24/02/2018
19/02/2018
Zaman Tanzimindeki Örnekliğimiz
ZAMAN TANZiMİNDE NEBEVÎ ÖRNEK
Zamanı değerlendirmede biz müslümanlar fevkalade şanslı sayılırız. Çünkü, dinimiz birçok farzları, vacibleri ve sünnetleriyle bize zaman programı sunmaktadır. Hazreti Peygamber -aleyhissalatü vesselam-'in hayatı, bu İslâmî zaman değerlendirme programı'nın müşahhas örneğidir. Rasûlullah'ın hayatını bilenler şu hususları şaşmaz şekilde günlük hayatında görürler:
İbadetler belli saatlerdedir
Diğer mühim işler ibadetlere göre tanzime tabi tutulmuştur.
Söz gelimi:
Sabah namazından sonra yatmak yok, ashabıyla sohbet var.
Ashabıyla sohbeti ailevî sohbet takibediyor.
Kısa bir öğle uykusu var.
İkindi namazından sonra hanımlarını teker teker kısa bir ziyaret ve onlarla sohbet var. Akşam namazından sonra bütün aile halkı, o gün hangi hanımının yanında kalacaksa orada bir araya gelip sohbet etme var.
Günün belli saatlerinde ziyaretleri kabul etmektedir, muayyen saatlerde ziyaretlerde bulunmaktadır.
Günün bazı saatlerinde hanımları dahil hiç kimseyi huzuruna kabul etmemektedir ve bu saatler bilinmektedir. (1)
En mühimi, bu programlı işlerin değişmez muayyen müddetleri var.
Rasûlullah'ın -aleyhissalatü vesselam- günlük proğramında "eğlence" maddesi mevcut değildir. "Eğlenmek için yaratılmadık" buyurmuştur. (2)
Hülasa etmek gerekirse, İslâm, kişinin her anından hesap vereceği prensibini getirerek, zaman değerlendirmesini kişinin baş problemi yapmıştır. Getirdiği bütün teşriatıyla kısa bir ömürde ebedî cenneti kazandıracak bereketli ticaretin nasıl yapılabileceğini göstermiş, Rasûlullah'ın -aleyhissalatü vesselam- örnek hayatında da mü'min ömrünün gün be-gün, saat be-saat, an be-an en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceğinin müşahhas örneğini sunmuştur.
Unutmayalım ki, sadece farzları yapmak ve farzlara müteallik sünnetlere riayetle dinde kemale eremeyiz. Günlük hayatımızın tanziminde, zamanımızı en verimli şekilde değerlendirmede de sünnete koşmalı, ondan düsturlar, prensipler çıkarmalıyız.
"Allah'ın Rasûlünde sizler için en güzel örnek vardır." (Ahzab,21)
İhtiyaç Fazlamız mı Var!
İhtiyaç Fazlası Kimin?
Resûl-i Ekrem ashâbını sık sık sadaka vermeye dâvet eder,
onlar da bu emri ânında yerine getirirlerdi. Bir defasında vaaz ediyordu;
sesini gerideki kadınların duymayacağını düşünerek onların yanına gitti ve
kendilerini sadaka vermeye davet etti. Hanım sahâbîler bu emre hemen uydular.
Kulaklarındaki küpeleri, parmaklarındaki yüzükleri, boyunlarındaki
gerdanlıkları çıkarıp Bilâl-i Habeşî'ye teslim ettiler (Buhârî, İlim 32,
Müslim, Salâtü'l-îdeyn 1-3).
Bir yerde yoksulluk çeken insanlar varsa, hali vakti iyi
olanlar oturup düşünmelidir. Benim dediği şeylerin ne ölçüde kendisinin ne
miktarda onların olduğunu iyi hesap etmelidir.
Bakın, bir yolculuk sırasında ne oldu. Resûl-i Ekrem ile
arkadaşları mola vermişlerdi. Bu sırada devesine binmiş bir adam çıkageldi. Bir
şeyler umarak sağa sola bakınmaya başladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
Efendimiz: "Yanında ihtiyacından fazla binek hayvanı olanlar, olmayanlara
versinler. Fazla azığı olanlar olmayanlara versinler" buyurdu. Daha bir
çok şeyi sayıp döktü. Bunları duyan sahâbîler, kimsenin ihtiyacından fazla bir
şey bulundurmaya hakkı olmadığını anladılar (Müslim, Lukata 18).
Çoğumuzun tabiatında cimrilik vardır [Muhammed sûresi (47),
37]. Birine yardım edince malımızın tükeneceğini sanırız. Malın verdikçe artacağı
gerçeğinden haberimiz yokmuş gibi davranırız. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu
gerçeği yakınlarına sık sık hatırlatırdı. Bir gün baldızı Esmâ binti Ebû
Bekir'e: "Cimrilik edip esirgeme, öyle yaparsan Allah da senden esirger,
sen bol bol vermeye bak!" dedi (Buhârî, Zekât 22). Allah Teâlâ'nın
"Ey insanoğlu! Sen ver, ben de sana vereyim" buyurduğunu haber verdi
(Buhârî, Nefekat 1; Müslim, Zekât 36). Her gün iki meleğin "Allahım!
Malını esirgemeden verene yenisini ver, cimrilik edip vermeyenin malını
eksilt!" diye dua ettiklerini hatırlattı (Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât
57).
Elbette bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağız. O bize de
"Ey Âdemoğlu! Beni doyur dedim, doyurmadın!" diye sitem edecek. Biz,
"Yâ Rabbi! Böyle bir şey nasıl olabilir! Sen âlemlerin Rabbisin"
dememize aldırmayacak: "Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer
verseydin, verdiğin şeyleri benim yanımda bulacağını bilmiyor muydun?"
(Müslim, Birr 43) diye azarlayacak. Böyle sıkıntılı durumlara düşmemek için
yoksula yardım etmeli, o bizden istemeden onun ayağına gitmelidir.
18/02/2018
Hep O'nun Yolunda Olmak
HEP O'NUN YOLUNDA OLMAK
1“Davamız uğrunda üstün gayret gösterenleri, Bize
varan yollara mutlaka yöneltiriz...”
Allah, insanı yaratmış ve ona hayat nimetini
bahsetmiştir. [2]
O, seçtiği elçiler aracılığı ile de yarattığı insanla
konuşmuştur. [3] Vahiy,
Allah'ın sözlü bildirişidir ve onun hükümleri mutlak doğrudur. [4] Bu
ışık, ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar
bütün insanların yolunu aydınlatmış, bundan sonra da aydınlatmaya devam
edecektir. [5] Zira,
insanın hayatı doğru değerlendirip anlamlı kılması, hep Allah yolunda
yürümesiyle ve O'nun değişmez ilkelerini ihtiva eden vahyine uymasıyla mümkün
olacaktır.
Bunun için Kur’an, insanı, Allah'a inanmaya, O'na
içten bir sevgiyle yönelmeye ve vahiyle bildirilen gerçeklere uymaya çağırmıştır. [6] Öyleyse
insan, üstlendiği görevin bilincinde olmalı, sorumluluğunu yerine
getirmeli, Kur’an-hayat bütünlüğü içinde yaratılış gayesine uygun olarak
yaşamaya çalışmalıdır.
İnsanın, yaratılış gayesini gerçekleştirmesinde, onun
gelişmesine ve eğitimine katkı sağlayan faaliyetlerin ayrı bir yeri ve önemi
vardır. Ancak bu faaliyetlerin beklenen faydayı sağlaması, şu temel ilkeler
doğrultusunda gerçekleştirilmelerine bağlıdır:
a) Allah'a inanmak: Yapılan işler,
mutlaka Allah inancına dayanmalı ve her şeyden önce O'na karşı ahlaklı
olunmalıdır. Bu da Allah’a inanıp yolunda yürümek ve rızasına uygun güzel işler
yapmakla mümkündür. İman değerinden yoksun olan eylemler, Allah katında
geçersiz ve değersizdir. Tarih boyunca peygamberlerin inananlarla birlikte
yürüttükleri mücadelelere bakılırsa, bunlarda iki değişmez evrensel hedefin
olduğu görülür. Bunlardan ilki şirke karşı tevhit; ikincisi de zulme
karşı adetlettir. [7] Demek
ki tevhit, Allah'a; adalet de insanlara karşı ahlaklı olmak anlamına
gelmektedir. İnsanın Allah'a karşı ahlaklı davranması ise, hep O'nun yolunda
olmasıyla gerçekleşir.
b) İnsana saygılı olmak: Bu ilke, insanın
varlık şartlarını tanımayı, anlamayı ve onun sahip olduğu potansiyeli doğru değerlendirmeyi
sağlar. İnsanın, sürekli gelişen ve değişen bir çizgisi, biyolojik ve ruhsal
yapısı, toplumsal ve tarihi çevresi, geçmişe ait hatıraları, geleceğe ait
umutları ve kaygıları var. Dünya her an, insanın zihninde farklı şekillenmekte;
o, korkulan, sevgileri, istekleri, inançları ve değer yargılarıyla
gün geçtikçe yeniden keşfedilmektedir. İnsana, çocukluğundan
itibaren saygının gereğini vurgulamak, saygı duyacağı değerleri ve varlıkları
tanıtmak önemlidir. Ama bundan daha önemli olan, ona saygılı bir davranışın ne
demek olduğunu öğretmektir. Eğer insana saygının pratik anlamı kavratılmazsa o
kimi zaman saldırgan, kimi zaman korkak, kimi zaman da yetersiz ve umursamaz
olur.
c) Düşünceye saygı duymak: Düşünmek bir
arama, araştırma ve eğitim işidir. Düşünebilmek kadar dinlemesini bilmek ve
farklılıklara tahammül edebilmek de bir erdemdir. Bunun için insan,
karşısındaki insanların fikirlerine katılmasa da onlar üzerinde düşünmelidir.
Çünkü insanlar aynı kelimeleri kullanmalarına rağmen onlardan aynı anlamları
çıkarmazlar. Bunun nedeni, insanların zihinsel anlam kodlarının farklı
olmasıdır. Şu halde insanın özgürce düşünmesine engel olan her davranış, düşünceye
saygısızlık anlamına gelmektedir. İnsanlar, kendi iyiliklerini, doğru
bildikleri yolda arama özgürlüğüne sahiptirler. Öyleyse herkes, kendi özgür
iradesinin ve tercihinin sahibi olabilmelidir.
d) Ahlaki olana saygı: İnsanoğlu,
çağımızda teknik açıdan baş döndürücü bir başarıyı yakalamasına ve olağanüstü
imkânlara sahip olmasına rağmen, dünyanın hakkını verecek ahlaki olgunlukta
insanlar yetiştirmede aynı başarıyı gösterememiştir. Bunun en açık kanıtı, çok
sayıda insanın hayatında zihin huzuru, vicdan ile barışık olma ve ruh
zenginliği gibi hallerin eksikliğini hissediyor olmasıdır. Ayrıca pek çok
insan, iyinin ne olduğunu bilse de her zaman iyi davranışı
gerçekleştirememektedir. Çünkü insanın hayatında ağır basan ve onun yönünü
tayin eden şey, söylenen sözlerden çok yapılan işlerdir. Bu yüzden, güzel
sözler söylemek, öğütlerde ve tavsiyelerde bulunmak, bu insanlara yetmiyor.
İşte burada imanın insanı iyiye teşvik edici rolü ortaya çıkıyor. Öyleyse çağın
ahlaki yapısına iman, doğruluk, sevgi ve saygı gibi yüksek değerle hakim
olmalı; eğer amaç ahlaklı insan yetiştirmekse, ahlak mutlaka dinle temellendirilmelidir.
Çünkü herkesin bildiği iyinin yanına sevabı, kötünün yanına da günahı koymadan
ahlaklı olunamaz. Ahlakı dinle temellendiren insan, kendini yönsüz,
desteksiz ve şaşkın bırakabilecek her türlü uygulamada, Allah inancını ve
sevgisini, koruyucu bir güç olarak yanında bulabilir. İnanç bütünlüğü içinde
oluşan ahlaki fikirler, böylece davranışlara kılavuzluk eden bir güç haline
gelir.
e) Bilgiyi bilinç haline getirmek: Bilinç
haline gelmemiş bilgi, doğru olsa dahi etkisiz bilgidir. Etkisiz bilgi ise
bilinci bulandırır, yanılgılara sebep olur ve müspet gelişmeleri engelleyebilir.
Ama güvenilir ve tutarlı bilgiler üzerine kurulu düşünceler, insanın ahlaklı
yaşamasına, iyi ve doğru olanı yapıp bunları hayata katmasına vesile olur.
Zaten bir inancın ve idealin, insanda halis bir ruh besini haline gelip
gelmediği, ancak güzel ahlakta görülür. Ancak bu inancın yaşaması için, doğru
ve iyi olması yetmez, ayrıca o inancı yaşatacak ehil insanların bulunması da
gerekir.
d) Tarihi mirasa saygı: Bu, geçmişin
günümüz açısından yerini, önemini ve fonksiyonunu tespit edebilmek anlamına gelir.
İnsan, kendini inşa ederken tarihin mesajını çözebilmeli, bunun içinde çok
yoğun bir ilmi ve fikri çaba içine girmelidir. Tarihi mirasa saygı, ne körü
körüne geleneğe sığınmak, ne de gelenekten kaçmaktır; aksine kültürel mirası,
yetişmekte olan nesillere bir yardım ve ilham vasıtası olarak sunabilmektir.
Sonuç olarak, insanın her an Allah yolunda olmasını ve
kemale ermesini sağlamak için, onun doğru anlamaya ve uygulamaya yönelik
zihinsel çabalarını zenginleştirip beslemek gerekir. Çünkü doğru düşüncenin
doğru kararlara yansıması, doğru kararların da iyi davranışlarla bütünleşip
kaynaşması, büyük ölçüde buna bağlıdır. Bunun için Kur’an, bizlerden
Allah yolunda aktif ve üstün gayretler göstermemizi istemiş, bu gayretlerin
O'nun tarafından sevapla ödüllendirileceklerini müjdelemiştir. [8] İnsanın
sahip olduğu dünyacı değerler bir gün tükenir; ama hayırlı işlerden hasıl olan
sevaplar baki kalır. [9]
[9] Bkz. Nahl: 16/ 95-96: Mervem: 19/76 vb. Fahrettin
Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak,
İşaret Yayınları: 317-320.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
-
Kur'an'da, Allah'a karşı suç işlemekten ve haddi aşmaktan sakınan, Allah'ın azabından ve O’na mahçup olmaktan korka...
-
İslam düşmanları bir araya gelmişlerse buna karşı mü'min insan ne yapabilir? sualine cevaben, Allah(cc); "Sen Allah'a tevekkü...
-
"Allah'ım, Senden hidayet ve doğruluk isterim." (Müslim) "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalplerimizi taa...