13/11/2013
Yusuf ile Züleyhanın Evliliği
Hz. Yusuf ile Züleyha arasında geçen olay mükemmel bir Kur’ân kıssasıdır ve Yusuf Suresi’nin 23-35 âyetlerinde anlatılır. Meâlde yer alan bilgiler kısaca şöyle:
Yusuf olgunluk çağına erişince, evinde bulunduğu kadın onun nefsinden muradını almak istedi, kapıları kapatıp “Haydi gelsene” dedi.
Yusuf, “Allah korusun” dedi. “Kocan benim efendimdir; o bana çok iyi bakıyor.” dedi.
Kadın ona gerçekten niyeti kurmuştu. Rabbinin delilini görmüş olmasaydı, Yusuf da ona kapılıp gidecekti.
Sonra kapıya koşuştular. Bu arada kadın onun gömleğini arkasından yırttı. Kapı önünde kadının kocasıyla karşılaştılar.
Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük yapmak isteyen birisinin hapisten veya acı bir azaptan başka bir cezası var mı?”
Yusuf ise “Asıl o benden muradını almak istedi” dedi.
Kadının yakınlarından biri de şöyle şahitlik etti: “Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir, o ise yalancıdır. Gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, o doğru söylüyordur.”
Yusuf’un gömleğini arkadan yırtılmış görünce kocası, “Anlaşılan bu sizin tuzaklarınızdan biri. Siz kadınların tuzağı ise pek yaman olur. Yusuf, sen bunu unut. Kadın, sen de günahın için af dile; çünkü günahkâr olmuşsun.” dedi.
Kadın, “Ben ondan muradımı almak istedim fakat o namuslu davrandı. Ama yemin olsun, dediğimi yapmazsa hapse girecek ve küçük düşecek.” dedi.
Hz. Yusuf hapse atılır, uzun süre hapiste yattıktan sonra çıkar. Hükümdar kadınları bir araya topladı, “Derdiniz neydi de Yusuf’tan muradınızı almak istediniz?” diye sordu. Onlar, “Hâşâ, Allah için, ondan bir kötülük görmedik.”dediler. Aziz’in hanımı da “İşte şimdi hak yerini buldu.” dedi. “Ondan muradımı almaya çalışan bendim; o doğruyu söylüyordu.”
Yusuf dedi ki: “Gıyabında kendisine hıyanet etmediğimi ve hainlerin tuzağına Allah’ın muvaffakiyet vermeyeceğini Aziz böylece bilsin istedim.”
Kur’ân’da kıssa bu şekilde anlatılır. Züleyha’nın akıbeti ve Hz. Yusuf’la evlenip evlenmediği Kur’ân’da yer almadığı gibi, Peygamberimizin hadislerinde de geçmez.
Fakat Taberi Tarihi ve İbn-i Esir’in el-Kâmil gibi İslam tarihi kitaplarında şu bilgilere yer verilir:
Züleyha’nın kocası ölünce, Mısır kralı, Züleyha’yı Hz. Yusuf ile evlendirir. Bu esnada Hz. Yusuf ile Züleyha arasında şöyle bir konuşma geçer:
Yusuf Aleyhisselam Züleyha’ya:
“Senin vaktiyle benden istemiş olduğun şeyden, böylesi daha hayırlı değil midir?” der.
Züleyha: “Ey dost! Beni kınama! Gördüğün gibi ben devlet ve dünya nimetleri içinde yaşayan güzel bir kadındım. Eşimin ise kadınlarla teması yoktu. Allah seni olduğun gibi çok güzel yaratmıştı. Gördüğün gibi nefsim bana baskın gelmişti.” der.
Yine bu kaynaklarda verilen bilgiye göre, Yusuf Aleyhisselam Züleyha’yı bekar olarak bulmuştur. Bu evlilikten iki oğulları olmuştur.
Züleyha Allah tarafından affedilmiş olmalı ki bir peygamberin hanımı olmuştur. Âyette yer aldığına göre, eşi olaya şahit olduğunda Züleyha’ya, Allah’tan af dilemesini söyler ki, tövbe ettiği anlaşılıyor.
Dövme yaptırmak
Dövme, derinin iğne ucuyla çizilip kanatılmasından sonra sürülen boyanın deri altına geçmesini ve bir daha çıkmamasını sağlayan bir işlemdir. Peygamberimiz bu şekilde dövme yapanı ve yaptıranı lanetlemiştir. Bu ister canlı resmi olsun ister cansız olsun hepsini kapsar.
İlgili Hadis-i Şerif:“Resulullah sallallahu aleyhi ve selem faiz yiyeni, yedireni, ona şahitlik edenleri, onu yazanı; dövme yapanı, güzelleşmek için dövme yaptıranı, sadakaya mani olanı, hulle* yapanı ve hulle yaptırmak isteyeni lanetledi.”
| Buhârî, Libâs, 82-87; Müslim, Libâs, 119
Dövme Yaptırmak Neden Caiz Değildir?
Cenabı Hak normal şartlarda hele insanı en güzel şekilde yaratmış. İnsanın değişiklik yapmasına Allah rıza göstermemiştir. Fıtratı değiştirmek, damgalar oluşturmak gibi şeyler işin içine girmektedir. Vücut her ne kadar bizimse de insanın bedeni üzerindeki tasarrufu emanettir. Emanetin sahibi vardır. Dövme yaptırmak dinimizde normal kabul edilmemiştir. Yani dinimizin sakıncalı gördüğü işlerdendir, hususlardandır. Dinimizde bir insanın vücuduna hele hele eza ve cefa da oluşturuyorsa lüzumsuz bir kısım şeylerin yapılmasını dinimiz uygun görmemiştir. Sadece gerek görülüyorsa sağlık zaruriyetlere izin vardır ama dövme yaptırmak gibi hususlar dinimizin caiz karşıladığı bir husus değildir. Hadislerimiz vardır bu konuda. İslami ilmihal kitaplarımıza da girmiştir. İslamiyet bunu norma karşılamıyor.
Dövme Gusul Abdestine Engel Olur mu?
Dövme derinin altındadır. Yani dış derinin altında yer alıyor. Abdest ve gusulde ise derinin altını değil, üstünü yıkamak farzdır. Dövme de derinin altında kaldığına göre, onun bedenin herhangi bir yerinde bulunması abdeste ve gusle mani olmaz. Üzerinin yıkanmasıyla abdest ve gusül sahih olur.
Ayrıcai dövme, namaz kılmaya, ibadetlerin yerine gitirmeye, camiye ve cemaate gitmeye, Kuran okumaya da asla engel değildir.
Böyle bir günahı işlemiş olan kimse de Allah’tan mağfiret diler, tövbe istiğfar eder. Ve inşallah da kabul edilir.
Dövmeyi Yaptıran İnsan Ne Yapmalıdır?
İmam Nevevî, sağlık bakımından zarar vermediği takdirde dövmenin vücuttan giderilmesi gerektiğini söyler. Yapılacak operasyonun vücuda zarar vermesi veya geride çirkin bir manzara bırakması sebebiyle dövme giderilemezse kişi tövbe etmekle günahından kurtulur. (Şerhu Müslim, XIV, 106)
Bundaki hüküm, dövmeyi yaparken kullanılan maddeye göre değişir. Şayet bu maddeler dinen necis sayılanların arasında bulunuyorsa, dövme de o hükme girer. Şayet temizse, o da temizdir. Bunda yapılacak şey, şayet ufak bir müdahale veya ameliyatla hallediliyorsa gidermeye çalışmaktır. Şayet giderilemiyor, buna da imkan bulunamıyorsa, o şekilde bırakılır. Çünkü Cenab-ı Hak kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemez, onun üstesinden gelemeyeceği, yapamayacağı şeyleri istemez.
Gafletten Kurtuluş
Gaflet bir yandan ruh ile bedenin kaynaşmasından sonra ortaya çıkan bir insanlık özelliğidir. Bu uyanıklık ve tefekkür hali sadece meleklere hastır. Cismanî olan bünye, hayvansal ve bitkisel özelliğe sahip olduğu için bu iki özelliğin yansımalarını gösterirken ileriye görememeye başlar. Buna gaflet denilir.
Gafletten kurtulmak için, din imtihanını sürekli düşünmek, hesap gününü unutmamak, imanı güçlendirmek, amel yaparak Allah’tan yardım istemek gerekir. “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” (bk. Buhari, İman 16-29) manasındaki hadis bu sürekliliğin önemine işaret edilmektedir.
İnsan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir. Hatta bütün kainat intizam ve ahengini insana odakladığı için, insan şayet vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse kainat bundan şikayetçi olup kızacaklar. Bu sebeple deprem ve sel gibi musibetler başımıza geliyor. İnsanın gafleti kainatın intizamını rencide ediyor ve musibetlerin gelmesine fetva verdiriyor.
Huşu ve huzur ise; Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip, ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize O’nu hatırlatır ve O’nu gösterir; ne yana kafamızı çevirsek onu görürüz.
Diğer taraftan, istiğfar ve tövbe de; tıkanan feyiz kanalarını açan bir kılavuz gibidir. Ne kadar çok kullanırsak, feyiz kanalları o kadar berrak ve temiz olur.
İyi Sevgi,Kötü Sevgi
Sevgi mutlak olarak
düşünüldüğünde, netlik ve miktar itibariyle farklılık arzeden bir çok sevgiyi
içinde barındıran bir histir. Bunun Allah hakkında en çok bahsedileni sadece
O'na has olan, O'nun layık olduğu, başkasına yakışmayan kulluk, tevbe gibi
sevgilerdir. Çünkü kulluk O'ndan başkasına olmaz.
Tevbe de öyle.
Yüce Allah
sevgiyi kendisinin mutlak ismiyle (Allah ismi) birlikte anmış ve şöyle
buyurmuştur:
"... Yüce Allah öyle bir topluluk getirir ki, onları sever, onlar
da onu severler." (Maide, 54)
"İnsanların bir kısmı Allah
dışında ortaklar edinir ve onları Allah gibi severler. İman edenler ise Allah'a
daha çok sevgi beslerler." (Bakara, 165)
En kötü ve çirkin sevgi ise
Allah'la birlikte başkasını sevip Allah'a ortak ettiği o şeyi Allah kadar
sevmektir.
İyi sevgilerin en büyüğü
sadece Allah'ı ve O'nun sevdiklerini sevmektir.
Bu sevgi mutluluğun başı ve
temelidir, hiç kimse bu olmaksızın azaptan kurtulamaz.
Kötü yani "şirk bulaşmış
sevgi" ise bedbahtlığın başı ve temelidir, azapta da daimî olarak sadece
bunlar kalacaklardır.
Şu halde Allah'ı sevip yalnız
O'na kulluk edenler cehenneme girmeyecekler, günahları sebebiyle girenlerin
hepsi de eninde sonunda oradan çıkacaklardır.
Kur'an âyetleri hep bu sevgi ve
bunu gerektiren şeyleri emir, diğer sevgi ve onu gerektiren şeylerden de nehiy
etrafında döner.
İki çeşit sevgiye örnekler verir. İkisinin kıssalarını anlatır.
Bu iki kesimin ve dostlarının hareket ve tarzlarını detaylıca anlatır. Her
birinin ilâhını tanıtır, neler yaptıklarından haber verir. Bu iki kesimin üç
dönemde, dünya yurdu, berzah yurdu ve ahiret yurdundaki hallerinden bahseder. Kur'an bu iki kesimin hallerini açıklamak için gelmiştir.
Baştan sona tüm peygamberlerin
davalarının temeli de:
Eşi olmayan tek Allah'a
kulluk etmekten ibarettir ki bu da Allah'a tam bir sevgiyi, O'na boyun eğmeyi,
önünde eğilmeyi, O'nu yüceltip büyültmeyi ve bunların kesin sonucu olan itaat ve
takvayı içerir.
Nitekim Buhârî ve Müslim'in Enes
kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
"Hayatım
elinde bulunan zata yemin ederim ki her hangi biriniz beni babasından,
çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz."
Buharî'de geçtiğine göre Hz.
Ömer Allah Rasûlüne:
"Ey Allah Rasûlü! Vallahi seni kendim hariç her şeyden çok
seviyorum." demiş,
O (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Hayır ey
Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe iman etmiş
olamazsın!" buyurmuş,
Hz. Ömer (r.a.):
"Seni hakla gönderen Allah'a andolsun ki
seni kendimden de çok seviyorum" deyince,
Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"İşte şimdi ey Ömer!"
buyurmuştur.
Allah'ın (c.c.) bir kulunun ve
elçisinin sevgisi böyle olur ve bu sevginin kişinin kendisine, babasına,
çocuğuna ve tüm insanlara sevgisinin önüne geçmesi böyle vacip olursa, O'nu
gönderen Yüce Allah'ın kendisinin sevgisi ve bu sevginin başka sevilerden fazla
olmasının zorunluluğu ne derece olur?
Allah sevgisi özellik açısından,
benzersiz olma yönünden diğer sevgilerden ayrılır. Zira kulun yüce Allah'ı
babasından çocuğundan, hatta gözünden, kulağından ve ruhundan çok sevmesi,
hakîki ilâhının ve mabudunun ona tüm bunlardan daha sevimli olması gerekir. Zira
bir şey bazen bir yönüyle sevilip diğer yönüyle sevilmez, bazen başka bir şeyin
hatırına sevilir.
Ancak zâtından dolayı ve tüm
yönlerden sevilecek tek şey Allah'tır, İlâhlığa O'ndan (c.c.) başkası lâyık
değildir:
"Şayet yerde, gökte Allah'tan
başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti."
(Enbiyâ, 22)
Zaten:
"ilâh edinmek"
sevgi beslemek, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
Büyük Günahlar
Alimler büyük günahların belli
bir sayıyla sınırlı olup olmadığında iki görüşe sahiptirler.
Sınırlı olduğunu söyleyenler
bunun sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İbn Mesud (r.a.) dört tane,
Abdullah
b. Ömer yedi,
Abdullah b. Amr b. Âs dokuz,
bazıları: on bir,
başka birileride: yetmiş tanedir, demişlerdi.
Ebû Tâlib Mekkî derki:
Büyük
günahları sahabîlerin sözlerinden derledim ve bunların dördünün kalpte olduğunu
gördüm. Onlar:
1 - Allah'a eş koşmak,
2 - Günahta ısrar etmek (vazgeçmemek),
3 - Allah'ın
rahmetinden ümit kesmek ve
4 - Kendini Allah'ın tuzağından (dünya ve ahirette
azabından) güvende hissetmektir.
Dördü dildedir ve onlar:
1 - Yalan
şahitlik,
2 - Temiz kadınlara iftira,
3 - Yalan yemin ve
4 - Sihirdir.
Üçü midededir:
1 - İçki
içmek,
2 - Yetim malı yemek ve
3 - Faiz yemek,
İkisi fercdedir:
1 - Zina ve
2 - Lûtilik.
İkisi eldedir:
1 - Öldürmek ve
2 - Hırsızlık yapmak.
Biri ayaktadır: ve o
düşmanla karşılaşıldığında firar etmektir.
Biri de tüm bedenle
ilintilidir: o da ana babaya âsî olmaktır.
12/11/2013
Aşkın Zararları
Bilindiği gibi maddî aşkın dinî
ve dünyevî hiçbir faydası yoktur. Aksine dinî ve dünyevî zararları olabilecek
faydalarından kat kat fazladır. Aşkın zararlarını şöyle sıralayabiliriz:
Bir: Mahlûkun sevgisiyle ve onu
anmakla meşgul olup yüce Rabbin sevgi ve zikrinden mahrum olmaktır. Kalbte
bunların ikisi bir arada bulunamaz. Eninde sonunda biri diğerini yener ve
kalpten çıkarır, güç ve galibiyet kendinin olur.
İki: Kalbinin ondan acı duyması,
işkence çekmesi. Çünkü Allah'tan gayrisini seven mutlaka ondan dolayı ızdırap ve
acı duyar.
Nitekim şair şöyle demiştir:
Yeryüzünde aşıktan bahtsız
kimse yoktur.
Aşkın tadını duyup yaşasa da
Onu her an ağlar görürsün
Ya ayrılık korkusundan veya
hasretten.
uzaklara gitse hasretinden
ağlar
Yakınlara gelse ayrılık
korkusundan sızlanır.
Gözü ayrılık anında da
yaşlıdır, yanıktır. Buluşma anında da.
Aşk sahibi onu tatlı görse de,
aslında o kabir azabından da daha acıdır.
Üç: Kalbi başkasının avucunda
esirdir, ona zillet azabını taddırmaktadır. Fakat aşık sarhoşluğundan dolayı
başına gelenleri hissetmez. Kalbi, aynen onunla oynayan, çeşit çeşit acılar
çektiren bir çocuğun elindeki serçe gibidir.
Nitekim bunlardan biri şiirinde
şöyle der:
Kalbimi ele geçirdin
düşmanlık ve cefayla.
Ben senin umurunda değilim,
oyunda oynaştasın.
Dört: Aşık, aşkıyla meşgul olur
ve dinî, dünyevî tüm işlerini alt üst eder. Onun dinî ve dünyevî maslahatlarını
alt-üst eden aşktan zararlı bir şey yoktur. Çünkü dinî maslahatlar ve faydalar
kalbin gücünü toplayıp Allah'a yönelme oranında elde edilir. Kalbi en çok
dağıtan ve darmadağınık eden şey ise maddî aşktır. Dünyevî maslahatlar da
hakikatte dinî maslahatlara bağlıdır. Dini maslahatları ve faydalan elinden
kaçmış, daha çok kaybolmuştur.
Beş: dinî ve dünyevî belâ ve
âfetler maddî aşıklara, ateşin oduna ulaşmasından daha çabuk ulaşır.
Bunun sebebi şudur: kalp aşka ne
kadar yaklaşır, onunla bağı ne kadar güçlenirse Allah'tan (c.c.) o kadar
uzaklaşır.
Altı: Aşk kalbi ele
geçirip yerleştiğinde, ondaki yaptırım gücü arttığında zihni bozar, vesvese
peyda ettirir. Bazen sahibini akıllarını kaybetmiş deliler güruhuna katar.
Şair diyor ki:
Dediler: Maşukunun delisi
oldun sen.
Dedim ki: Aşk delilikten daha büyüktür.
Aşkın sahibi ebediyyen kendine
gelmez.
Delinin aklı ise arada bir gider
başından.
Yedi: Aşkın duyuların tümünü
veya bazısını bozduğu olur. Bu bozulma bazen manevî bazen maddî olur. Manevî
bozulma kalbin bozulması sonucu olur. Çünkü kalp bozulduğunda göz, kulak ve dil
de bozulur. Kendisindeki ve mâşukundaki çirkin bir şeyi güzel görür.
Nitekim Müsned'de geçen bir hadiste Rasûlullah:
"Bir şeyi sevmen (Seni) kör ve sağır
eder" buyurmuştur.
Aşk kalp gözünü maşukunun kötü
yönlerini ve kusurlarını görmekten kör eder, göz onları görmez olur; kalp
kulağını maşuk hakkında söylenen kötü şeylere karşı sağır eder, onlardan hiçbir
şeyi duymaz olur. Sevgi ve aşk karşıdakinin kusurlarını perdeler.
Bir şeyi arzulayan ve seven
ondaki kusurları görmez. Onları ancak ona karşı arzu ve sevgisi ortadan
kalktığında görür.
Aşırı istek gözü kaplayan bir
perdedir; o şeyi olduğu gibi görmesini engeller. Şairin dediği gibi:
Sana olan aşkım gözümün
üzerinde bir perde varken imiş. O kalkınca başladım nefsimi vermeye, eleştirmeye
Bir şeyin içinde bulunan kimse
onu görmez. İçine girmemiş ve uzakta bulunan da ondaki kusurları görmez. Onun
kusurlarını ancak içine girip çıkmış kimse görür. O yüzden küfürden sonra İslama
giren sahabiler İslâm üzere doğup yetişen kimselerden daha iyi müslümanlar
olmuşlardır.
Hz. Ömer "Cahiliyyeyi
bilmeksizin İslâm üzere doğup yetişenler olduğu vakit İslâmın bağları
kopacaktır." demiştir.
Duyu organlarının zahiren
bozulmasına gelince; aşk insanın bedenini hasta eder, güçsüz bırakır, onu
mahveder, öldürdüğü olur. Bu, aşkın öldürdüğü kimselerin hikâyelerinde açıktır.
İbn Abbas Arafat'ta iken yanına
bir deri bir kemik kalmış biri getirildi. İbn Abbas "Derdi nedir, bunun?" diye
sordu, "Bu aşık" dediler. Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) o gün boyunca aşktan
Allah'a sığındı.
Sekiz: Aşk daha önce geçtiği
gibi, aşırı sevgidir, maşuk aşığın kalbini istila eder, aklı onu düşünme ve
hayal etmeden bir an boş kalmaz, aklından ve zihninden hiç çıkmaz. İşte o
durumda nefis kendindeki hayvanı ve nefsanî yeteneklerini kullanmaya fırsat
bulamaz, sonunda bu yetenek ve güçleri söner gider. Bunun sonucunda bedende ve
ruhta tedavisi zor, hatta imkansız arıza ve sakatlıklar meydana gelir.
Hareketleri yetenekleri ve duyguları tamamen değişir, bunların tümü alt üst
olur. İnsanlar onu düzeltmekten aciz kalırlar.
Şairin dediği gibi:
Sevgi başta bir dalgadır.
Dalgalara yol açar, kader sürükler onu. Genç, aşk dalgalarına kapıldığı vakit,
Dayanılmaz büyük şeyler olur.
Aşkın başı kolay ve tatlı,
ortası hüzün, kalp meşgalesi ve hastalık, sonu ise -Allah'ın yardımı yetişmediği
taktirde- sakatlık ve ölümdür. Bir şair şöyle der:
Aşktan uzak yaşa; zira aşkın
başı yorgunluk. Ortası hastalık, sonu ise ölümdür.
Bir diğeri de şöyle der:
Kendini aşka attı, sonunda
âşık oldu. Onunla başbaşa kalınca da tahammül edemedi. Bir şeyler gördü; onu
dalga sandı. Ona ulaşınca içinde boğuluverdi.
Cehaletin İlacı Sormaktır
Burada söz konusu edilenler,
kalp, ruh ve bedenin hastalığı ve şifası hakkında geçerlidir.
Örneğin Rasûlullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) cehaleti bir hastalık saymış, onun devasının âlimlere sormak olduğunu
belirtmiştir.
Nitekim Ebû Dâvûd "Sünen" inde
Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivayet
etmiştir:
"Bir yolculuğa çıktık. Bizden birine bir taş isabet etti ve başını
yardı. Adam sonra ihtilâm oldu.
Arkadaşlarına:
"Benim için teyemmüm ruhsatı
bulabiliyor musunuz?" dedi.
Onlar:
"Suya güç yetirdiğinden senin için bir ruhsat
göremiyoruz" dediler.
Adam gusletti ve hastalanıp öldü.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve sellem)
yanına gelince bu hâdise ona anlatıldı. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Öldürdüler. Allah
onları öldürsün! Bilmiyorlardıysa sorsalardı ya! Cehaletin ilacı sormaktır. Onun
teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine bez sarıp üzerine meshetmesi, sonra
bedeninin diğer kısmını yıkaması yeterliydi."
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
sellem) burada cehaletin
bir hastalık, şifasının ise sormak olduğunu haber vermiştir.
11/11/2013
İslâm Dışılığa Saygı mı Gösterelim ?
Yaratılış düzeni ile değişik inançlara ve yaşam
tarzlarına eğilimli ve kabiliyetli olarak yaratılan insan, akıl ve irade
verilerek, peygamberler gönderilerek denemeye uğratılmıştır.
İnanç ve yaşam özgürlüğü verildiği içindir ki Muhammed çağı insanlığı dahil tüm insan topluluklarında farklı inançlar ve düşünceler olmuştur ve olacaktır. Kurân penceresinden bakıldığında ve hayatın içine girildiğinde bu farklılığı görebiliriz.
Dinimiz İslâm, Mevlâmız tarafından özgür tercihler temeline oturtulduğu ve insanlar arasında mümin-kâfir-münafık ayrımı yapıldığı için müminler inanç ve düşünce farklılıklarını tabii görmekle yükümlüdürler. Fiziki ve fikrî tecavüzlerden beri bütün insanlarla adâlet ve yardım çizgisinde güzel geçinmekle de öğütlüdürler.1
Ayrıntılara inmeksizin yaptığımız bu temel tespitlerden sonra hutbemizin omurgasını oluşturacak konuya girerek sorabiliriz.
Müslümanlar olarak güzel geçinmekle mükellef olduğumuz insanların değişik inanç merkezli düşüncelerine saygı duyabilir miyiz?
Yaşadığımız dönemin entelektüel tavrıyla "Şu şu düşüncelerin doğruluğuna inanmıyorum. Ama saygı duyuyorum, diyebilir miyiz?"
Bu sebeple Allah'ın birliği, insanın yüceliği, can-mal-konut dokunulmazlığı, din ve düşünceyi ifade özgürlüğü, seçme-seçilme-örgütlenme hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarının korunması, şûraya dayalı (demokratik) yapılanma gibi İslâm'ın yücelttiği, görevleştirerek Âhiret sorumluluğuyla irtibatlandırdığı temel değerlere bağlı düşüncelere saygı duyabiliriz.
Bu tür düşüncelerin farklı ve karşıt inanç bağlılarınca ifadelendirilmiş olması, onları kabulümüze ve savunmamıza asla engel oluşturmaz.
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" ile örneklendirilebilecek bu saygı duyabileceğimiz düşüncelerin çerçevesini daha da genişletebiliriz.
İslâm'ın değiştirilemez düsturlarıyla çelişmedikçe, bilimsel aklın güzel bulduğu, çoğunluğun ilgi duyduğu değişik düşünce ve projelere de saygı duyabiliriz.
İslâmî vahyin belirlemediği alanlarda olgun aklın ölçü alınabilirliği ve hükmünde yanılgıya düşen âdil hakimin sevablanabileceği gibi nebevi ölçüleri, saygıyı meşrulaştırıcı deliller olarak değerlendirilebiliriz.2
Ancak ateizm, ırkçılık, homoseksüellik, evlilik dışı ilişki, içki-kumar-fuhuş endüstrisi, faize dayalı ekonomik yapı, emeği sömürü, emperyalist amaçlı harp, şahıs ve zümre egemenliği, ölüm cezasını dışlayan ceza sistemi, haklar ve özgürlükleri kısıtlayan ve şiddet içermeyen düşünceleri mahkum eden yasalar, İslâmı dışlayan ve dinî yaşamı engelleyen baskılar ve daha niceleri gibi İslâm'la çelişen uygulamaları meşrulaştırıcı düşüncelere asla saygı duyamayız.
Bunları kabul edilebilir ve savunabilir düşünceler olarak görüp saygı duymak müslümanı yalnızca günahkâr kılmaz, İslâm dairesinden de çıkarır, nikahı düşürür, varis ve müris olma haklarını giderir ve de ebedî azaba sürükler.
İslâm yanısıra insanın doğasıyla, bilgi ve tecrübe birikimleriyle de çatışan bu tür fikirlere (düşüncelere) saygı duyulamaz, ancak ve ancak tahammül edilebilir.
Çok iyi bilinmelidir ki müminler için tahammül etmek entelektüel bir girişim değil İslâm'ın yüklediği bir görevdir. Şimdi tahammülü meşrulaştırıcı ve görevleştirici Kurâni ölçüleri özetleyelim.
Yüce Allah insalara, varlığını inkâr etme ve yasalarına aykırı yaşama hürriyetini vermiştir. Gönderdiği peygamberlerine de yalnızca tebliğ etme görevini yüklemiştir.3 Misallendirirsek sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e "Sen ancak bir öğüt vericisin. İnsanlar üzerine salınmış bir zorba değilsin"4 buyrulmuştur. İslâm dışı inanç sahiplerine, inkarcı sözleri ve yıkıcı davranışlarından ötürü nasıl tavır takınacağı, ilişkilerini nasıl sürdüreceği de şöylece belirlenmiştir:
"Karşıt düşünce ve inanç sahiplerinin söylediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl."
"İslâm karşıtlarına boyun eğme. Ezalarına da aldırma. Yalnızca Allah'a dayan. Zira vekil olarak Allah yeter."
"...Büyük sorgulama günü olan Kıyâmet mutlaka gelecektir. Sen hatalarını başlarına kakmadan onları güzelce bağışla."
"Ve de onları kendi haline bırak. Yesinler, zevk etsinler, sonu gelmez arzuları onları oyalıya dursun. Ama yakında bilecekler."5
Sevgili Peygamberimize yönelik emirler kendilerini bağlasa da Yüce Mevlamız özel emirleriyle müminleri de yönlendirmiştir.
Allah'ın birliğini ihlal, O'na ait tanrısal vasıfları hacerî ve madenî putlara, şahıslara, ilkelere ve sistemlere verme niteliğinde de olsa düşünceleri ve inançlarından ötürü insanların aşağılanması öncelikli olarak yasaklanmıştır.6
"Allah'tan başka varlıklara yakaranlara sövmeyiniz..." şeklinde konulan bu ilâhî yasağı, sunacağımız âyetlerle öğütlenen görevler izlemektedir.
"...Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve bu âyetlerle alay edildiğini işittiğinizde bir başka konuya girinceye kadar onlarla beraber oturmayın..."
"Müminler temelsiz düşünceleri yansıtan boş sözleri işittiklerinde ilgi göstermez, yüz çevirirler. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Güvenlik içinde yaşayın. Biz (gerçekleri) bilmezleri önemsemeyiz, derler."
"...(Düşünceleri ve eylemlerinden ötürü) bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi asla adâletsizliğe sevketmesin, âdil olun..."
"Ey Peygamber! Müminlere söyle; Allah'ın (sorgulama) günlerine inanmayanları affetsinler. (Çünkü) insanlara hak ettiklerinin karşılığını vermek (yalnız) Allah'a özgüdür."7
Yukarıda özetlenen Hz. Peygamber'e ve müminlere yönelik ilâhî emirler-öğütler İslâm'la çelişen ve olgun akılla çatışan düşüncelere-inançlara saygı değil ancak tahammül gösterebileceğimizi belirtmektedir. Zira Kurân çizgisinde sürdürülecek sabır, yüz çevirme, adâlet, kınamaksızın bağışlama ve ilişkiyi kesip yaşantılarıyla başbaşa bırakma gibi tavırlar ancak tahammülle açıklanabilir. Ne var ki tahammüllü olma fertler ve toplum olarak mükellef kılındığımız emri bilmaruf ve nehyi anilmünker görevimizi düşürmez.
İslâm'ın ve olgun aklın gerektirdiği evrensel doğrular olarak nitelendirilebilecek Ma'ruf'a, ilmi veriler ve güzel öğütlerle çağıracağız. İslâm-akıl birlikteliğinin dışladığı Münker vasıflı söz-davranış ve işlerden de sakındıracağız.
İnançlarımıza göre yaşamamızı engellemedikçe ve topluma çağrı görevimize mani olmadıkça karşıt düşüncelere tahammül ve kültürel mücadele sürdüreceğimiz doğrultumuzdur.
Özetlersek...
Biz müminiz. İslâm ölçümüz, vahiyle ayarlı akıl da rehberimizdir. İslâmla ve bilimsel akılla kaynaşan düşüncelere saygı duyarız. Katılmadığımız fikirlere saygı duymaz, sadece tahammül gösteririz. Ancak şiddete başvurmadan, şahsiyetleri incitmeden Hakk'a çağrı görevimizi de yaparız. İnsanlık dışı davranışlara sabır göstermeyi denersek de karşılık vermeyi de hak biliriz.8
Yazımızı Şeyh Sadi'nin niçin mütehammil olmamız gerektiğini gönül kulaklarımıza fısıldayan bir yakarışı ile bitiriyoruz:
"Ey görünmeyen hazinesinden puta tapanlara, kâfirlere rızık maaşı veren Allah'ım!
Düşmanlarını bile gözetiyorsun. Dostlarını nasıl mahrum edersin."
1- Mümtehine 8
2- Ebu Davud, Ekziye 11
3- İnsan 3-4, Kehf 29
4- Ğaşiye 21-22
5- Sırasıyla bak. Müzzemmil 10, Ahzab 48, Hicr 85,
&- En'am 108
7- Sırasıyla bak. Nisa 140, Kasas 51, Maide 8, Casiye 14
8- Nahl 125
İnanç ve yaşam özgürlüğü verildiği içindir ki Muhammed çağı insanlığı dahil tüm insan topluluklarında farklı inançlar ve düşünceler olmuştur ve olacaktır. Kurân penceresinden bakıldığında ve hayatın içine girildiğinde bu farklılığı görebiliriz.
Dinimiz İslâm, Mevlâmız tarafından özgür tercihler temeline oturtulduğu ve insanlar arasında mümin-kâfir-münafık ayrımı yapıldığı için müminler inanç ve düşünce farklılıklarını tabii görmekle yükümlüdürler. Fiziki ve fikrî tecavüzlerden beri bütün insanlarla adâlet ve yardım çizgisinde güzel geçinmekle de öğütlüdürler.1
Ayrıntılara inmeksizin yaptığımız bu temel tespitlerden sonra hutbemizin omurgasını oluşturacak konuya girerek sorabiliriz.
Müslümanlar olarak güzel geçinmekle mükellef olduğumuz insanların değişik inanç merkezli düşüncelerine saygı duyabilir miyiz?
Yaşadığımız dönemin entelektüel tavrıyla "Şu şu düşüncelerin doğruluğuna inanmıyorum. Ama saygı duyuyorum, diyebilir miyiz?"
* * *
İslâm insanı yaratan Allah'ın insan için koyduğu din olduğu için
İslâm'ın temel değerleri ile insanlığın ortak eğilimleri arasında
örtüşme tabîidir.Bu sebeple Allah'ın birliği, insanın yüceliği, can-mal-konut dokunulmazlığı, din ve düşünceyi ifade özgürlüğü, seçme-seçilme-örgütlenme hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarının korunması, şûraya dayalı (demokratik) yapılanma gibi İslâm'ın yücelttiği, görevleştirerek Âhiret sorumluluğuyla irtibatlandırdığı temel değerlere bağlı düşüncelere saygı duyabiliriz.
Bu tür düşüncelerin farklı ve karşıt inanç bağlılarınca ifadelendirilmiş olması, onları kabulümüze ve savunmamıza asla engel oluşturmaz.
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" ile örneklendirilebilecek bu saygı duyabileceğimiz düşüncelerin çerçevesini daha da genişletebiliriz.
İslâm'ın değiştirilemez düsturlarıyla çelişmedikçe, bilimsel aklın güzel bulduğu, çoğunluğun ilgi duyduğu değişik düşünce ve projelere de saygı duyabiliriz.
İslâmî vahyin belirlemediği alanlarda olgun aklın ölçü alınabilirliği ve hükmünde yanılgıya düşen âdil hakimin sevablanabileceği gibi nebevi ölçüleri, saygıyı meşrulaştırıcı deliller olarak değerlendirilebiliriz.2
Ancak ateizm, ırkçılık, homoseksüellik, evlilik dışı ilişki, içki-kumar-fuhuş endüstrisi, faize dayalı ekonomik yapı, emeği sömürü, emperyalist amaçlı harp, şahıs ve zümre egemenliği, ölüm cezasını dışlayan ceza sistemi, haklar ve özgürlükleri kısıtlayan ve şiddet içermeyen düşünceleri mahkum eden yasalar, İslâmı dışlayan ve dinî yaşamı engelleyen baskılar ve daha niceleri gibi İslâm'la çelişen uygulamaları meşrulaştırıcı düşüncelere asla saygı duyamayız.
Bunları kabul edilebilir ve savunabilir düşünceler olarak görüp saygı duymak müslümanı yalnızca günahkâr kılmaz, İslâm dairesinden de çıkarır, nikahı düşürür, varis ve müris olma haklarını giderir ve de ebedî azaba sürükler.
İslâm yanısıra insanın doğasıyla, bilgi ve tecrübe birikimleriyle de çatışan bu tür fikirlere (düşüncelere) saygı duyulamaz, ancak ve ancak tahammül edilebilir.
Çok iyi bilinmelidir ki müminler için tahammül etmek entelektüel bir girişim değil İslâm'ın yüklediği bir görevdir. Şimdi tahammülü meşrulaştırıcı ve görevleştirici Kurâni ölçüleri özetleyelim.
Yüce Allah insalara, varlığını inkâr etme ve yasalarına aykırı yaşama hürriyetini vermiştir. Gönderdiği peygamberlerine de yalnızca tebliğ etme görevini yüklemiştir.3 Misallendirirsek sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e "Sen ancak bir öğüt vericisin. İnsanlar üzerine salınmış bir zorba değilsin"4 buyrulmuştur. İslâm dışı inanç sahiplerine, inkarcı sözleri ve yıkıcı davranışlarından ötürü nasıl tavır takınacağı, ilişkilerini nasıl sürdüreceği de şöylece belirlenmiştir:
"Karşıt düşünce ve inanç sahiplerinin söylediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl."
"İslâm karşıtlarına boyun eğme. Ezalarına da aldırma. Yalnızca Allah'a dayan. Zira vekil olarak Allah yeter."
"...Büyük sorgulama günü olan Kıyâmet mutlaka gelecektir. Sen hatalarını başlarına kakmadan onları güzelce bağışla."
"Ve de onları kendi haline bırak. Yesinler, zevk etsinler, sonu gelmez arzuları onları oyalıya dursun. Ama yakında bilecekler."5
Sevgili Peygamberimize yönelik emirler kendilerini bağlasa da Yüce Mevlamız özel emirleriyle müminleri de yönlendirmiştir.
Allah'ın birliğini ihlal, O'na ait tanrısal vasıfları hacerî ve madenî putlara, şahıslara, ilkelere ve sistemlere verme niteliğinde de olsa düşünceleri ve inançlarından ötürü insanların aşağılanması öncelikli olarak yasaklanmıştır.6
"Allah'tan başka varlıklara yakaranlara sövmeyiniz..." şeklinde konulan bu ilâhî yasağı, sunacağımız âyetlerle öğütlenen görevler izlemektedir.
"...Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve bu âyetlerle alay edildiğini işittiğinizde bir başka konuya girinceye kadar onlarla beraber oturmayın..."
"Müminler temelsiz düşünceleri yansıtan boş sözleri işittiklerinde ilgi göstermez, yüz çevirirler. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Güvenlik içinde yaşayın. Biz (gerçekleri) bilmezleri önemsemeyiz, derler."
"...(Düşünceleri ve eylemlerinden ötürü) bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi asla adâletsizliğe sevketmesin, âdil olun..."
"Ey Peygamber! Müminlere söyle; Allah'ın (sorgulama) günlerine inanmayanları affetsinler. (Çünkü) insanlara hak ettiklerinin karşılığını vermek (yalnız) Allah'a özgüdür."7
Yukarıda özetlenen Hz. Peygamber'e ve müminlere yönelik ilâhî emirler-öğütler İslâm'la çelişen ve olgun akılla çatışan düşüncelere-inançlara saygı değil ancak tahammül gösterebileceğimizi belirtmektedir. Zira Kurân çizgisinde sürdürülecek sabır, yüz çevirme, adâlet, kınamaksızın bağışlama ve ilişkiyi kesip yaşantılarıyla başbaşa bırakma gibi tavırlar ancak tahammülle açıklanabilir. Ne var ki tahammüllü olma fertler ve toplum olarak mükellef kılındığımız emri bilmaruf ve nehyi anilmünker görevimizi düşürmez.
İslâm'ın ve olgun aklın gerektirdiği evrensel doğrular olarak nitelendirilebilecek Ma'ruf'a, ilmi veriler ve güzel öğütlerle çağıracağız. İslâm-akıl birlikteliğinin dışladığı Münker vasıflı söz-davranış ve işlerden de sakındıracağız.
İnançlarımıza göre yaşamamızı engellemedikçe ve topluma çağrı görevimize mani olmadıkça karşıt düşüncelere tahammül ve kültürel mücadele sürdüreceğimiz doğrultumuzdur.
Özetlersek...
Biz müminiz. İslâm ölçümüz, vahiyle ayarlı akıl da rehberimizdir. İslâmla ve bilimsel akılla kaynaşan düşüncelere saygı duyarız. Katılmadığımız fikirlere saygı duymaz, sadece tahammül gösteririz. Ancak şiddete başvurmadan, şahsiyetleri incitmeden Hakk'a çağrı görevimizi de yaparız. İnsanlık dışı davranışlara sabır göstermeyi denersek de karşılık vermeyi de hak biliriz.8
Yazımızı Şeyh Sadi'nin niçin mütehammil olmamız gerektiğini gönül kulaklarımıza fısıldayan bir yakarışı ile bitiriyoruz:
"Ey görünmeyen hazinesinden puta tapanlara, kâfirlere rızık maaşı veren Allah'ım!
Düşmanlarını bile gözetiyorsun. Dostlarını nasıl mahrum edersin."
1- Mümtehine 8
2- Ebu Davud, Ekziye 11
3- İnsan 3-4, Kehf 29
4- Ğaşiye 21-22
5- Sırasıyla bak. Müzzemmil 10, Ahzab 48, Hicr 85,
&- En'am 108
7- Sırasıyla bak. Nisa 140, Kasas 51, Maide 8, Casiye 14
8- Nahl 125
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
-
Kur'an'da, Allah'a karşı suç işlemekten ve haddi aşmaktan sakınan, Allah'ın azabından ve O’na mahçup olmaktan korka...
-
İslam düşmanları bir araya gelmişlerse buna karşı mü'min insan ne yapabilir? sualine cevaben, Allah(cc); "Sen Allah'a tevekkü...
-
"Allah'ım, Senden hidayet ve doğruluk isterim." (Müslim) "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalplerimizi taa...