30/03/2018

Allah'ın Hâdi İsmine Sığınmak



         Bütün insanlar İslam fıtratında İslam'a uygun bir yaratılışta doğar. Buradan anlaşıldığına göre insan da ezelden beri iman vardır Sonraları âsilere ve ehl-i küfre uyuyarak onlar gibi kötülüğü benimseyenler çıkar. İnsana akıl verilmiş, yol gösterilmiş ama iradesinde serbest bırakılmıştır. İyi ya da kötüyü kendi seçer. 

Allah insanlara hidayet verir onlara çıkış yolunu gösterir onları doğru yola yönlendirir. Elbette o istediğine hidayet verir ancak bu istediği kişiler hidayeti isteyenlerin içindedir. 

Ta ruhların ilk meclisi'nde “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye sorduğunda ona” Galu bela”(Evet) demiştik. Onun için hepimiz imanlı olarak ve hidayet üzere dünyaya geliyoruz ancak karakterinde zafiyet, hafızasında eksiklik olanlar bu sözü unutuyorlar sözlerinde durmuyorlar. Gerçi onlara verdikleri söz unutur oluyor bu da onların kaderleridir. 

Hayatın düzeni böyle kurulmuş. Başka türlüsü de düşünülemez ,başka türlü bir düzen düşünülemez. İnsanların kaderinde günah işlemek olmasaydı, o zaman kaderinde Melek olarak yaratılırlardı.O zaman cüz’ i iradeleri de olmazdı. 

Cenabı Hak el- Hadi isminin tecellisi ile kullarına hidayet verir yol gösterir. Hidayet demek insana akıl ve muhakeme kabiliyeti vermek, ebedi mutluluğunu sağlayacak doğru ve şaşmaz yolu göstermek demektir. Yaratılışı sebebiyle bunu verdiği gibi peygamberleri vasıtasıyla da yol gösterir. 

Kur'an'da Hadi ismi 8 yerde Allah'a, iki yerde Hazreti Peygambere izafe edilmiştir. Hidayet demek, yolunu şaşıranlara rehberlik etmek demektir, bunları sapıklıktan kurtarmak demektir.Allah daima kullarının iyi olmasını istiyor,bunun için hidayette olmalarını istiyor. İnsanlar ona her zaman şükran borçludur.Bu teşekkür ancak onun istediği yolda yürümekle,dürüst ve şerefli olmakla yapılır.

29/03/2018

Bakan Ama Göremeyen Gözler



     Hep bakarız, ama bazen görmeyiz. Hatta genellikle görmeyiz bazen görmek istemeyiz, bazen görmek istesekte göremeyiz. Organlarımız içinde en büyük nimet olarak kabul edilen gözlerin göremediğini gönlü ile, kalbiyle kolayca görenler vardır .Yeter ki kalp gözü açılmış olsun.

İnsanın içine işleyen bakışlar vardır. Bir bakışta insanın gönlünden geçenleri okuyanlar vardır. Ancak öyleleri de vardır ki, açıkça görünen şeyleri bile görmezler görmek istemezler. Halbuki görmesini bilenler İçin her şey ortadadır.

Gerçeği ve hakkı görmek istemeyenler Allah indinde şer olan canlılardır. İnsanlar genellikle sabırsızdır, zihnin kabiliyetleri sınırlıdır âlemi kendi gördüklerinden ibaret sanırlar, her şeyi hemen öğrenmek isterler, hiçbir gayret göstermeden mertebe sahibi olmak isterler. Eşyanın hakikatini anlama yolunda hiçbir gayret göstermeden yeterli bilgileri olduğunu sanırlar. hele Asi olanlar “mademki ben görmüyorum O halde halde yoktur” gibi hem cahilce hem de kaba bir mantığın esiri olurlar .Böylece küfre yönelirler.

Halbuki gönlüne ilâhi aşkı yerleştirmiş îzan ve İrfan sahibi bir kişi şöyle seslenir :

Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin
Canlarda ve tenlerde nihân hep sen imişsin
Senden bu Cihan İçre bir nişan ister idim ben
Ahir bunu bildim ki, Cihan hep sen imişsin.

28/03/2018

Gençlerimize Elimizi Uzatmak Zorundayız



          Mukaddes dinimiz gençliğin ve çocukların yetişmesine büyük önem vermiştir. Gençlerin hem bedenen, hem ruhen en güzel şekilde yetiştirilmesini, onlarda din, iman, Allah, Peygamber, vatan ve millet sevgisinin geliştirilmesini şiddetle emretmiştir. İnsan nadide bir cevheri, bir inciyi, bir altını nasıl sokağa atamazsa, milletlerin en büyük saadet ve istikbal sermayesi olan gençleri de sokakların kirli ve bulanık sularına bırakmamalıdır. Çünkü caddeler çıkmaz sokaktır. Bugün o sokaklar âvârelerin cirit attığı, ahlâk yıkıcılarının kümelendiği, esrarkeşlerin mekân tuttuğu yerler haline gelmiştir.

 İşte bütün bunları düşünüp ona göre çareler aramak ana-babaların ve eğitimcilerin en büyük vazifeleridir. Gençlerin sadece yeme-içme, giyme ve yatıp kalkmasına özen gösteren; fakat kâmil bir imana, güzel bir ahlaka, iyi bir edebe, sağlam bir karaktere sahip olması için ufak bir emek bile sarf etmeyen ana-babalar yarınlarından nasıl emin olabilirler? Zira bugünün çocukları yarının büyükleri olacaklardır: Nasıl ki bizden öncekiler yerlerini terk edip beka âlemine gittilerse, bizler de gideceğiz. Bizim yerimizi arkamızda bıraktığımız nesiller alacaktır.

Rabbimiz ayette şöyle buyuruyor:
                       
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.”(Tahrim-6) 

Kıymetli cevherlerin düşmanı çok olduğu gibi, çocukların ve taze genç nesillerin de manevi düşmanları vardır. Eğer aile ocaklarında gereken titizlik ve itina gösterilmez, çocuklar iman ve ahlak ile donatılmazsa, manevi düşmanların zehirli silahlarıyla elden çıkacaktır. Çocuklarını, gençlerini ve nesillerini iyi yetiştirip, onlara İslami ve insani terbiye veremeyen milletlerin istikbali karanlıktır. Bunun pek acı misalini geçmişte gözlerimizle gördük ve ıstırabını yaşadık. Beşikteki  masum yavruları kurşunlayan,uçaklardan-tanklardan masum milletine ateş açan canileri gördük. Elbette bunlar gökten inmediler. Sapkın fikirlerle zehirlenen bu bedbaht gençler, bizim ihmalimizin acı meyveleridir. Eğer aklımızı başımıza almazsak, bundan sonra gelenlere de yazık edeceğiz. Bunların sadece dünyaları yıkılmakla kalmayacak, ahretleri de felaketlere dönüşecektir.

Her şeyden önce neslimize Rabbimizi sevdirip tanıtmak gerekir. Nesiller, kendisini yaratan Rabbini bilmez, Rabbini sevmezse kimi sevecektir? Nesiller, Peygamberini tanıyıp sevmezse, kimi tanıyıp sevecek ve kimin izinde yürüyecektir? Bu âlemde kimi kendisine rehber edinecektir? Nesiller Kur’an-ı Kerim’i okuyup öğrenemezse, Kur’an’ın ilim, hikmet ve irfan nurundan gıda alamazsa, hangi kitaptan manevi gıdasını alacak, ruhunu doyuracaktır? Nesiller, dinini ve dini hükümleri, helali, haramı zamanında öğrenemezse, kendisini günahlardan nasıl koruyacaktır?
     
Nesiller, ecdadını, şanlı tarihini dedelerinin iftihar ve kahramanlık dolu güzel ve sade hayatını bilmez ve tanımazsa;hangi idealin sahibi olacaktır?    

Peygamber Efendimiz(S.A.V.)“Hiçbir baba evladına güzel terbiye ve güzel ahlaktan daha değerli bir hediye veremez.”( - Tirmizi, Sünen,Birr 33) buyurmaktadır.
Mevlâna derki: “Akıllılar, önceden ağlarlar; bilgisizlerse işin sonunda başlarını vururlar. İşin başlangıcında sonunu gör de ceza gününde pişman olma.” O zamanki pişmanlık işe yaramaz. Hem kendini hem de evladını yakmış olursun.”

Hz Ali (r.a.)  gençti, Hz Bilal  gençti, Hz Ammar (RA) da gençti. Fakat yürekleri  Peygamber (SAV)’in sevdasıyla doluydu. Hiç bir zalim o yüreklerden imanı söküp alamadı. Fatih te gençti. Ne var ki, hiçbir zaman gençlik enerjisini, nefsin ve hevanın yolunda harcamadı. Milletine İstanbul gibi bir diyar hediye etti. Bütün bunlar yürekteki imanın sağlamlığına ve kemaline delalet eder. İmanlı yetişen nesiller milletin yüz akı olacak; ilimde, hikmette, sanatta ve hünerde herkesi hayran bırakacaktır. 

Gençlerin yemesine-içmesine, giyimine, gezmesine dikkat eden, fakat ruhunu aç bırakan cemiyetler yarınından saadet bekleyemez.Unutmayalım ki;  Nesillerin terbiyesiyle meşgul olmak, sadaka vermekten daha hayırlıdır.

27/03/2018

Çocuklarımız Ve Biz


         Elbette Allah katındaki mükâfat devamlı ve ebedidir. Dünyadaki nimetlerse hepsi geçici şeylerdir. Dünyaya meyleden, Ahiretini ve ebedi hayatını düşünmeyen, neslini ve nefsini, taş ve insan olan Cehennem ateşinden korumayan kimse, dünyanın en bedbaht insanıdır ve o ahirette ziyana uğrayacaktır. 

Zaman korkunç değişiklikler getirdi. Fitneler zuhur etti, kalplere ve gönüllere türlü inanç tohumları atıldı. Bunların acı meyvesi her yerde görülmektedir. Elini ateşe sokan kişinin eli yanacağı gibi, neslini bu ateşlerden korumayanların da akıbeti hüsran olacaktır.

 Allah’ımız buyuruyor ki;
وَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّمَآ أَمۡوَٰلُكُمۡ وَأَوۡلَٰدُكُمۡ فِتۡنَةٞ وَأَنَّ ٱللَّهَ عِندَهُۥٓ أَجۡرٌ عَظِيمٞ 
     “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır; mükâfatın büyüğü ise Allah katındadır.”   (ENFAL SURESİ – 28. AYET)

Şu hadise gözü bakıp ta gönlü uykuda olanlara ibret olmalıdır:
     Bir ananın küçük bir oğlu vardı. Çocuk bir gün yumurta çaldı, anasına getirdi. Annesi: “Evladım, bu yumurtayı nereden aldın?”diye sormadı bile… Çocuk biraz daha büyüdü. Derken bir tavuk çaldı. Kadın yine bir şey demedi. Çocuk çalıp çalıp getiriyor, anne hiç sormuyordu. Günler, aylar geçtikçe, çocuğun hırsızlığı da o oranda büyüyordu. Çünkü ona hırsızlığın kötü bir şey olduğunu kimse söylememişti. Nihayet çala çala meşhur bir eşkıya haline geliverdi. Yol kesmeler, kervan soymalar hep ondaydı. O kadar ki, devletin başına büyük bir bela kesilmişti. Gün geldi, bu azılı eşkıyanın üzerine asker gönderildi ve kıskıvrak yakalandı: “Haydi, hesap ver.” dediler. Nasıl hesap versin ki? Hesap veremedi ve mahkeme idamına karar verdi. İdam sehpasında son isteği soruldu. Anasını istedi. Getirdiler. Anasına: “Anacığım, o güzel dilini uzat ta öpeyim.” dedi. Anası, dilini çıkardı. Eşkıya evlat, anasının dilini ısırarak kopardı ve şöyle dedi: “Benim bu hale düşmeme, eşkıya olmama tek sebep işte bu dildir. Bana doğruyu ve yanlışı öğretmediği gibi yanlışlarıma aferin dedi.”
     
Bu hadisenin tersi de olabilir. Ama eğitimini iyi verebilirsen. İşte örnek:
     “Dertli adamın biri, bir gün bir çuval kaybetti. Nereye koyduğunu, kime verdiğini unuttu. Aramadığı, taramadığı yer de kalmamıştı. Ne var ki çuvaldan eser yoktu. Bu dertle namaza durdu. Adamın bir de küçük bir oğlu vardı ki, gönlü hikmet yuvasıydı. Adam aceleyle namaza durdu, aceleyle bitirip selam verdi. Namazda da hep çuvalı düşündüğünden yüzünde bir ışık parladı: “Yavrucuğum, çuvalı koyduğum yeri şimdi hatırladım. Git filan yerden al, getir.” dedi. Nur yumağı çocuk, babasının bu haline hayret etti. Babası namaz mı kılıyordu yoksa çuval mı arıyordu? Çocuk: “Ey babam, namazı yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmıyor, çuval arıyordun ve nitekim çuvalı buldun ama namazı kaçırdın. Böyle bir namazın kimseye bir faydası dokunmaz.” dedi. Baba, değirmen taşları gibi döne döne, dedi ki: “Gerçek dersin oğlum. Bu namaz olmadı. Ben çuvalla yattım, çuvalla kalktım.”
     
Zaman zaman böyle üstün idrake malik çocuklar da olur. Zaten çocuk billur bir su gibidir. Yolunu ne tarafa verirsen oraya akıp gider. Bütün mesele yolun güzel çizilmesidir.


Hepimiz bu hususta sorumluyuz ve vazifemizi tam olarak yapmış değiliz. Eğer nesillerin taze gönüllerine iman çiçeği atabilseydik, anarşi ve ahlaksızlık bu kadar boy vermeyecekti.

24/03/2018

Her Gördüğün İnsan İnsan mı?



        İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve isyânı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişatına istikâmet vermektedir.

Takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.

Fücûr, insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.
Takvâ da, kulu Allâh’a yaklaştıran amel-i sâlih ve her türlü güzel davranışlardır.

Kul, bu iki özellikten hangisine göre yaşarsa, değer ve kıymeti o yönde olur. 
Nitekim Hazret-i Ömer’e, geceleri ibâdet hâlinde gündüzleri oruçlu bir şahıstan bahsedip hayli övdüklerinde o, söylenenlere aldırmayıp şöyle dedi:
“–Siz bana bahsettiğiniz kişinin;
Ticareti,
Komşuluğu,
Yol arkadaşlığı nasıl, onu söyleyin!”

Hazret-i Ömer’in dikkat çektiği bu üç husus, insan nefsinin darlandığı anda azgın bir canavar gibi şahlandığı üç aynadır. 

Mevlânâ der ki:
“Ey Hak yolcusu! Mûsâ da Firavun da senin varlığında mevcuttur. Bu iki hasmı kendinde araman gerekir!..”
“Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Mûsâ, sendeki Firavun’a gâlip gelsin!”

Şeyh Sâdî Hazretleri de şöyle söyler:
“Her gözü, kulağı, ağzı olan insan değildir! Gerçek insan; ahlâkı güzel olan kişidir!”

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz