İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve
isyânı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun
çatışmalarıyla hâl ve gidişatına istikâmet vermektedir.
Takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka
yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve
ahlâksızlıklara düşmektedir.
Fücûr, insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.
Takvâ da, kulu Allâh’a yaklaştıran amel-i sâlih ve her
türlü güzel davranışlardır.
Kul, bu iki özellikten hangisine göre yaşarsa, değer ve
kıymeti o yönde olur.
Nitekim Hazret-i Ömer’e, geceleri ibâdet hâlinde
gündüzleri oruçlu bir şahıstan bahsedip hayli övdüklerinde o, söylenenlere
aldırmayıp şöyle dedi:
“–Siz bana bahsettiğiniz kişinin;
Ticareti,
Komşuluğu,
Yol arkadaşlığı nasıl, onu
söyleyin!”
Hazret-i Ömer’in dikkat çektiği bu üç husus, insan nefsinin
darlandığı anda azgın bir canavar gibi şahlandığı üç aynadır.
Mevlânâ der ki:
“Ey Hak yolcusu! Mûsâ da Firavun da senin varlığında
mevcuttur. Bu iki hasmı kendinde araman gerekir!..”
“Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Mûsâ, sendeki Firavun’a
gâlip gelsin!”
Şeyh Sâdî Hazretleri de şöyle söyler:
“Her gözü, kulağı, ağzı olan insan değildir! Gerçek insan;
ahlâkı güzel olan kişidir!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder