08/02/2018

Nerdesin İnsan Hakları Dediğimizde İmdadımıza Yetişen Veda Hutbesi



Kul hakkı-insan hakkı: Allah’a karşı görev ve sorumlulukların içerisinde; diğer insanlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızdır. Bir başka ifade ile başkalarının bizim üzerimizdeki haklarıdır.
Hak kavramı insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Çünkü insanın varolduğu yerde hak söz konusudur. İlk insan hakları ihlali de Hz. Adem'in oğulları arasında Kabil'in Habil'i öldürmesiyle başlar.
Yüce Allah;
يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنَّا خَلَقۡنَٰكُم مِّن ذَكَرٖ وَأُنثَىٰ وَجَعَلۡنَٰكُمۡ شُعُوبٗا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوٓاْۚ إِنَّ أَكۡرَمَكُمۡ عِندَ ٱللَّهِ أَتۡقَىٰكُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٞ 

‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki olanınızdır.’’ (Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.
Bu ayette insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını; insanların doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin, içinde yaşadığı yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu açıkça görmekteyiz. Buna göre ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz.
 Veda Hutbesi’nde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:
 ‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’ (Ahmed ibn Hanbel,  Müsned, Mısır 1313,  V, 411)
Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyeti şu olayda açık seçik görülmektedir: Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak  ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:
‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’  Ebu Zer hata ettiğini anladı ve tevbe etti. Fakat bu kuru bir tevbe değildi. Yüzünü yere koydu: ’’Vallahi ya Rasulallah, Bilal ayağı ile yanağıma basmadıkça yüzümü yerden kaldırmam’’ dedi ve ısrar etti. Nihayet Bilal Ebu Zerr’in yanağına bastı ve helalleştiler. (Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313,  V, 158)
İslam’a göre ırk, renk, makam, zenginlik, akrabalık ve dostluk ve hatta inanç farklarına bakılmaksızın herkes kanun önünde eşittir; aynı kanun bütün Müslümanlara ve bazı istisnalarıyla birlikte gayr-ı müslimlere tatbik edilir. (H. Karaman, Muk. İsl. Huk.  I-III, İst, 1974-1987. I, 112)
"Mahzum kabilesinden hırsızlık eden Fatıma bintü Esved adlı itibarlı bir kadına ceza tatbiki Kureyş’in ağırına gidiyordu. Bu cezayı affetmesi için Hz. Peygamber’e çok sevdiği Üsame b. Zeyd’i şefaatçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber iltiması kabul etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: ‘’Sizden öncekilerin mahvolmalarının sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi çalınca onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa elini keserdim.’’ (Müslim, Hudud 2) 
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُونُوا قَوَّامينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَايَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ قَوْمٍ عَلى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
‘’Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan, doğru şahitler olun. Bir kavme düşmanlığınız sizi asla adaletten ayırmasın. Adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.’’ (Maide, 5/8) ayeti konuya yeterince ışık tutmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını korumaya yönelik hükümler içerir:
 Bunlar, adam öldürmek (Maide 5/32 Bakara, 2/84, Furkan, 25/68) hırsızlık yapmak (Maide 5/38-39) zina ve fuhuş yapmak (En’am 6/151, Araf 7/28 Nisa 4/15,25) İftira (Nisa 44/114 Nur 24/4,23,24) Gıybet (Hucurat 49/12, Hümeze 104/1) İçki (Bakara 2/219 Maide 5/90-91) İkrah (Bakara 2/256 Yunus 10/99, Yusuf; 22/103) gibi insanın maddi ve manevi kişiliğine tecavüz niteliği taşıyan tüm eylemler yasaklanmıştır. Bununla beraber ayet ve hadislerden de “Allah hakkı, Peygamber hakkı, İslam’ın hakkı, din kardeşliği hakkı, ana-baba hakkı, evlat hakkı, arkadaşlık hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba hakkı, komşuluk hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir hakkı, yolculuk hakkı, mal hakkı, hayvanların hakkı, v.b.” her türlü haklardan bahsedilmiş, bu haklara rivayet edilmesini yüce Allah, tüm müslümanlardan istemiştir. Ayrıca insanın kendi bedeni ve organları üzerindeki haklarından da bahsederek kendine zarar vermeyi ve de intiharı dinimiz yasaklamıştır.
Her insan bütün haklardan ve hürriyetlerden istifade eder. İslam der ki: ’’vatandaşlar, can, mal, namus himayesi, fikir, vicdan, ibadet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kuruluş ve müesseselerden faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudud içinde- istifade ederler (Hayreddin Karaman, Muk. İsl. Huk. I, 72) ki bunların en önemlilerinden birisi de yaşama hakkıdır.  Bunlara "Zaruriyyat-ı Hamse" de denir ki, şunlardır:
1- Din Emniyeti            2- Can Emniyeti
3- Akıl Emniyeti          4- Mal Emniyeti
5- Nesil (Irz) Emniyeti
Allah’ın verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur.
Bir kaç ayet ve hadis sanırım bu konuda ufkumuzun genişlemesine vesile olur.
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظيمًا
‘’Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.’’ (Nisa, 4/93)
İnsan haklarından birisi de inanç ve ibadet hürriyetidir.
Herkes kendi iradesiyle dinini seçer ve yaşar. Kimse, din seçmeye veya değiştirmeye zorlanamaz. Bu konudaki usul şöyledir:
ٱدۡعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِٱلۡحِكۡمَةِ وَٱلۡمَوۡعِظَةِ ٱلۡحَسَنَةِۖ وَجَٰدِلۡهُم بِٱلَّتِي هِيَ أَحۡسَنُۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ  
‘’Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, onlara karşı en güzel metodlarla mücadele et.’’  (Nahl, 16/125)
لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ
‘’Dinde zorlama yoktur; artık doğru eğriden ayrılmıştır.’’ (Bakara, 2/256)
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَامَنَ مَنْ فِى الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَميعًا اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّى يَكُونُوا مُؤْمِنينَ
‘’Ey Muhammed! Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi birden iman ederlerdi. O halde iman etsinler diye insanları sen mi zorlayacaksın?’’ (Yunus, 10/99)
Kul Hakkı Helalleşmedikçe Bağışlanmaz:
Ebu Hureyre (r.a) den Rasulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana, ırzı, mal, kanı haramdır. Takva işte buradadır. Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşini hor görmesi kafidir." (Tirmizi, Birr, 1850)
Rasulullah (sav) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyor:
“Müflis kimdir bilir misiniz? Sahabiler: “Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır” dediler. Rasulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatı ile ve fakat ( bununla beraber) falana hakaret etmiş falana iftira etmiş, falancanın malını yemiş falancanın kanını dökmüş falancayı dövmüş olarak gelir. Dolayısıyla falana onun sevaplarından falancaya yine sonun sevaplarından alınıp verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse zulmetliği o kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonrada cehenneme atılır.” (Riyaz’üs Sahilin Tercüme ve şerhi 2.cilt s.48)
Dinimiz, insan hakları ihlalini içeren yasakları sadece ahlaki olarak yasaklamakla kalmamış, bunların ihlali insanın yer yüzündeki güvenlik alanını ortadan kaldırdığı için, aynı zamanda hukuki/cezai müeyyidelerle de koruma altına almıştır. Bu nedenledir ki dinimizin insan haklarını  korumaya yönelik iki tür yaptırımından söz edilebilir; birincisi, ahlaki öğütlerle, uyarılarla, uhrevi vaad ve vaidlerle insan haklarının korunmasına ilişkin ahlaki bir bilinç oluşturmaya çalıştırmaları; ikincisi ise, her şeye rağmen insanların haklarını ihlal edecek olanlara yönelik dünyevi cezai müeyyideler koymaları. Halbuki modern insan hakları öğretisi içeriği bir yana, ne hukuki bir mekanizmaya sahiptir, ne de ahlaki bir temele yaslanmaktadır. Bir temenniler metni olmaktan öte gitmiyor. Bu nedenledir ki insan hakları ihlallerinin önüne geçilememektedir.
İnsan haklarının tek kaynağı ve güvencesi yüce Allah’tır. Bunun için kaynağını vahiyden almayan bir insan hakları kuramı tutarlı ve sağlam olmayacaktır.
İnsan Hakları Açısından Veda Hutbesinin Önemi ve Değeri


Kur’an-ı Kerim’de:
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95 /4) buyurulmaktadır.
İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm’ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicret’in 10. yılında Hz. Peygamber’in hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta arefe günü (Zilhicce’nin 10. günü) ile yine Mina’da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi,  D.İ.B.Yayını, c.10, s. 396) Bunlardan meşhur olana Arafat’ta, sayıları kadın-erkek 140.000’i aşan bir topluluğa irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyetidir. (Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah; İslâm Peygamberi, (Terc. M. Said Mutlu) İst., 1966, c. 1. s. 175.)
7 Mart 632 tarihinde irad edilen Veda Hutbesi, Hz. Peygamberin 23 yıldan beri yaptığı ilahi duyurunun ana noktalarını bir kez daha vurgulayan, hatta denilebilir ki ilahi mesajın özünü dile getiren tarihi konuşmanın adıdır. Fazlurrahman'ın değerlendirimesi ile Veda Hutbesi "Hz. Peygamberin başarılmış temel hedefleri ifade eden 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşma"dır.
Hz. Peygamber, bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir. (Miras,Kamil, Tecrid-i Sarih Ter., c.10, s. 396)
Şimdi İslâm tarihinde “Vedâ Hutbesi” olarak tescil edilen bu önemli ve evrensel tebliğin bazı bölümlerini verip, onun içerdiği konuları açıklamaya çalışalım.
Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye ve sizi O’na itaatte bulunmaya teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve en hayırlı olan bir şey ile (sözlerime) başlamak istiyorum:
Ey insanlar! Sizlere açıkladığım (şeyleri) dinleyiniz. Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar buluşamayacağım.
Ey insanlar! Kanlarınız (hayatınız), mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz, Rabbinizle buluşacağınız (güne) kadar, bu mahalde (Mekke), bu ay da (Zilhicce) bu günün kutsallığı gibi kutsal ve saygındır. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım, sen şahit ol!
Emânet olarak eli altında bir şey bulunduran kişi, onu kendisine emanet etmiş olan kimseye iâde etmelidir.
Bundan böyle cahiliyyet  döneminde ödünçler üzerinden alınan fâiz kaldırılmıştır; şu kadar var ki, (ödünç olarak verdiğiniz) sermayeleriniz sizindir; (bu suretle) ne zulmedecek ve ne de zulme uğrayacaksınız. Allah (bundan böyle) fâizin kaldırılmasını hükmetmiştir. (Kaldıracağım) ilk fâiz, amcam Abbas İbn Abdulmuttalib’in ribâsıdır.
Yine cahiliyyet devrinin kan davaları kaldırılmıştır: (Kaldıracağım) ilk kan davası yeğenim Âmir İbn Rebia İbn el-Hâris İbn Abdulmuttalib’in kan davâsıdır.
Câhiliyyet devrinin (Mekke şehri ile ilgili) âdetleri kaldırılmıştır. Kâbe muhafızlığı (sidâne) ve hacılara su işleri (sikaye) vazifesi bundan müstesnâdır.
Ey insanlar! Gerçekten şeytan, sizin bu ülkeniz üzerinde kendisine tapılmaktan ümidini kesmiş bulunuyor. Fakat o bunun dışındaki iş ve hareketlerinizden ehemmiyetsiz saydıklarınızda, kendisine tâbi olmaktan hoşnut olacaktır.
Ey insanlar! Kadınlarınızın haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlara en iyi şekilde davranıp muâmele ediniz. Çünkü onlar, sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Kadınlar hususunda Allah’tan korkup çekinin.
Ey insanlar! Mü’minler kardeştirler. Bu kimse için kardeşinin malını yemek, onun tam rızasını almadıkça helal olmaz. Allah,  her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir.
Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale gelmeyin. Gerçekte ben size öyle bir şey bırakıyorum ki; siz ona sarıldıkça dalâlet ve sapıklığa düşmezsiniz; Bu Allah’ın kitabı ve O’nun Nebisi’nin sünnetidir.
Ey insanlar! Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz, Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz.
Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en makbûl olanınız, O’ndan en çok korkup çekineninizdir. Bir Arab’ın Arap olmayana, -takva hariç- üstünlüğü yoktur.
Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamberimiz’in, huzurundaki o muazzam topluluğa:
“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? diye sordu. Ashab-ı Kirâm:
“Allah’ın risaletini tebliğ ettin, risâlet vazifesini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun! diye şahâdet ederiz” dediler. Hz. Peygamber, mübârek şehâdet parmağını göğe kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere:
“Şahid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Râb! Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu sözlerimi) tebliğ etsinler.” (Vedâ Hutbesinin tam metni için Bkz. Kâmil  Miras, a.g.e., c. 10, s. 397-399; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, a.g.e, c. 1, s. 175- 177; Diyanet İlmî Dergi, c. 28, sayı, 1, s. 3-6) buyurdu.
Hz. Peygamber -görüldüğü gibi- hutbesine Allah’a hamd ve senâdan sonra: “Eyyühennas: Ey insanlar!” nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.
Bu hutbe, İslâm’ın temel konularına temas etmesi cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.
Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.


Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde İslâm Dîni’nin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.
Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3- Bütün müslümanlar kardeştir.
4- Bütün  borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf  hakları olduğu öngörülmüştür.
7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları  belirtilmiştir.
8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 19 Haziran 1215 tarihinde İngilizlerin kendileri (soyluları) için kabul ettiği Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi) na kadar götürmektedir. Ancak bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı temsilen Lordlar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları gündeme gelmiş ve insan hakları beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiştir.  Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri de vardır. (Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271)

07/02/2018

Allah'ın Yardımı Ne Zaman ?

 RABBİMİZ TUTMAZSA ELİMİZDEN


اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَاْتِكُمْ مَثَلُ الَّذينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَاْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ مَتى نَصْرُ اللّهِ اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ

"(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki, şüphesiz Allah'ın yardımı yakındır."(Bakara:214)
Bu ayetin anlatmış olduğu tecrübe; köklü, düşündürücü ve ürkütücüdür. O dönemin peygamberi ile çevresindeki müminlerin sorusunu düşünelim. Bu soru hakka ulaştığı kesin olan bir peygamber ile kendi çevresindeki Allah'a inanmış kimseler tarafından soruluyor. Soru "Allah'ın yardımı ne zaman?"şeklindedir. Bu soru bize böylesine hakka ulaşmış kalpleri sarsan sıkıntının çapını somut olarak anlatacak niteliktedir. Sözünü ettiğimiz soylu kalpleri baskısı altına alan sıkıntı tarif edilmez boyutlara ulaşmış ki, bu kalplerden "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" şeklinde bezginliği dışa vuran bir soru yükselmiştir.


Kalpler, bu sarsıcı sıkıntı karşısında sebat edince, direnişini sürdürünce, işte o zaman yüce Allah'ın vaadi gerçekleşir, O'nun yardımı imdada yetişiverir:
اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ
"İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır."
Bu yardım onu hakedenler için hazır bekletiliyor. 


Dünyanın imtihanıyla baş başa olan kulların çetin bir süreçten geçirildikten sonra kimin aziz kimin de rezil olduğu meydana çıkmadan hayatın anlamı kalmaz. Çünkü iyi ile kötü aynı terazinin kefesinde tutulursa bu çok ciddi bir haksızlıktır. O zaman kimin iyi kimin de kötü olduğu ortaya mutlaka çıkacaktır.

Bunun içinde yukarıdaki ayetin çetin imtihanı ve aşağıdaki hadisin ifade buyurduğu daha kimsenin teşebbüs etmediği ve hiçbir ayak seslerinin gelmediği bir yolun yolcusu olup çığır açmak herkesin karı olmaması gerek. Bu ancak Yüce Allah'ın sevdiği kullarına nasip edeceği güzel ama çetin bir kısmettir.

Yüce Allah cümlemizi çetin badirelerden yenilmeden, yorulmadan aşkla, sevgiyle yürümeyi, yenilmemeyi nasip etsin… 

Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Kim bir hayrı çığırı başlatırsa, kendinden sonra da onunla amel edilirse, bu kimse hem kendi amelinin ve hem de öbürlerinin amelinin sevabını -onların sevabını eksiltmeksizin- aynen alır. Kim de kötü bir çığır başlatırsa, kendinden sonra bunu başkaları da işlerse, bu kimseye hem kendi işinin günahı hem de onu takliden işleyenlerin günahı, -onlarınkinden bir eksiltme hasıl etmeden- aynen gelir."

 Nesa-i den, Hz. Cerir (r.a)’dan naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedevi peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzü değişti. Odasına girdi, tekrar geri geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra kamet getirdi. Namaz kılındı. Aleyhissalatu vesselam namazdan sonra cemaate hitabetti ve:

"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" ayetini okudu.

Bundan sonra Haşr sûresindeki şu âyeti okudu:

"Ey insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır." Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin"buyurdu. Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular: "İslam'da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz."

Her çağda çığır açmaya teşebbüs etmiş olanlar mutlaka yalnız, garip kalmışlardır. Bunun sebebi de onların yaptıkları şeylerde ne kadar samimi olduklarını ispat etmelerinin bedeli olmuş, olacak ve olmaya devam edecektir.

* İslam'ın garip olması kendinde değil, ona tabi olan insanların azlığından dolayıdır.  Bunun için İslam'a tabi olan kimselerin garipliklerini Hz. Peygamber (a.s) müjdelemiştir.

* İslam'a tabi olmak, nefisle ciddi bir savaş ister. Bunun için İslam'a tabi olmak erdemlilik, İslam'ın emirlerinden kaçmak ise bayağılık ve basitliktir.

* İslam'a uymanın zorluğunun sonucu cennettir. İslam'dan kaçmak ise hüsrandır.

* Bırakın İslam'ı kurtarmayı. İslam'la kendinizi kurtarmaya bakın. Çünkü Yüce Allah'ın dini olan İslam, insanlara muhtaç değil, insanlar onun getirdiği İlahi hükümlere muhtaçtırlar.

* Aciz ve eksik olan Allah'ın dini İslam değil, insanların kendileridir. Din eksik olduğu için Allah indirmedi. İnsanlar aciz ve eksik olduğu için Allah dini gönderdi.

* Her zaman diliminde varolacak olan çığır açan "GARİP"ler. Bu zamanda da bulunacaklardır. Ama bunlar kim?

06/02/2018

İhanetin Girdabı





İHANET (GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMAK)
Enfal suresinin 27-28-29'uncu ayetleri bize toplumsal dersler verir.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ لَا تَخُونُواْ ٱللَّهَ وَٱلرَّسُولَ وَتَخُونُوٓاْ أَمَٰنَٰتِكُمۡ وَأَنتُمۡ تَعۡلَمُونَ                                                               
  “Ey iman edenler! Bildiğiniz halde Allah’a ve Peygamber’e hıyanet etmeyin…”

     Mealindeki ayetin iniş sebebi hususilik arz ediyorsa da hüküm yönünden umumilik arz etmektedir. Allah’a ve Peygamber’e hıyanette bulunmak, bize inanılıp güvenilerek verilen şeylere ihanette bulunmamıza yol açar. Bunu beş madde halinde özetleyebiliriz:
     1-) İslam nimetine
     2-) Verilen mal ve makama
     3-) Eş ve çocuklara
     4-) Devlete
     5-) Topluma ve onunla olan ilişkilere
     Birincisi; İslam nimetine eriştikten sonra, o yüce emanete layık olmaya çalışmak sadakattir, aksine tutum hıyanettir.
     İkincisi; eriştiğimiz servet ve makamın hangi yollarda ve amaçlarda kullanılmasının gereğini bilip, yegâne denetleyicini Allah olduğuna inanarak hareket etmemiz, ona layık olduğumuzu; aksine bir düşünce ve davranışımız hıyanet ettiğimizi ispatlar.
     Üçüncüsü; çocuklarımız Allah’ın bize verdiği birer emanettir. Onları Allah’ın arzu ettiği doğrultuda yetiştirmemiz, topluma ve İslam’a kazandırmamız ve yararlı bir vatandaş düzeyine getirmemiz sadakattir, aksine bir yönlendirme veya başıboş bırakma hıyanettir.
     Dördüncüsü; devlete yardımcı olmak, devlet sırrının korumak, verilen görevi layıkıyla yerine getirmek, yetki ve güveni kötüye kullanmamak sadakattir, aksine bir tutum hıyanettir.
     Beşincisi; Toplumla olan sosyal ilişkilerimizde, ticari münasebetlerimizde söz ve akitlere bağlı kalmak sadakattir, aksine bir tutum ve uygulama hıyanettir.
     Bütün sadakat ve hıyanetler, önce Allah’a ve Peygamber’e karşı, sonra da kendimizedir. İlgili ayetle bilhassa bu inceliğe temas edilmekte ve çok dikkatli olmamız emredilmektedir.
MAL VE ÇOCUK BİRER İMTİHANDIR

وَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّمَآ أَمۡوَٰلُكُمۡ وَأَوۡلَٰدُكُمۡ فِتۡنَةٞ وَأَنَّ ٱللَّهَ عِندَهُۥٓ أَجۡرٌ عَظِيمٞ                                                                         
 “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız bir deneme ve sınavdan başka değildir.” 
 FİTNE tabiri kullanılarak, mal ve evladın iki tarafı keskin bir kılıç olduklarına işaret edilmiştir.

ALLAH KORKUSU EN SAĞLAM KISTASTIR

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِن تَتَّقُواْ ٱللَّهَ يَجۡعَل لَّكُمۡ فُرۡقَانٗا وَيُكَفِّرۡ عَنكُمۡ سَيِّ‍َٔاتِكُمۡ وَيَغۡفِرۡ لَكُمۡۗ وَٱللَّهُ ذُو ٱلۡفَضۡلِ ٱلۡعَظِيمِ                                                    
                
                                                         
 “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkup (kötülüklerden) sakınırsanız, O, size bir Furkan verir.”
  İnsan unsurunu eğitip erdemli kılmak ve yararlı hale getirmek için en tesirli ve en rakipsiz kıstas ve metot, Allah’a iman ve Allah korkusudur. Hiç bir fani ve nesne, O’nun kadar eğitici, geliştirici, olgunlaştırıcı ve güvendirici değildir ve olamaz da… Tarihin akışında bunun binlerce örneği mevcuttur. Zira Allah kendi kelamını, ruhu doldurucu, manevi ihtiyacı giderici, kalbi aydınlatıcı, vicdanı geliştirici ve insan üzerinde denetçi ve yönlendirici bir kudrette indirmiştir.
     İşte Kur’an bu kudreti ortaya koyarken, onun feyizli ürününü hemen sergileyerek şöyle sesleniyor: “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkup (kötülüklerden) sakınırsanız; O size bir Furkan (iyiyi kötüden, hayrı şerden, doğruyu eğriden, sevabı günahtan, temizi murdardan, hakkı batıldan ayıran bir ölçü ve kıstas, bir bilgi ve marifet) verir. Üstelik suç ve günahlarınızı örter ve sizi bağışlar.”

05/02/2018

Cennetim Olsun




Bir kardeşimiz gelip, sana bir iyi bir de kötü haberim var önce hangisini söyleyeyim dediğinde;Önce iyi haberi ver deriz.Rabbimiz de önce cennetliklerin halini sevincini naklederek başlıyor.
Sonra kurtulan ve azaba uğrayanların sahneleri sunuluyor. Sahneler sanki ortada olup seyredilebilir biçimde veriliyor...
 
 
يَوۡمَئِذٖ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٞ-18
 18-)  “O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.”
فَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَٰبِيَهۡ -19
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَٰقٍ حِسَابِيَهۡ -20
 فَهُوَ فِي عِيشَةٖ رَّاضِيَةٖ -21
 فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٖ -22
 قُطُوفُهَا دَانِيَةٞ -23
كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓ‍َٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِي ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَة -     24                                                                                   
     19-) “Kitabı sağından verilen: “Alın kitabımı okuyun.”
     20-) “Ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim” der.”
     21-) “Artık o memnun edici bir hayat içindedir.”
     22-) “Meyvelerin devşirilmesi kolaydır.”
     23-) “Yüksek bir bahçede ki.”
     24-) “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”(Hakka suresi:18-24)

     Kitabın sağdan, soldan arkadan alınması, maddi gerçeklik de olabilir; Arapların sağın hayırlı, solla arkanın şerli yanlar saymalarına bağlı olarak Arap dili ıstılahları çerçevesinde oluşan klişeleşme de olabilir... Hangisi olursa olsun işaret edilen birdir.
     Verilen görünüm bu zor günde kurtulanın görünümü. O topluluk içinde taşkın bir sevinç içinde konuşuyor; sevinç psikolojisini kaplayarak dilini etkisi altına alıyor ve bağırıyor: “Alın kitabımı okuyun” Sonra kolay kurtulacağını sanmadığını; hesabının inceleneceği beklentisinde olduğunu sevinç içinde hatırlıyor... Hz. Aişe (RA)’dan    nakledilen hadiste de geldiği üzere Hz. Aişe (RA): “Resülüllah  (SAV): “Hesabı incelenen azaba çarpılır” dedi.  Allah: “O zaman kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir” demiyor mu? Dediğimde; “Burada sözü edilen hesabın açıklanmasıdır, yoksa kıyamet günü hesabı incelenip de, helak olmayacak kimse yoktur” dedi.” (Buhari, Tirmizi, Müslim, Ebu Davud)
     İbni Ebî Hâtem, Ebî Osman’dan gelen şu hadisi vermiştir: “Resülüllah (SAV), şunları söyledi: “Mümine kitabı Allah katından bir örtü içinde sağından verilir. Hemen günahlarını okur; her bir günahını okuyuşunda rengi değişir. Sonra iyiliklerine geçer onları okur, rengi geri gelir. Ardından bakar ki, günahları iyiliğe dönüşmüş. İşte bu duruma ulaştığında: “Alın kitabımı okuyun der.”
     Abdullah b. Hanzala’dan -cenazesi melekler tarafından yıkanmış olan şehit- nakledilmiştir: “Resülüllah (SAV): “Allah kıyamet günü kulunu durdurup kötülüklerini sahifesinin arkasından göstererek: “Bunları sen mi yaptın?” der. O: “Evet ey Rab” der. Allah ona: “Ben seni onlarla rüsva etmeyeceğim, onları affettim” der. İşte bunun üzerine kul: “Alın kitabımı okuyun, ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim zaten der.” dedi.”
     El-Sahîli’den fısıldaşma konusu sorulduğunda; İbni Ömer (RA)’ın şunları anlattığı yer alıyor: “Rasülüllah (SAV)’in: “Kıyamet günü Allah, kulu kendisine yaklaştırarak, tüm günahlarını itiraf ettirir. Kul helak olduğu kanısına vardığında, ulu Allah: “Dünyada onları örtmüştüm, bugün de bağışlıyorum” der. Ardından kulun iyiliklerini içeren kitabı sağından verilir. Kâfirler münafıklara gelince şahitler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır biline ki; Allah’ın lâneti zalimleredir.” derler.” dediğini duydum.”
     Sonra, şahitlerin gözü önünde kurtulanlar için hazırlanan nimetler açıklanıyor. “Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede ki, meyvelerinin devşirilmesi kolaydır. Geçmiş günlerde yaptığınız iyi işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”
وَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَٰلَيۡتَنِي لَمۡ أُوتَ كِتَٰبِيَهۡ
وَلَمۡ أَدۡرِ مَا حِسَابِيَهۡ -26
 يَٰلَيۡتَهَا كَانَتِ ٱلۡقَاضِيَةَ -27
 مَآ أَغۡنَىٰ عَنِّي مَالِيَهۡۜ -28
 هَلَكَ عَنِّي سُلۡطَٰنِيَهۡ -29
  25-) “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.
  26-) “Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım!”
  27-) “Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı!”
  28-) “Malım bana hiçbir fayda vermedi.”
  29-) “Gücüm benden yok olup gitti.”(Hakka:25-29)
 إِنَّهُۥ كَانَ لَا يُؤۡمِنُ بِٱللَّهِ ٱلۡعَظِيمِ-33
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلۡمِسۡكِينِ -34
   33-) “Çünkü o Büyük Allah’a inanmıyordu.”
     34-) “Yoksulu doyurmaya önayak olmazdı.”(Hakka:33-34)
Ne kötü bir akıbet hiçbir mü'minin arzu etmeyeceği manzara.



Ümmet Bilincine Hep Muhtacız





Arif Nihat Asya’nın na’tı, İslam’ın izzet günlerini yadederek başlar. İlk mısralar şöyledir:
“Seccaden kumlardı..
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mü’min döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.”
Evet, “İki dünyada aziz ümmet Muhammed ümmetiydi.”
İzzetin kaynağı olan Rabbü zülcelal bildiriyordu:
ۚ وَلِلَّهِ ٱلۡعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِۦ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ ...٨
 “İzzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resûlü’nün ve mü’minlerindir.” (Münafıkûn, 8)
Kelam-ı ilahi, “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür.” ilanında bulunduktan sonra “Onunla beraber olanlar” çerçevesinde,  muhteşem bir “Muhammed ümmeti” tablosu çizmişti. İşte şu şekildeydi o muhteşem tablonun çizgileri:
مُّحَمَّدٞ رَّسُولُ ٱللَّهِۚ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥٓ أَشِدَّآءُ عَلَى ٱلۡكُفَّارِ رُحَمَآءُ بَيۡنَهُمۡۖ تَرَىٰهُمۡ رُكَّعٗا سُجَّدٗا يَبۡتَغُونَ فَضۡلٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِضۡوَٰنٗاۖ سِيمَاهُمۡ فِي وُجُوهِهِم مِّنۡ أَثَرِ ٱلسُّجُودِۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمۡ فِي ٱلتَّوۡرَىٰةِۚ وَمَثَلُهُمۡ فِي ٱلۡإِنجِيلِ كَزَرۡعٍ أَخۡرَجَ شَطۡ‍َٔهُۥ فَ‍َٔازَرَهُۥ فَٱسۡتَغۡلَظَ فَٱسۡتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِۦ يُعۡجِبُ ٱلزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ ٱلۡكُفَّارَۗ وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ مِنۡهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمَۢا .
“...İnkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün.
Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.
İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler.
Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar.
Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih, 29)
Kelam-ı ilahi, mü’min­lerin önüne bir “ümmet inşası” hedefi koymuştu. “Ümmet” bir anlamıyla “Öncü, ana topluluk” demekti. İslam ümmeti, insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olacak, kötülüklerle mücadele edecek bir topluluk olmaya yönlendirilmişti. İşte şu ayet-i kerime ile:
وَلۡتَكُن مِّنكُمۡ أُمَّةٞ يَدۡعُونَ إِلَى ٱلۡخَيۡرِ وَيَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِۚ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ .
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir ümmet (öncü topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104)
Ve Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem tarafından inşa edilen, gelecekte de olması istenen  “Ümmet”in Hâlık Teala nezdindeki kıymeti şöyleydi:
كُنتُمۡ خَيۡرَ أُمَّةٍ أُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَتُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِۗ
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran, 110)
Ümmet, Rasullulah Efendimiz (s.a.)’in elinden tutan insan topluluğu demektir. O’nun izine basan, O’nun rengine boyanan, O’nun ahlâkıyla ahlâklanan, İslam kumaşı ile dokunan insan topluluğu demektir. Mesela Hac’daki Arafat ortamının, bu vasıfta bir ümmet buluşması olduğu muhakkak.
Orada Yaradan’ın huzurunda buluşmuş yüzlerce renk, ırk ve dil var. Dünyevi sıfatlardan soyunmuş, kulluk şuurunu yüklenmiş, yürekleri birbirine raptolmuş, aralarında rahmet alışverişi yapan, iyilikte öncü, kötülüğe karşı siper, adeta dünyadaki büyük ümmetin minyatür bir temsilcisi...
Günün sorusu şu:
Acaba İslam ümmeti, şu anda, Kelam-ı ilahinin resmettiği, Rasulullah Efendimizin kutlu elleriyle kumaşını dokuduğu “Aziz Ümmet”in içini ne kadar dolduruyor?
Belli ki acılar var.
Belli ki mazlumiyetler var.
Belli ki mahrumiyetler var.
“Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” diyor Arif Nihat Asya na’tinde.
Ebu Cehil’i bitirmişti oysa İslam ümmeti, Saadet Çağında... Şimdi nereden geldi Ebu Cehil yeniden ve İslam ümmetine ne oldu ki o geldi?
Bu bizim imtihanımız.
Ümmet olmak demek, Müslümanlığımızın içini, Rasulullah Efendimizin şahsiyet ölçüleriyle dokumak demek. Bundan vaz geçmek, bunu ıskalamak ve bu halimizle de “Muhammed ümmeti” iddiasında bulunmak mümkün mü?
Abdülhakim Arvasi hazretlerine sorulmuş:
-Efendim, Muhammed Ümmeti ne zaman kurtulacak?
Hazret şu cevabı vermiş:
-Sen bana Muhammed ümmetini göster, ben sana kurtulduğunu göstereyim.
Ümmet planında yaşanan acılar, Rasululllah sallallahü aleyhi vesellemle aramızdaki mesafeden doğuyor, kurtuluş da, O’nunla aynileşmede. Yani gerçek ümmet olmada...
Dua etmeli, mutlaka.
Dua, Rabbimizin lütfuna, yardımına, rahmetine sığınmak demek.
Duasız olmaz.
Ümmet olarak,  Rahman’ın rahmetine, merhametine, lütfuna, yardımına, nusretine sonsuz ihtiyacımız var.
Hiçbir derdimiz olmasa, O’nun lütfuyla nefes alıp vermekteyiz ve bunun için yüreklerimiz O’nun eşiğine merbut olmalı.
Ama ümmet olarak acılar içindeysek, o kerem kapısını daha çok, daha çok çalmak durumundayız.
Kaybedilenlerin çetelesini tutmak ve her birini yeniden kazanmak.
Gözlerimiz kaybolduysa, gözlerimizi, bilincimiz kaybolduysa, bilincimizi, yüreğimiz kaybolduysa yüreğimizi, toprağımız kaybolduysa toprağımızı, devletlerimiz kaybolduysa devletlerimizi arayıp, bulup yerli yerine ve Yaradan’ın istediği kıvamda yerleştirmemiz lazım.
Camileri, minberleri, mihrapları, namazları, oruçları, hacları, zekatları, secdeleri, rükuları, kıyamları, imamları, müezzinleri, anneleri, babaları, gençleri, yaşlıları yeniden inşa etmek... Yeniden Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Muazlar, Ammarlar, Fatımalar, Haticeler, Ayşeler, Nesibeler yetiştirmek.
Fiili duadan sonra, yüreklerimizi yönlendirmeliyiz Rahman’ın yüce katına...
Rasûlullah (s.a.v)’in şu hadis-i şeriflerine yansıyan dua gibi seslenmeliyiz:
Allah Rasulü, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir dua yoktur:
«Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Ve Rasulullah Efendimizin bu duasından yola çıkarak gönüllerinden seslenen Allah dostları gibi seslenmeliyiz:
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e yardım eyle, zafer nasîb eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muhâfaza eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir araya getir ve yekvücût eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i ıslah eyle!
“Bize merhamet etmeyecek olanı başımıza musallat etme Rabbim!”




Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz