08/02/2018

Nerdesin İnsan Hakları Dediğimizde İmdadımıza Yetişen Veda Hutbesi



Kul hakkı-insan hakkı: Allah’a karşı görev ve sorumlulukların içerisinde; diğer insanlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızdır. Bir başka ifade ile başkalarının bizim üzerimizdeki haklarıdır.
Hak kavramı insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Çünkü insanın varolduğu yerde hak söz konusudur. İlk insan hakları ihlali de Hz. Adem'in oğulları arasında Kabil'in Habil'i öldürmesiyle başlar.
Yüce Allah;
يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنَّا خَلَقۡنَٰكُم مِّن ذَكَرٖ وَأُنثَىٰ وَجَعَلۡنَٰكُمۡ شُعُوبٗا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوٓاْۚ إِنَّ أَكۡرَمَكُمۡ عِندَ ٱللَّهِ أَتۡقَىٰكُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٞ 

‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki olanınızdır.’’ (Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.
Bu ayette insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını; insanların doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin, içinde yaşadığı yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu açıkça görmekteyiz. Buna göre ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz.
 Veda Hutbesi’nde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:
 ‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’ (Ahmed ibn Hanbel,  Müsned, Mısır 1313,  V, 411)
Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyeti şu olayda açık seçik görülmektedir: Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak  ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:
‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’  Ebu Zer hata ettiğini anladı ve tevbe etti. Fakat bu kuru bir tevbe değildi. Yüzünü yere koydu: ’’Vallahi ya Rasulallah, Bilal ayağı ile yanağıma basmadıkça yüzümü yerden kaldırmam’’ dedi ve ısrar etti. Nihayet Bilal Ebu Zerr’in yanağına bastı ve helalleştiler. (Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313,  V, 158)
İslam’a göre ırk, renk, makam, zenginlik, akrabalık ve dostluk ve hatta inanç farklarına bakılmaksızın herkes kanun önünde eşittir; aynı kanun bütün Müslümanlara ve bazı istisnalarıyla birlikte gayr-ı müslimlere tatbik edilir. (H. Karaman, Muk. İsl. Huk.  I-III, İst, 1974-1987. I, 112)
"Mahzum kabilesinden hırsızlık eden Fatıma bintü Esved adlı itibarlı bir kadına ceza tatbiki Kureyş’in ağırına gidiyordu. Bu cezayı affetmesi için Hz. Peygamber’e çok sevdiği Üsame b. Zeyd’i şefaatçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber iltiması kabul etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: ‘’Sizden öncekilerin mahvolmalarının sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi çalınca onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa elini keserdim.’’ (Müslim, Hudud 2) 
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُونُوا قَوَّامينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَايَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ قَوْمٍ عَلى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
‘’Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan, doğru şahitler olun. Bir kavme düşmanlığınız sizi asla adaletten ayırmasın. Adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.’’ (Maide, 5/8) ayeti konuya yeterince ışık tutmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını korumaya yönelik hükümler içerir:
 Bunlar, adam öldürmek (Maide 5/32 Bakara, 2/84, Furkan, 25/68) hırsızlık yapmak (Maide 5/38-39) zina ve fuhuş yapmak (En’am 6/151, Araf 7/28 Nisa 4/15,25) İftira (Nisa 44/114 Nur 24/4,23,24) Gıybet (Hucurat 49/12, Hümeze 104/1) İçki (Bakara 2/219 Maide 5/90-91) İkrah (Bakara 2/256 Yunus 10/99, Yusuf; 22/103) gibi insanın maddi ve manevi kişiliğine tecavüz niteliği taşıyan tüm eylemler yasaklanmıştır. Bununla beraber ayet ve hadislerden de “Allah hakkı, Peygamber hakkı, İslam’ın hakkı, din kardeşliği hakkı, ana-baba hakkı, evlat hakkı, arkadaşlık hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba hakkı, komşuluk hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir hakkı, yolculuk hakkı, mal hakkı, hayvanların hakkı, v.b.” her türlü haklardan bahsedilmiş, bu haklara rivayet edilmesini yüce Allah, tüm müslümanlardan istemiştir. Ayrıca insanın kendi bedeni ve organları üzerindeki haklarından da bahsederek kendine zarar vermeyi ve de intiharı dinimiz yasaklamıştır.
Her insan bütün haklardan ve hürriyetlerden istifade eder. İslam der ki: ’’vatandaşlar, can, mal, namus himayesi, fikir, vicdan, ibadet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kuruluş ve müesseselerden faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudud içinde- istifade ederler (Hayreddin Karaman, Muk. İsl. Huk. I, 72) ki bunların en önemlilerinden birisi de yaşama hakkıdır.  Bunlara "Zaruriyyat-ı Hamse" de denir ki, şunlardır:
1- Din Emniyeti            2- Can Emniyeti
3- Akıl Emniyeti          4- Mal Emniyeti
5- Nesil (Irz) Emniyeti
Allah’ın verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur.
Bir kaç ayet ve hadis sanırım bu konuda ufkumuzun genişlemesine vesile olur.
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظيمًا
‘’Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.’’ (Nisa, 4/93)
İnsan haklarından birisi de inanç ve ibadet hürriyetidir.
Herkes kendi iradesiyle dinini seçer ve yaşar. Kimse, din seçmeye veya değiştirmeye zorlanamaz. Bu konudaki usul şöyledir:
ٱدۡعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِٱلۡحِكۡمَةِ وَٱلۡمَوۡعِظَةِ ٱلۡحَسَنَةِۖ وَجَٰدِلۡهُم بِٱلَّتِي هِيَ أَحۡسَنُۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ  
‘’Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, onlara karşı en güzel metodlarla mücadele et.’’  (Nahl, 16/125)
لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ
‘’Dinde zorlama yoktur; artık doğru eğriden ayrılmıştır.’’ (Bakara, 2/256)
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَامَنَ مَنْ فِى الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَميعًا اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّى يَكُونُوا مُؤْمِنينَ
‘’Ey Muhammed! Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi birden iman ederlerdi. O halde iman etsinler diye insanları sen mi zorlayacaksın?’’ (Yunus, 10/99)
Kul Hakkı Helalleşmedikçe Bağışlanmaz:
Ebu Hureyre (r.a) den Rasulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana, ırzı, mal, kanı haramdır. Takva işte buradadır. Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşini hor görmesi kafidir." (Tirmizi, Birr, 1850)
Rasulullah (sav) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyor:
“Müflis kimdir bilir misiniz? Sahabiler: “Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır” dediler. Rasulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatı ile ve fakat ( bununla beraber) falana hakaret etmiş falana iftira etmiş, falancanın malını yemiş falancanın kanını dökmüş falancayı dövmüş olarak gelir. Dolayısıyla falana onun sevaplarından falancaya yine sonun sevaplarından alınıp verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse zulmetliği o kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonrada cehenneme atılır.” (Riyaz’üs Sahilin Tercüme ve şerhi 2.cilt s.48)
Dinimiz, insan hakları ihlalini içeren yasakları sadece ahlaki olarak yasaklamakla kalmamış, bunların ihlali insanın yer yüzündeki güvenlik alanını ortadan kaldırdığı için, aynı zamanda hukuki/cezai müeyyidelerle de koruma altına almıştır. Bu nedenledir ki dinimizin insan haklarını  korumaya yönelik iki tür yaptırımından söz edilebilir; birincisi, ahlaki öğütlerle, uyarılarla, uhrevi vaad ve vaidlerle insan haklarının korunmasına ilişkin ahlaki bir bilinç oluşturmaya çalıştırmaları; ikincisi ise, her şeye rağmen insanların haklarını ihlal edecek olanlara yönelik dünyevi cezai müeyyideler koymaları. Halbuki modern insan hakları öğretisi içeriği bir yana, ne hukuki bir mekanizmaya sahiptir, ne de ahlaki bir temele yaslanmaktadır. Bir temenniler metni olmaktan öte gitmiyor. Bu nedenledir ki insan hakları ihlallerinin önüne geçilememektedir.
İnsan haklarının tek kaynağı ve güvencesi yüce Allah’tır. Bunun için kaynağını vahiyden almayan bir insan hakları kuramı tutarlı ve sağlam olmayacaktır.
İnsan Hakları Açısından Veda Hutbesinin Önemi ve Değeri


Kur’an-ı Kerim’de:
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95 /4) buyurulmaktadır.
İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm’ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicret’in 10. yılında Hz. Peygamber’in hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta arefe günü (Zilhicce’nin 10. günü) ile yine Mina’da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi,  D.İ.B.Yayını, c.10, s. 396) Bunlardan meşhur olana Arafat’ta, sayıları kadın-erkek 140.000’i aşan bir topluluğa irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyetidir. (Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah; İslâm Peygamberi, (Terc. M. Said Mutlu) İst., 1966, c. 1. s. 175.)
7 Mart 632 tarihinde irad edilen Veda Hutbesi, Hz. Peygamberin 23 yıldan beri yaptığı ilahi duyurunun ana noktalarını bir kez daha vurgulayan, hatta denilebilir ki ilahi mesajın özünü dile getiren tarihi konuşmanın adıdır. Fazlurrahman'ın değerlendirimesi ile Veda Hutbesi "Hz. Peygamberin başarılmış temel hedefleri ifade eden 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşma"dır.
Hz. Peygamber, bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir. (Miras,Kamil, Tecrid-i Sarih Ter., c.10, s. 396)
Şimdi İslâm tarihinde “Vedâ Hutbesi” olarak tescil edilen bu önemli ve evrensel tebliğin bazı bölümlerini verip, onun içerdiği konuları açıklamaya çalışalım.
Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye ve sizi O’na itaatte bulunmaya teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve en hayırlı olan bir şey ile (sözlerime) başlamak istiyorum:
Ey insanlar! Sizlere açıkladığım (şeyleri) dinleyiniz. Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar buluşamayacağım.
Ey insanlar! Kanlarınız (hayatınız), mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz, Rabbinizle buluşacağınız (güne) kadar, bu mahalde (Mekke), bu ay da (Zilhicce) bu günün kutsallığı gibi kutsal ve saygındır. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım, sen şahit ol!
Emânet olarak eli altında bir şey bulunduran kişi, onu kendisine emanet etmiş olan kimseye iâde etmelidir.
Bundan böyle cahiliyyet  döneminde ödünçler üzerinden alınan fâiz kaldırılmıştır; şu kadar var ki, (ödünç olarak verdiğiniz) sermayeleriniz sizindir; (bu suretle) ne zulmedecek ve ne de zulme uğrayacaksınız. Allah (bundan böyle) fâizin kaldırılmasını hükmetmiştir. (Kaldıracağım) ilk fâiz, amcam Abbas İbn Abdulmuttalib’in ribâsıdır.
Yine cahiliyyet devrinin kan davaları kaldırılmıştır: (Kaldıracağım) ilk kan davası yeğenim Âmir İbn Rebia İbn el-Hâris İbn Abdulmuttalib’in kan davâsıdır.
Câhiliyyet devrinin (Mekke şehri ile ilgili) âdetleri kaldırılmıştır. Kâbe muhafızlığı (sidâne) ve hacılara su işleri (sikaye) vazifesi bundan müstesnâdır.
Ey insanlar! Gerçekten şeytan, sizin bu ülkeniz üzerinde kendisine tapılmaktan ümidini kesmiş bulunuyor. Fakat o bunun dışındaki iş ve hareketlerinizden ehemmiyetsiz saydıklarınızda, kendisine tâbi olmaktan hoşnut olacaktır.
Ey insanlar! Kadınlarınızın haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlara en iyi şekilde davranıp muâmele ediniz. Çünkü onlar, sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Kadınlar hususunda Allah’tan korkup çekinin.
Ey insanlar! Mü’minler kardeştirler. Bu kimse için kardeşinin malını yemek, onun tam rızasını almadıkça helal olmaz. Allah,  her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir.
Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale gelmeyin. Gerçekte ben size öyle bir şey bırakıyorum ki; siz ona sarıldıkça dalâlet ve sapıklığa düşmezsiniz; Bu Allah’ın kitabı ve O’nun Nebisi’nin sünnetidir.
Ey insanlar! Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz, Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz.
Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en makbûl olanınız, O’ndan en çok korkup çekineninizdir. Bir Arab’ın Arap olmayana, -takva hariç- üstünlüğü yoktur.
Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamberimiz’in, huzurundaki o muazzam topluluğa:
“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? diye sordu. Ashab-ı Kirâm:
“Allah’ın risaletini tebliğ ettin, risâlet vazifesini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun! diye şahâdet ederiz” dediler. Hz. Peygamber, mübârek şehâdet parmağını göğe kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere:
“Şahid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Râb! Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu sözlerimi) tebliğ etsinler.” (Vedâ Hutbesinin tam metni için Bkz. Kâmil  Miras, a.g.e., c. 10, s. 397-399; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, a.g.e, c. 1, s. 175- 177; Diyanet İlmî Dergi, c. 28, sayı, 1, s. 3-6) buyurdu.
Hz. Peygamber -görüldüğü gibi- hutbesine Allah’a hamd ve senâdan sonra: “Eyyühennas: Ey insanlar!” nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.
Bu hutbe, İslâm’ın temel konularına temas etmesi cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.
Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.


Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde İslâm Dîni’nin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.
Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3- Bütün müslümanlar kardeştir.
4- Bütün  borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf  hakları olduğu öngörülmüştür.
7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları  belirtilmiştir.
8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 19 Haziran 1215 tarihinde İngilizlerin kendileri (soyluları) için kabul ettiği Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi) na kadar götürmektedir. Ancak bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı temsilen Lordlar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları gündeme gelmiş ve insan hakları beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiştir.  Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri de vardır. (Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz