inançla, hayatın devrelerini Allah'dan başka kimseden korkmadan güven içinde katederler. Nefisler yücelir ve Allah'dan başka kimseye boyun eğmez. İnsanda beklentiler yükselir ve Allah'dan başkasına eğilmez.

Allah (cc) rızık konusunda kullarını rahatlatarak kesin bir dille, samimi bir sözle ve gerçek bir vaadle şöyle buyurur: (Rızkınız ve size vadedilen şey semadadır. Göğün ve yerin Rabbi'ne andolsun ki bu, sizin konuşmanız gibi kesin bir gerçektir.) (51/ez-Zâriyât/22-23) Yine kulları üzerindeki bazı nimetlerini sayarak ve sadece kendisinin yaratan ve rızık veren, yaşatan ve öldüren olduğunu belirterek şöyle buyurur: (Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, sonra da sizi diriltecek olandır. Sizin ortak koştuklarınızdan, bu işlerden birini olsun yapabilen var mıdır? O, koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir.) (30/er-Rûm/40) Bu, rızkın sadece O'ndan istenmesini, sadece O'na ibadet edilmesini ve şükredilmesini gerektirir. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: (O halde rızkı Allah katında arayın, O'na ibadet edin ve O'na şükredin. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.) (29/el-Ankebût/17) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma'ya yaptığı meşhur vasiyetinde bunu açıklayarak şöyle buyurur:
 "Bil ki, millet sana bir şeyle fayda vermek için toplansa Allah'ın senin için yazdığından başka fayda veremezler. Ve sana bir şeyle zarar vermek için toplansalar Allah'ın senin için yazdığının dışında bir zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı ve sayfalar kurudu." Bu hadisi; İmam Ahmed, Tirmizi ve Hakim sahih bir isnad ile rivayet eder.

Ecel konusuna gelince Allah Teâlâ onun da kendi yanında bir kitapta yazılı ve takdir edilmiş olduğunu bildirir. Şöyle buyurur:
وَمَا كَانَ لِنَفۡسٍ أَن تَمُوتَ إِلَّا بِإِذۡنِ ٱللَّهِ كِتَٰبٗا مُّؤَجَّلٗاۗ
(Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimse ölemez. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır.) (3/Âl-i Imrân/145)

Bu hakikatın açıklığına, bu vaadin doğruluğuna ve bu izahın anlaşılırlığına rağmen bazı insanların içine düştükleri inanç zayıflığı çoğunlukla onları bu vadedilen gerçekten uzaklaştırır. Onlarla bu hakikatın arasını açar ve Allah'ın vaadinden; rızıkların dağıtımının ve ecelin yalnızca Allah'ın elinde olduğundan, hiç kimsenin bunlar bunlar üzerinde bir hükmünün bulunmadığından gafil olurlar.

Hiçbir nefsin rızkını ve ömrünü tamamlamadan ölmeyeceğini, fayda ve zararın Allah katından geldiğini, Allah'ın kullarına yeterli olduğunu ve kulların, Allah'dan başka hiç kimsenin himayesine ihtiyacı olmadığını hatırlayın.

Bazı ilim ehli insanlar şöyle demiştir: Kişi Allah'ı razı edince Allah ona yardım eder ve onu rızıklandırır. Onu insanlara muhtaç etmez. Kişinin Allah'ı kızdırma pahasına insanları razı etmesi, onlardan koktuğu için ya da bir şeyler beklediği içindir. Bu ise, inanç zayıflığındandır. Onların yapacağını zannettiğin şey gerçekleşmezse bu onlardan değil Allah'dandır. Çünkü O, ne dilerse o olur ve ne dilemezse o olmaz.

17/05/2018

Ramazan Geldi Ey Kardeş!



   Hayatın oyun ve eğlencesi, olayları ve problemleri arasında, istekleri peşinde ve kavgaları ortasında kişi; sığınacağı, gölgesi altına gireceği ve kararlılığını yenilemek, gayretini bilemek ve iradesini güçlendirmek için gerekli hazırlığı yapacağı sığınaklara ihtiyacı olduğunu hisseder. Böylelikle başarı şansı daha yüksek bir şekilde, tökezlemeden, sağlam adımlarla yolunda yürür ve amacına ulaşır.
Kuvvet, müslüman için vazgeçilmez bir azık ve kaçınılmaz bir sermayedir, hak yolda yardımcıdır. Başarının ve zaferin yoludur. Allah'ın rızasına ve sevgisine açılan bir kapıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklar: "Kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Hepsinde hayır vardır." Bu hadisi Müslim, Sahihi'nde rivayet eder.

Bu gayeyi gerçekleştirecek şeye tutunmak ve onu elde etmek için çabalamak gerektiği anlayışlı insanların şüphe duymadığı bir şeydir. Allah'ın bolca ihsan ettiği nimetlerden biri de kullarına, ömürlerinde bazı fırsatlar ve hayır mevsimleri tanımasıdır. Bu fırsatlar onları amaçlarına ulaştırır. Oruç fırsatı ve Ramazan mevsimi, akıllı insanların değerlendirmeleri ve hızla faydalanmaları gereken fırsatların ve mevsimlerin başında gelir.

Oruçta zayıflayan ya da donuklaşan kuvveti uyuyan ya da sönen iradeyi, gevşeyen ya da tükenen kararlılığı canlandıran bir etki vardır. Yüksek derecelere ulaşmak için, dünyada ve Alemlerin Rabbi için insanların kalkacağı ahret gününde mutluluğu elde etmek için yapılacak en hayırlı hazırlığı bu şekilde yapabilelim.
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki takva sahiplerinden olursunuz." (2/el-Bakara/183)

Ramazan ayı ibadet ve Allah’a yaklaşma, iyilik ve ihsan, bağışlanma ve rahmet ayıdır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ramazan girince semanın kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincirlerle bağlanır.” Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder.

İnsanları zikretmek hastalık, Allah’ı zikretmek şifadır. Yüce Kur’an; dinin esası, peygamberliğin delili ve hayatın ruhudur. Ayların efendisinde inmiştir. (Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.) (97/el-Kadr/1) Bu ayda inmesinde, onu çokça okuması ve üzerinde düşünmesi için bu ümmete bir işaret vardır. Cebrâil, semadan inerek bu ayda nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte tüm Kur’an’ı mukabele ederdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat ettiği yıl ise, Kur’an’ı iki kez mukabele ettiler.

Nefsini, Rabbine ibadete alıştırmayan ve gönlüne O’nun sevgisini yerleştirmeyen, nefisinin günahına ve zilletine katlanmak zorunda kalır. Allah’a giden yolda seni kimsenin geçmemesine gücün yetiyorsa bunu yap! Her gece, semada duaları kabul kapısı açılır. Karşılıksız veren Allah’ın hazineleri de doludur. Bu nedenle kerem sahibi Allah’tan iste ve rahmet sahibi Allah’ın rahmetini talep et. Bu; bağış ve iyilik, hibe ve ihsan ayıdır. İnsanların en acizi, dua etmekten aciz olandır.

Ramazan ayı tevbe ve günahlardan dönme ayıdır. Tevbe kapısı açıktır ve Rabbinin bağışı boldur. Çok günah işleyen kişi Ramazan’da tevbe etmezse ne zaman tevbe edecek? Rahmet ve bağışlanma ayında günahlarından dönmezse ne zaman dönecek? Allah’a dönmekle acele et, kapısını çal ve O’ndan çokça bağışlanma dile!

Bâtılın Azgınlığı



Batılın azgınlığı ve hainliği artsa da –ki bu yahudinin işgal altındaki Filistin’de işlediği yıkım ve katliamda açıkça görülmektedir. Şüphesiz bu mü’minin inancına göre Allah’ın izniyle, sonun başlangıcı anlamındadır.
حَتَّىٰٓ إِذَا ٱسۡتَيۡ‍َٔسَ ٱلرُّسُلُ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُمۡ قَدۡ كُذِبُواْ جَآءَهُمۡ نَصۡرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَآءُۖ وَلَا يُرَدُّ بَأۡسُنَا عَنِ ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ                                                                                  
(Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir.) (12/Yusuf/110)
أَمۡ حَسِبۡتُمۡ أَن تَدۡخُلُواْ ٱلۡجَنَّةَ وَلَمَّا يَأۡتِكُم مَّثَلُ ٱلَّذِينَ خَلَوۡاْ مِن قَبۡلِكُمۖ مَّسَّتۡهُمُ ٱلۡبَأۡسَآءُ وَٱلضَّرَّآءُ وَزُلۡزِلُواْ حَتَّىٰ يَقُولَ ٱلرَّسُولُ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَعَهُۥ مَتَىٰ نَصۡرُ ٱللَّهِۗ أَلَآ إِنَّ نَصۡرَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ                                                                                                               
Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman!” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.) (2/el-Bakara/214)
 (Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerine korku düşürdü.) (59/el-Haşr/2)
Müslüman beklentilere ve temennilere bağlanmaz. Fakat aynı zamanda hezimet bataklıklarında ve zillet alanlarında da başı eğik dolaşmaz. Müslümanın emeli, kendini beğenmişlik veya gerçeğin ve olayların dışına çıkmak değildir. Bilakis, iman ettiği ve çerçevesince amel ettiği sağlam bir inançtır. Dayanağı, Allah(cc)’ın Kitabı’dır. 
(Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ancak kafirler topluluğu Allah’ın rahmetinden ümit keser.) (12/Yusuf/87) 
(Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser.) (15/el-Hıcr/56)
Umutsuzluk; çokça geri adım atan ve yalnızlığı tercih eden acizlerin işidir. Musibet, büyük bir beklentiyi de birlikte taşır. Kurtuluş yolu Allah azze ve celle’ye güvenmektir. Gerçek mü’mini musibetler sarsmaz ve tuzaklar çökertmez. Bilakis bu onun fedakarlığını artırır. 
(Nice peygamberler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.) (3/Âl-i İmran/146) 
(Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! Allah da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.) (3/Âl-i İmran/147-148)
Zulüm, çatışmaların yakıtıdır. Öfke ancak öfke doğurur. Beşeriyetin akıllı insanları ve tarih okuyanlar zulmün gücünün çabucak sönen bir kıvılcım gibi olduğunu idrak ederler. Canlı ümmet, güçsüz düşürülmüş olsa bile zulmü asla kabul etmeyecektir.
Zayıf söylem belirli bir aşamada direnişe yetmese de izzetinde ve ilkelerinde aşağılığa asla razı olmaz ve başkalarına teslim olmaya ve dilenmeye de asla razı olmayacaktır.

16/05/2018

Ramazan Ve Oruc'un Çağrısı



Orucun bir kurtuluş çağrısı var.
Hani Ezanın “Hayye alel felah – Haydin kurtuluşa” çağrısı gibi…
“Geçmiş günahların mağfiret edilmesi…” bir külli arınma demek…
Her yıl, insanın önüne, Rahmanürrahim olan Allah Teala, böyle bir arınma fırsatı sunuyor. Kirlerini yıka, yüklerini dök, Rabbin yoluna gir, ve öyle yürü…

Bu çağrılara, ancak İslam’ın vadettiği – tanımladığı külli mağfireti, kurtuluşu, felah’ı önemseyen insanların kulak kesileceği açık. Günahı günah bilen, yani günahı bir insanın arınması gereken bir kir telakki eden, ebed yurdunda Rabbin bağışlamasını, dünya hayatının da ana gayesi kabul eden insan için “hayye alelfelah”ta insanı heyecana sevkeden bir muhteva vardır.
Onun için İslam’ın her çağrısı imana bağlıdır, oruçla ilgili mağfiret çağrısı da iman’a merbuttur.
Orucu böyle algılayabiliyor muyuz?

Ezanın “Haydin Kurtuluşa” çağrısı, içimize bir “kurtuluş çağrısı” gibi akıyor mu?
Orucu böyle algıladığımızda, bir ayın hakkını ona göre vermemiz gerektiğini de idrak ederiz.

Değilse
Ezanlar gelir geçer…
Namazlar gelir geçer…
Oruçlar gelir geçer…
Kur’an’lar gelir geçer…
Peygamberler gelir geçer…
Allah dostları gelir geçer…

Ve biz
“Kurtuluş çağrıları”nın bir tekini bile idrak edemeyebiliriz.

Muhyiddin ibnü’l Arabi Hazretleri “Mala, Allah yolunda vermekle iyi davran… Kur’an’ın manasını anlamaya çalışarak ona karşı güzel davran. Duaya iyi davranmak demek, onu yürekten yapmak demektir. Kiramen katibine davranışın, onlara iyi şeyler yazdırmak olsun. Ağaç ve taşlara da boşu boşuna harcamamak suretiyle iyi davran. Üzerinde namaz kılmakla yere iyi davran. Namaza iyi davranışın onu iyi kılmakla olur. ” diyor. Buradan hareketle “Oruca iyi davranmak demek, mağfiret kıvamında onunla buluşmak demektir” diyebiliriz. Ki İbnül Arabi Hazretleri “Oruca karşı iyi davranman için günahlardan kaçınman gerekir” diyor. Yani orucun hakkını vermek…
Bunun için bir kalbi hazırlık gerekiyor…

01/05/2018

Kokuşmuş Hayatlar


Kokuşmuş,sapkın ve İç çürümesi yaşayan insanlar;
Öncelikle idrak ve akıl hastalığına yakalanırlar. Doğru düşünme melekesini kaybederler. Hakk’ı bâtıl, batılı hak görürler. Fesatçılığı, bozgunculuğu bir ıslah hareketi olarak algılarlar.

Mesuliyet şuurları ortadan kalkar. Özgürlük adına arzularının esiri olarak sınır tanımaz bir yüzsüze dönüşürler. Ayıp, günah ve hayâsızlık gibi mefhumlar onların lügatinde yer almaz. Hatta hayâsızlığı ve iffetsizliği cesaret olarak takdim ederler. Ar damarları çatlamıştır.

Böylelerinin dili kirlenmiş, ırz ve namus perdeleri yırtılmıştır. Her ikisinde de sınır tanımazlar. Toplumda görülen fuhuş bataklığının, pespayeliğin ve her seviyede tecavüz suçlarının kaynağı, çoğu zaman içleri çürüyüp kokuşan ve âdeta bir bataklık haline gelen bu insan görünümlü aşağılık mahlûklardır.

Hak ve hukuka saygı hassasiyetleri sıfırlanmıştır. Kendilerinin ayakta kalması uğruna âlemin harap olmasını göze alabilirler. Zira gönüllerinde Allah korkusu ve O’nun huzurunda hesap verme şuuru gibi koruyucu zırhları yoktur. Bu sebeple hırsızlık, gasp, zulüm ve hatta cana kıyma gibi durumlar, fırsat varsa yapılabilecek sıradan işlerdir. Hatta fırsatını bulmuşken böylesi imkânları kaçırmak bir çeşit ahmaklıktır.

Şefkat ve merhamet suyu da çekilmiştir. Fakirler, yetimler, kimsesizler, mahzun ve kederli gönüller, onların gündemine düşmez. Hatta bu nevi kimseler, topluma yüktür. Acıma bir tarafa, gözlerinden ve dillerinden nefret akar.

Kokuşmuşluk hastalığı, etrafına da sirayet eden bir hastalıktır. Yakınında bulunanlara da bulaşma riski fazladır. Bu sebeple toplumun sıhhatli fertleri ve iktidar sahipleri, bu nevi hastalığa yakalanmış kimseleri tedavi etme ve ettirme noktasında üzerlerine düşen vazifeleri yapmakla sorumludurlar. Aksi halde bataklık haline gelmiş bu kimseler tüm toplumun helâkine bile sebep olabilirler.

28/04/2018

Ayıp Araştırmak Aslında Ayıplı Olmak Demek



   İnsanların ayıplarını araştırmamak, hattâ tesâdüfen görülen ayıp ve kabahatleri dahî setretmek, yani örtmek, her mü’minin, beşerî münâsebetlerinde dikkat etmesi gereken mühim bir husustur.
Nitekim Cenâb-ı Hak, bir kimsenin kusurunu ve gizli hâllerini araştırmayı; «وَلَا تَجَسَّسُوا» “…Tecessüste bulunmayın…” (el-Hucurât, 12) buyurmak sûretiyle yasaklamıştır.

Şu hâdise, mü’min bir kimsenin, insanlara bakış açısının nasıl olması gerektiği husûsunda ne güzel bir misâldir:
İbrahim Edhem Hazretleri ile uzun yıllar arkadaşlık yapmış olan bir kimse vardı. Bir defasında:
“–Senelerdir beraber bulunuyoruz. Ricâ etsem, bende gördüğün ve hoşuna gitmeyen şeyleri söyler misin?” diyerek İbrahim Edhem Hazretleri’ne sordu. Hazret ise, bu suâle şu mânidâr cevâbı verdi:
“–Ben sana hiç o gözle bakmadım ki!”
Şeyh Sâdî ne güzel buyurmuştur:
“Şunu bil ki, bu dünyada başkalarının hep iyi taraflarını görenlerin, yarın mahşer günü kusurları görmezlikten gelinir.
Ey akıl sahibi! Gül, dikenle beraber bulunur. Senin dikenle ne işin var? Gülü demet yap…Eğer tabiatında dâimâ ve yalnız kusurları görmek varsa, tavus kuşunda çirkin ses ve ayaktan başka bir şey göremezsin.”

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- bir gün havârîlerine şöyle sorar:
“–Sizler, uykuda olan bir kardeşinizin görülmemesi gereken avret yerlerini rüzgârın açtığını görseniz ne yaparsınız?”
Havârîler, bu suâle hiç tereddüt etmeden;
“–Hemen üstünü örter, kapatırız.” diyerek cevap verirler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- ise, bir noktaya dikkat çekmek maksadıyla, bu sözlere şöyle îtiraz eder:
“–Hayır! Belki siz, iyice açar ve ayıpları apaçık ortaya çıkarırsınız!”
Havârîler duydukları bu ifâdeler karşısında büyük bir şaşkınlıkla:
“–Efendim! Hiç öyle şey olur mu? Hiç kimse bu ahlâksızlığı yapmaz!” derler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın îkaz mâhiyetindeki şu cevâbı ise, çok mânidar ve düşündürücüdür:
“–Sizden biriniz, din kardeşi hakkında bir söz duyduğunda veya onun bir kusurunu gördüğünde, bu gördüklerine ve duyduklarına biraz daha kusur ekleyip söylemiyor mu?
İşte bu, uyuyan bir adamın açılmış olan avret yerini biraz daha açmaktan farksızdır. Ve siz, bunu hep yapıyorsunuz!”

27/04/2018

Kadın Erkek Manen Eşittir Sonucu Huzurdur



إِنَّ ٱلۡمُسۡلِمِينَ وَٱلۡمُسۡلِمَٰتِ وَٱلۡمُؤۡمِنِينَ وَٱلۡمُؤۡمِنَٰتِ وَٱلۡقَٰنِتِينَ وَٱلۡقَٰنِتَٰتِ وَٱلصَّٰدِقِينَ وَٱلصَّٰدِقَٰتِ وَٱلصَّٰبِرِينَ وَٱلصَّٰبِرَٰتِ وَٱلۡخَٰشِعِينَ وَٱلۡخَٰشِعَٰتِ      وَٱلۡمُتَصَدِّقِينَ وَٱلۡمُتَصَدِّقَٰتِ وَٱلصَّٰٓئِمِينَ وَٱلصَّٰٓئِمَٰتِ وَٱلۡحَٰفِظِينَ فُرُوجَهُمۡ وَٱلۡحَٰفِظَٰتِ وَٱلذَّٰكِرِينَ ٱللَّهَ كَثِيرٗا وَٱلذَّٰكِرَٰتِ أَعَدَّ ٱللَّهُ لَهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمٗا .                                                                                                                                                                                                                                 “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab-35)

Âyet-i kerîme, burada sayılan on büyük vasfa sahip olan erkek ve kadınların ilâhî mağfirete nâil olacaklarını ve muazzam bir mükâfata namzet bulunduklarını bildiriyor. Buradaki ilâhî tebşîrât kadın erkek bütün mü’minleri kuşattığı hâlde, kadınlara ayrıca bir ikrâmdır diyebiliriz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de umûmî olarak böyle bir ayrıma gidilmediği hâlde burada sayılan her vasıfta kadınlar ayrıca zikredilmiştir.

Bunun hikmetlerinden birini, âyet-i kerîmenin sebeb-i nüzûlüne dair rivâyetlerde buluyoruz:

Ümmü Ümâre (r. anha) bir gün; “Yâ Rasûlallah! Kur’ân’da her zaman erkeklerden bahsedildiğini, kadınlardan fazla bahsedilmediğini görüyorum” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Başka bir rivâyete göre Ümmü Seleme (r. anha); “Yâ Rasûlallah! Erkekler gazâya çıkıyor, savaşıyor ve şehid oluyorlar. Biz bunları yapamıyoruz. Ayrıca bize mirasta erkeklerin yarı hissesi kadar veriliyor. Keşke biz de erkek olsaydık.” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.( Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 305)

Burada övülen on vasfın sıralaması önemli ve dikkat çekicidir. Buna göre mü’minleri büyük mükâfata götüren yola girmek, İslâm dairesine dâhil olmakla mümkündür. Yani önce İslâm, sonra îman; îmânı tamamlayan akîde esaslarına ve onunla gelen mükellefiyetlere samimiyetle inanmak. Bundan sonra ibadetlere sebat üzere devam etmek. Sonra bütün davranışlarında doğru olmak ve hayatı Müslümana yaraşan sadakat üzere sürdürmek. Sonra dînin nefse zor gelen emirlerine uymakta ve yasaklarından sakınmakta sabırlı olmak. Sonra Allah’a saygılı olmak . Sonra imkân nispetinde tasadduk ederek nefsindeki mal hırsını terbiye etmek. Sonra oruçla nefsi dizginleyip terbiye etmek. Ve bunları yaparken ırzını muhafaza etmek; Müslüman’a yakışan iffet ve onurla yaşamak.

Dikkat’e değer bir hakikatte; mü’minleri büuük ecre ulaştıran hasletlerin onucusu, ‘zikredenler’ şeklinde belirtilip geçilmemiş, bilakis herhangi bir kayıtla sınırlandırılmadan ‘Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar’ vurgusu yapılmıştır.

25/04/2018

Mutluluk Herkesin Hakkı Ama Nasıl?

      Kur’an-ı Kerim mutluluğun başucu kitabıdır. Kur’an-ı Kerim’i anlamakta zorlandığını söyleyen, aralarında bir uçurum olduğunu zanneden, onu hiç eline almayanların okuması gerektiğini düşündüğüm bu ayetler, düşünce ufkunuzu geliştirecek ve mutlak mutluluk terapisi olacaktır.

Öyleyse yapmamız gerekenler;

Kibirli olma, alçakgönüllü davran.  (İsra 37) 
Kendini fazla abartma. (Müddesir 1-5) 
Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma. (Tekvir 25-27) 

Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma. (Bakara 156)
Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme. (Beled 5-6)

Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden  uzaklaştırma. (Hucurat 10) 
İyiliği karşılık beklemeden yap.( Muhammed 7)

Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.  (Rum 21)
Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş. (Vakıa 83-87) 
Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme. (Bakara 263) 

Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.  (Furkan 63)
Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle. (İnşirah 1-3) 
Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart. ( Maun 4-5) 

Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma. (Mücadele 7) 
Çıkarcı olma. Adil davran. (Rahman 7-9) 
Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme. (Tekasür 1-2) 

En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma. (Tevbe 40) 
Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla. (Fatır 19-22) 
En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var. (Fecr 27-28) 

Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme. (Hakka 33-35)
Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol. (Haşr 10) 
Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan. (Kalem 1-2) 

Bencil olma, tebrik etmeyi bil. (Münafıkun 4) 
Yalandan uzak dur. (Saff 2) 
Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme. (Yusuf 32-33) 

İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma. (Ankebut 41) 
İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma. (Al-i İmran 92) 
Önyargılarla hayatı kendine zehir etme. (En’am 50) 

Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın. (En’am 60)
Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç. (Felak 1-5) 
Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama. (Hacc 46) 

Merhametli olmaktan asla vazgeçme. (İbrahim 42) 
Anne ve babana ‘off‘ bile deme.(İsra 23) 
Kendini sürekli övmekten uzak dur. (Nisa 149) 
Vazgeçilmez olmadığını kabul et. (Yunus 12) 

Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma. (Enfal 56) 
Heveslerini kendine ilah edinme. (Furkan 43) 
İnanma duygunu diri tut. (Necm 3) 
Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme. (Nisa 58) 

19/04/2018

Yüreğinizde Ne Var?



  “Kalb”  kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle beyindeki idrak merkezleri anlamında kullanılmıştır.
...لَهُمۡ قُلُوبٞ لَّا يَفۡقَهُونَ بِهَا وَلَهُمۡ أَعۡيُنٞ لَّا يُبۡصِرُونَ بِهَا وَلَهُمۡ ءَاذَانٞ لَّا يَسۡمَعُونَ بِهَآۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَٱلۡأَنۡعَٰمِ...                                                                                          
“Onların kalpleri vardır, kavramazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. (Araf, 179)
أَفَلَمۡ يَسِيرُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ فَتَكُونَ لَهُمۡ قُلُوبٞ يَعۡقِلُونَ بِهَآ أَوۡ ءَاذَانٞ يَسۡمَعُونَ بِهَاۖ فَإِنَّهَا لَا تَعۡمَى ٱلۡأَبۡصَٰرُ وَلَٰكِن تَعۡمَى ٱلۡقُلُوبُ ٱلَّتِي فِي ٱلصُّدُور                                                  
“(Seni yalanlayanlar) yeryüzünde dolaşsalardı elbette düşünen kalpleri ve işiten kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; gerçekte göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 46) 

Bu âyet-i kerîme ile Cenâb-ı Hak, mâzeret algımızı âdeta yeniden düzenliyor. Bizim, “kör, sağır, dilsiz” dediklerimiz, canda özür olmadığı için özürlü değil, asıl özürlülük akleden Kalp’te ortaya çıkan özürdür. Aslında Hakk’ı duymayan sağır, görmeyen kör, konuşmayan dilsizdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan Mûsa ve Fir’avn kıssasını yorumlarken Hz.Mevlânâ; “Bu kıssayı mukaddes kitaplarda geçen, olmuş-bitmiş ve arşivlerin tozlu raflarına terk edilmiş bir olay olarak algılamayın. Bu kıssa ve Mûsa ile Fir’avn arasında geçen mücâdele, her insanın her an kendi içinde yaşamakta olduğu dipdiri ve canlı bir hâdisedir.

Allah, melekleri tek bir düzlemde yaratmıştır. İtaatle mükellef oldukları için isyan yetenekleri yoktur. İsteseler de isyan edemezler. Allah, hayvanları da tek bir düzlemde yaratmıştır. Akılları olmadığı için mükellefiyetleri de yoktur. İçgüdüleri ve şehvetleri istikâmetinde yaşarlar.İnsan mayasının, yarısı melekî hasletler, yarısı da hayvânî duygularla birlikte yoğrulmuştur. Bu iki duygu insan gönlünde sürekli bir iktidar ve muhâlefet mücâdelesi vermektedir.

İbnü’l-Arabî, her insanı ayrı bir ülke olarak ele alıp, burada ilâhî emir ve yasakların nasıl iktidar yapılması gerektiğini anlatırken, işin hem zorluğuna hem de lüzûmuna işâret etmiştir.

Üstâd Necip Fâzıl: 
Boşuna gezmişim yok tabiatta, 
İçimdeki kadar iniş ve çıkış”  derken, insanın kendi içinde yaşadığı, iyi ile kötünün, hayr ile şerrin en keskin ikilemini ve iktidar çekişmesini ifâde etmektedir.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz