15/02/2018

Küresel Dünyada İslam Ve Türkiye



             Eskiden savaş asıl barış istisna idi. İslâmiyet barışı asıl, savaşı istisna haline getirdi. Yani eskiden insanlar sebep varsa barışır, yoksa savaşırlardı. İslâmiyet'te ise, sebep varsa savaşılır, yoksa barış içinde yaşanılır.
Bilindiği gibi canlılar arasında iki temel kanun vardır: Bunlardan biri “çatışma kanunu”dur. Buna göre canlılar devamlı olarak birbirleri ile çatışma halindedir. Kim zayıf ise o yenilir. Yenen ise yenilenin bedeninden beslenir, semirir ve yaşar. Burada denge çıkar çatışması üzerine kurulmuştur. Buna "kuvvet düzeni" denir.

Diğer taraftan bir çok canlı arasında dayanışma vardır. Mesela, insanın hücreleri ayrı ayrı canlı oldukları halde birbirleriyle çekişmezler, tam tersine birbirlerine dayanarak hayatlarını sürdürürler. Buna "hak düzeni" diyoruz. Yani çatışmadan herkes kendi hakkını alır. Ortaklaşa yaşama ise gelişmeye ve korunmaya sebep olur. Bunlar arasında "çıkar paralelliği" ilkesi geçerlidir.
İslâmiyet tüm insanların dayanışma içine girmelerini, çıkar çatışması içinde olmamalarını; ancak bu düzeni kabul etmeyip çatışma içinde olanlara karşı da kuvvetli olunmasını ve misli ile mukabele edilmesini ister.

İslâmiyet kişilerin hak ve hürriyetleri ile topluluğun dirlik ve düzeni arasındaki dengenin sağlanabilmesi için dört mekanizma getirmiştir: Bunlar içtihat, akit, hakemlik ve emirlik müesseseleridir.
İnsana "sen hürsün" demekle insan hür olmaz, tam tersine onu fiilen hür kılmakla hür olur. Bunun için de ona hürriyetini yaşama imkanı verilmelidir. Bunu da topluluk sağlar. Yani İslâmiyet'te topluluk kişinin hürriyetini kısmak için değil, hürriyetini yaşayabilecek imkanları sağlamak için vardır. Bundan dolayıdır ki devlet "hâkim" değil "hâdim"dir.

İslâmiyet'in getirdiği içtihatlarda kitap, sünnet, icma ve kıyas olmak üzere "dört delil" vardır. Ancak bunlara uyup uymama, samimi olup olmama sorumluluğu kişinin kendisine ait olup hesabını Allah'a verecektir. Kişi, "ben böyle içtihat ediyorum" dediğinde topluluk ona karışmamakta ve ondan delil istememektedir. Bu husus insanın tüm hayatı için çok önemli bir husustur.
İman, sorumluluk duygusudur. Kişinin kendisini yaptıklarından sorumlu hissetmesi ve tüm davranışları ile hesap gününe hazırlanmasıdır. Bu sorumluluk duygusu kendisini var eden Allah'a karşıdır. O'na yani Allah'a er geç hesap verecektir.

Toplu bir durumda yaşamak zorunda olan insanlar için bir çok hallerde birbirleri ile yardımlaşma zorunluluğu vardır. Ayrıca korunmak için de bir arada yaşama ihtiyacı vardır. Dayanışma, birine gelecek olan bir sıkıntıyı yardımlaşarak tümünün def etmesidir. Biri hasta olursa onun kalan işlerini diğer ortaklar yaparlar. Böylece hasta olan sigortalanmış olur. Primli sigorta yerine dayanışma sigortası. Bu hastalıkta böyle olduğu gibi savaş gibi afetlerin karşılanması da bu ilkeye dayanır. Bugün seni öldüren yarın beni de öldürür. O halde bugün ben bu mağdura yardım etmeliyim ki yarın da başkası bana yardım etsin. Bu dayanışma mantığı topluluğu ayakta tutacaktır.
Toplulukta dirlik ve düzen olması için topluluk içinde kişilerin adil davranması gerekmektedir. Adalette herkese ehliyetine göre görev, göreve göre yetki, yetkiye göre sorumluluk ve sorumluluğa göre de hak verilir.
Varlığını kabullendiğimiz bir olgu da  küreselleşmedir.Küreselleşme, aşırı bir ferdiyetçiliği öngörmektedir. Ferdin dayanışma içinde bulunduğu aile, köy, grup gibi kurumların parçalanması, ahlakî referansların geçersiz hâle gelmesiyle ferd kimseden yardım ve dayanışma bekleyemez hâle gelmektedir. Bu ortam içinde modern sosyal hayat, yabancılaşma, güvensizlik, yüzyüze olmayan ilişkiler gibi özellikleriyle mekân ve zaman kombinasyonlarının yeniden düzenlenmesine yol açmaktadır. Sosyal ilişkilerin geleneksel çerçevesinden ayrılması ise, bireysel düzeyde güvensizlik ve korkunun ortaya çıkması bakımından büyük bir tehlike anlamına gelmektedir.

Çağımızda İslam Dini'nin en büyük şanssızlıklarından biri, bugün yaşamakta olan insanlar, dünya milletleri arasında çok az tanınmış olması, yahut yeterince tanınmamış olması, başka bir ifade ile olduğundan farklı tanıtılmış olmasıdır. İnsanların kafasında oluşan yanlış imajları silmek ve katıksız olarak İslam Dini'ni bütün yönleriyle tanıtmak en önemli hizmetlerden biridir.

Bize düşen hazırlıklı olabilmek ve ayakta kalabilmektir. Ayakta kalmakta endişemiz varsa yapılacak tek şey, Neremiz zayıf ise orayı güçlendirmek. Bu gözle baktığımızda küreselleşen dünyada inançlarımız ve ülkemiz açısından hayırlı şeylerin olacağını varsayabiliriz.



14/02/2018

İnancın Kaybolduğu Yerde Kadına Şiddet

   
       İnançla şiddetin birbiriyle olumlu yada olumsuz bağı, dikkate değer niteliktedir.Yapılan bir araştırmaya göre;

Kadınların %12.3'ü eşleri tarafından sık sık ve ara sıra hakarete uğradıkları; eşin hakaretine uğrama oranının kadınlarda iki misli fazla olduğu ama yaşla birlikte değişmediği saptanmıştır.
14 yaşından büyük kişilerin karı-koca ilişkilerindeki gerginleşme nedenleri arasında en çok yer verdikleri durumlar, "eşin evle ilgilenmemesi" (%66.2), "eşin saygısız tavır ve davranışları" (%56.6), "eşin kötü alışkanlıkları" (%56.5) olarak sıralanmaktadır. Bu değerlendirmeler, bir bakıma gerçek hayatın yansımaları olduklarından aile içi gerilimlerin nedenlerini araştırmaya ve bu gerilimleri azaltmaya yönelik girişimlerin hangi konular üzerinde yoğunlaşması gerektiği konusunda bir fikir vermektedir.

Eşler arasındaki şiddetin yukarıda belirtilenlerin dışında kalan bazı  yönleri de bulunmaktadır. örneğin eşle kavgaya varan münakaşalar yapma oranı arttıkça, (özellikle kadınların) eş tarafından dövülme oranlarının arttığı, aynı durumun eşin hakaretlerine maruz kalma açısından da geçerli olduğu ortaya çıkmıştır. Eşler arasında duygu ve düşünce paylaşımı yönünden ne kadar uyumlu ve tatmin edici bir ilişki varsa, şiddet ölçeğinden alınan puanlar da o ölçüde artmaktadır, üstelik bu durumdan kendilerini değil eşlerini sorumlu tutanlarda da bu artış çok yüksek oranlara ulaşmaktadır. Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta kişilerin yarısından fazlası da "ara sıra" ve "çok az" da olsa kavgaya varan münakaşalar yaptıklarını bildirmektedirler. 
Demek ki uyumlu ve tatmin edici bir evlilik ilişkisi olabilmesi için, eşle kavgaya varan münakaşalar yapılmaması gerektiği, görüşülenlerin büyük bölümünce koşul olarak görülmemektedir. 
Araştırma, eşle duygu ve düşüncedeki paylaşım düzeyleriyle cinsel yaşamdaki paylaşım düzeyleri arasında birebir olmasa bile büyük ölçüde bir mütekabiliyet ilişkisi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla cinsel paylaşım düzeyleriyle eşler arasındaki ilişkiler, duygu ve düşüncedeki paylaşım düzeyleriyle eşler arasındaki ilişkilere büyük ölçüde benzemektedir. Cinsel yaşamdaki paylaşım, eşler arasındaki ilişkinin dolayısıyla evlilikte şiddet görünümlerinin iyi bir ölçütü gibi görünmektedir. Bir başka olgu, evlilikte şiddet görünümlerinin iyi bir ölçütü, ailedeki karar alma süreçlerine katılımdır. Ailedeki karar alma süreçlerine üyelerin katılımı arttıkça, eşler arasındaki duygu ve düşünceleri paylaşım düzeyi açısından tatmin edici ve uyumlu ilişki olasılığı da artmakta; aynı şekilde eşler arasındaki şiddet görünümleri de gerilemeye uğramaktadır. Ailedeki karar alma süreçlerine üyelerin katılımları arttıkça, evde çocukların dövülme sıklıkları da belirgin biçimde azalmaktadır. 

Şiddete maruz kalınan bir çocukluk yaşamak, sonraki yaşamda ailede ve toplumsal alanda bir şiddet uygulayıcısı olma şansını artırmaktadır ve büyük olasılıkla tüm bu alanlardaki şiddet zincirinin temel ve başlatıcı halkasını oluşturmaktadır. Bu açıdan Türkiye'deki şiddet eğilimlerini düşürmenin yolu, çocuk eğitiminde şiddeti bir yöntem olarak kullanmaktan kaçınmaktır. 

Aile içi dayanışma ile akrabalarla görüşme ve yardımlaşma oranları azaldıkça, şiddet ölçeği puanları yükselmektedir. 

Alkol ile şiddet arasında da açık bir ilişki görülmektedir. 

Bireylerin eğitim düzeylerindeki artışa bağlı olarak, şiddet eğilimleri azalmaktadır. Aynı şekilde gelecekle ilgili beklentilerdeki olumluluk düzeyine bağlı olarak da şiddet eğilimleri azalmaktadır.

Siyasal sistemle ilişkileri kötü olan bireylerin şiddet eğilimleri ile siyasal sistemle ilişkileri iyi olan bireylerin şiddet eğilimleri arasındaki farklılaşmalar anlamlı bulunmuştur.

Netice olarak, inananlar aile yaşayışında da Hz.Peygamber’i (asm) örnek alıp, önder edinerek saadete ulaşırlar. Çünkü Allah, Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur:
 ”Gerçek şu ki, Allah’ı ve âhiret gününü (korku ve umutla bekleyen) ve O’nu her daim zikreden kimseler için Allah’ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” (Ahzâb, 33/21)

Hz. Ayşe (r.anha) ile beraber yemek yerken özellikle dikkat eder. Bardağın Ayşe (r.anha)’nin içtiği yerinden su içer… Et yiyorlarsa Ayşe (r.anha)’nin ısırdığı eti elinden alır, onun ağzının değdiği yerden ısırır. Kendi elleriyle Ayşe (r.anha)’yi yedirir. 

Kalabalık bir grup içindedirler. Bir arkadaşı uzun bir zamandır merak ettiği bir soru sorar.
“Ey Allah’ın Elçisi! En çok kimi seviyorsunuz?”
Cevapta hiçbir çekingenlik ve kompleks yoktur.
“Ayşe (r.anha)’yi.”
Aynı soru evliliklerinin başında Hz. Ayşe (r.anha) tarafından da sorulur.
“Beni nasıl seviyorsun.”
“Kördüğüm gibi.”
Hz. Ayşe (r.anha) aldığı cevaptan o kadar hoşnut olur ki, ilerleyen yıllarda sık sık sorusunu yineler.
“Ey Allah’ın Elçisi! Kördüğüm ne alemde?”
“İlk günkü gibi!”.
İşte inanan tavrı bu sevgili eşler...

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz