ÖĞRETMEN BİR PEYGAMBER :
Peygamber Efendimizin (asm) öğretmenliği ve terbiye ediciliği de müstesnadır. Onun terbiyesi ile meydana gelen o Asr-ı saadetin emsalsiz fertlerinden günümüze kadar gelen ümmetin fertleri hep Efendimizin (asm) terbiyeciliğinin şahitlerindendir. Evet, bu icraatı yapan Allah’tır; bunu sarraf ve cevherci olan Hz. Muhammed’in (asv) eliyle yapmıştır. Bu itibarla, denebilir ki, tüm insanlığı, hakiki insanlığa ve insanî kemalâta yükselten veya yükseltme adına eşsiz bir din getiren Hz. Muhammed Mustafa’dır (asm).
O’nun (asm) terbiye sistemi sadece nefis eksenli bir terbiye sistemi değildi. O (asm) ümmetini nefis, akıl, kalp ve bütün hissiyatıyla ele almış; çocuklarını diri diri toprağa gömen o vahşi kavimden, en medeni bir toplum meydana getirmişti. Bu durumu mümtaz sahabe Cafer İbn Ebî Talib’in, Necaşî karşısında söylediği sözler tam olarak özetlemektedir:
“Ey Melik, biz kan içer, leş yer, zina eder, hırsızlık yapar, adam öldürür ve yağmacılıkla iştigal ederdik… Kuvvetli olan, zayıfı ezer ve insanlık adına utandırıcı daha neler neler yapardık…”[1]
Cafer İbn Ebî Talib böyle derken, Hz. Muhammed’den (asv) evvel insanlığın nasıl üst üste karanlıklar içinde bulunduğuna dikkati çekiyordu.
Şimdi genel bazı başlıklar halinde Efendimizin (asm) terbiye sistemi hakkında bilgiler ve örnekler verelim. Ancak bilinmelidir ki, burada nakledeceklerimiz, ancak denizden bir damla kadar değerlendirilmelidir.
Okuma Yazmaya Verdiği Önem
Bedir Savaşı’nda yakalanan esirlerden kurtuluş fidyesi vermeye gücü yetmeyip de okuma yazma bilen esirler vardır. Efendimiz (asm) bunlara ensardan onar çocuğa yazı öğretmek şartıyla serbest bırakılacaklarını söylemişti. Bu fikir, hem esirlere, hem de Ensar’a iki taraflı menfaati olan bir görüştü. Hemen eğitim için kolları sıvayan esirler ve ashab, kısa süre içinde okuma ve yazmayı öğrenmişti. Bu sayede Medine’de okuma yazma bilenlerin sayısı iyice artmıştı.[2] Bunların içerisinde vahiy katibi olan ve istikbalde Kur’an’ın mushaf haline getirilmesinde vazife alacak olan Zeyd bin Sabit Hazretleri de vardı. O dönemde bir çocuktu, ama Allah Resulü’nün (asm) harika terbiyesi onu hem vahiy katibi yapmış hem de Kur’an’ın günümüze mushaf olarak ulaşması vazifesinde görev ifa edecek bir eğitim almasını temin etmişti.Mekteb-i Suffa
Suffe Mektebi; İslam Tarihi’nde müstesna bir yeri olan ve pek çok alim sahabenin yetişmesinde vazife gören bir okuldur. Bu mektebin öğrenciler evi, ailesi, malı yani dünyayla onları meşgul edecek bir şeyleri bulunmayan sayıları 400-500 arasında değişen ve vakitlerinin tamamını Allah Resulü’nden (asm) ilim ve feyiz almakla geçiren sahabelerden teşekkül etmekteydi. Bunların eğitimleri Allah Resulü için o derece önemliydi ki, onların ihtiyaçlarını görmeyi kendi ailesinin ihtiyaçlarını görmekten üstün tutardı.[3] Burada yetişen sahabeler daha sonra İslamı öğretmek için başka kabilelere öğretmen olarak gönderilirdi. İşte Ebu Hureyre gibi bütün hayatını ilme adayan bir dahi sahabe bu mektebin talebesidir.Ashâb-ı Suffe, dînin menbaına en yakın, Rasûlullâh’ın (asm) meclisine en müdâvim insanlardı. Bu yüzden yetişmeleri daha hızlı oluyordu. Muallimleri başta Hazret-i Peygamber (asm) olmak üzere Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi âlim sahâbîlerdi.
Ehl-i Suffe, yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görmekteydiler. Nitekim en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbîler (muksirûn) umûmiyetle onlar içinden çıkmıştır. Ebu Hureyre’ye (ra) “Neden bu kadar çok hadis naklediyorsun?” diye soranlara:
“Benim, fazla hadîs rivâyet edişim garipsenmesin! Çünkü; Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleriyle, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatlarıyla meşgul bulundukları sırada Ebû Hûreyre, Peygamberin (a.s.m.) mübârek nasihatlarını hıfzediyordu.” şeklinde cevap veriyordu.[4]
Kadın Talebeler
Allah Resulü’nün (asm) terbiyeciliği çok farklı alanlarda değerlendirilebilecek bir konudur. O insanları manen eğitirken, maddeten de en medeni milletlere galebe çalacak bir şekilde donatmaktaydı. Sahabelerinin erkeklerini eğitirken, hanım sahabeleri de ihmal etmemekte, onlara özel eğitim vereceği bir gün tahsis etmekteydi. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır: Allah Resulü’nün (asm) kadınlara verdiği ehemmiyet, insanların kadınları insandan saymadıkları, alınır satılır bir eşya gibi gördükleri, doğan kızlarından utanıp diri diri gömdükleri bir dönemde olmaktadır.
Onun (asm) zamanında kadın öğretmenler de vardı. Nitekim Şifâ (Ümmü Süleyman b. Hayseme), Hz. Peygamber’in (asm) hanımlarından Hz. Hafsa’ya (r.anha) yazı öğretmiştir. Hz. Peygamber’in (asm) hanımları, ashabın kızlarının eğitim ve öğretimi ile ilgilenirlerdi. Onlar, evlerine gelen genç kızlara bildiklerini anlatırlardı. Bu kızlar da öğrendikleri bilgileri başkalarına aktarırlardı. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme (r.anhüma) başta olmak üzere Hz. Peygamber’in (asm) hanımlarının ve daha başka kadınların eğitim ve öğretime büyük katkıları olmuştur. Öyle ki, Allah Resulü’nün (asm) eşlerinden teşekkül eden eğitim sistemine “Ezvac-ı Tahire Okulu” denilmiştir, yani “Hazreti Peygamberin Pak Eşlerinin Okulu.”
Hz. Âişe (r.anha), öğrenme konusunda utanmayan ensar kadınlarını övmüştür.[5] Bu noktadan hareketle, kadınların öğrenmeye büyük ilgi gösterdiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Sahâbîler de kendi kız çocuklarının eğitimiyle ilgilenmişlerdir. Söz gelimi Sa’d b. Ebû Vakkas, kızına yazı öğretmiştir. Hz. Peygamber’in (asm) eğitim konusunda hür-köle ayırımı gözetmediği de bilinmektedir. Hadis kaynaklarında onun şu sözü çok geçmektedir:
“Kim bir câriyeyi güzel bir şekilde eğitir, terbiye eder, sonra da azat eder ve evlendirirse onun için iki mükâfat vardır.”[6]
Şimdi de O’nun (asm) terbiye sisteminden geçen birkaç örnek nakletmek istiyoruz:
Çobanlıktan Âlimliğe…
Abdullah b. Mesud (ra) Ukbe b. Ebî Muayt’ın koyunlarını güden bir insandı.[7] Allah Resûlü’nün (asm), terbiyesinden geçti ve bu koyun güden insandan öyle bir alim çıktı ki; denebilir ki Kûfe Mektebi, bu şanlı sahabinin eseridir. Düşünün ki, Alkameler, Nehaîler, Hammadlar, Sevrîler, Ebû Hanifeler hep bu mektebin talebeleridirler. Her biri kendi sahasında zirve olan bu büyükler, büyük ölçüde ilimlerini İbn Mesud kaynağından almışlardır. İbn Mesud ise, aslında bir deve çobanıydı. Ve işte Allah Resûlü (asm) bir deve çobanından böyle dâhiler yetiştiriyordu.İslam’dan Önce Ömer, İslam’dan Sonra Ömer!..
İslâm’dan evvel Ömer, okkalı, gözü kara, sözünü esirgemez, azametli olmaya açık ve büyüklük yolunda bir insandı. Çocukluk döneminde, şununla bununla yarışması, takışması, hatta, develerin boynunu büküp altına alması, onda ne türlü kabiliyetlerin bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir.İslâm’dan sonraki Ömer (ra) ise karıncaya basmayan, çekirgeyi öldürmeyen ince ruhlu ve hassas bir insandır. Şefkat ve hassasiyeti o kadar geniş ve şümullüdür ki:
“Fırat’tan geçerken bir koyun suya düşse ve boğulsa, Allah onun hesabını Ömer’den sorar.” derdi.[8]
İşte böyle bir terbiyeydi Hazreti Muhammed’in (asv) terbiyesi… Bediüzzaman, Hazreti Ömer’deki bu inkılabı şöyle veciz ifadelerle dile getirir:
“Bir nazar-ı peygamber, birden bire kalb eder,
Bir bedevî câhil, bir ârif-i münevver.
Eğer mizan istersen: İslâmdan evvel Ömer, İslâmdan sonra Ömer.
Birbiriyle kıyası: bir çekirdek, bir şecer.
Def’aten verdi semer, o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber.
Cezîretü’l Arabda, fahm olmuş fıtratları kalb etti elmaslara, birden bire serâser,
Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.”[9]
Mescitte Bevleden Şahsa Karşı Tutumu
Buhârî, Müslim, şu vak’ayı naklediyorlar:“Bir gün Allah Resûlü mescitte oturuyorlardı. Bir bedevi içeriye girdi; ihtimal Efendimiz’e bir şeyler sorup öğrenecekti. Fakat bu adam gitti ve mescidin bir tarafına idrar etmeye durdu. Oradakiler, ‘Dur, yapma!’ diye müdahale etmek istediler. Allah Resûlü “Adamı bırakın ve idrarını kestirmeyin!” buyurdu. O bir bedevi idi. Kalkıp onu dövebilirlerdi. Ne var ki, bedeviye karşı böyle bir muamele de bedevice olurdu. Allah Resûlü’nün ashabı bedevi değildi. Sonra buyurdular ki: “Gidin bir kova su getirip idrarın üzerine dökünüz; su o pisliği alır götürür orası da temizlenir.”[10]
Evet, başlangıçta büyük çoğunluğu itibarıyla caminin içine bevledecek kadar bedevi ve vahşi bu insanlardan, o ideal cemaati çıkarmıştı. İşte Allah Resulü’nün (asm) tutumu, o bedeviyi İslama kazandırmıştı. Kim bilir belki de o bedevi, Tarık b. Ziyad, Şurahbil b. Hasene veya Ukbe’nin babasıydı…
İstiğna Dersi Alan Sahabi
İmam Buhârî, Sahih’inde anlatıyor:“Hakîm b. Hizam, Allah Resûlü’ne (asm) geldi ve bir şey istedi. Allah Resûlü (asm) ona, istediğini verdi. Ancak Hakîm’in istemesi bitmedi. Aynı anda birkaç kere daha isteğini tekrar etti ve Allah Resûlü (asm) de, o ne istediyse verdi. Sonra da şöyle buyurdu:
‘Bu dünya tatlıdır, şirindir, güzeldir, yemyeşildir. Çoğunuz bu cezbeye kapılıp gidebilirsiniz. Fakat istemeden size verilirse mübarek olur. İstediğinizden dolayı verilirse size yük olur ve minnet altında kalırsınız. Sakın istemeyiniz!’
Daha sonra bu zat dilenecek durumlara düştü ama, ne Hz. Ebû Bekir (ra), ne de Hz. Ömer (ra), değil sadaka ve zekât, ganimetten gelen “humus”tan dahi ona bir şey kabul ettiremediler. “Hayır!” diyor ve almamada diretiyordu.”[11]
Eğer Efendimiz (asm) bu zata istiğna konusundaki dersi, ona istediklerini vermeden evvel söylemiş olsaydı, belki farklı olumsuz hissiyatları devreye girecek ve bu dersten nasibini alamayacaktı. Ancak Efendimiz (asm) bütün olumsuzlukları bertaraf ettikten sonra, tam hakikat bir ders veriyor ve bu ders muhatabın bütün ruhuna ve kalbine nakşoluyordu.
_______________________________________ [1]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/201-202.
[2]Tabakât, 2/22; Müsned, 1/246.
[3]Tabakât, 8/25.
[4]Tecrid Tercemesi, 7/47.
[5]Buhârî, I/41.
[6]Buhârî, I/33; İbn Hanbel, IV/395, 402, 414.
[7]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/379; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 3/150.
[8]Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, 1/53.
[9]Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Lemeat
[10]Buhârî, vudû 57; Müslim, tahâret 98-100.
[11]Buhârî, vesâyâ 9
ÖRNEK BİR AİLE REİSİ (EŞ) :
Hz. Peygamber (asm), tavır ve davranışlarıyla hanımlarına örnek olmuştur. Bundan ötürü aile reisi, eşinden hangi tutumu sergilemesini bekliyorsa kendisi de o tutum içinde olmalıdır. Kişi nasıl muamele ederse, aynıyla mukabele görür.
Hz. Peygamber (asm)’in hanımlarıyla sohbetinde, basit denilebilecek problemleriyle bile ilgilendiğini görüyoruz. Aile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine“Hanım da gelirse” kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Resulullah (asm.)’ın pek çok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.
Netice olarak, inananlar aile yaşayışında da Hz.Peygamber’i (asm) örnek alıp, önder edinerek saadete ulaşırlar. Çünkü Allah, Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur:
”Gerçek şu ki, Allah’ı ve âhiret gününü (korku ve umutla bekleyen) ve O’nu her daim zikreden kimseler için Allah’ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” (Ahzâb, 33/21)
MAKSADIMIZ BU DEĞİLDİ
Hz. Ayşe (r.anha) ile aralarında küçük bir tartışma yaşanır. Sonunda konuyu bir hakeme götürmeyi kararlaştırırlar. Hz Muhammed (asv) hakem olarak Hz. Ayşe (r.anha)’nin babası Hz. Ebubekir (ra)’i önerir. Hz. Ayşe (r.anha) de kabul eder. Hz. Muhammed (asv) konuyu Hz Ebubekir (ra)’e anlatmaya başlarken eşi Hz. Ayşe (r.anha) sözünü keser ve,“Anlatımında adaletli ol.” diyerek uyarır.
Bu uyarıyı peygambere karşı önemli bir saygısızlık olarak kabul eden Hz. Ebubekir (ra), kendine hâkim olamaz ve kızının yüzüne bir tokat atar. Hz. Muhammed (asv)’in kaşları çatılır. Bir yandan Hz. Ayşe (r.anha)’nin burnundan akan kanları silerken, diğer yandan da sert bir tonla Hz. Ebubekir (ra)’e seslenir:
“Ey Ebubekir! Seni hakem kılmaktan maksadımız bu değildi.“[1]
EYVAH EŞİM
Bir yolculuk sırasında Hz. Ayşe (r.anha)’yi taşımakta olan deve aniden parlayıp hızlı koşmaya başlar. Durumu gören Hz. Muhammed (asv)“Eyvah, eşim!..” diye bağırır.
Ve deve, arkadaşları tarafından yakalanıp da tehlike atlatılıncaya kadar sakinleşmez, endişesi yatışmaz. [2]
KIZINI ZORLA EVLENDİREMEZSİN
Arkadaşlarından biri, kızını istemediği biriyle zorla evlendirmek üzeredir. Gönülsüz gelin, çareyi Hz. Muhammed (asv)’e sığınmakta bulur:“Ey Allah’ın Elçisi! Babam beni istemediğim halde zorla amca oğlumla evlendiriyor.”
Hz. Muhammed (asv) babayı çağırır:
“Kızını, istemediği halde bir başkasıyla evlendirme hakkına sahip değilsin.” [3]
BABAM HZ. HARUN (AS)
Eşi Hz. Safiyye (r.anha)’yi bazı insanlar “Yahudi kızı” diyerek küçük görmek ister, kızdırırlar. O da gidip üzüntüsünü Hz. Muhammed (asv)’e açar. Allah’ın Elçisi, Hz. Safiyye (r.anha)’ye,“Bak”, der “Bir daha aynı şeyleri söyleyecek olurlarsa, sen de şu cevabı ver:‘Benim kocam Hz. Muhammed (asv), babam Hz. Harun (as) amcam da Hz. Musa (as)’dır. Bu durumda ben hepinizden daha üstünüm!’” [4]
ŞİMDİ ÖDEŞTİK
Hz. Ayşe (r.anha) ile yeni evlidirler. Beraber koşu yarışı yaparlar. Hz. Ayşe (r.anha) kazanır. Aradan bir kaç yıl geçer. Hz. Ayşe (r.anha) kilo almış ve biraz şişmanlamıştır. Tekrar yarışırlar. Bu kez Hz. Muhammed (asv) kazanır. Gülümseyerek,“Şimdi ödeştik.” der. [5]
HANIM DA GELEBİLİR Mİ?
Medine’deki komşularından bir İranlı, akşam yemeği olarak hazırladığı özel bir çorbayı kendisiyle paylaşması için Hz. Muhammed (asv)’i davet eder. O, Hz. Ayşe (r.anha)’yi kastederek“Hanım da gelebilir mi?” diye sorar. İranlı istemez. Hz. Muhammed (asv) de davete katılmaz. İranlı kısa bir süre sonra gelerek davetini tekrarlar. Hz. Muhammed (asv) yine sorar:
“Hanım da beraber mi?” İranlı yine kaşlarını kaldırır. Bir daha geçer. İranlı üçüncü kez davetini tekrarlar. Hz. Muhammed (asv) ise hala aynı noktadadır. “Hanım da…” der. İranlı bu kez kabul etmek zorunda kalır. Çorbayı Hz. Ayşe (r.anha) ile birlikte içerler. [6]
SAFİYYE’Yİ TESELLİ
Hayber’de ele geçirilen Yahudi esirlerden Safiyye, Hz. Muhammed (asv) ile evlenir. Babası ve önceki kocası yapılan savaşta Müslümanlar tarafından öldürülmüşlerdir. İlk gecelerini anlatırken Hz. Safiyye (r.anha) şöyle demektedir:“Allah’ın Elçisi sabaha kadar benim gönlümü almaya çalışmakla vakit geçirdi: “Ne yapayım, senin baban bir türlü beni rahat bırakmadı. Bütün Arapları bizim aleyhimize biraraya getirmeye çalışıyordu.” dedi ve haklı olduğu halde yine de benden defalarca özür diledi.” [7]
KÖLE VE CARİYE
Hz. Ali (ra) ile Hz. Fatma (r.anha) evlenmek üzeredir. İkisini birden karşısına alarak öğüt verir.“Ey Ali, kızımı sana cariye olarak veriyorum, ama unutma sen de onun kölesisin.” [8]
DOYMADIN MI?
Mescid’e yakın bir yerde Habeşistanlı zenci Müslümanlar yerel bir oyun oynamaktadırlar. Hz. Muhammed (asv)’in aklına eşi Ayşe (r.anha) gelir. Eve gider ve“Ayşe, gel sen de seyret.” der.
Hz. Ayşe (r.anha), olayı,
“Ben de yanağımı Allah’ın Elçisinin omuzu üzerine koyarak seyretmeye başladım.” diye anlatır.
Oyun uzun sürer, Hz. Muhammed (asv) arada bir:
“Doymadın mı?” diye sorar.
Hz. Ayşe (r.anha) kendi deyimiyle “Bana olan sevgisini denemek için”
“Hayır!” diye cevap verir.
Hz. Muhammed (asv) yorulmasına rağmen sesini çıkarmaz. Ayak değiştirerek dikilmeye devam eder… [9]
AĞZININ DEĞDİĞİ YERDEN
Hz. Ayşe (r.anha) ile beraber yemek yerken özellikle dikkat eder. Bardağın Ayşe (r.anha)’nin içtiği yerinden su içer… Et yiyorlarsa Ayşe (r.anha)’nin ısırdığı eti elinden alır, onun ağzının değdiği yerden ısırır. Kendi elleriyle Ayşe (r.anha)’yi yedirir. [10]EN ÇOK AYŞE’Yİ (r.anha)
Kalabalık bir grup içindedirler. Bir arkadaşı uzun bir zamandır merak ettiği bir soru sorar.“Ey Allah’ın Elçisi! En çok kimi seviyorsunuz?”
Cevapta hiçbir çekingenlik ve kompleks yoktur.
“Ayşe (r.anha)’yi.”
Aynı soru evliliklerinin başında Hz. Ayşe (r.anha) tarafından da sorulur.
“Beni nasıl seviyorsun.”
“Kördüğüm gibi.”
Hz. Ayşe (r.anha) aldığı cevaptan o kadar hoşnut olur ki, ilerleyen yıllarda sık sık sorusunu yineler.
“Ey Allah’ın Elçisi! Kördüğüm ne alemde?”
“İlk günkü gibi!” [11]
________________________________________________
[1]Ataullah b.Fazlullah, Ravzat’ül-Ahbab, s.360.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/l26.
[3]M.Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/392.
[4]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, s.210.
[5]Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hazreti Muhammed, s.89.
[6]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.259.
[7]M. Yusuf Kandehlevi,Hayat’üs-Sahabe, III/123,302.
[8]Onk. Dr. Haluk Nurbaki. Fahr-i Kainat Efendimiz, s.l02.
[9]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/325.
[10]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.74; Bekir Sağlam, a.g.e., s.84.
[11]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/l00; Ataullah b.Fazlullah. a.g.e.
MERHAMETLİ BİR İNSAN
“O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın.”
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir.[1]
“Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız.” derler.
O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Müslüman arkadaşlarıyla beraber kendisine sadece “Rabbim Allah’tır.” dedikleri için, vatanlarında hayat hakkı tanımayıp, göç etmek zorunda bıraktıklarını düşünmez. Kendisini defalarca öldürmeye kastettiklerini dikkate almaz. Defalarca ordu düzüp Medine’ye yürüdüklerini unutur. Unutur ve Hamame’ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.[2]
“Allah bu kişinin kendi canına azab etmesine muhtaç değildir. Söyleyin ona bir deveye binsin.”[3]
Büyük, küçük bu acıların hepsinin birden yaşandığı en sıcak dakikalarda, sığındığı dağın yamacında ellerini kaldırır ve bütün bunlara neden olan Mekke’li putperestler hakkında dua eder:
“Allah’ım, benim halkımı bağışla. Çünkü onlar gerçeği göremiyorlar. Eğer görselerdi böyle yapmazlardı.”
Bir yandan da yanağından ve dişlerinden dökülen kanları eliyle silerek, toprağa düşmelerine engel olmaya çalışmaktadır. Bu durum dikkatlerinden kaçmayan bazı arkadaşları daha sonra sorar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Niçin kanınızın toprağa dökülmemesi için o kadar uğraştınız?”
“Allah’ın kanunudur. Bir toplum kendilerine rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberi, kanı toprağa dökülecek ölçüde yaralarsa, kendilerine mühlet tanınmaz. Toptan yok edilirler.”[6]
“Babam nerede?”
“Baban şehid düştü.”
Şehid çocuğu ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv), başını okşar, kucağına alır ve çocuğa sorar:
“İster misin? Ben baban olayım, Ayşe’de annen olsun.”[7]
“Bunları İslam’a çağırdınız mı?”
“Hayır!” cevabını alınca durumu kesinleştirmek için bir kez de esirlere sorar:
“Sizi İslam’a çağırdılar mı?”
Onlardan da “Hayır!” cevabı gelince, emreder, esirler serbest bırakılır ve ülkelerine iade edilirler.[8]
“Kendi yemediğinizden fakirlere veremezsiniz.”[9]
“Ey Allah’ın Elçisi! Ben de kız çocuklarımı kendi ellerimle gömmüştüm. Bunlardan birinde, kızımın elinden tuttum götürdüm ki kızım, tam da gelişip çarpıcı bir hal aldığı çağdaydı. Çölde uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım. Bir kör kuyunun başına gelmiştik. Ben eğildim bir şey arıyormuş gibi kuyunun içine bakmaya başladım.”
Anlatımın burasında Hz. Muhammed (asv) ağlamaya başlamıştır. Adam devam eder:
“Aniden sırtına bir tekme indirdim. Baş aşağı kuyuya yuvarlanırken “Babacığım, babacığım” diye feryat ediyordu.”
Hz. Muhammed (asv) şimdi katıla katıla ağlamaktadır. Bu hali karşısında duruma müdahale etmek zorunda kalan arkadaşları, adamın ağzını kapatarak, onu mescidden dışarı çıkarırlar.[10]
Allah’ın Elçisi bir gece mescidde nafile namaz kılar ve bir kaç kişi de kendisine uyar. Ertesi gece yine kılar, bu kez cemaat artmıştır. Üçüncü gece cemaat daha da artmış olarak mescidde beklemektedir. Fakat Hz. Muhammed (asv) gelmez. Ertesi gün de gelmeyişinin nedenini açıklar:
“Toplandığınızı gördüm. Fakat beni size katılmaktan alıkoyan şey, bu ibadetin size farz kılınmasından korkmam oldu.”[11]
“O, meme emerken ölen, bir süt kuzusudur. Ama Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir.”[12]
“Bir köle azad edebilir misin?”
“Hayır, param yok.”
“Aralıksız altmış gün oruç tutabilir misin?”
“Ey Allah’ın Elçisi, bu durum başıma oruçluyken geldi.”
“Altmış fakiri doyurabilir misin?”
“Gücüm yetmez.”
“Öyleyse benimle beraber bekle. Allah bir kolaylık yaratıncaya kadar…”
Arkadaşı oturup, mescidde beklemeye başlar. Ve az sonra da bir Medineliden hediye olarak bir sepet hurma gelir. Hz. Muhammed (asv) hurma sepetini bekleyen arkadaşına uzatır.
“Al bunu, yoksullara dağıt da, günahına kefaret olsun.”
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün Medine’de benim ailemden daha yoksul bir aile tanımıyorum.”
Allah’ın Elçisi’nin yüzünde bir gülümseme yayılır
“Peki, öyleyse ailene götür de siz yiyin.”[13]
“Ev sahibim bana un almam için iki gümüş vermişti, kaybettim.”
Cebindeki son iki gümüşü de ona verir:
“Ağlama, unu bunlarla alabilirsin.” der.
Hizmetçi kız yine de huzursuzdur. Bu seferde
“Eve geç kaldığım için beni dövmelerinden korkuyorum.”
Hz. Muhammed (asv) küçük kızın elinden tutar, önce unu alırlar. Sonra da küçük kızın hizmet ettiği eve giderler. Ev sahipleri akşam saatinde kapılarına gelen bu sürprizden şaşkın ve sevinçlidirler. O, küçük hizmetçiyi göstererek:
“Geç kaldığı için cezalandırılmaktan korkuyordu. Sakın onu dövmeyin.” der.
Şaşkınlığını hala atamamış ev sahibi, cevap verir:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sizin evimizi onurlandırmanıza neden olduğu için siz şahid olun ben onu azad ediyorum, artık hürdür.” Hz. Muhammed (asv) bunun üzerine ellerini açarak Allah’a hamd eder:
“Allah’ım şu on gümüş ne kadar bereketli imiş. Onunla bana ve bir yoksula birer gömlek giydirdin. Bir kız çocuğunu sevindirdin ve hürriyetini kazanmasını sağladın.”[14]
“Şunu iyi bil ki, Allah’ın senin üzerindeki gücü senin bu zavallı köle üzerindeki gücünden daha büyüktür.”
Tepeden tırnağa korku kesilen efendi, sarsılır, elindeki kırbaç yere düşer. Hz. Muhammed (asv)’e yönelerek:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol ben bu köleyi azad ediyorum.” der.
Hz. Muhammed (asv) tekrar seslenir:
“Eğer böyle yapmasaydın cehennemde kavrulurdun.”[15]
“Bir yolculukta beni de devesinin terkisine bindirmişti. Zaman zaman deveyi hareketlendirmek için kullandığı kamçı farkında olmaksızın benim bacağıma da çarpıyor ve canımı yakıyordu. Bir süre sonra durumu fark etti ve sordu:
“Ey Ebu Zür’a yoksa kamçım sanada mı değiyor?” Ben, mahcup cevap verdim:
“Evet, ey Allah’ın Elçisi!”
Sesini çıkarmadı. Bir süre sonra kendisine ait savaş ganimetlerinin bulunduğu bir yere vardık. Oradaki koyunlardan yüz yirmi tane ayırarak bana hediye etti ve:
“Ey Ebu Zür’a, bu koyunlar yolda farkında olmaksızın canını yakmış olmama karşılıktır.” dedi.[16]
“Ey Allah’ın Elçisi! Bu nedir?”
“Bu, sevenin sevgilisini özleyişidir.”[17]
Ordu Mekke’yi çepeçevre kuşatarak konaklamıştır. Gecedir… Kamp ateşleriyle Mekke dağları pırıl pırıldır. Her askere bir ateş yakması emredilmiş ve karanlık Mekke on bin ışıkla kuşatılmıştır. Şehri terk eden baş düşman Ebu Süfyan elinden tuttuğu küçük oğluyla beraber önüne gelir, hemşehrisinin zayıf tarafını çok iyi bilmektedir.
“Allah’a yemin ederim ki ya beni affedersin ya da şu çocukla beraber kendi canıma kıyarım.”
Yıllarca can düşmanı olan kişi şimdi kendinin ve oğlunun canını aracı yaparak, bağışlanma istemektedir. Bağışlanır…
Ertesi gün sabah namazından sonra ordu harekete geçer. Mekkeliler gördükleri manzaranın heybetinden donup kalmışlardır. Mekke’nin yöneticisi Ebu Süfyan bir tepenin üzerinde yanında Hz. Muhammed (asv)’in amcası Hz. Abbas olduğu halde dalga dalga Mekke’den içeri giren Müslüman ordusunu seyretmektedir. Her geçen bölüğün kimler ve hangi kabile olduğunu Hz. Abbas’a sormakta ve aldığı cevapla hayreti git gide büyüyerek hayranlığa dönüşmektedir. Bir süre sonra sabırsızlıkla.
“Hz. Muhammed daha geçmedi mi?” diye sormaya başlar. Ve en sonunda devesi Kusva’nın üzerinde savaş zırhına bürünmüş Hz. Muhammed (asv) görünür. Allah’ın kutsal ilan ettiği bir şehre ancak alçakgönüllülükle girilebileceğini göstermek için iki büklüm olmuş, başı eğerinin kaşına değmektedir. Allah’a hamd etme durumundadır.
Bu sırada yanında yer alan Medineli komutanlardan Ubade oğlu Sad, Ebu Süfyan’a dönerek seslenir:
“Bugün ana baba günüdür. Bugün Uhud’un intikamını alma günüdür. Bugün Kureyş kabilesinin onurunu iki paralık etme günüdür. Bugün helak etme günüdür.”
Hz. Muhammed (asv) bir el işaretiyle Sad’ı susturur ve şöyle seslenir:
“Bugün merhamet ve acıma günüdür. Bugün Kureyş’in onurunu yüceltme günüdür. Bugün Kâbe’ye ve Mekke’ye saygının zirveye çıkacağı gündür.”
Sonra emir verir, Sad’ı komutanlıktan alır. Yerine Sad’in oğlunu atar.
Çok az kan dökülür ve Mekke teslim olur. Öğle sıcağı bastırmıştır. Arkadaşları sorarlar.
“Ey Allah’ın Elçisi! Nerede dinlenmek istersiniz?”
Yüzünde acı bir tebessüm yayılır. Kendi evini, baba ocağını hatırlar. Fakat o ev yıllar önce sadece üzülsün ve duyunca kendisine işkence olsun diye kuzeni Akil tarafından yıkılıp, yerle bir edilmiştir.
“Akil bize dinlenecek ev mi bıraktı?” der.
Fakat hiç kimse Akil’in kılına bile dokunmayı düşünmez. Akil de bütün putperest Mekke halkı gibi güvence verilenlerdendir. Dokunulmazlığı vardır.
Ama yıllar boyunca yaptıkları her çeşit zulüm, baskı, işkence ve düşmanlığın karşılıksız ve intikamsız kalmasına Mekke halkı bir türlü inanamamaktadır. Gerçekten kendilerine dokunulmayacağına ve intikam alınmayacağına emin olabilmek için Kâbe’deki putları henüz temizlemiş olan Hz. Muhammed (asv)’i Kabe’nin kapısında karşılayıp, önünü keserler. Çekingen utangaç ve ürkektirler. Hz. Muhammed (asv) eğik duran başların bu sessizlikleriyle ne demek istediklerini çok iyi anlamıştır.
“Benimle sizin durumunuz, Hz. Yusuf’un kardeşleriyle durumu gibidir. O kardeşlerine nasıl “Bugün size herhangi bir azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. Zira O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi ise, ben de aynı şeyi söylüyorum. Gidin, serbestsiniz.”
Akşama kadar bütün Mekke Müslüman olmuştur. Ve ertesi gün askeri güç, artık ona ihtiyaç kalmadığı için Mekke’nin dışına çıkarılır.
Fakat Mekke’nin fethedileceği anlaşıldığı zaman, şehir dışına, uzaklara kaçanlar vardır. Bunlar Hz. Muhammed (asv)’i tanımayan, hiçbir şefkat ve bağışlama gücünün de kendilerinin affına yetmeyeceğine inanan “ağır suçlulardır.”
Bir tanesi Hz. Muhammed (asv)’in amcasının katili Vahşi’dir. Arkasından haberci gönderir, dönüp Müslüman olmasını ister. Vahşi ürkektir. Mektubunda:
“Ya Muhammed! Sen ‘Kim adam öldürür, ya da Allah’a ortak koşar ya da zina ederse cezaya çarpılır, kıyamet gününde azabı katmerleşir ve azab içinde hor ve hakir olarak ebedi kalır.’ diye söylüyorsun. Hâlbuki ben bunların hepsini yaptım. Benim için hala bir kurtuluş yolu olabilir mi?” der
Bu cevap üzerine Kur’an’da Furkan suresinin 71. Ayeti indirilir. Hz. Muhammed (asv) indirilen ayeti yazdırır ve Vahşi’ye yollar:
“Meğer ki, tövbe ve iman edip iyi amel ve davranışlarda bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların günahlarını iyiliklere çevirtir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
Vahşi bununla da tatmin olmaz.
“Ya Muhammed! Tövbe, iman ve iyi amel, ağır bir şarttır, olabilir ki gücüm yetmez.”
Bu cevaba cevap yeni inen Nisa suresinin 48. Ayetinden gelir:
“Şüphesiz ki Allah kendisine eş tanınmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlar.”
Vahşi gene ikna olmamıştır. Yeni bir mektup yazar
“Ya Muhammed; bundan “eğer Allah dilerse buyruğunu yapacaktır” anlamı çıkmaktadır. Ben bilmiyorum, Allah benim hakkımda böyle bir şey dileyecek mi?”der,
Bunun üzerine de Zümer suresinin 53. Ayeti indirilir:
“De ki ey kendilerinin aleyhinde günah sınırını aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok merhametli, çok bağışlayıcıdır.”
Vahşi:
“İşte şimdi oldu.” der. Mekke’ye gelir ve Müslüman olur.
İnsanlar sorarlar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün bu müjdeler sadece Vahşi için mi, yoksa hepimize mi?”
O cevaplar:
“Hepinize!..”
Önceki yıllarda, Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak için Medine’ye Hz. Muhammed (asv)’i öldürsün diye suikastçiler göndermiş olan Kureyş’in ulularından Ümeyye oğlu Safvan’da kaçaklardandır. Kendisini ikna edip, geri getirmek üzere, Hz. Muhammed (asv)’e suikastçi olarak gönderdiği Umeyr oğlu Vehb gönderilir. Yanında, Hz. Muhammed (asv)’in “dokunulmazlık” sözünün belgesi olarak verdiği sarığı da vardır. Safvan güvenir ve geri döner. Fakat henüz İslam’a hazır değildir. Hz. Muhammed (asv)’in karşısında durur.
“Bana iki ay izin tanı. Dinini kabul edip etmemek için düşüneyim.” der.
Hz. Muhammed (asv) cevap verir.
“İki ay değil dört ay izin, sana.”
Dört ay dolmadan Safvan kendi isteğiyle Müslüman olur
Örnek kaçakların üçüncüsü, Bedir’de öldürülünceye kadar İslam ve Hz. Muhammed (asv) düşmanlığının başını çekmiş ve O’nun tarafından “Bu ümmetin firavunudur.” diye tanımlanmış olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’dir. İkrime de çok şeyler yapmıştır. Öyle ki Hz. Muhammed (asv) onun hakkında da “Ondan çektiğimi babasından çekmedim.” diyecektir.
İkrime’yi ikna edip geri döndürme görevini de eşi üstüne alır. Yemen sahilinde, gemiye binmiş ve Afrika’ya geçmek üzereyken kendisini yakalar. Mekke’ye döndürür. İkrime’nin içeri girmekte olduğu söylenince Hz. Muhammed (asv) yanında oturan arkadaşlarını uyarır.
“Sakın babası aleyhinde konuşup, kendisini rencide etmeyin.”
İkrime içeri girer. Hz. Muhammed (asv) kendisini kucaklayarak karşılar.
“Süvari muhacir, hoş geldin.” der. Yanına oturtur. Gördükleri, duydukları ve yaşadıkları karşısında şaşıran İkrime söz verir.
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol bugüne kadar senin dinini engellemek yolunda harcadığım gayretin ve paranın en az iki katını ona hizmet etmek için harcayacağım.”
İkrime sözünde durur. Yıllar sonra, Hz. Ömer (ra)’in halifeliği döneminde Orta Doğu’nun Müslüman oluşuna yol açan Yermuk savaşında bir yudum su içemeden şehid olan üç mücahitten biri de İkrime’dir. Vücudunda yetmiş tane kılıç yarası sayarlar.[18]
[1]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/44.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/54.
[3]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/210.
[4]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/245.
[5]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/53.
[6]Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.174; Onk. Dr. Haluk Nurbaki, Fahr-i Kainat Efendimiz, s.93.
[7]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/128.
[8]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/73.
[9]Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.82.
[10]M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/39l.
[11]Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.69.
[12]Yüksel Çopur, Kainatın iftihar Tablosu. s.242; Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.93.
[13]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.168.
[14]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.119.
[15]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.117.
[16]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, shf: 208.
[17]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/195.
[18]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/55, 123, 192, 199, 205-209; (II/524; IV/27; İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.172; Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.77, 83; Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.258
VEFALI BİR İNSANDI :
“Huyu ve ahlakı kötü.” der. O (asm) cevap verir.
“Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı tatmin olmamıştır.
“Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu.”
“Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi.” Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:
“Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı dayanamaz.
“Ama ben de karşılığını ödedim.”
“Ne yaptın?”
“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)’in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.
“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”[1]
“Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz, o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” der.
O günden sonra herkes Hz. Ebubekir (ra)’i kırmamaya özen gösterir.[2]
“İlk önce sürüyü sahibine teslim etmen gerekir. Müslüman olman ve bizimle beraber savaşa katılmak istemen, üzerindeki emanetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” der.
Çoban kendine söyleneni yapar. Önce sürüyü tastamam sahibine iade eder, sonra yeni girdiği dinin gereğine koşar.[3]
Hz. Hatice (r.anha)’nin vefatından kendi vefatına kadar her bahaneyle Hz. Hatice (r.anha)’ye duyduğu sevgiyi tekrar eder.
Hz. Ayşe (r.anha) ile evli olduğu zamandır. Yaşlı bir kadın evlerini ziyaret eder. Hz. Muhammed (asv) onu tanımıştır. Fakat yine de ismini sorar. Kadın
“Cessame (Çirkin şey)”, diye cevap verir. Hz. Muhammed (asv) düzeltir:
“Hayır! Sen Cessame değil, Hassane’sin! (Güzel şey).” Bunun dışında da, yaşlı kadına yaptığı iltifatların çokluğu Hz. Ayşe (r.anha)’nin dikkatini çeker ve kadın gittikten sonra sormaktan kendini alamaz.
“Ey Allah’ın Elçisi! Bu kadına ne çok iltifat ettiniz?”
Hz. Muhammed (asv), gözleri dolarak cevap verir:
“Bu kadıncağız Hatice’nin arkadaşı idi, onunla evli olduğumuz yıllarda bizi sık sık ziyaret ederdi.”[4]
“Çünkü o Hatice’nin arkadaşı idi, Hatice’yi çok severdi.” demektedir.
Hz. Muhammed (asv), Hatice (r.anha)’yi, ilk göz ağrısını hiç unutamamıştır.[5]
“Allah’ım! Bu izin isteyen kimse inşaallah Hale’dir!”
Gerçekten de izin isteyen kimse Hale’dir. Hatice (r.anha)’yi hatırlatan bir yadigâr.[6]
Esirler için Mekke’den gönderilen kurtuluş ücretleri arasında yıllar önce vefat etmiş Hatice (r.anha)’nin kolyesini gören Hz. Muhammed (asv)’in gözleri yaşla dolar, arkadaşlarına:
“Eğer kabul ederseniz bu kolyeyi Zeyneb’e iade edeyim ve Ebu’l As’ı da karşılıksız olarak salıverelim.”, der. Durumun duyarlılığının farkına varan arkadaşları:
“Hay hay ey Allah’ın Elçisi; siz nasıl isterseniz öyle olsun.”derler.
Hatice (r.anha)’nin kolyesi Zeynep (r.anha)’de kalır.[7]
“Ey Allah’ın Elçisi! Allah sana Hatice’den daha gencini, daha güzelini ve daha hayırlısını nasip etmedi mi?”
Kastettiği kendisidir. Hz. Muhammed (asv), vefat etmiş olan ilk göz ağrısına duyduğu vefa adına günün sevgilisinin kalbini kırma pahasına cevap verir.
“Hayır! Yemin ederim ki Allah bana ondan daha hayırlısını nasip etmedi. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken o beni onayladı. Herkes beni yalancılıkla suçlarken o beni doğruladı. Kimse bana bir şeycik vermezken, o malını-mülkünü benim emrime verdi. O bana altı tane çocuk verdi.”
Hz. Ayşe (r.anha) söylediğine pişman, suskunlaşır.[8]
“Ey Allah’ın Elçisi! İzin verin biz hizmet edelim.”, derler. Fakat O kabul etmez. Habeşlileri göstererek ve yıllar öncesine ait bir olayı hatırlatarak:
“Onlar benim Habeşistan’a hicret etmiş olan arkadaşlarıma ikram etmiş, sahip çıkmışlardı. Şimdi ben de bir parça olsun ödeşmek istiyorum ve bundan da zevk duyuyorum.” der.[10]
“Ey Allah’ın Elçisi! İlerde başarılı olursan tekrar kendi akrabalarına ve şehrine dönmeyecek misin?”
O kendinden emin cevap verir:
“Kanınız, kanım… Mezarlığınız, mezarım… Ben sizdenim, siz de bendensiniz…”
Ve aynen de öyle olur. Bir gün Mekkeyle beraber bütün Arabistan yarımadası O’nun (asm) egemenliğini kabul eder. Ama O (asm) söz verdiği gibi her seferden sonra Medine’ye döner. Vefat edinceye kadar Medine O’nun (asm) evi ve vatanı olur. Orada vefat eder, oraya gömülür. Hala da Medine’dedir.[11]
“Ey Ebu Cendel! Sabret. Sözümüzden dönemeyiz. Allah sana yakında bir yol açacaktır.” der.
Ebu Cendel Mekke’ye iade edilir.[12]
“Siz geriye dönün, her durumda sözünüze uyacağız. Bizim yalnız ve yalnız Allah’ın yardımına ihtiyacımız var.”[13]
“Habeşistan’a da hicret etmiş olanlar, iki kere hicret etmiştir. Sadece Medine’ye hicret edenler ise bir kere.” der.[14]
“Ben ne antlaşmayı bozarım, ne de elçiyi yanımda alıkorum. Mekke’ye döndükten sonra da aynı şekilde düşünüyorsan, geri dönersin, o zaman seni bir kardeşimiz olarak kabul ederiz.”
Ebu Rafi Mekke’ye döner. Hicret eder. Ve bir Müslüman olarak Medine’ye yerleşir.[15]
“Bu ikisini aynı mezara koyun. Çünkü onlar dünyada da birbirlerini çok severlerdi.” der.[16]
“Medine’nin yerlilerine karşı iyi davranın. Çünkü insanlar çoğalıyor fakat onlar artmıyorlar. Onlar bana sığınak olmuşlardı. İyiliklerine iyilikle karşılık verin, kötülük yapanlarını da affedin.”[17]
“Bana da haber vermeli değil miydiniz?” der.
Mezarının başına gider ve yeni baştan cenaze namazını kıldırır.[18]
“Bugün sevgili annem vefat etti.” der.
Gömleğini kefen olarak verir. Yetmiş kez tekbir aldırarak cenaze namazını kıldırır. Kabre önce kendisi uzanıp, bir süre yatar. Arkadaşları o güne kadar bir benzerini görmedikleri bu olağanüstü ilginin sebebini sorarlar.
“O benim annemden sonra annemdi.” diye cevap verir.[19]
Aradan yaklaşık kırk yıl geçer. Artık bir devlet başkanı ve peygamberdir. Bir gün gençliğinde katıldığı o antlaşmayı hatırlar ve der:
“Cüdan oğlu Abdullah’ın evinde öyle bir antlaşmaya katılmıştım ki, onu Arapların en değerli mallarına bile değişmem. Bu gün de o antlaşmanın gereği olarak çağırılsam, giderim.”[20]
“Kendisine sorun, gitmek istiyorsa, hürdür, para gerekmez.” der.
Harise oğlu Zeyd ise Hz. Muhammed (asv)’i tercih eder.
Başta akrabaları herkes şaşırmıştır. Zeyd’in bu jesti üzerine elinden tutarak onu Mekke’nin ana meydanına, Kâbe’nin önüne götürür ve yüksek sesle Mekkelilere duyurur:
“Bu benim kölem Harise oğlu Zeyd, artık hürdür ve benim evlatlığımdır!..”
Ve Zeyd o günden sonra Muhammed oğlu Zeyd diye çağrılmaya başlanır.[22]
____________________________________________
[1]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.32.
[2]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/6l.
[3]Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.l33.
[4]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/336.
[5]Kadı iyaz, Şifa-yı Şerif, s.126.
[6]Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.77.
[7]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/225.
[8]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.76.
[9]Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.37.
[10]Prof. Dr. Hüseyin Algül, a.g.e., s. 139; Kadı İyaz, a.g.e., s.127.
[11]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., I/112,303.
[12]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[13]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[14]Afzalur Rahman, a.g.e., I/46.
[15]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[16]Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.
[17]Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.
[18]İbrahim Refik, a.g.e.. s.65.
[19]İbrahim Refik, a.g.e., s.47.
[20]İbrahim Refik, a.g.e., s.47.
[21]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/8.
[22]Afzalur Rahman, a.g.e., I/45
“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin.”[1]
buyurarak kul olma bilincinde de bizlere güzel bir örneklik sergilemiştir.
Ashâb-ı Kiram’ın kendisine hürmeten kullandığı bazı ifadeleri düzelten Allah Resûlü (asm), bir defasında kendisini,
“Ey kâinâtın en hayırlısı.” diye çağıran kişiye dönmüş ve
“O, İbrahim’di.” demiştir.[2] Başka bir rivayette ise,
“Beni Yunus b. Matta’ya üstün tutmayın. Peygamberler arasında tafdil (daha faziletli olduğunu söyleme) yapmayın. Beni, Mûsâ’dan daha hayırlı görmeyin. Ben şüpheye düşme hususunda İbrahim’e göre daha zayıfım. Yusuf’un kaldığı kadar hapiste kalsaydım kralın davetine hemen uyardım.”[3]
ifâdeleriyle kendisine aşırı ta’zimde bulunulmasını yasaklamıştır.
“Ey Allah’ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz?” dedim. Peygamberimiz (asm):
“Ya Aişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.[4]
Peygamberimiz (asm) bu sözleri ile bazılarının zannettiği gibi Allah korkusu sebebi ile değil, Allah sevgisi ve zevki ile ibadet ettiğini ifade ediyordu. Peygamberimiz (asm)’in namazda en büyük zevki duyduğunu söylemesinin hikmeti bu idi. Hatta o, sabah namazının iki rekat sünneti hakkında: “O iki rek’at bana dünyadaki her şeyden daha çok sevimlidir.”[5] buyurmuştur.
“Allah her nebiye bir arzu, istek ve şehvet vermiştir. Bana gelince, benim şehvetim, gece namaz kılmaktadır.”[6]
Bunun mânâsı şudur: “Siz, cismaniyetinize, bedeninize ait değişik zevkleri adım adım takip edersiniz; size, o zevkler adına gelen sinyaller, sizi tutar kendine cezbeder; siz de, o zevklerin ardına düşersiniz. Bana gelince, ben, vicdan denen vaizin ‘Kalk namaz vaktidir!’ sesini duyunca, beni bu sinyal, öyle ardına düşürür ve öyle kendimden geçirir ki, namazsız edemem. Gece namazı kılmadığım, gece kalkamadığım anlar, benim için en hüzün verici anlar ve dakikalardır. Ve benim için en zevkli ve saadetbahş olan anlar da, namazda olduğum anlardır.“[7] Bir başka ifadesinde ise şöyle buyurmaktadır:
“Bana (üç şey) sevdirildi: Kadın, güzel koku; namaz ise benim gerçek göz aydınlığım.”[8]
O’nun (asm) kıldığı namazı, Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatırken: “Öyle kıyamda dururdu ki, sorma gitsin. Öyle rükûa varırdı ki, sorma gitsin ve öyle secde ederdi ki, sorma gitsin!“[9] der ve Allah Resûlü’nün (asm) kıldığı namazın güzelliğini anlatmadaki acziyetini bu ifadelerle dile getirirdi.
O (asm), namazında kulluğunu o denli derin temsil ediyordu ki neredeyse ürperip ağlamadığı namaz yok gibiydi. Sahabe, namaz kılarken O’nun (asm) sinesinin değirmen taşının ses çıkardığı gibi ses çıkardığını söylemektedir.[10] İçinde dönen boyunduruklar ve kulluğun o ağır mükellefiyetleri O’nu (asm) kaynayan bir kazana çeviriyordu. Elbette ki bu hâl, O’nun (asm) en yüksek seviyede, kulluğunu ifa edebilme gayretinden ileri geliyordu.
İbn Mesud (radıyallâhu anh) diyor ki:
“Bir gün Allah Resûlü’yle beraber gece namazı kılmaya azmettim. Geceyi O’nunla geçirecek ve O’nun yaptığı ibadeti ben de yapacaktım. Namaza durdu, ben de durdum. Fakat bir türlü rükûa gitmiyordu. Bakara sûresini bitirdi, “Şimdi rükûa gider.” dedim; fakat O, devam etti; sonra Âl-i İmrân’ı, sonra da Nisâ sûresini okudu ve ardından rükûa vardı. Namaz esnasında o kadar yoruldum ki, bir ara aklıma kötü düşünceler geldi.”
(Bu kötü düşünce ne olabilirdi? İlk anda acaba Hz. Süleyman (aleyhisselâm) gibi Allah Resûlü’nü kıyamda iken vefat etti mi zannetti, diye akla gelebilir.) Onun için dinleyenler arasından biri sordu:“Ne düşünmüştün?” İbn Mesud (radıyallâhu anh):
“Namazı bozup, O’nu namazıyla baş başa bırakmayı düşünmüştüm.”[11]
Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
“Bir gece uyandığımda, Allah Resûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimali geldi. El yordamıyla etrafı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allah Resûlü’nün namaz kılmakta olduğunu anladım.. başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu:”
“Allah’ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, senden yine sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re’fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim.”[12] “Senin komşuluğun, yakınlığın, azizliktir. (Sana mücavir olan, aziz olmuştur.) Senin senâ ve övülmen, yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen vaadettiğin şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka ilâh, senden başka mâbud da yoktur.”[13]
Hazreti Ebû Zerr’i (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Bir gece sabaha kadar namaz kıldı. (Dua âyetleri geldiğinde, o duaları ısrarla tekrar eden Allah Resûlü, namazını saygı, huşû ve ibadet mozayiği hâline getirirdi. Nafile namazlarında, secdede, rükûda, kıyamda okuduğu çeşitli ve çok uzun dualar vardır. O gün sabaha kadar: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” âyetini[14]okudu ve ağladı.”[15]
O (asm), namaza bir türlü doyma bilmiyor, âdeta hiç doyum noktasına varamıyordu.
Abdullah b. Amr da şu hâdiseyi naklediyor:
“Bir gece Allah Resûlü’nün arkasında namaza durdum. Durmadan şu âyeti okuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu[16]: “Allah’ım, muhakkak onlar insanların çoğunu saptırmıştır. Kim bana tâbi olursa bendendir. Kim de isyan ederse, Gafûr sensin, Rahîm sensin.”[17]
O (asm), zaman zaman savm-ı visâl yapardı. Yani hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardı. Sahabe O’nun (asm) orucuna özenir ve O’nu (asm) taklit etmek isterlerdi ama, bu çok zordu. Bir defasında, Ramazan’ın son günleriydi ki, Efendimiz (asm) savm-ı visâle niyetlenmişti. Sahabe de aynı şekilde niyet ettiler. Ancak, oruç birkaç gün uzayınca, hepsinin dermanı kesildi. Bereket bayram gelmiş ve herkes sevinmişti. Zira, bayram, bir gün daha gecikmiş olsaydı, âdeta hepsi dökülecekti. Allah Resûlü (asm), onların bu durumunu görünce tebessüm buyurdu ve
“Eğer bayramın gelmesi gecikseydi, ben yine oruca devam edecektim.”
dedi. Ardından da kendisinin güç yetirdiği bu ibadete, onların gücünün yetmeyeceğini söyledi.
“Çünkü Allah bana, sizin anlamayacağınız tarzda yedirir, içirir.” buyurdu.[20]
Bilhassa, Ramazan ayının son günlerinde Allah Resûlü (asm), bütün gününü ibadetle geçirirdi.[21] Özellikle son on gününü itikafla geçirir ve dünya ile olan bütün irtibatını kesip adeta melek gibi bir hal alırdı.
Yazın en şiddetli günlerinde de Allah Resûlü (asm) oruç tutardı. Birçok muharebede O (asm), hep oruç tutmuştu. Hele bazen harp öyle şiddetlenirdi ki, bunlardan biri itibarıyla kendisiyle beraber Abdullah b. Revâha’dan (radıyallâhu anh) başka oruç tutan kalmamıştı.[22] O (asm),
“Oruç, insanı günaha karşı koruyan bir zırhtır.”[23]
demişti. Ve bu zırhın en sağlamını da kendisi giymiş ve korunmuştu.
Örneğin, ashâb-ı kirâmdan üç kişi, bir gün Sevgili Peygamberimiz’in (asm) ibâdetini öğrenmek için muhterem vâlidelerimize soru sormuşlardı. Onlar da gördüklerini anlattılar. Efendimiz’in (asm) îtidâl üzere yapmış olduğu ibâdetlerini az gören bu kimseler kendi kendilerine:
“Allâh’ın Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır.” dediler. İçlerinden biri:
“Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım.” dedi. Bir diğeri:
“Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim.” dedi. Üçüncü sahâbî de:
“Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla ve kat’a evlenmeyeceğim.” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz (asm) onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
“Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allâh’a yemin ederim ki ben, sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben, bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Şunu iyi biliniz ki, benim sünnetimden yüz çeviren kimse, benden değildir.”[24]
“Acemlerin birbirlerini ta’zim ederek ayağa kalktıkları gibi benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yemek yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.”
buyurması, ondan bahsederken sahabelerin, “Merkebe binerdi, arkasına adam bindirirdi, yoksulları ziyaret ederdi, fakirlerin yanına otururdu, kölenin davetine icabet ederdi, sahabelerin arasında oturduklarında kimseyi rahatsız etmeden mecliste boş bulduğu yere otururlardı.” şeklinde ifadeler kullanması onun tevâzuuna işaret etmektedir.[25]
“Dünya ile benim ne alakam olabilir? Ben bir yolcu gibiyim. Bir ağaç altında gölgelenen bir yolcu… Sonra da orayı terk edip yoluna devam eden …”[26]
Eşsiz bir tevâzû örneği sergileyen Peygamberimiz (asm), geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde istiğfar etmekten de geri durmamış, gerek bağışlanma dilemede ve gerekse tövbe etmede ümmetine öncülük vazifesini bihakkın ifa etmiştir. Onun (asm) tövbe ve istiğfarı, günahlar için olmayıp, Rabbine kulluğunun bir göstergesi ve ümmetine örnekliğinin uygulamadaki yansıması olsa gerektir.
Abdurrahman b. Avf (r.a) anlatıyor:
“Bir defasında Peygamberimiz (asm), evinden çıktı, kendi özel odasına doğru yönelip içeri girdi. Kıbleye karşı durarak secdeye vardı. Secdesini o kadar uzattı ki öldü sandım. Hemen yanına yaklaşıp oturdum. Başını kaldırdı ve:“Kimsin?” diye sordu.“Abdurrahman.” dedim.“Ne istiyorsun?” “Yâ Rasûlallah, öyle bir secde yaptın ki Allah ruhunu kabzetti diye endişe duydum.” dedim. Rasûlullah:
“Cibril bana gelerek Allah’ın şöyle buyurduğunu müjdeledi: ‘Kim sana salavat getirirse ben de ona rahmet ederim. Kim sana selâm verirse ben de ona selâmet dilerim.’ Ben de şükretmek için Allah’ın huzurunda secdeye kapandım.” buyurdu.”[27]
Hazreti Aişe validemiz (r.anha) anlatıyor:
“Rasûlullah (asm) sık sık ‘Estağfirullahe ve etûbu ileyh.’ derdi.”[28]
Huzeyfe (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah’a (asm) dilimin keskinliğinden yakınarak ‘Ey Allah’ın Resûlü, çoluk-çocuğuma karşı acı bir dilim var, beni ateşe sokacağından korkuyorum.’ dedim.Rasûlullah:
“Niye istiğfar etmiyorsun? Gerçek şu ki ben her gün yüz defa istiğfar ediyorum.” buyurdu.”[29]
Hz. Ebû Bekir (r.a.), Allah Rasûlü’ne (asm) sorar:
“Yâ Rasûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri (asm) cevap verir:
“Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât sûreleri ihtiyarlattı.”[31] Hûd suresinde O’na (asm):
“Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol!..”[32] denmişti.
Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi (asm) için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan (asm), bu çizginin korunması isteniyordu. Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Rasûlü’nü (asm) dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu.
_______________________________
[1]Buhârî, Enbiyâ 48.
[2]Müslim, Fezâil 43.
[3]Buhârî, Enbiyâ, Kitabu’t Ta’bîr.
[4]Tirmizî, Şemâil 44.
[5]Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, 14.
[6]Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII//84; Deylemî, Müsned, I/172; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II/271.
[7]...
[8]Nesâî, işretü’n-nisâ 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III/128, 199, 285.
[9]Buhârî, teheccüd 16; Müslim, müsafirîn 125.
[10]Ebû Davud, salât 161; Nesâî, sehv 18.
[11]Buhârî, teheccüd 9; Müslim, müsafirîn 204.
[12]Müslim, salât 221-222; Ebû Dâvûd, salât 148.
[13]Tirmizî, daavât 90; Ebû Dâvûd, edeb 97; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, X /124.
[14]Maide, 5/118.
[15]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V /149.
[16]...
[17]İbrahim, 14/36.
[18]Ebû Dâvûd, savm 53; Tirmizî, savm 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II/91.
[19]Buhârî, savm 53; Müslim, sıyâm 178.
[20]Buhârî, savm 49; Müslim, savm 59.
[21]Buhârî, leyletu’l-kadr 5; Müslim, i’tikaf 7.
[22]Müslim, sıyâm 108-109; Ebû Davud, sıyâm 45.
[23]Buhârî, savm 2; tevhid 35; Müslim, sıyâm 162-163.
[24]Buhârî, Nikâh, 1.
[25]Ebû Dâvud, Edeb 152
[26]Tirmizi, Zühd 44; M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, II/230.
[27]Ahmed bin Hanbel, II/334
[28]Buhârî, Ezân 123, 139; Müslim, Salât 218-220.
[29]Ebû Nuaym.
[30]Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15.
[31]Tirmizî, Tefsir 57.
[32]Hûd, 11/112.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/l26.
[3]M.Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/392.
[4]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, s.210.
[5]Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hazreti Muhammed, s.89.
[6]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.259.
[7]M. Yusuf Kandehlevi,Hayat’üs-Sahabe, III/123,302.
[8]Onk. Dr. Haluk Nurbaki. Fahr-i Kainat Efendimiz, s.l02.
[9]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/325.
[10]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.74; Bekir Sağlam, a.g.e., s.84.
[11]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/l00; Ataullah b.Fazlullah. a.g.e.
MERHAMETLİ BİR İNSAN
FAKİR HIRSIZ
Medine’de kıtlık yaşanmaktadır. Aç bir Müslüman bir bahçeye girerek ağaçlardan hurma toplar ve yer. Fakat bahçe sahibi tarafından yakalanır. Dövülür ve yediği hurmalara karşılık olarak elbiselerine el konulur. Sonra da fakir hırsız, yanında kendini döven ve soyan bahçe sahibi olduğu halde Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelir. Fakir hırsız gördüğü davranıştan ötürü bahçe sahibini şikâyet eder. Hz. Muhammed (asv) her ikisini de dikkatle dinledikten sonra bahçe sahibine döner:“O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın.”
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir.[1]
DÜŞMANA YARDIM
Mekke’nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke’ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke’li putperestler önce Hamame’ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)’e bir elçi heyeti gönderirler.“Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız.” derler.
O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Müslüman arkadaşlarıyla beraber kendisine sadece “Rabbim Allah’tır.” dedikleri için, vatanlarında hayat hakkı tanımayıp, göç etmek zorunda bıraktıklarını düşünmez. Kendisini defalarca öldürmeye kastettiklerini dikkate almaz. Defalarca ordu düzüp Medine’ye yürüdüklerini unutur. Unutur ve Hamame’ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.[2]
CANINA AZAP ETMESİN
Yaşlı birinin develeri üzerindeki iki oğlunun arasında yaya olarak Kâbe’ye gittiğini görür. Sebebini sorar. Öğrenir ki bu yaşlı adamın bir adağıdır. Fakat güçlükle yol alabilmektedir. Kendisine haber gönderir.“Allah bu kişinin kendi canına azab etmesine muhtaç değildir. Söyleyin ona bir deveye binsin.”[3]
TAİF AÇ KALINCA
Mekke’nin fethinden sonra Taif’i kuşatmıştır. Kuşatma uzayınca Taif’te açlıktan ölümler başlar. Düşman teslim olmak üzere olmasına rağmen, kuşatmayı kaldırır. Halkının açlıktan ölümü sayesinde bir şehri teslim almaya gönlü razı değildir. O Taif ki, yıllar önce O’nu (asm) taş ve tükürük yağmuruna tutarak, kendi anlatımıyla “hayatının en acı gününü” yaşatmış bir şehirdir.[4]HZ. ZEYNEB’IN KATİLİ
Esved oğlu Habir, kızı Hz. Zeyneb (r.anha)’in katilidir. Zeynep, Mekke’den Medine’ye, babasının yanına hicret etmeye çalışırken yolu, içlerinde Habir’in de bulunduğu bir grup Mekke’li putperest tarafından çevrilir ve Habir elindeki mızrakla Hz. Zeyneb (r.anha)’i devesinden düşürür. Hamile olan Zeynep (r.anha) düşük yapar ve bir süre sonra da bu nedenle ölür. Mekke fethedilince, kendisinden Hz. Zeyneb (r.anha)’in intikamının alınacağı korkusuyla saklanan ve İran’a kaçma hazırlıkları yapan Habir’e haber gönderir. Can güvenliği verir. Huzuruna gelince de bağlılık sözünü kabul eder ve bağışlar.[5]ŞEFKATİN ZİRVESİ UHUD
Uhud, İslam’ın ikinci büyük meydan sınavıdır. Taktik açıdan bir yenilgiyle sonuçlanan Uhud, başta Hz. Muhammed (asv) olmak üzere bütün Müslümanların çok acı çektikleri bir yerdir. Bu acılardan Hz. Muhammed (asv)’in payına, sevgili arkadaşlarından onlarcasının şehid edilişini ve ordusunun dağılışını görmek gibi en büyüklerinin yanında, üzerine yetmiş sefer kılıç savrulması, dişlerinin kırılması, yanağının yarılması ve diş etine demir parçalarının saplanması gibi göreceli olarak daha küçükleri de düşer.Büyük, küçük bu acıların hepsinin birden yaşandığı en sıcak dakikalarda, sığındığı dağın yamacında ellerini kaldırır ve bütün bunlara neden olan Mekke’li putperestler hakkında dua eder:
“Allah’ım, benim halkımı bağışla. Çünkü onlar gerçeği göremiyorlar. Eğer görselerdi böyle yapmazlardı.”
Bir yandan da yanağından ve dişlerinden dökülen kanları eliyle silerek, toprağa düşmelerine engel olmaya çalışmaktadır. Bu durum dikkatlerinden kaçmayan bazı arkadaşları daha sonra sorar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Niçin kanınızın toprağa dökülmemesi için o kadar uğraştınız?”
“Allah’ın kanunudur. Bir toplum kendilerine rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberi, kanı toprağa dökülecek ölçüde yaralarsa, kendilerine mühlet tanınmaz. Toptan yok edilirler.”[6]
ŞEHİD ÇOCUĞU
Uhud’ta şehid düşen bir Müslümanın oğlu, aynı gün akşamüstü yaralı ve acılı Hz. Muhammed (asv)’e sorar:“Babam nerede?”
“Baban şehid düştü.”
Şehid çocuğu ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv), başını okşar, kucağına alır ve çocuğa sorar:
“İster misin? Ben baban olayım, Ayşe’de annen olsun.”[7]
İSLAM’A ÇAĞIRDINIZ MI?
Medine’ye yeni getirilmiş olan savaş esirlerini görür. Ve onları esir alan birlikte bulunan arkadaşlarına sorar:“Bunları İslam’a çağırdınız mı?”
“Hayır!” cevabını alınca durumu kesinleştirmek için bir kez de esirlere sorar:
“Sizi İslam’a çağırdılar mı?”
Onlardan da “Hayır!” cevabı gelince, emreder, esirler serbest bırakılır ve ülkelerine iade edilirler.[8]
YEMEDİĞİNİZİ FAKİRLERE VEREMEZSİNİZ
Bir arkadaşı yemesi için bir keler (çölde yaşayan bir canlı) hediye eder. Fakat o alışkın olmadığı için keler yememektedir. Bunu bilen Hz. Ayşe (r.anha), keleri o sırada kapıda yiyecek isteyen bir fakire vermek için O’nun (asm) iznini ister. O ise izin vermez:“Kendi yemediğinizden fakirlere veremezsiniz.”[9]
BABACIĞIM, BABACIĞIM
İslam öncesi Araplarda kız çocukları öldürme âdeti yaygındır. İslam’ın ilk sırada ve şiddetle yasakladığı toplumsal alışkanlıklardan biri olan bu âdeti, yıllar sonra bir arkadaşı nasıl uyguladığını Hz. Muhammed (asv)’in önünde anlatır:“Ey Allah’ın Elçisi! Ben de kız çocuklarımı kendi ellerimle gömmüştüm. Bunlardan birinde, kızımın elinden tuttum götürdüm ki kızım, tam da gelişip çarpıcı bir hal aldığı çağdaydı. Çölde uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım. Bir kör kuyunun başına gelmiştik. Ben eğildim bir şey arıyormuş gibi kuyunun içine bakmaya başladım.”
Anlatımın burasında Hz. Muhammed (asv) ağlamaya başlamıştır. Adam devam eder:
“Aniden sırtına bir tekme indirdim. Baş aşağı kuyuya yuvarlanırken “Babacığım, babacığım” diye feryat ediyordu.”
Hz. Muhammed (asv) şimdi katıla katıla ağlamaktadır. Bu hali karşısında duruma müdahale etmek zorunda kalan arkadaşları, adamın ağzını kapatarak, onu mescidden dışarı çıkarırlar.[10]
FARZ OLMASIN DİYE
Hz. Ayşe (r.anha) anlatmaktadır:Allah’ın Elçisi bir gece mescidde nafile namaz kılar ve bir kaç kişi de kendisine uyar. Ertesi gece yine kılar, bu kez cemaat artmıştır. Üçüncü gece cemaat daha da artmış olarak mescidde beklemektedir. Fakat Hz. Muhammed (asv) gelmez. Ertesi gün de gelmeyişinin nedenini açıklar:
“Toplandığınızı gördüm. Fakat beni size katılmaktan alıkoyan şey, bu ibadetin size farz kılınmasından korkmam oldu.”[11]
BİR SÜT KUZUSU
On sekiz aylık oğlu İbrahim kucağında can çekişmektedir. Son derece üzgündür. Göz yaşlarıyla İbrahim’i yıkamakta, son kez olarak öpüp, koklamaktadır.“O, meme emerken ölen, bir süt kuzusudur. Ama Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir.”[12]
BENDEN DAHA YOKSUL
Bir arkadaşı Ramazan ayında oruçluyken ağır bir günah işler. Sonra da Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelerek nasıl affedilebileceğini sorar. Hz. Muhammed (asv):“Bir köle azad edebilir misin?”
“Hayır, param yok.”
“Aralıksız altmış gün oruç tutabilir misin?”
“Ey Allah’ın Elçisi, bu durum başıma oruçluyken geldi.”
“Altmış fakiri doyurabilir misin?”
“Gücüm yetmez.”
“Öyleyse benimle beraber bekle. Allah bir kolaylık yaratıncaya kadar…”
Arkadaşı oturup, mescidde beklemeye başlar. Ve az sonra da bir Medineliden hediye olarak bir sepet hurma gelir. Hz. Muhammed (asv) hurma sepetini bekleyen arkadaşına uzatır.
“Al bunu, yoksullara dağıt da, günahına kefaret olsun.”
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün Medine’de benim ailemden daha yoksul bir aile tanımıyorum.”
Allah’ın Elçisi’nin yüzünde bir gülümseme yayılır
“Peki, öyleyse ailene götür de siz yiyin.”[13]
ON GÜMÜŞ
Cebinde on gümüş vardır. Medine çarşısından bir gömlek satın alır, dört gümüş verir. Kapıda bir fakir yeni aldığı gömleği ister, verir. Dönüp dört gümüşe ikinci bir gömlek alır. İki gümüşü kalmıştır. Az sonra yolda ağlayan küçük bir kız çocuğu görür. Yanına yaklaşır nedenini sorar. Küçük kız bir hizmetçidir.“Ev sahibim bana un almam için iki gümüş vermişti, kaybettim.”
Cebindeki son iki gümüşü de ona verir:
“Ağlama, unu bunlarla alabilirsin.” der.
Hizmetçi kız yine de huzursuzdur. Bu seferde
“Eve geç kaldığım için beni dövmelerinden korkuyorum.”
Hz. Muhammed (asv) küçük kızın elinden tutar, önce unu alırlar. Sonra da küçük kızın hizmet ettiği eve giderler. Ev sahipleri akşam saatinde kapılarına gelen bu sürprizden şaşkın ve sevinçlidirler. O, küçük hizmetçiyi göstererek:
“Geç kaldığı için cezalandırılmaktan korkuyordu. Sakın onu dövmeyin.” der.
Şaşkınlığını hala atamamış ev sahibi, cevap verir:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sizin evimizi onurlandırmanıza neden olduğu için siz şahid olun ben onu azad ediyorum, artık hürdür.” Hz. Muhammed (asv) bunun üzerine ellerini açarak Allah’a hamd eder:
“Allah’ım şu on gümüş ne kadar bereketli imiş. Onunla bana ve bir yoksula birer gömlek giydirdin. Bir kız çocuğunu sevindirdin ve hürriyetini kazanmasını sağladın.”[14]
ALLAH’IN GÜCÜ SENİN GÜCÜNDEN
Birisi kölesini kamçıyla dövmektedir. Hz. Muhammed (asv) arkadan sessizce yaklaşır ve dövene seslenir.“Şunu iyi bil ki, Allah’ın senin üzerindeki gücü senin bu zavallı köle üzerindeki gücünden daha büyüktür.”
Tepeden tırnağa korku kesilen efendi, sarsılır, elindeki kırbaç yere düşer. Hz. Muhammed (asv)’e yönelerek:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol ben bu köleyi azad ediyorum.” der.
Hz. Muhammed (asv) tekrar seslenir:
“Eğer böyle yapmasaydın cehennemde kavrulurdun.”[15]
YÜZ YİRMİ KOYUN
Bazı yolculukları sırasında kendisine hizmet eden arkadaşlarından Ebu Zür’a anlatmaktadır:“Bir yolculukta beni de devesinin terkisine bindirmişti. Zaman zaman deveyi hareketlendirmek için kullandığı kamçı farkında olmaksızın benim bacağıma da çarpıyor ve canımı yakıyordu. Bir süre sonra durumu fark etti ve sordu:
“Ey Ebu Zür’a yoksa kamçım sanada mı değiyor?” Ben, mahcup cevap verdim:
“Evet, ey Allah’ın Elçisi!”
Sesini çıkarmadı. Bir süre sonra kendisine ait savaş ganimetlerinin bulunduğu bir yere vardık. Oradaki koyunlardan yüz yirmi tane ayırarak bana hediye etti ve:
“Ey Ebu Zür’a, bu koyunlar yolda farkında olmaksızın canını yakmış olmama karşılıktır.” dedi.[16]
SEVENİN SEVGİLİSİ
Evlatlığı Zeyd, Mute savaşında şehid düşer. Haber Medine’ye ulaştığı gün şehid evlatlığın evi ve çocukları Hz. Muhammed (asv) tarafından ziyaret edilir. Zeyd’in küçük kızı taze olan baba acısıyla O’nun (asm) eteğine sarılır ve ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv) bir yandan küçük yetimleri kucaklamakta diğer yandan da göz yaşı dökmektedir. Yanında bulunan bir arkadaşı dayanamayıp, sorar.“Ey Allah’ın Elçisi! Bu nedir?”
“Bu, sevenin sevgilisini özleyişidir.”[17]
MEKKE’NİN FETHİ
Mücadelesinin kendi yaşamıyla sınırlı olan bölümünün zirvesini yaşamaktadır. Dinini anlatmasına izin verilmeyen baba ocağı, ana yurdu Mekke, O’na (asm) ve İslam’a duyulan düşmanlığın başkenti, karargâhı Mekke, şimdi tepeden tırnağa silahlı on bin Müslüman askerden oluşan ve o günün Arabistan şartları içinde süper-büyüklüğe sahip olan bir ordu tarafından beş koldan fethedilmektedir.Ordu Mekke’yi çepeçevre kuşatarak konaklamıştır. Gecedir… Kamp ateşleriyle Mekke dağları pırıl pırıldır. Her askere bir ateş yakması emredilmiş ve karanlık Mekke on bin ışıkla kuşatılmıştır. Şehri terk eden baş düşman Ebu Süfyan elinden tuttuğu küçük oğluyla beraber önüne gelir, hemşehrisinin zayıf tarafını çok iyi bilmektedir.
“Allah’a yemin ederim ki ya beni affedersin ya da şu çocukla beraber kendi canıma kıyarım.”
Yıllarca can düşmanı olan kişi şimdi kendinin ve oğlunun canını aracı yaparak, bağışlanma istemektedir. Bağışlanır…
Ertesi gün sabah namazından sonra ordu harekete geçer. Mekkeliler gördükleri manzaranın heybetinden donup kalmışlardır. Mekke’nin yöneticisi Ebu Süfyan bir tepenin üzerinde yanında Hz. Muhammed (asv)’in amcası Hz. Abbas olduğu halde dalga dalga Mekke’den içeri giren Müslüman ordusunu seyretmektedir. Her geçen bölüğün kimler ve hangi kabile olduğunu Hz. Abbas’a sormakta ve aldığı cevapla hayreti git gide büyüyerek hayranlığa dönüşmektedir. Bir süre sonra sabırsızlıkla.
“Hz. Muhammed daha geçmedi mi?” diye sormaya başlar. Ve en sonunda devesi Kusva’nın üzerinde savaş zırhına bürünmüş Hz. Muhammed (asv) görünür. Allah’ın kutsal ilan ettiği bir şehre ancak alçakgönüllülükle girilebileceğini göstermek için iki büklüm olmuş, başı eğerinin kaşına değmektedir. Allah’a hamd etme durumundadır.
Bu sırada yanında yer alan Medineli komutanlardan Ubade oğlu Sad, Ebu Süfyan’a dönerek seslenir:
“Bugün ana baba günüdür. Bugün Uhud’un intikamını alma günüdür. Bugün Kureyş kabilesinin onurunu iki paralık etme günüdür. Bugün helak etme günüdür.”
Hz. Muhammed (asv) bir el işaretiyle Sad’ı susturur ve şöyle seslenir:
“Bugün merhamet ve acıma günüdür. Bugün Kureyş’in onurunu yüceltme günüdür. Bugün Kâbe’ye ve Mekke’ye saygının zirveye çıkacağı gündür.”
Sonra emir verir, Sad’ı komutanlıktan alır. Yerine Sad’in oğlunu atar.
Çok az kan dökülür ve Mekke teslim olur. Öğle sıcağı bastırmıştır. Arkadaşları sorarlar.
“Ey Allah’ın Elçisi! Nerede dinlenmek istersiniz?”
Yüzünde acı bir tebessüm yayılır. Kendi evini, baba ocağını hatırlar. Fakat o ev yıllar önce sadece üzülsün ve duyunca kendisine işkence olsun diye kuzeni Akil tarafından yıkılıp, yerle bir edilmiştir.
“Akil bize dinlenecek ev mi bıraktı?” der.
Fakat hiç kimse Akil’in kılına bile dokunmayı düşünmez. Akil de bütün putperest Mekke halkı gibi güvence verilenlerdendir. Dokunulmazlığı vardır.
Ama yıllar boyunca yaptıkları her çeşit zulüm, baskı, işkence ve düşmanlığın karşılıksız ve intikamsız kalmasına Mekke halkı bir türlü inanamamaktadır. Gerçekten kendilerine dokunulmayacağına ve intikam alınmayacağına emin olabilmek için Kâbe’deki putları henüz temizlemiş olan Hz. Muhammed (asv)’i Kabe’nin kapısında karşılayıp, önünü keserler. Çekingen utangaç ve ürkektirler. Hz. Muhammed (asv) eğik duran başların bu sessizlikleriyle ne demek istediklerini çok iyi anlamıştır.
“Benimle sizin durumunuz, Hz. Yusuf’un kardeşleriyle durumu gibidir. O kardeşlerine nasıl “Bugün size herhangi bir azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. Zira O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi ise, ben de aynı şeyi söylüyorum. Gidin, serbestsiniz.”
Akşama kadar bütün Mekke Müslüman olmuştur. Ve ertesi gün askeri güç, artık ona ihtiyaç kalmadığı için Mekke’nin dışına çıkarılır.
Fakat Mekke’nin fethedileceği anlaşıldığı zaman, şehir dışına, uzaklara kaçanlar vardır. Bunlar Hz. Muhammed (asv)’i tanımayan, hiçbir şefkat ve bağışlama gücünün de kendilerinin affına yetmeyeceğine inanan “ağır suçlulardır.”
Bir tanesi Hz. Muhammed (asv)’in amcasının katili Vahşi’dir. Arkasından haberci gönderir, dönüp Müslüman olmasını ister. Vahşi ürkektir. Mektubunda:
“Ya Muhammed! Sen ‘Kim adam öldürür, ya da Allah’a ortak koşar ya da zina ederse cezaya çarpılır, kıyamet gününde azabı katmerleşir ve azab içinde hor ve hakir olarak ebedi kalır.’ diye söylüyorsun. Hâlbuki ben bunların hepsini yaptım. Benim için hala bir kurtuluş yolu olabilir mi?” der
Bu cevap üzerine Kur’an’da Furkan suresinin 71. Ayeti indirilir. Hz. Muhammed (asv) indirilen ayeti yazdırır ve Vahşi’ye yollar:
“Meğer ki, tövbe ve iman edip iyi amel ve davranışlarda bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların günahlarını iyiliklere çevirtir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
Vahşi bununla da tatmin olmaz.
“Ya Muhammed! Tövbe, iman ve iyi amel, ağır bir şarttır, olabilir ki gücüm yetmez.”
Bu cevaba cevap yeni inen Nisa suresinin 48. Ayetinden gelir:
“Şüphesiz ki Allah kendisine eş tanınmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlar.”
Vahşi gene ikna olmamıştır. Yeni bir mektup yazar
“Ya Muhammed; bundan “eğer Allah dilerse buyruğunu yapacaktır” anlamı çıkmaktadır. Ben bilmiyorum, Allah benim hakkımda böyle bir şey dileyecek mi?”der,
Bunun üzerine de Zümer suresinin 53. Ayeti indirilir:
“De ki ey kendilerinin aleyhinde günah sınırını aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok merhametli, çok bağışlayıcıdır.”
Vahşi:
“İşte şimdi oldu.” der. Mekke’ye gelir ve Müslüman olur.
İnsanlar sorarlar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün bu müjdeler sadece Vahşi için mi, yoksa hepimize mi?”
O cevaplar:
“Hepinize!..”
Önceki yıllarda, Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak için Medine’ye Hz. Muhammed (asv)’i öldürsün diye suikastçiler göndermiş olan Kureyş’in ulularından Ümeyye oğlu Safvan’da kaçaklardandır. Kendisini ikna edip, geri getirmek üzere, Hz. Muhammed (asv)’e suikastçi olarak gönderdiği Umeyr oğlu Vehb gönderilir. Yanında, Hz. Muhammed (asv)’in “dokunulmazlık” sözünün belgesi olarak verdiği sarığı da vardır. Safvan güvenir ve geri döner. Fakat henüz İslam’a hazır değildir. Hz. Muhammed (asv)’in karşısında durur.
“Bana iki ay izin tanı. Dinini kabul edip etmemek için düşüneyim.” der.
Hz. Muhammed (asv) cevap verir.
“İki ay değil dört ay izin, sana.”
Dört ay dolmadan Safvan kendi isteğiyle Müslüman olur
Örnek kaçakların üçüncüsü, Bedir’de öldürülünceye kadar İslam ve Hz. Muhammed (asv) düşmanlığının başını çekmiş ve O’nun tarafından “Bu ümmetin firavunudur.” diye tanımlanmış olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’dir. İkrime de çok şeyler yapmıştır. Öyle ki Hz. Muhammed (asv) onun hakkında da “Ondan çektiğimi babasından çekmedim.” diyecektir.
İkrime’yi ikna edip geri döndürme görevini de eşi üstüne alır. Yemen sahilinde, gemiye binmiş ve Afrika’ya geçmek üzereyken kendisini yakalar. Mekke’ye döndürür. İkrime’nin içeri girmekte olduğu söylenince Hz. Muhammed (asv) yanında oturan arkadaşlarını uyarır.
“Sakın babası aleyhinde konuşup, kendisini rencide etmeyin.”
İkrime içeri girer. Hz. Muhammed (asv) kendisini kucaklayarak karşılar.
“Süvari muhacir, hoş geldin.” der. Yanına oturtur. Gördükleri, duydukları ve yaşadıkları karşısında şaşıran İkrime söz verir.
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol bugüne kadar senin dinini engellemek yolunda harcadığım gayretin ve paranın en az iki katını ona hizmet etmek için harcayacağım.”
İkrime sözünde durur. Yıllar sonra, Hz. Ömer (ra)’in halifeliği döneminde Orta Doğu’nun Müslüman oluşuna yol açan Yermuk savaşında bir yudum su içemeden şehid olan üç mücahitten biri de İkrime’dir. Vücudunda yetmiş tane kılıç yarası sayarlar.[18]
[1]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/44.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/54.
[3]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/210.
[4]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/245.
[5]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/53.
[6]Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.174; Onk. Dr. Haluk Nurbaki, Fahr-i Kainat Efendimiz, s.93.
[7]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/128.
[8]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/73.
[9]Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.82.
[10]M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/39l.
[11]Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.69.
[12]Yüksel Çopur, Kainatın iftihar Tablosu. s.242; Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.93.
[13]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.168.
[14]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.119.
[15]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.117.
[16]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, shf: 208.
[17]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/195.
[18]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/55, 123, 192, 199, 205-209; (II/524; IV/27; İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.172; Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.77, 83; Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.258
VEFALI BİR İNSANDI :
ANNE HAKKI
Bir arkadaşı O’na (asm) annesini şikâyet eder.“Huyu ve ahlakı kötü.” der. O (asm) cevap verir.
“Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı tatmin olmamıştır.
“Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu.”
“Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi.” Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:
“Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı dayanamaz.
“Ama ben de karşılığını ödedim.”
“Ne yaptın?”
“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)’in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.
“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”[1]
EBUBEKİR BENİ DOĞRULADI
Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) tartışırlar. Hz. Ebubekir (ra)’in üzgün olduğunu görünce müdahale eder, arkadaşlarını karşısına toplar ve:“Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz, o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” der.
O günden sonra herkes Hz. Ebubekir (ra)’i kırmamaya özen gösterir.[2]
ÖNCE SÜRÜYÜ SAHİBİNE
Hayber’de Yahudilerle savaşılmaktadır. O bölgede ücretle çobanlık yapan bir zenci Müsluman olmaya karar verir. Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelir ve isteğini söyler. Fakat Hz. Muhammed (asv) hemen kabul etmez.“İlk önce sürüyü sahibine teslim etmen gerekir. Müslüman olman ve bizimle beraber savaşa katılmak istemen, üzerindeki emanetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” der.
Çoban kendine söyleneni yapar. Önce sürüyü tastamam sahibine iade eder, sonra yeni girdiği dinin gereğine koşar.[3]
HATİCE’NİN ARKADAŞI
Hz. Hatice (r.anha), O’nun (asm) otuz sekiz yıllık evlilik yaşamının yirmi beş yılını aynı yastığa baş koyarak geçirdikleri, yedi çocuğundan altısına analık etmiş olan ilk eşi, ilk göz ağrısıdır.Hz. Hatice (r.anha)’nin vefatından kendi vefatına kadar her bahaneyle Hz. Hatice (r.anha)’ye duyduğu sevgiyi tekrar eder.
Hz. Ayşe (r.anha) ile evli olduğu zamandır. Yaşlı bir kadın evlerini ziyaret eder. Hz. Muhammed (asv) onu tanımıştır. Fakat yine de ismini sorar. Kadın
“Cessame (Çirkin şey)”, diye cevap verir. Hz. Muhammed (asv) düzeltir:
“Hayır! Sen Cessame değil, Hassane’sin! (Güzel şey).” Bunun dışında da, yaşlı kadına yaptığı iltifatların çokluğu Hz. Ayşe (r.anha)’nin dikkatini çeker ve kadın gittikten sonra sormaktan kendini alamaz.
“Ey Allah’ın Elçisi! Bu kadına ne çok iltifat ettiniz?”
Hz. Muhammed (asv), gözleri dolarak cevap verir:
“Bu kadıncağız Hatice’nin arkadaşı idi, onunla evli olduğumuz yıllarda bizi sık sık ziyaret ederdi.”[4]
HEDİYEYİ HATİCE’NİN ARKADAŞINA
Hz. Hatice (r.anha) vefat edeli yıllar olmuştur. O, Mekke topraklarında yatmaktadır. Hz. Muhammed (asv) ise hicret ederek Medine’ye gelmiştir. Hatice (r.anha)’nin arkadaşlarından bir kadın da hicret edenler arasındadır. Hizmetçisi Malik oğlu Enes’in anlatımıyla Hz. Muhammed (asv)’e bir şey hediye edildiğinde çoğu kez, gelen hediyeyi o kadına yollamakta ve:“Çünkü o Hatice’nin arkadaşı idi, Hatice’yi çok severdi.” demektedir.
Hz. Muhammed (asv), Hatice (r.anha)’yi, ilk göz ağrısını hiç unutamamıştır.[5]
HATİCE’NİN KIZ KARDEŞİ
Hz. Hatice (r.anha)’nin kız kardeşi Hale’nin sesi ablasına çok benzemektedir. Bir gün huzuruna girmek için bir kadın sesi Hz. Muhammed (asv)’den izin ister. Sesi duyan Hz. Muhammed (asv) sarsılır, içinden dua eder;“Allah’ım! Bu izin isteyen kimse inşaallah Hale’dir!”
Gerçekten de izin isteyen kimse Hale’dir. Hatice (r.anha)’yi hatırlatan bir yadigâr.[6]
HATİCE’NİN KOLYESİ
Bedir Savaşı sonunda ele geçirilen esirlerden biri de Ebu’l As’tır. Yani Peygamber (asm)’in damadı. Kızı Zeyneb’in kocası. Eşi Hz. Zeynep (r.anha), Ebu’l As’ın kurtuluş ücreti olarak, annesi Hz. Hatice (r.anha)’nin ona evlenirken taktığı altın kolyeyi gönderir.Esirler için Mekke’den gönderilen kurtuluş ücretleri arasında yıllar önce vefat etmiş Hatice (r.anha)’nin kolyesini gören Hz. Muhammed (asv)’in gözleri yaşla dolar, arkadaşlarına:
“Eğer kabul ederseniz bu kolyeyi Zeyneb’e iade edeyim ve Ebu’l As’ı da karşılıksız olarak salıverelim.”, der. Durumun duyarlılığının farkına varan arkadaşları:
“Hay hay ey Allah’ın Elçisi; siz nasıl isterseniz öyle olsun.”derler.
Hatice (r.anha)’nin kolyesi Zeynep (r.anha)’de kalır.[7]
HATİCE’DEN DAHA HAYIRLISI
Hz. Ayşe (r.anha), Hatice isminin Hz. Muhammed (asv)’in ağzından hiç düşmemesi karşısında bir gün dayanamaz, der:“Ey Allah’ın Elçisi! Allah sana Hatice’den daha gencini, daha güzelini ve daha hayırlısını nasip etmedi mi?”
Kastettiği kendisidir. Hz. Muhammed (asv), vefat etmiş olan ilk göz ağrısına duyduğu vefa adına günün sevgilisinin kalbini kırma pahasına cevap verir.
“Hayır! Yemin ederim ki Allah bana ondan daha hayırlısını nasip etmedi. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken o beni onayladı. Herkes beni yalancılıkla suçlarken o beni doğruladı. Kimse bana bir şeycik vermezken, o malını-mülkünü benim emrime verdi. O bana altı tane çocuk verdi.”
Hz. Ayşe (r.anha) söylediğine pişman, suskunlaşır.[8]
ALTMIŞ YIL SONRA
Aradan altmış yıldan uzun bir süre geçmiştir. Huneyn Savaşı sonunda ele geçen sütkardeşi ve onun yakınlarının da olduğunu öğrenir. Onları derhal huzuruna getirtir, hatırlarını sorar, hediyeler verir ve azad eder. Bunu öğrenen arkadaşları, Allah’ın Elçisi’nin (asm) sütkardeşinin yakınlarını köle tutmaktan rahatsız olurlar. Ve tüm esirler azad edilir… Hiçbir karşılık alınmadan…[9]BENİM ARKADAŞLARIMA
Medine’ye Habeşistan’dan bir elçi heyeti gelir. Hz. Muhammed (asv) hizmetlerini bizzat görmekte, bütün ihtiyaçlarını kendi elleriyle yerine getirmektedir… Arkadaşları rahatsız olur:“Ey Allah’ın Elçisi! İzin verin biz hizmet edelim.”, derler. Fakat O kabul etmez. Habeşlileri göstererek ve yıllar öncesine ait bir olayı hatırlatarak:
“Onlar benim Habeşistan’a hicret etmiş olan arkadaşlarıma ikram etmiş, sahip çıkmışlardı. Şimdi ben de bir parça olsun ödeşmek istiyorum ve bundan da zevk duyuyorum.” der.[10]
KANINIZ KANIM
Hz. Muhammed (asv) Mekkelilerin kendisini ön yargısız bir biçimde dinlemeye yanaşmamaları üzerine, çevre kabilelere yönelir. Yıllarca da onlara seslenmeye çalışır. Bunlar kendinin ve Müslümanların en zorlu yıllarıdır. Hemen hiçbirinden olumlu yanıt alamaz. Ta ki Medinelilerle karşılaşıncaya kadar. En sonunda Mekke yakınlarında Akabe denen bir yerde birbirleriyle sözleşirler. Yetmiş civarında Medineli yeni Müslüman, bütün dünyaya karşı koyma pahasına da olsa, O’nu (asm); kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi koruyacaklarına söz verirler. Ama içlerinden biri merak edip sorar:“Ey Allah’ın Elçisi! İlerde başarılı olursan tekrar kendi akrabalarına ve şehrine dönmeyecek misin?”
O kendinden emin cevap verir:
“Kanınız, kanım… Mezarlığınız, mezarım… Ben sizdenim, siz de bendensiniz…”
Ve aynen de öyle olur. Bir gün Mekkeyle beraber bütün Arabistan yarımadası O’nun (asm) egemenliğini kabul eder. Ama O (asm) söz verdiği gibi her seferden sonra Medine’ye döner. Vefat edinceye kadar Medine O’nun (asm) evi ve vatanı olur. Orada vefat eder, oraya gömülür. Hala da Medine’dedir.[11]
ANTLAŞMAYA VEFA
Hudeybiye antlaşması henüz imzalanmıştır. Müslümanların Mekke yakınlarında olduğunu bilen ve Mekkeli gizli Müslümanlardan biri olan Ebu Cendel bunu fırsat bilip, kaçar. Müslümanlara sığınır. Ne var ki antlaşmanın şartlarından biri Mekke’den Müslümanlara sığınan kişilerin geri verileceğine dairdir. Mekkeli delegeler daha mürekkebi kurumamış bu maddenin uygulanmasını isterler. Müslümanlar üzüntülerinden sarsılırlar. Ama söz vermişlerdir. Hz. Muhammed (asv), Ebu Cendel’i karşısına alır:“Ey Ebu Cendel! Sabret. Sözümüzden dönemeyiz. Allah sana yakında bir yol açacaktır.” der.
Ebu Cendel Mekke’ye iade edilir.[12]
SÖZE VEFA
Gizlice Medine’ye, Hz. Muhammed (asv)’e hicret etmeye çalışan iki Müslüman Mekkeliler tarafından yakalanır. Daha sonra kendilerine, Mekkelilere karşı silah kullanmayacaklarına dair yemin ettirilir ve serbest bırakılırlar. Onlar da hicretlerini tamamlar. Hemen Bedir Savaşı öncesi Medine’ye ve Müslümanlara katılırlar. Verdikleri sözü Hz. Muhammed (asv)’e anlatırlar. Düşman ordusu müslümanlardan üç kat daha kalabalıktır ve savaşçı sıkıntısı çekilmektedir. Buna rağmen Hz. Muhammed (asv) verilmiş bir sözün çiğnenilmesini kabul etmez. Sefer halindeki ordunun içinde bulunan iki arkadaşına da arkada bıraktıkları Medine’yi gösterir ve ekler:“Siz geriye dönün, her durumda sözünüze uyacağız. Bizim yalnız ve yalnız Allah’ın yardımına ihtiyacımız var.”[13]
İKİ KAT SEVAP
Önce Habeşistan’a sonra da Medine’ye hicret etmiş Müslümanlardan Umeys kızı Esma, sadece Medine’ye hicret etmiş olan başka bir Müslümanla tartışır. Her ikisi de Hicret sevabı açısından kendileri gibi olanların daha üstün olduğunu savunmaktadır. En sonunda sorun Hz. Muhammed (asv)’e götürülür:“Habeşistan’a da hicret etmiş olanlar, iki kere hicret etmiştir. Sadece Medine’ye hicret edenler ise bir kere.” der.[14]
DÜŞMANA BİLE VEFA
Mekke’den kendisine elçi olarak gönderilen Ebu Rafi, Medine’de görüp, yaşadıklarının etkisiyle, bir kaç gün içinde Müslüman olur. Bu yeni durumuyla elçiliği de bırakıp Medine’de kalmak ister. Hz. Muhammed (asv) ise kabul etmez:“Ben ne antlaşmayı bozarım, ne de elçiyi yanımda alıkorum. Mekke’ye döndükten sonra da aynı şekilde düşünüyorsan, geri dönersin, o zaman seni bir kardeşimiz olarak kabul ederiz.”
Ebu Rafi Mekke’ye döner. Hicret eder. Ve bir Müslüman olarak Medine’ye yerleşir.[15]
ONLARI AYNI MEZARA
Uhud’da şehid düşen yetmiş iki arkadaşını defnetmektedir. Cemuh oğlu Amr ile Amr oğlu Abdullah’ın cenazelerinin başında durur. Hüzünle dalar gider.“Bu ikisini aynı mezara koyun. Çünkü onlar dünyada da birbirlerini çok severlerdi.” der.[16]
MEDİNELİLERE VEFA
Vefatından önceki günler… Hastadır… Caminin minberine güçlükle çıkar. Dışarıdan yapılan göçlerle kat kat kalabalıklaşmış olan Medine’nin göçmen halkına seslenir.“Medine’nin yerlilerine karşı iyi davranın. Çünkü insanlar çoğalıyor fakat onlar artmıyorlar. Onlar bana sığınak olmuşlardı. İyiliklerine iyilikle karşılık verin, kötülük yapanlarını da affedin.”[17]
MESCİDİN HİZMETÇİSİ
Medine’deki mescidin temizlik işlerini gören yaşlı, zenci bir hanım vardır. Sessiz, fakir bir Müslümandır. İki-üç gün göremeyince, Hz. Muhammed (asv) merak edip “Nerededir?” diye sorar… Arkadaşları vefat ettiğini ve sessizce gömdüklerini söylerler… Alınır:“Bana da haber vermeli değil miydiniz?” der.
Mezarının başına gider ve yeni baştan cenaze namazını kıldırır.[18]
ANNEMDEN SONRA ANNEMDİ
Sekiz yaşında dedesi de vefat edince sorumluluğunu amcası Ebu Talib üstlenir. Hanımı Esad kızı Fatma ile küçük Muhammed’e yetimliğin acısını hissettirmemek için ellerinden geleni yaparlar. Peygamberliğinden sonraki yıllarda önce amcası ardından da yengesi vefat eder. Özellikle yengesinin vefat haberine çok üzülür.“Bugün sevgili annem vefat etti.” der.
Gömleğini kefen olarak verir. Yetmiş kez tekbir aldırarak cenaze namazını kıldırır. Kabre önce kendisi uzanıp, bir süre yatar. Arkadaşları o güne kadar bir benzerini görmedikleri bu olağanüstü ilginin sebebini sorarlar.
“O benim annemden sonra annemdi.” diye cevap verir.[19]
ÇAĞRILSAM GİDERİM
Gençlik yıllarıdır. Bütün Arabistanla beraber Mekke’de de haddini aşmış olan zulüm ve haksızlıklar bazı vicdan sahiplerini harekete geçmeye zorlar. Ve aralarında Hz. Muhammed (asv)’in de bulunduğu, insani hassasiyetlerini hala canlı tutan bir grup Mekke’de bir evde toplanırlar. “Hılfu’l-Fudul” adı verilen bir antlaşma yaparlar. Bundan böyle hiçbir Mekkeli’nin veya misafirin güçsüz ve yalnız olduğu için haksızlık görmesine izin verilmeyecektir.Aradan yaklaşık kırk yıl geçer. Artık bir devlet başkanı ve peygamberdir. Bir gün gençliğinde katıldığı o antlaşmayı hatırlar ve der:
“Cüdan oğlu Abdullah’ın evinde öyle bir antlaşmaya katılmıştım ki, onu Arapların en değerli mallarına bile değişmem. Bu gün de o antlaşmanın gereği olarak çağırılsam, giderim.”[20]
KUCAĞINDA ŞEHİT OLUR
Medine’nin ilk Müslümanlarından, her sıkıntılı gününde en yakınında yer alanlarındandır Muaz oğlu Sa’d. Yahudilerle yapılan bir savaşta ölümcül bir yara alır. Günlerce can çekiştikten sonra nihayet ölüm anı gelir. Hz. Muhammed (asv) başucundadır. Sad’ın yarası açılır ve kan fışkırmaya başlar. Birbirlerine sarılmak için hamle yaparlar. Fışkıran kan Hz. Muhammed (asv)’in yüzünü, sakalını ve elbisesini kızıla boyamaktadır. Arkadaşları üstü başı leke olmasın diye onları birbirlerinden ayırmaya çalışırlarken Sad ve Hz. Muhammed (asv) birbirlerine kenetlenirler. Şimdi ikisi de gözyaşına boğulmuştur. Sa’d Hz. Muhammed (asv)’in kucağında son nefesini verir.[21]ZEYD EVLATLIĞIMDIR
Peygamberlik öncesi dönemdir. Kölesi Harise oğlu Zeyd’in babası ve amcaları yıllarca süren aramalardan sonra Mekke’ye gelip oğullarını bulurlar ve Hz. Muhammed (asv)’den onu kendilerine satmasını rica ederler. O tebessümle cevap verir:“Kendisine sorun, gitmek istiyorsa, hürdür, para gerekmez.” der.
Harise oğlu Zeyd ise Hz. Muhammed (asv)’i tercih eder.
Başta akrabaları herkes şaşırmıştır. Zeyd’in bu jesti üzerine elinden tutarak onu Mekke’nin ana meydanına, Kâbe’nin önüne götürür ve yüksek sesle Mekkelilere duyurur:
“Bu benim kölem Harise oğlu Zeyd, artık hürdür ve benim evlatlığımdır!..”
Ve Zeyd o günden sonra Muhammed oğlu Zeyd diye çağrılmaya başlanır.[22]
____________________________________________
[1]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.32.
[2]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/6l.
[3]Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.l33.
[4]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/336.
[5]Kadı iyaz, Şifa-yı Şerif, s.126.
[6]Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.77.
[7]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/225.
[8]Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.76.
[9]Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.37.
[10]Prof. Dr. Hüseyin Algül, a.g.e., s. 139; Kadı İyaz, a.g.e., s.127.
[11]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., I/112,303.
[12]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[13]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[14]Afzalur Rahman, a.g.e., I/46.
[15]Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.
[16]Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.
[17]Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.
[18]İbrahim Refik, a.g.e.. s.65.
[19]İbrahim Refik, a.g.e., s.47.
[20]İbrahim Refik, a.g.e., s.47.
[21]M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/8.
[22]Afzalur Rahman, a.g.e., I/45
Bir Kul Olarak Hz. Muhammed (s.a.s)
Peygamber Efendimiz (asm), her konuda olduğu gibi kulluk ve ubudiyet konusunda da ümmetine örnek olmuş; peygamberliği onun bir beşer olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, bir kulun yaratıcısına ibadet etmesi mükellefiyetinden de azade kılmamıştır. Hz. Peygamber (asm) de ümmetin diğer fertleri gibi her türlü emir ve yasağın muhatabı olmuş, hatta bazı durumlarda -mesela gece namazı- bizlere göre sünnet sayılan ek mükellefiyetlerin ona farz olmasıyla daha ağır bir sorumluluk üstlenmiştir.Beni Övmede Haddi Aşmayın
Peygamber oluşundan dolayı hiçbir zaman ayrıcalıklı biriymişçesine tavır ve davranışlarda bulunmayan Efendimiz (asm),“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin.”[1]
buyurarak kul olma bilincinde de bizlere güzel bir örneklik sergilemiştir.
Ashâb-ı Kiram’ın kendisine hürmeten kullandığı bazı ifadeleri düzelten Allah Resûlü (asm), bir defasında kendisini,
“Ey kâinâtın en hayırlısı.” diye çağıran kişiye dönmüş ve
“O, İbrahim’di.” demiştir.[2] Başka bir rivayette ise,
“Beni Yunus b. Matta’ya üstün tutmayın. Peygamberler arasında tafdil (daha faziletli olduğunu söyleme) yapmayın. Beni, Mûsâ’dan daha hayırlı görmeyin. Ben şüpheye düşme hususunda İbrahim’e göre daha zayıfım. Yusuf’un kaldığı kadar hapiste kalsaydım kralın davetine hemen uyardım.”[3]
ifâdeleriyle kendisine aşırı ta’zimde bulunulmasını yasaklamıştır.
Şükreden Bir Kul Olmayayım mı?
Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Peygamberimiz (asm) geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Ben kendisine,“Ey Allah’ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz?” dedim. Peygamberimiz (asm):
“Ya Aişe, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.[4]
Peygamberimiz (asm) bu sözleri ile bazılarının zannettiği gibi Allah korkusu sebebi ile değil, Allah sevgisi ve zevki ile ibadet ettiğini ifade ediyordu. Peygamberimiz (asm)’in namazda en büyük zevki duyduğunu söylemesinin hikmeti bu idi. Hatta o, sabah namazının iki rekat sünneti hakkında: “O iki rek’at bana dünyadaki her şeyden daha çok sevimlidir.”[5] buyurmuştur.
Namaza Aşık
Efendimizin (asm) namaza karşı tutumu adeta bir aşk seviyesindedir. Bunu kendisi muhtelif ifadelerinde dile getirmiştir:“Allah her nebiye bir arzu, istek ve şehvet vermiştir. Bana gelince, benim şehvetim, gece namaz kılmaktadır.”[6]
Bunun mânâsı şudur: “Siz, cismaniyetinize, bedeninize ait değişik zevkleri adım adım takip edersiniz; size, o zevkler adına gelen sinyaller, sizi tutar kendine cezbeder; siz de, o zevklerin ardına düşersiniz. Bana gelince, ben, vicdan denen vaizin ‘Kalk namaz vaktidir!’ sesini duyunca, beni bu sinyal, öyle ardına düşürür ve öyle kendimden geçirir ki, namazsız edemem. Gece namazı kılmadığım, gece kalkamadığım anlar, benim için en hüzün verici anlar ve dakikalardır. Ve benim için en zevkli ve saadetbahş olan anlar da, namazda olduğum anlardır.“[7] Bir başka ifadesinde ise şöyle buyurmaktadır:
“Bana (üç şey) sevdirildi: Kadın, güzel koku; namaz ise benim gerçek göz aydınlığım.”[8]
O’nun (asm) kıldığı namazı, Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatırken: “Öyle kıyamda dururdu ki, sorma gitsin. Öyle rükûa varırdı ki, sorma gitsin ve öyle secde ederdi ki, sorma gitsin!“[9] der ve Allah Resûlü’nün (asm) kıldığı namazın güzelliğini anlatmadaki acziyetini bu ifadelerle dile getirirdi.
O (asm), namazında kulluğunu o denli derin temsil ediyordu ki neredeyse ürperip ağlamadığı namaz yok gibiydi. Sahabe, namaz kılarken O’nun (asm) sinesinin değirmen taşının ses çıkardığı gibi ses çıkardığını söylemektedir.[10] İçinde dönen boyunduruklar ve kulluğun o ağır mükellefiyetleri O’nu (asm) kaynayan bir kazana çeviriyordu. Elbette ki bu hâl, O’nun (asm) en yüksek seviyede, kulluğunu ifa edebilme gayretinden ileri geliyordu.
Uzun Gece Namazları
Efendimizin (asm) gece namazlarında kıyamda uzun sureler okuduğu, rüku ve secdeleri de uzun tuttuğu, âyetlerin derin anlamları üzerinde düşündüğü, namazların peşinden duâlar yaptığı, Allah Teâlâ’yı zikrettiği, bol bol tövbe ve istiğfar ettiği de gelen rivâyetlerden anlaşılmaktadır.İbn Mesud (radıyallâhu anh) diyor ki:
“Bir gün Allah Resûlü’yle beraber gece namazı kılmaya azmettim. Geceyi O’nunla geçirecek ve O’nun yaptığı ibadeti ben de yapacaktım. Namaza durdu, ben de durdum. Fakat bir türlü rükûa gitmiyordu. Bakara sûresini bitirdi, “Şimdi rükûa gider.” dedim; fakat O, devam etti; sonra Âl-i İmrân’ı, sonra da Nisâ sûresini okudu ve ardından rükûa vardı. Namaz esnasında o kadar yoruldum ki, bir ara aklıma kötü düşünceler geldi.”
(Bu kötü düşünce ne olabilirdi? İlk anda acaba Hz. Süleyman (aleyhisselâm) gibi Allah Resûlü’nü kıyamda iken vefat etti mi zannetti, diye akla gelebilir.) Onun için dinleyenler arasından biri sordu:“Ne düşünmüştün?” İbn Mesud (radıyallâhu anh):
“Namazı bozup, O’nu namazıyla baş başa bırakmayı düşünmüştüm.”[11]
Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
“Bir gece uyandığımda, Allah Resûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimali geldi. El yordamıyla etrafı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allah Resûlü’nün namaz kılmakta olduğunu anladım.. başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu:”
“Allah’ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, senden yine sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re’fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim.”[12] “Senin komşuluğun, yakınlığın, azizliktir. (Sana mücavir olan, aziz olmuştur.) Senin senâ ve övülmen, yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen vaadettiğin şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka ilâh, senden başka mâbud da yoktur.”[13]
Hazreti Ebû Zerr’i (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Bir gece sabaha kadar namaz kıldı. (Dua âyetleri geldiğinde, o duaları ısrarla tekrar eden Allah Resûlü, namazını saygı, huşû ve ibadet mozayiği hâline getirirdi. Nafile namazlarında, secdede, rükûda, kıyamda okuduğu çeşitli ve çok uzun dualar vardır. O gün sabaha kadar: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” âyetini[14]okudu ve ağladı.”[15]
O (asm), namaza bir türlü doyma bilmiyor, âdeta hiç doyum noktasına varamıyordu.
Abdullah b. Amr da şu hâdiseyi naklediyor:
“Bir gece Allah Resûlü’nün arkasında namaza durdum. Durmadan şu âyeti okuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu[16]: “Allah’ım, muhakkak onlar insanların çoğunu saptırmıştır. Kim bana tâbi olursa bendendir. Kim de isyan ederse, Gafûr sensin, Rahîm sensin.”[17]
Oruçla Bütünleşen Peygamber
O’nun (asm) ibadeti, bir bütünlük arz ediyordu. Namazı en mükemmel şekliyle eda ederken, başka bir ibadet çeşidi olan meselâ orucu da ihmal etmiyordu. Haftanın bir iki gününü mutlaka oruçlu geçiriyor; hatta bazen de o kadar uzun süre oruç tutuyordu ki, sanki hiç iftar etmiyor zannedilirdi.[18] Bazen da işi fıtrî seyrinde bırakır ve herkes gibi iftar ederdi. Ancak oruçlu olduğu günler, diğerlerine kıyasla daha çoktu.[19]O (asm), zaman zaman savm-ı visâl yapardı. Yani hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardı. Sahabe O’nun (asm) orucuna özenir ve O’nu (asm) taklit etmek isterlerdi ama, bu çok zordu. Bir defasında, Ramazan’ın son günleriydi ki, Efendimiz (asm) savm-ı visâle niyetlenmişti. Sahabe de aynı şekilde niyet ettiler. Ancak, oruç birkaç gün uzayınca, hepsinin dermanı kesildi. Bereket bayram gelmiş ve herkes sevinmişti. Zira, bayram, bir gün daha gecikmiş olsaydı, âdeta hepsi dökülecekti. Allah Resûlü (asm), onların bu durumunu görünce tebessüm buyurdu ve
“Eğer bayramın gelmesi gecikseydi, ben yine oruca devam edecektim.”
dedi. Ardından da kendisinin güç yetirdiği bu ibadete, onların gücünün yetmeyeceğini söyledi.
“Çünkü Allah bana, sizin anlamayacağınız tarzda yedirir, içirir.” buyurdu.[20]
Bilhassa, Ramazan ayının son günlerinde Allah Resûlü (asm), bütün gününü ibadetle geçirirdi.[21] Özellikle son on gününü itikafla geçirir ve dünya ile olan bütün irtibatını kesip adeta melek gibi bir hal alırdı.
Yazın en şiddetli günlerinde de Allah Resûlü (asm) oruç tutardı. Birçok muharebede O (asm), hep oruç tutmuştu. Hele bazen harp öyle şiddetlenirdi ki, bunlardan biri itibarıyla kendisiyle beraber Abdullah b. Revâha’dan (radıyallâhu anh) başka oruç tutan kalmamıştı.[22] O (asm),
“Oruç, insanı günaha karşı koruyan bir zırhtır.”[23]
demişti. Ve bu zırhın en sağlamını da kendisi giymiş ve korunmuştu.
Aşırılıklardan Uzak
İbadetlerle ilgili olarak kişilerin ibadet etme gayretiyle ağır yükler altına girmemesini, kendi uygulamaları dışında yanlış ibadet alışkanlıklarına tevessül edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu çerçevede adeta ruhbanlık anlayışına kapı aralayacak girişimlere engel olmuştur.Örneğin, ashâb-ı kirâmdan üç kişi, bir gün Sevgili Peygamberimiz’in (asm) ibâdetini öğrenmek için muhterem vâlidelerimize soru sormuşlardı. Onlar da gördüklerini anlattılar. Efendimiz’in (asm) îtidâl üzere yapmış olduğu ibâdetlerini az gören bu kimseler kendi kendilerine:
“Allâh’ın Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır.” dediler. İçlerinden biri:
“Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım.” dedi. Bir diğeri:
“Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim.” dedi. Üçüncü sahâbî de:
“Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla ve kat’a evlenmeyeceğim.” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz (asm) onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
“Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allâh’a yemin ederim ki ben, sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben, bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Şunu iyi biliniz ki, benim sünnetimden yüz çeviren kimse, benden değildir.”[24]
Ben Kullardan Bir Kulum!
Hz. Peygamber (asm), Allah Teâlâ’nın eşsiz lütuflarına mazhar olmasına rağmen mütevazı bir kul olmayı, Allah’ın kulu olarak anılmayı tercih etmiş ve bunu pek çok vesilelerle dile getirmiştir.“Acemlerin birbirlerini ta’zim ederek ayağa kalktıkları gibi benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yemek yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.”
buyurması, ondan bahsederken sahabelerin, “Merkebe binerdi, arkasına adam bindirirdi, yoksulları ziyaret ederdi, fakirlerin yanına otururdu, kölenin davetine icabet ederdi, sahabelerin arasında oturduklarında kimseyi rahatsız etmeden mecliste boş bulduğu yere otururlardı.” şeklinde ifadeler kullanması onun tevâzuuna işaret etmektedir.[25]
“Dünya ile benim ne alakam olabilir?”
Dünyada bir misafir gibi yaşamıştı. Vefat ettiği zaman da bile arkasındakilere dünya malı namına birşey bırakamamıştı. Çünkü dünyanın asıl mahiyetini bilmiş, buranın bir misafirhane olduğu şuuruyla yaşamıştı.“Dünya ile benim ne alakam olabilir? Ben bir yolcu gibiyim. Bir ağaç altında gölgelenen bir yolcu… Sonra da orayı terk edip yoluna devam eden …”[26]
Her Anı Dua ve Zikir Olan Peygamber
Yüzlerce insan, Efendimiz’in (asm) dualarını bir araya getirip, dua kitapları hazırlamışlardır. Bu eserlere bakanlar göreceklerdir ki, duada dahi Allah Resûlü’ne (asm) ulaşmak mümkün değildir. Sanki O (asm), hayatının her ânını dua ile geçirmiş gibidir. Bir insan, başka hiçbir iş yapmasa ve sadece dua etse, onun bir ömrü dolduran duası, ancak Allah Resûlü’nden (asm) bize ulaşan dualar kadar olabilir. Allah Resûlü (asm), dualarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştür. Dua, O’nun (asm) dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efgânıydı. O (asm), bir an dahi duasız olmamış, dudaklarını ıslatan bu kevser dolu kadeh, hiçbir zaman elinden düşmemişti. Aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı; fakat ibadet ve duada da eşi-menendi yoktu. O’nun (asm) dua ikliminden örneklerini sitemizin “Peygamberimizin Duaları” bölümünde bulabilirsiniz.Eşsiz bir tevâzû örneği sergileyen Peygamberimiz (asm), geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde istiğfar etmekten de geri durmamış, gerek bağışlanma dilemede ve gerekse tövbe etmede ümmetine öncülük vazifesini bihakkın ifa etmiştir. Onun (asm) tövbe ve istiğfarı, günahlar için olmayıp, Rabbine kulluğunun bir göstergesi ve ümmetine örnekliğinin uygulamadaki yansıması olsa gerektir.
Abdurrahman b. Avf (r.a) anlatıyor:
“Bir defasında Peygamberimiz (asm), evinden çıktı, kendi özel odasına doğru yönelip içeri girdi. Kıbleye karşı durarak secdeye vardı. Secdesini o kadar uzattı ki öldü sandım. Hemen yanına yaklaşıp oturdum. Başını kaldırdı ve:“Kimsin?” diye sordu.“Abdurrahman.” dedim.“Ne istiyorsun?” “Yâ Rasûlallah, öyle bir secde yaptın ki Allah ruhunu kabzetti diye endişe duydum.” dedim. Rasûlullah:
“Cibril bana gelerek Allah’ın şöyle buyurduğunu müjdeledi: ‘Kim sana salavat getirirse ben de ona rahmet ederim. Kim sana selâm verirse ben de ona selâmet dilerim.’ Ben de şükretmek için Allah’ın huzurunda secdeye kapandım.” buyurdu.”[27]
Hazreti Aişe validemiz (r.anha) anlatıyor:
“Rasûlullah (asm) sık sık ‘Estağfirullahe ve etûbu ileyh.’ derdi.”[28]
Huzeyfe (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah’a (asm) dilimin keskinliğinden yakınarak ‘Ey Allah’ın Resûlü, çoluk-çocuğuma karşı acı bir dilim var, beni ateşe sokacağından korkuyorum.’ dedim.Rasûlullah:
“Niye istiğfar etmiyorsun? Gerçek şu ki ben her gün yüz defa istiğfar ediyorum.” buyurdu.”[29]
Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı!
Hz. Peygamber (asm),“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”[30] âyetlerinin gereğini yerine getirme husûsunda çok gayret sarf etmiş, “Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı.” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de kendisine hitaben ifade edilen tüm emirleri yerine getirmede ve bütün nehiylerden kaçınmada Hz. Peygamber (asm), son derece titiz davranmıştır.Hz. Ebû Bekir (r.a.), Allah Rasûlü’ne (asm) sorar:
“Yâ Rasûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri (asm) cevap verir:
“Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât sûreleri ihtiyarlattı.”[31] Hûd suresinde O’na (asm):
“Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol!..”[32] denmişti.
Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi (asm) için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan (asm), bu çizginin korunması isteniyordu. Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Rasûlü’nü (asm) dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu.
_______________________________
[1]Buhârî, Enbiyâ 48.
[2]Müslim, Fezâil 43.
[3]Buhârî, Enbiyâ, Kitabu’t Ta’bîr.
[4]Tirmizî, Şemâil 44.
[5]Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, 14.
[6]Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII//84; Deylemî, Müsned, I/172; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II/271.
[7]...
[8]Nesâî, işretü’n-nisâ 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III/128, 199, 285.
[9]Buhârî, teheccüd 16; Müslim, müsafirîn 125.
[10]Ebû Davud, salât 161; Nesâî, sehv 18.
[11]Buhârî, teheccüd 9; Müslim, müsafirîn 204.
[12]Müslim, salât 221-222; Ebû Dâvûd, salât 148.
[13]Tirmizî, daavât 90; Ebû Dâvûd, edeb 97; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, X /124.
[14]Maide, 5/118.
[15]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V /149.
[16]...
[17]İbrahim, 14/36.
[18]Ebû Dâvûd, savm 53; Tirmizî, savm 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II/91.
[19]Buhârî, savm 53; Müslim, sıyâm 178.
[20]Buhârî, savm 49; Müslim, savm 59.
[21]Buhârî, leyletu’l-kadr 5; Müslim, i’tikaf 7.
[22]Müslim, sıyâm 108-109; Ebû Davud, sıyâm 45.
[23]Buhârî, savm 2; tevhid 35; Müslim, sıyâm 162-163.
[24]Buhârî, Nikâh, 1.
[25]Ebû Dâvud, Edeb 152
[26]Tirmizi, Zühd 44; M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, II/230.
[27]Ahmed bin Hanbel, II/334
[28]Buhârî, Ezân 123, 139; Müslim, Salât 218-220.
[29]Ebû Nuaym.
[30]Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15.
[31]Tirmizî, Tefsir 57.
[32]Hûd, 11/112.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder