Elbette Allah katındaki mükâfat devamlı ve ebedidir.
Dünyadaki nimetlerse hepsi geçici şeylerdir. Dünyaya meyleden, Ahiretini ve
ebedi hayatını düşünmeyen, neslini ve nefsini, taş ve insan olan Cehennem
ateşinden korumayan kimse, dünyanın en bedbaht insanıdır ve o ahirette ziyana
uğrayacaktır.
Zaman korkunç değişiklikler getirdi. Fitneler zuhur etti,
kalplere ve gönüllere türlü inanç tohumları atıldı. Bunların acı meyvesi her
yerde görülmektedir. Elini ateşe sokan kişinin eli yanacağı gibi, neslini bu ateşlerden
korumayanların da akıbeti hüsran olacaktır.
Allah’ımız buyuruyor ki;
وَٱعۡلَمُوٓاْ
أَنَّمَآ أَمۡوَٰلُكُمۡ وَأَوۡلَٰدُكُمۡ فِتۡنَةٞ وَأَنَّ ٱللَّهَ عِندَهُۥٓ
أَجۡرٌ عَظِيمٞ
“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır;
mükâfatın büyüğü ise Allah katındadır.” (ENFAL SURESİ – 28. AYET)
Şu hadise gözü bakıp ta gönlü uykuda olanlara ibret
olmalıdır:
Bir ananın küçük bir oğlu vardı.
Çocuk bir gün yumurta çaldı, anasına getirdi. Annesi: “Evladım, bu yumurtayı
nereden aldın?”diye sormadı bile… Çocuk biraz daha büyüdü. Derken bir tavuk
çaldı. Kadın yine bir şey demedi. Çocuk çalıp çalıp getiriyor, anne hiç
sormuyordu. Günler, aylar geçtikçe, çocuğun hırsızlığı da o oranda büyüyordu.
Çünkü ona hırsızlığın kötü bir şey olduğunu kimse söylememişti. Nihayet çala
çala meşhur bir eşkıya haline geliverdi. Yol kesmeler, kervan soymalar hep
ondaydı. O kadar ki, devletin başına büyük bir bela kesilmişti. Gün geldi, bu
azılı eşkıyanın üzerine asker gönderildi ve kıskıvrak yakalandı: “Haydi, hesap
ver.” dediler. Nasıl hesap versin ki? Hesap veremedi ve mahkeme idamına karar
verdi. İdam sehpasında son isteği soruldu. Anasını istedi. Getirdiler. Anasına:
“Anacığım, o güzel dilini uzat ta öpeyim.” dedi. Anası, dilini çıkardı. Eşkıya
evlat, anasının dilini ısırarak kopardı ve şöyle dedi: “Benim bu hale düşmeme,
eşkıya olmama tek sebep işte bu dildir. Bana doğruyu ve yanlışı öğretmediği
gibi yanlışlarıma aferin dedi.”
Bu hadisenin tersi de olabilir. Ama
eğitimini iyi verebilirsen. İşte örnek:
“Dertli adamın biri, bir gün bir
çuval kaybetti. Nereye koyduğunu, kime verdiğini unuttu. Aramadığı, taramadığı
yer de kalmamıştı. Ne var ki çuvaldan eser yoktu. Bu dertle namaza durdu.
Adamın bir de küçük bir oğlu vardı ki, gönlü hikmet yuvasıydı. Adam aceleyle
namaza durdu, aceleyle bitirip selam verdi. Namazda da hep çuvalı düşündüğünden
yüzünde bir ışık parladı: “Yavrucuğum, çuvalı koyduğum yeri şimdi hatırladım.
Git filan yerden al, getir.” dedi. Nur yumağı çocuk, babasının bu haline hayret
etti. Babası namaz mı kılıyordu yoksa çuval mı arıyordu? Çocuk: “Ey babam,
namazı yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmıyor, çuval arıyordun ve nitekim çuvalı
buldun ama namazı kaçırdın. Böyle bir namazın kimseye bir faydası dokunmaz.”
dedi. Baba, değirmen taşları gibi döne döne, dedi ki: “Gerçek dersin oğlum. Bu
namaz olmadı. Ben çuvalla yattım, çuvalla kalktım.”
Zaman zaman böyle üstün idrake
malik çocuklar da olur. Zaten çocuk billur bir su gibidir. Yolunu ne tarafa
verirsen oraya akıp gider. Bütün mesele yolun güzel çizilmesidir.
Hepimiz bu hususta sorumluyuz ve vazifemizi tam olarak
yapmış değiliz. Eğer nesillerin taze gönüllerine iman çiçeği atabilseydik,
anarşi ve ahlaksızlık bu kadar boy vermeyecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder