10/12/2013

İçki ve Yasaklanması

     
       
       Araplar eğlenmek için su gibi içki tüketiyorlardı. Sıcak bir ülke olduğu için oyun ve eğlence Arapların geleneklerine girmişti. İçki âlemleri, şarkı ve cariyelerin raks etmeleri Arapların en fazla rağbet  ettiği eğlence şekliydi. Bilhassa düğünler bu gibi eğlenceler tertip edilirdi. 

İçki yasaklanmadığı için Müslümanlar tarafından da çokça tüketiliyordu. Hatta içkinin ticaretini yapanlar da vardı. Kumar da oyunların başında geliyordu. Bu nedenler de aralarında münakaşalar ve hatta kavgaya varan çatışmalar yaşanıyordu. Bu da mü’minlerin kardeşliğine büyük ölçüde zarar veriyordu. Beni Nadr  Yahudilerinin sürgün edilmesinden sonra sarhoşluk veren bütün içecekler Allah tarafından kesin olarak haram kılındı. 

Ancak içkinin haram kılınması bir anda olmadı. Önceleri mü’minlerin içkiden yavaş yavaş terk etmeleri ve ruhen nefret etmelerine zemin hazırlanıyordu. Bu nedenle kesin yasak üç merhale gerçekleşti.

Birinci merhalede sahabeler içki konusunda peygamberimizden (sav) açıklama istediler. Bunun üzerine nazil olan ayette yüce Allah
  يَسۡ‍َٔلُونَكَ عَنِ ٱلۡخَمۡرِ وَٱلۡمَيۡسِرِۖ قُلۡ فِيهِمَآ إِثۡمٞ كَبِيرٞ وَمَنَٰفِعُ لِلنَّاسِ وَإِثۡمُهُمَآ أَكۡبَرُ مِن نَّفۡعِهِمَاۗ وَيَسۡ‍َٔلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَۖ قُلِ ٱلۡعَفۡوَۗ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ ٱللَّهُ لَكُمُ ٱلۡأٓيَٰتِ لَعَلَّكُمۡ تَتَفَكَّرُونَ ٢١٩                                                                                                                              
“Sana içki kumarı soruyorlar. De ki: onlarda büyük günah olmakla beraber insanlar için bazı küçük faydalar da bulunmaktadır. Ancak onların günahı faydalarından çoktur”  (Bakara-219) ayeti nazil oldu. 
Bunun üzerine sahabelerin çoğu “zararı faydasından çok olan ve büyük günah olan şeyi az bir fayda için içmek akıllılık değildir” diyerek terk ettiler ve sözleri geçenlere de terk ettirme konusunda tavsiyelerde bulunmaya başladılar. 
Hz. Aişe (ra) “Yüce Allah bize imana ait hususları ve ibadete ait hususları öğretmeden ve bunları aklen, kalben ve ruhen kabul etmeden ‘içki içmeyin’ ve ‘zina etmeyin’ demiş olsaydı, kimse Resulullah’ı dinlemezdi, etrafından dağılırlardı”  demiştir. İ

çkiyi bırakmayan tiryakiler arasında da bazı nâhoş durumlar eksik olmuyordu. Zaman zaman kavgaya varan ve kırgınlıklara sebep olan durumlar yaşandığı gibi, namaza ve ibadete engel olacak olaylar da eksik olmuyordu. İçkiden sarhoş olan namazı kaçırıyor ve oruç tutmakta zorlanıyordu. 
Hatta bir defasında Abdurrahman b. Avf (ra) sahabelere bir ziyafet vermiş, ziyafetten sonra içki içilmiş ve namaz kılınmış Namazda da Kâfirun suresini okurken yanlış okuyarak namazın bozulmasına sebep olmuştu. 

Bu olay peygamberimize (sav) anlatılınca peygamberimiz (sav) üzüldü. Hz. Ömer (ra) da “Ya Rab! Bu konuda açık bir hüküm inzal et!” diye dua etti. Bu olay üzerine de
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ لَا تَقۡرَبُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَأَنتُمۡ سُكَٰرَىٰ حَتَّىٰ تَعۡلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلَا جُنُبًا إِلَّا عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىٰ تَغۡتَسِلُواْۚ                                                                   
“Ey İman edenler! Şarhoş olduğunuz zaman ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp olduğunuz zaman da gusl edinceye kadar namaza yaklaşmayınız” (Nisa-43) ayeti nazil oldu.

Bunun üzerine sahabeler “Yâ Resulallah! Biz namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz” dediler. Peygamberimiz (sav) onlara cevap vermedi. Sahabelerin birçoğu namazı kaçırmamak için içkiyi azalttılar ve içmemeye başladılar. Peygamberimiz (sav) de “Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın” diye nida ettiriyor ve içkili olanı mescide almıyordu.

Daha sonra bir ziyafette yemekler yenmiş, sonrasında eğlence meclisi kurulmuş, içki içilmiş ve kabileler birbirlerini överek üstünlük iddiasına başlamışlardı. Aralarında münakaşa başladı. İş kavgaya vardı. Birisi eline geçirdiği bir devenin çene kemiğini kapmış ve Sa’d b. Ebi Vakkas’ın (ra) başına vurarak yaralamış ve çok tatsız bir durum ortaya çıkmıştı. 
Bunun üzerine yüce Allah içki ve kumar konusunda kesin hükmünü inzal ederek yasaklamıştır.
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِنَّمَا ٱلۡخَمۡرُ وَٱلۡمَيۡسِرُ وَٱلۡأَنصَابُ وَٱلۡأَزۡلَٰمُ رِجۡسٞ مِّنۡ عَمَلِ ٱلشَّيۡطَٰنِ فَٱجۡتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمۡ تُفۡلِحُونَ ٩٠               
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve kısmet çekilen fal oklarının tamamı şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kesinlikle sakının ki kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ın anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide-90) buyurarak nazik bir ifade ile kesin şekilde yasaklamıştır.

Bu ayet nazil olduktan sonra peygamberimiz (sav) Medine sokaklarında “Allah içkiyi haram kılmıştır” şeklinde ilan yaptırmıştır. Bunun üzerine sahabeler mescide doldular. Namazdan sonra peygamberimize (sav) bununla ilgili pek çok sorular sordular.

Sahabelerden birisi sordu: “Ya Resulallah! İçkiden kast edilen nedir? Sadece üzüm ve hurmadan yapılan içki mi yasaklanmıştır?” Peygamberimiz (sav) cevap verdi: “Allah sarhoşluk veren her şeyi hamr/içki olarak isimlendirmiş ve tümünü yasaklamıştır. Bu nedenle sarhoşluk veren her şeyi haram kılmıştır.”
Sahabelerden Deylem el-Hımyeri (ra) sordu: “Ya Resulallah! Ben onu ilaç için üretiyorum” dedi. Peygamberimiz (sav) “O ilaç değildir. Tam tersine hastalıktır” buyurdular.   Câbir b. Abdullah (ra) sordu: “Ya Resulallah! Sarhoş etmeyecek kadar az içmekte bir mahzur var mı?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır” buyurdular. Sonra peygamberimiz (sav) sahabelerine nasihat etti. Son olarak da “İçkiden uzak durunuz; çünkü o bütün kötülüklerin anasıdır”  buyurdular.

Böylece sahabeler içki konusunda tam olarak aydınlanmış oldular ve “Allahım! Artık içki ve kumardan tamamen vazgeçtik”dediler. Mescitten çıkarak kararlı bir şekilde evlerine gittiler. Evlerinde bulunan içki küplerini dışarıya çıkararak döktüler. Bazıları küplerini beraber kırdı. Medine sokaklarından sular gibi içki aktığı rivayet edilmiştir.

    

Hayatı Anlamak ve Anlamlandırmak



1. Hayatın anlamı var mıdır? 
Evet hayatın anlamı vardır. Bunu açıklamadan önce hayatın anlamının neden olması gerektiğini ispat edelim.
Görüyoruz ki; kainatta canlı ve cansız varlıklar mevcuttur. Bir kitap kâtipsiz, bir saray ustasız olamaz iken bu düzen içerisindeki kainat kitabının bir sahibinin, bir yaratıcısının olmaması düşünülebilir mi?
Hayatı, ilmi, şuuru olmayan Güneş belli bir yörüngede hareket eder ve ısı ve ışığını Dünya’ya ulaştırır. Güneş adeta Dünya’nın lambası ve sobasıdır. Dünya’dan çok daha büyük ve uçağın hızından çok daha hızlı bir şekilde hareket eden yıldızlar birbirlerine çarpmadan, beraberce uzay okyanusunda yüzerler.
Hayatı, ilmi, bilinci, merhameti olmayan bulutlar Allah’ın emri ile toplanırlar ve çarpışarak ölü toprağı canlandıran, canlılara ferahlık veren yağmur damlalarını çıkarırlar. İlmi olmayan, âciz arılar lezzetli, faydalı bal nimetini ve ilimsiz, şuuru çok sınırlı inekler insanlara fayda veren lezzetli süt nimetini üretirler.
Demek ki; bu canlı ve cansız varlıklar başıboş hareket etmezler. Demek ki; onların vazifeleri vardır.
Peki şimdi soralım: Acaba bu canlı ve cansız varlıklar başıboş bırakılmamış iken akıl sahibi, irade sahibi olan insan başıboş bırakılabilir mi? Bu canlı ve cansız varlıklar Allah’a itaat ederek belli vazifeler yaparlar iken şuuru ve ilmi olan insan vazifesiz kalabilir mi?
Elbette insan başıboş bırakılmamıştır. Elbette insanın bu dünyada önemli vazifeleri vardır. Elbette insanın hayatının anlamı vardır.
2. İnsan hayatın anlamını nasıl bulur?
İnsan akıl sahibi, irade sahibi bir varlıktır. Ancak yine de insan âcizdir. İnsan bazen bir sineğe yenik düşer. İnsan kendi iradesi ile, ilmi ile çalışarak, çabalayarak nefes alıp vermez. İnsan yemek yer ancak yemeğin öğütülmesi işini insan kendi çalışması, iradesi ile yapmaz. Demek ki; insan kendi kendisine bile hâkim değildir. İnsan, hücrelerindeki DNA moleküllerinin yapısından habersizdir. Ancak laboratuvar çalışmaları ile bu yapılar incelenebilmektedir.
Hayatı sınırlı, aklı sınırlı, ilmi sınırlı, kudreti sınırlı olan insan sadece kendi varsayımları, kendi fikirlerine başvurarak hayatın anlamını bulamaz. İnsan aklı karanlık ortamda bir yıldız böceği gibidir. İnsan, eğer bir Güneş’e dayanmaz ise karanlıkta kalmaya mahkum olur. O Güneş, mesajını cüz’i irade sahibi olan varlıklardan değil, külli irade sahibi olan, bir zerreyi yarattığı gibi yıldızları da kolayca yaratabilen, sonsuz hayata, sonsuz ilme, sonsuz kudrete sahip olan bir Yaratıcı’dan almalıdır. Demek ki; o Güneş ancak peygamberler olabilir çünkü külli irade sahibi olan Allah’ın mesajını insanlara ulaştıran aydın zâtlar, muallimler (öğretmenler), rehberler peygamberlerdir. Peygamberlerin aldığı vahiy kesin doğru bilgidir.


3. Hayatın anlamı nedir?
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir.” 
İnsan bu dünyaya kainatı yoktan var eden, zerrelerden yıldızlara bütün kainata hâkim olan, zamanı, mekanı, maddeyi, ruhu yaratan, sonsuz hayat, sonsuz ilim, sonsuz kudret sahibi olan Allah’ı tanımak, Onun birliğine iman etmek ve Ona kulluk etmek, yani Ona ibadet etmek için gönderilmiştir.
Yeryüzünün halifesi olan insan Allah’ın isimleri ve sıfatlarını bilerek kainatı tanır ve kainattaki varlıkların neden var olduğunu bilir. Kainattaki tüm varlıkların Allah’ın kudreti ile varlık sahasında olduğunu bilen Müslüman, Allah’ın kudretini tefekkür eder ve Allah’a güvenir. Hazreti Adem’den beri yaşamış olan tüm Müslümanlar hayatın anlamını peygamberler vasıtası ile öğrenir ve bu dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu bilir.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz