Çağımızda, insanların gönül dünyaları sıkıntı içindedir. Her
türlü günahın işlendiği, akla hayale gelmeyen zulümlerin yapıldığı, mazlumların
ezildiği, haram ve helal anlayışının yerine kâr putunun hakim olduğu bir zaman
diliminde Ramazan Ayına kavuşmak, büyük bir nimet ve bahtiyarlıktır. Çok
merhametli ve bağışlaması bol Allah Teâlâ kullarına acımaktadır. Bu yüzden
tevbe kapısını açık bırakmış, onları çeşitli kutsal geceler, günler ve aylar
lütfetmiştir.
Ramazan ayı da onlardan biridir. Ramazan ayı, stres, bunalım ve
daha nice sıkıntılara karşı bir esenlik ve şifa kapısıdır.
Ramazan ayında oruç tutan mü’min, Allah’a karşı görevini
yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Bu rahatlık ve
sevinç onun bütün bedenine, iç ve dış organlarına yansır.
İktisadî krizlerin
altında ezilen insanoğlu, kapitalizmin öncelediği tüketim putunun tuzağına
düşmüş ve makine hayatının çarkları arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden
insanların önemli bir kısmı ruh sağlığını yitirmiştir. Bütün bu gerçekler
arasında hayat süren insanların mutsuzluğu doğal hale gelmiştir. İşte böyle bir
ortamda Ramazan ayı, imdada yetişmiş, bunalan ve çaresizlikten sıkılan
insanlara rahmet kapısın açarak, hanesine buyur etmiştir.
Ramazan ayına kavuşan mü’min, kendine gelmekte, varlık
sebebini düşünmekte, Allah Teâlâ ile olan irtibatını güçlendirmekte, ailesine,
akrabalarına, topluma ve bütün insanlığa olan sorumluluğunu hatırlamaktadır.
Mü’min, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayında, derin ve engin bir
tefekkürün içerisine girer. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten
açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde
yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaradılış hakkında
derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın.
Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”(Âl-i İmrân, 3/190-191)
âyetinde beyan buyurulduğu gibi, düşünmeyi yoğunlaştırır, yalvarışını, niyazını
ve zikrini artırır. Mü’min özellikle Ramazan ayında “(Resûlüm!) Sana bu
mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye
indirdik”(Sâd, 38/29) ilahî mesajındaki prensipleri tefekkür eder ve Kur’ân’ın
indiriliş gayesini anlamak için yoğun gayret sarf eder.
Mü’min, bu ayda kendini gözetlemeli, gönül dünyasının
derinliklerine uzanmalıdır. Allah’a olan samimiyetini, din yolundaki gayretini,
insanlara karşı olan tevazuunu, ihlasını ve yardım severliğini enine boyuna
düşünmelidir. Mü’min, devamlı Alalh Teâlâ’nın murâkabesi altında olduğunu
düşünmeli, Ramazan ayında bu tefekkürünü daha da yoğunlaştırmalıdır.
Allah Teâlâ, “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin
kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki
melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan
hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (rakîb) yazmaya hazır bir melek
bulunmasın.”(Kaf, 50/16-17) “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler,
değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.”( İnfitâr,
10-12) âyetlerinde bütün insanların murâkabe edildiğini, hal ve hareketlerinin
kontrol edildiğini, hayat nimetinin onlara boşuna lütfedilmediğini
açıklamaktadır.
Mü’min , “Sorguya çekilmeden önce kendinizi sorguya çekiniz”(
Tirmizî, Kiyâmet, 25) hadisinde belirtilen sorgulama ile hayatını
sürdürmelidir. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de,
gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz”( A’râf, 7/6) âyetinde
açıkça ifade edildiği gibi, ümmetlere, peygamberlerin yolundan gidip
gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları
sorulacaktır.
Mü’min, âyetlerde belirtilen gerçeklere yakînen inanarak
muhasebesini yapar. Kendisini öz eleştiriye tabi tutar. İbadetlerini, hakka
bağlılığını, insanlara karşı sorumluluklarını sorgular. “Artık insan, kendi
kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün”( Kıyâmet, 75/14-15)
âyetinde belirtildiği gibi insan, kendisinin ne ölçüde samimi olup olmadığını
bilir.
Ramazan ayını tefekkür, murâkabe ve muhâsebe ayı olarak
değerlendiren ve buna göre hareket eden mü’minler hem kazançlı çıkacak hem
de ramazanın hakkına vereceklerdir. Unutulmamalıdır ki, buluğ çağından
itibaren bize lütfedilen her Ramazan ayı, ömrümüzün en kıymetli anlarıdır.
Yetmiş yıllık bir ömrü olan bir kimsenin, 15 yaşında ergenliğe ulaştığı
düşünülürse, bu kimseye tayin edilen Ramazan ayının sayısı elli beştir. Her
sene bu sayı azalarak devam etmektedir. Hiçbirimiz, ne kadar ömrümüzün ve
geriye kaç adet Ramazan ayının kaldığın bilemiyoruz, ama devamlı eksildiğinden
şüphemiz yoktur. O halde, her Ramazanı bir başlangıç kabul ederek muhasebe,
murâkabe ve tefekkürümüzü yapmalıyız. Allah Teâlâ, bizi kendisini
sorgulayanlardan eylesin…