Emanet kelimesi âyet ve
hadislerde birbirinden farklı anlamlarda kullanılmıştır. İnsanın, gerek
Allah'a, gerek ailesine ve gerekse içinde bulunduğu topluma ve hatta insanlığa
karşı görev ve sorumluluklarından tutunuz da, korunmak üzere geçici bir süre
için yanında bırakılan eşyaya varıncaya kadar hepsine emanet denir.
Özet olarak söylemek
gerekirse insanın sorumluluk alanına giren her şey emanettir.
Peygamberlerde bulunması
gerekli beş nitelikten birisinin “Emanet” olması, emanetin, mana ve önemini
ifade etmektedir. Bu sıfat, peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını
ifade eder. Esasen insanların güvenmediği bir kimsenin peygamber olarak görevlendirilmesi
düşünülemez. Çünkü peygamber, Allah ile kulları arasında elçidir. Böyle biri
güvenilir olmazsa insanlar ona inanır ve söylediklerini dinler mi?
Peygamberlerin sonuncusu olan
Muhammet (s.a.s.), içinde doğup büyüdüğü toplum tarafından daha peygamber olarak
görevlendirilmeden önce “el-Emîn”
olarak tanınmıştı. Halk, adından daha çok onu bu ünvanıyla anardı. Peygamber
olarak görevlendirilip insanları Allah'ı tanımaya ve yalnız O'na ibadet etmeye
çağırınca müşrikler ona düşman oldular
ve düşmanlıkları, onları peygamberin hayatını ortadan kaldırmaya sevketti. Onu
öldürmek için biraraya gelen bu insanlar, birbirlerinden çok ona inanıyor,
kıymetli eşyalarını, altın ve mücevherlerini ona emaneten bırakıyorlardı.
Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gece yanındaki emanetlerin sahiplerine
verilmesi için Hz. Ali'yi bu sebeple yatağında bırakmıştı.
Peygamberimizin bu davranışı,
onun emanete ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Esasen o, halkın güvenini
kazanmamış olsaydı insanlar kısa sürede inançlarını, âdet ve geleneklerini
bırakarak onun etrafında toplanırlar mıydı?
Evet, değerli mü'minler!
İnsanın sorumluluk alanına giren her şey emanettir. Bakınız Peygamberimiz ne
buyuruyor:
“Hepiniz çobansınız ve
hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet Başkanı üstlendiği görevden
sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur.
Kadın, eşinin, evinin koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur.
Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur.
Dikkat ediniz. Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz.” (1)
Hadis-i şerifte, kişilerin
birbirlerine ve topluma karşı yükümlü bulundukları görevler noktasından “Çoban”
olarak ifade edilmesi, görevin kutsallığını ve içtenlikle yerine getirilmesinin
gereğini ifade etmektedir. Toplumun değersiz ve kıymetsiz aşırı istek ve
arzularından uzak bulunan ve daima yaratılış saflığı ile yaşayan, koyunlarını
güdüp gözetirken onlara karşı duyduğu derin şefkat ve merhamet duygusu,
kişilerin görevlerini yaparken aranılan samimiyetin en temiz örneğidir.
Hiç şüphe yok ki, insanın ilk
sorumluluğu, kendisini yaratan ve akıl gibi üstün yetenekler veren Allah'a
karşı olan sorumluluğudur. Allah Teâlâ insanoğluna bu sorumluluğunu hatırlatmak
üzere pek çok peygamberler göndermiş ve bu peygamberlerin bazıları ile de
kitaplar indirmiştir. Bu kitaplarda uyulması ve sakınılması gereken hususlar
yer almıştır. Allah Teâlâ'nın görevlendirdiği son peygamber, Hz. Muhammet
Mustafa (s.a.s.), indirdiği son kitap da Kur'an-ı Kerim'dir.
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın
emanetini insanoğlunun taşıdığını bildirmektedir. Şöyle buyuruluyor:
“Biz emaneti göklere, yere ve
dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu
insanoğlu yüklendi. O gerçekten çok zalim ve cahildir.” (2)
Burada yer ve göklerin
taşımayı kabul etmediği emanetin dinî yükümlülükler olduğunda şüphe yoktur.
Allah Teâlâ'nın sayısız nimet ve lütuflarına mazhar olan insan, o nimetleri
verene karşı bir takım yükümlülükleri olduğu hatırlatılmaktadır.
Allah'ın emir ve
yasaklarının, gönderdiği son peygamberin sünnet ve tavsiyelerine uymayan kimse
yüklendiği bu emanete karşı görevini yapmamış olur, Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyuruluyor:
“Ey iman edenler! Allah'a ve
peygamberine hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş
olmayasınız.” (3)
Âyet-i kerime, Allah'a ve
peygamberine itaatsizlik yapılmamasını emrediyor. Çünkü Allah'ın emirleri,
peygamberinin tavsiyeleri insanın hayat kaynağıdır. Nasıl olur da insan
kendisine hayat veren emir ve tavsiyelere kulaklarını kapar, onları dinlemez.
Böyle yaptığı takdirde Allah'a ve Peygamberine hainlik yapmış olur. Allah'a ve
peygamberine hainlik yapanlar ise emanetlerine hıyanette bulunmuş olur. Halbuki
hainlik ve yalan mü'minde bulunmaz. Nitekim Peygamberimiz: “İki özellik vardır
ki bunlar mü'minde huy haline gelmez. Bunlar, hıyanet ve yalandır.” (4)
buyurmuştur.
Emanetin geniş anlamlı
olduğunu söylemiştik. Mü'minin yüklendiği emanetlerden birisi de kamuya ait
işlerdir, yani devlet işleridir. Kur'an-ı Kerim, devlet işlerinin bir emanet
olduğunu bildirmektedir. Yine Kur'an-ı Kerim, devlet işlerinin önce ehline
verilmesini emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah (c.c.) size emanetleri
ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit, adâletle
hükmetmenizi emrediyor. Allah (c.c.) size ne kadar güzel öğüt veriyor. Şüphesiz
Allah her şeyi bilen ve görendir.” (5)
Bu âyet-i kerimenin şu olay
üzerine nazil olduğu rivâyet ediliyor:
İslâmiyet’ten önce Kâbe ile
ilgili bazı hizmetler belli kişiler tarafından yürütülüyordu. Peygamberimiz
Mekke'yi fethettiği gün Kâbe'nin anahtarlarını Osman b. Talha b. Abdüddâr
taşıyordu. Peygamberimiz bu zâtı çağırtarak Kâbe'yi açmasını emretti. Orada
hazır bulunan peygamberimizin amcası Hz. Abbas, eskiden sorumluluğunda bulunan
hacılara su dağıtma görevi ile beraber Kâbe anahtarlarının da kendisine
verilmesini istedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu. Peygamberimiz de
Kâbe'nin anahtarlarını eskiden beri taşıyan Osman b. Talha'ya vererek:
-Ey Ebû Talha evlâdı,
atalarımızdan kalma olan Kâbe kapıcılığı sizde kalmak üzere, işte anahtarlarını
alınız, bunu, haksızlık yapmadan hiç kimse sizden alamaz, buyurdu ve
anahtarlarını eskiden olduğu gibi aynı sahibine verdi. (6)
Evet, bu âyet-i kerîme emanetlerin
ehline verilmesini emrediyor ve ehliyetli olan kimseden emanetin alınmamasını
istiyor. Eskiden beri Kâbe'nin kapıcılığı görevini ehliyetle yapmış olan
birisinden bu görevin alınarak kendisine verilmesini isteyen Hz. Abbas,
Peygamberimizin amcası olmasına rağmen bu görev, âyetin işâretiyle ehil olan
eski sahibinde - bir daha ondan alınmamak üzere- bırakılmıştır.
Âyet-i kerime, devlet işleri
için ehliyetin dışında başka bir şey kabul etmiyor. Aklın da kabul ettiği bu
değil mi? Eğer maksat kamu işlerinin aksamadan düzenli bir şekilde yürütülmesi
ise bu işe ehil olan birisini getirmek gerekir.
Bir adam Peygamberimize
gelerek sorar:
-Ey Allah'ın Resûlü, kıyâmet
ne zaman kopacak? Peygamberimiz:
-Emânet zayi olduğu zaman
kıyâmeti bekle, buyurur. Adam bunu anlayamamış olacak ki tekrar sorar:
-Emânetin zayi olması nasıl
olur? Bunun üzerine Peygamberimiz:
-İşler ehil olmayan kimselere
verildiği zaman kıyâmeti bekle, buyurur. (7)
Dikkat edilirse
Peygamberimiz; kıyâmetin ne zaman kopacağını öğrenmek isteyen kimseye daha
önemli olan bir konuya işaret ederek cevap veriyor. Toplumda emânetin ehline
verilmemesi, o toplumun kıyâmetinin kopması demektir. Öyle değil midir? Siz
kalkar bir kamu işine o işe ehil olmayan, hatta o işten hiç anlamayan ve sorumluluk
duygusu bulunmayan birini getirecek ve emâneti ona yükleyecek olursanız o işin
düzenli bir şekilde yürütülmesini bekleyemezsiniz.
Emânet (devlet işleri)
ehline verilmeyince işler aksar, toplumda huzursuzluk başlar, şikayet ve kavga
artar. Toplum fertlerinin birbirine olan güveni ortadan kalkar. İşte bu,
Peygamberimizin ifadeleri ile o toplumun kıyâmetinin kopması demektir.
Kamu işleri için yetki vermek
durumunda olan kimseler, ehil olmayanlara yetki vermekle emânete hıyanette
bulunmuş olurlar ve bunun zararını da yine kendileri çekerler. Sonra da ne
yapalım, Allah böyle takdir etmiş diyerek teselli bulmak isterler. Evet, Allah
öyle takdir etmiş ama Allah'ın bu takdirine biz sebep olmuş oluyoruz. Çünkü
bizim ne yapacağımızı Allah biliyor ve ona göre takdir ediyor.
Emânet vermek durumunda olan
kimseler dikkatli olacakları gibi emânet isteyen görev talebinde bulunan
kimseler de yapamayacakları bir görevi istemeyecekler, verilse bile kabul
etmeyeceklerdir.
Ashâb-ı Kirâm'dan Ebû Zer
(r.a.) diyor ki: Peygamberimize:
-Ey Allah'ın Rasûlü, beni
vali yapmıyor musun? dedim. Peygamberimiz:
-Ebû Zer, sen zayıfsın, bu
valilik bir emanettir, kıyâmet gününde gerçekten bir perişanlıktır. Ancak onu
hakkıyla alan o hususta üzerine düşeni yapan müstesnâ, buyurmuş (8) ve Ebû Zer
gibi bir sahâbiyi böyle bir yükün altına sokmak istememiştir.
Emânet vermekle yetkili olan
kimseler onu ehline verecekleri gibi, emânet kendilerine verilen kimseler de
bunun sorumluluğundan kurtulmak için görevin gereğini yapmaya çalışacaklar ve
görevde kusurlu davranmayacaklardır.
Bakınız Peygamberimiz ne
buyuruyor:
“Eğer bir yönetici
müslümanların işini üzerine alır, sonra onlar için çalışıp işinin gereğini
yapmazsa onlarla birlikte cennete giremez.” (9)
Peygamberimiz prensip olarak
görev isteyenlere görev vermez, bu sorumluluktan kaçanları tercih ederdi.
Ashâb-ı Kirâm'dan Ebû Mûsâ
(r.a.) diyor ki:
Ben ve amcam oğullarından iki
zât peygamberimizin yanına gittik. O iki arkadaşımdan biri:
-Ey Allah'ın Resûlü, bizi,
Allah'ın sizi hâkim kıldığı yerlerden bazısına hâkim tayin et, dedi. Öbürü de
buna benzer bir istekte bulundu. Bunun üzerine peygamberimiz:
-Vallahi, biz bu işe ne onu
isteyen birini tayin ederiz, ne de ona aşırı istekli olan birini, buyurdu (10)
ve görev isteyene görev vermek âdeti olmadığını bildirdi.
Görülüyor ki, Peygamberimiz
görev isteyen ve buna aşırı istekli olan kimseye görev vermiyor; ehil olduğu,
görevi başaracağına inandığı kimseleri göreve getiriyordu. Çünkü Kur'an, görevi
ehil olana verilmesini emrediyordu.
İnsan olarak, Allah'ın en
seçkin yaratığı olarak pek çok emanetler taşımaktayız. Bunların hepsini saymak
için yeterli zamanımız yoktur. Ancak bunlardan önemli olan bazılarına işaret
etmekle yetineceğiz.
Ailemiz ve çoluk çocuğumuz önemli emânetlerimiz
arasındadır.
Çocuklarımızın eğitilmesi,
her türlü zararlı akımlardan uzak tutularak, dinimiz, vatanımız ve milletimiz
için yararlı olacak şekilde yetiştirilmesi görevlerimiz cümlesindendir. Çünkü
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
“Ey mü'minler! Kendinizi ve
ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (11)
Müslüman anne ve baba
çocuklarının dinî terbiyelerine özen göstermeli, dinin inanç esaslarını, ibadet
ve ahlâk kurallarını onlara öğretmelidirler. Bu görevlerini ihmal eden anne ve
babaların sonradan büyük pişmanlık duyacakları kaçınılmazdır. Zaman zaman
basına ve televizyon ekranlarına yansıyan, okunması ve izlenmesi bile üzüntü
veren olaylar bu görevin ihmali sonucu meydana gelmektedir.
Çocuklarımıza
bırakacaklarımız arasında en değerli olanı, hiç şüphe yok ki vatan ve millet
sevgisiyle dopdolu ve dinî değerlerine bağlı olarak yetiştirilmeleridir.
Nitekim Peygamberimiz:
“Hiçbir baba çocuğa güzel
terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.” (12) buyurmuştur.
Bize emânet olan
çocuklarımıza karşı görevlerimizi yapmadığımız zaman çocuklarımızdan sadece biz
değil, toplum da rahatsız olacak ve zarar görecektir. Bundan başka Allah'ın
emrine uymadığımız için de O'nun yüce katında sorumlu duruma düşmüş olacağız.
Sağlığımız da bir emânettir.
Sağlığımıza zarar veren her
şeyden korunacağız.
Hayatın tadı, ibadetin zevk
ve neşesi, vücud sağlığına bağlıdır. Sağlığı yerinde olmayan bir müslüman,
Allah'a anne ve babasına, ailesine, vatan ve milletine karşı olan görevlerini
gereği gibi yerine getiremez. Bunun içindir ki yüce dinimiz, insan sağlığına
büyük önem vermiş, onu tehdit eden her türlü uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır.
Yine bunun içindir ki peygamberimiz, sağlıklı, kuvvetli mü'minin zayıf
mü'minden daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.
Peygamberimizin şu uyarısına
her mü'min kulak vermelidir. Şöyle buyuruyor:
“Ölümden önce hayatının,
hastalığından evvel sağlığının, meşguliyetinden önce boş vakitlerinin,
ihtiyarlığından önce gençliğinin, yoksulluğundan önce zenginliğinin kıymetini
bil.” (13)
Malımız ve servetimiz bize emanettir.
Bir gün geçici dünya hayatına
vedâ ederken malımızı ve her şeyimizi burada bırakacağız. Ancak Allah'ın
huzurunda hesap verirken malımızı nereden kazanıp nereye harcadığımızın
hesabını vereceğiz. Nitekim peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Hiç kimse kıyâmet günü (beş
şeyden) ömrünün nerede ve ne sûretle tükettiğinden, gençliğini nerede ve nasıl
yıpratıp çürüttüğünden, malını nasıl kazanıp nerelere harcadığından, elde
ettiği bilgi ile ne yaptığından sorguya çekilmedikçe Allah'ın yüce katından
ayrılamayacaktır.”(14)
Vatan bir emanettir.
Vatan bir toprak parçasıdır,
ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğrunda şehitlerin kanlarını
akıttıkları toprak parçasıdır.
“Toprak, eğer uğrunda ölen
varsa vatandır.” sözü bunu güzel ifade etmektedir.
Vatan bir müslümanın her
şeyidir. Çünkü din, namus, şeref ve bağımsızlık gibi kutsal değerler ancak
vatan sayesinde kazanılabilir.
İşte atalarımız bu cennet
vatanı, uğrunda şehit olarak, kanlarını akıtarak bize emanet etmişlerdir. Bu
emaneti korumak bizim görevimizdir. Bu güzel vatanı bir taraftan düşmandan
korurken diğer taraftan onu imar edip güzelleştirecek ve bizden sonrakilere
korumak üzere teslim edeceğiz.
Taşıdığımız emanetler sadece
bu saydıklarımızdan ibâret değildir. Sadece önemli olanlarına işaret ettik.
Emaneti olmayan yani taşıdığı emanete riâyet etmeyen
kimse olgun mü'min olamaz.
Çünkü Kur'an-ı Kerim'de
müminin özellikleri sayılırken emanete de yer verilmiştir. Şöyle buyuruluyor:
“O mü'minler ki, emanetlerine
ve ahitlerine riâyet ederler.” (15)
Peygamberimiz şöyle
buyurmuştur:
“Emaneti olmayanın imanı
yoktur (yani olgun mü'min değildir.)” (16)
Emanete hıyaneti Peygamberimiz nifak belirtisi
saymıştır.
Şöyle buyuruyor:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu
zaman yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Kendisine birşey emânet
edilirse ona hıyanet eder.” (17)
Müslim'in rivâyetinde: “Oruç
tutsa, namaz kılsa ve kendini müslüman saysa da.” ilâvesi vardır.
İşte değerli mü'minler!
Emanete dinimiz büyük önem veriyor. Emânete riâyet etmeyeni olgun mü'min kabul
etmiyor. Peygamberlerde bulunması gerekli beş nitelikten biri emanet olduğu
gibi olgun mü'minin özelliklerinden biri de emanettir. Zaten insanların,
sözüne, işine ve halkla olan ilişkilerindeki davranışlarına güvenilmeyen bir
kimsenin kâmil manada mü'min olması düşünülemez.
Allah Teâlâ'dan emanet ehli
olmamızı niyaz ediyorum... Amin.
1. Buharî, Cuma; Müslim,
İmâre, 5.
2. Ahzap, 72.
3. Enfâl, 27.
4. Ahmet b. Hanbel, c. 5, s.
252.
5. Nisâ, 58.
6. Aynî, Umdetü'l-Kârî, c. 4,
s. 247, 248.
7. Buharî, Rikak, 35.
8. Müslim, İmâre, 4.
9. Müslim, İmâre, 5.
10. Müslim, İmâre, 3.
11. Tahrîm , 6.
12. Tirmizî, Birr, 33.
13. Hâkim, Müstedrek, 4/306;
Beyhâkî, Şuabü'l- Îman, 7/263.
14. Tirmizî, Kıyâme, 1.
15. Mü'minûn, 8; Maariç, 32.
16. et-Tergîb ve't-Terhîb, c.
4, s. 5.
17. Buhârî, İmân, 24; Müslim,
Îman, 25.
Not: Bu yazı Lütfi Şentürk’ün Diyanet Aylık Dergi (Sayı:109) Sayfa:9/14 de yayınlanan “Örnek Vaaz” ından
bazı değişiklikler yapılarak alınmıştır.