07/06/2018

Ne Kazandık Sorusu



    Çağımızda, insanların gönül dünyaları sıkıntı içindedir. Her türlü günahın işlendiği, akla hayale gelmeyen zulümlerin yapıldığı, mazlumların ezildiği, haram ve helal anlayışının yerine kâr putunun hakim olduğu bir zaman diliminde Ramazan Ayına kavuşmak, büyük bir nimet ve bahtiyarlıktır. Çok merhametli ve bağışlaması bol Allah Teâlâ kullarına acımaktadır. Bu yüzden tevbe kapısını açık bırakmış, onları çeşitli kutsal geceler, günler ve aylar lütfetmiştir. 
Ramazan ayı da onlardan biridir. Ramazan ayı, stres, bunalım ve daha nice sıkıntılara karşı bir esenlik ve şifa kapısıdır.
Ramazan ayında oruç tutan mü’min, Allah’a karşı görevini yerine getirmiş olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşar. Bu rahatlık ve sevinç onun bütün bedenine, iç ve dış organlarına yansır. 

İktisadî krizlerin altında ezilen insanoğlu, kapitalizmin öncelediği tüketim putunun tuzağına düşmüş ve makine hayatının çarkları arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden insanların önemli bir kısmı ruh sağlığını yitirmiştir. Bütün bu gerçekler arasında hayat süren insanların mutsuzluğu doğal hale gelmiştir. İşte böyle bir ortamda Ramazan ayı, imdada yetişmiş, bunalan ve çaresizlikten sıkılan insanlara rahmet kapısın açarak, hanesine buyur etmiştir.

Ramazan ayına kavuşan mü’min, kendine gelmekte, varlık sebebini düşünmekte, Allah Teâlâ ile olan irtibatını güçlendirmekte, ailesine, akrabalarına, topluma ve bütün insanlığa olan sorumluluğunu hatırlamaktadır. Mü’min, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığı Ramazan ayında, derin ve engin bir tefekkürün içerisine girer. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaradılış hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”(Âl-i İmrân, 3/190-191) âyetinde beyan buyurulduğu gibi, düşünmeyi yoğunlaştırır, yalvarışını, niyazını ve zikrini artırır. Mü’min özellikle Ramazan ayında “(Resûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik”(Sâd, 38/29) ilahî mesajındaki prensipleri tefekkür eder ve Kur’ân’ın indiriliş gayesini anlamak için yoğun gayret sarf eder. 

Mü’min, bu ayda kendini gözetlemeli, gönül dünyasının derinliklerine uzanmalıdır. Allah’a olan samimiyetini, din yolundaki gayretini, insanlara karşı olan tevazuunu, ihlasını ve yardım severliğini enine boyuna düşünmelidir. Mü’min, devamlı Alalh Teâlâ’nın murâkabesi altında olduğunu düşünmeli, Ramazan ayında bu tefekkürünü daha da yoğunlaştırmalıdır.
Allah Teâlâ, “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (rakîb) yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”(Kaf, 50/16-17) “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır, onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.”( İnfitâr, 10-12) âyetlerinde bütün insanların murâkabe edildiğini, hal ve hareketlerinin kontrol edildiğini, hayat nimetinin onlara boşuna lütfedilmediğini açıklamaktadır.
Mü’min , “Sorguya çekilmeden önce kendinizi sorguya çekiniz”( Tirmizî, Kiyâmet, 25) hadisinde belirtilen sorgulama ile hayatını sürdürmelidir. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz”( A’râf, 7/6) âyetinde açıkça ifade edildiği gibi, ümmetlere, peygamberlerin yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır.
Mü’min, âyetlerde belirtilen gerçeklere yakînen inanarak muhasebesini yapar. Kendisini öz eleştiriye tabi tutar. İbadetlerini, hakka bağlılığını, insanlara karşı sorumluluklarını sorgular. “Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün”( Kıyâmet, 75/14-15) âyetinde belirtildiği gibi insan, kendisinin ne ölçüde samimi olup olmadığını bilir.

Ramazan ayını tefekkür, murâkabe ve muhâsebe ayı olarak değerlendiren ve buna göre hareket eden mü’minler hem kazançlı çıkacak hem de ramazanın hakkına vereceklerdir. Unutulmamalıdır ki, buluğ çağından itibaren bize lütfedilen her Ramazan ayı, ömrümüzün en kıymetli anlarıdır. Yetmiş yıllık bir ömrü olan bir kimsenin, 15 yaşında ergenliğe ulaştığı düşünülürse, bu kimseye tayin edilen Ramazan ayının sayısı elli beştir. Her sene bu sayı azalarak devam etmektedir. Hiçbirimiz, ne kadar ömrümüzün ve geriye kaç adet Ramazan ayının kaldığın bilemiyoruz, ama devamlı eksildiğinden şüphemiz yoktur. O halde, her Ramazanı bir başlangıç kabul ederek muhasebe, murâkabe ve tefekkürümüzü yapmalıyız. Allah Teâlâ, bizi kendisini sorgulayanlardan eylesin… 

23/05/2018

Yedi Şeyde Acele Etmek



  Rahmet peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ'ya yakınlaşmak ve ahirete hazırlık yapmak için hayırlarda yarışmaya ve salih amellere koşmaya teşvik etmiştir. Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yedi şeyden önce (salih) amellerde acele edin. Unutturan bir fakirlik, azdıran bir zenginlik, ifsat eden bir hastalık, tüketen bir ihtiyarlık, yokeden bir ölüm, Deccâl -ki o en kötü beklenendir- ya da Kıyamet'i mi bekliyorsunuz? Kıyamet daha kötü ve daha acıdır." 
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Yedi şeyden önce amellerde acele edin" kavlinin anlamı, "Fitneler ortaya çıkmadan önce erken davranarak salih amellerle meşgul olun ve onlara özen gösterin" demektir. 
"Unutturan bir fakirlik mi bekliyorsunuz?" kavlinin anlamı; mükelleflerin, dinleriyle ilgili konulardaki ihmalini kınamadır ve şu demektir: "Allah'a ne zaman ibadet edeceksiniz ve salih amel işleyeceksiniz? Çünkü siz şimdi, meşgul edici etkenlerin azlığına ve bedenin kuvvetli olmasına rağmen Allah'a ibadet etmezseniz, meşgul edici etkenlerin çokluğunda ve bedenin zayıflığında O'na nasıl ibadet edeceksiniz? Sizden biri, kendi derdiyle meşgul olmayı gerektirecek, herşeyi unutturan bir fakirlik mi bekliyor? Şüphesiz fakirlikte o, şaşkına döner ve kendisine rızık endişesi hakim olur. Bunun sonucu da, ibadeti ancak huzursuz ve kafası karışık bir şekilde yapabilir."

"Azdıran bir zenginlik", azgınlığa düşüren bir zenginlik anlamındadır. Azgınlık ise, herşeyde haddi aşmadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Sakın! Çünkü insan gerçekten azar; kendisini müstağni gördü diye.) (96/el-Alak/6-7)

Mal; hakkını yerine getirmezse, Allah'ın ondaki hakkını bilmez ve her hak sahibine hakkını vermezse, sahibi için bir fitnedir. Zenginlik, çoğu zaman sahibini cehenneme götüren bir köprü olur. Bu; kazancının haramdan olması, malını şehvetlere ve haram zevklere harcaması, malının onu ibadetten ve taattan alıkoyması, ahiretten yüz çevirerek bütün vaktini para kazanmaya vermesi ya da malıyla ilgili üzerindeki hakları yerine getirmekte cimri davranması nedeniyledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Malları da, evlatları da imrendirmesin seni. Allah, onları dünyada bunlar sebebiyle ancak bir azaba çarptırmayı ve canlarının kafir oldukları halde güçlükle çıkmasını ister.) (9/et-Tevbe/85) Ve şöyle buyurur: (Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik gösterenler, onu haklarında hayırlı sanmasınlar. Bilakis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, Kıyamet günü boyunlarına (ateşten) bir halka olarak geçirilecektir.) (3/Âl-i Imrân/180) Hadis-i şerifte ise şu zikredilir: "Allah'ın kendisine mal verip de zekatını vermeyen kimsenin malı, Kıyamet günü kel bir yılan şekline sokulur ve boynuna dolanır. Sonra onu avurtlarından yakalayarak, "Ben senin malınım, ben senin hazinenim" der."

"İfsat eden bir hastalık" ise; ya şiddetinden dolayı bedeni ifsat eden, ya hastalık sonucu oluşan tembellik dolayısıyla dinini ifsat eden, ya da aklı ifsat edendir. Bunun sonucu ibadetten lezzet alamaz ve sevaba erişecek şekilde tâat yapamaz.
"Tüketen bir ihtiyarlık"; bunaklığa, sayıklamaya ve akıl karışıklığına yol açar. Ya ihtiyarlık ya da ihtiyarlığın getirdiği hastalık nedeniyle aklını kaybeder ve bunar. Bu durum, Allah korusun, başına gelen için ibadetten alıkoyucu bir engeldir.

"Yok eden ölüm", aniden gelen ve çabucak gerçekleşen ölümdür. Kişi, günahlarından tevbe etmeye fırsat bulamaz. Rabbinin huzuruna suçlu bir kul olarak gider. Allah onun için acı verici bir azap ve büyük bir utanç hazırlamıştır. Vacip ya da müstehap bir vasiyet yazmaya fırsat bulamaz. Hayır kazanması için eceli geciktirilmez. Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Onların her birine ölüm geldiğinde; "Rabbim! Beni döndürün!" der. "Belki geride bıraktıklarımla salih amel işlerim." Asla! Bu, onun söylemiş olduğu bir sözden ibarettir. Onların önünde de, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.) (23/el-Mü'minûn/99)

"Deccal ki, o en kötü beklenendir", "Deccal'in çıkışı beklenir" anlamındadır. Deccal'in çıkışı, insanlar yaratıldığından beri ve Kıyamet'e kadarki en büyük fitnedir. Deccal'in fitnesinden daha büyük fitne yoktur. Deccal, sağ gözü kör bir ademoğludur. Kendisinin, Alemlerin Rabbi olduğunu öne sürer. Bir imtihan ve musibet olarak Allah, onun eliyle olağan dışı bir takım olaylar gerçekleştirir. Deccal; gökyüzüne "Yağmur yağdır" der ve gökyüzü yağmur yağdırır. Yeryüzüne "Bitki çıkar" der ve yeryüzü bitki çıkarır. Toprağa "Hazinelerini çıkar" der ve toprak hazinelerini çıkarır. Allah'ın izniyle, anadan doğma kör insanı ve alaca hastalığına yakalananı iyi eder. Yine Allah'ın izniyle ölüyü diriltir. Yiyecekler onun yanında toplanır. Mü^minlerin ise, Allah'ı tesbih etmekten ve O'na hamdetmekten başka yiyecek ve içecekleri yoktur. Bu onlar için, yiyecek ve içecek yerine geçer. Bütün münafıklar Deccal'e tabi olur. Kendisine tabi olanların çoğu Yahudiler, zina çocukları, dünyaya ve dünya süsüne düşkünlükleri nedeniyle kadınlar ve değersiz insanlardır. Sonra İsa aleyhisselam, Lud Kapısı'nda onu öldürür.

"Kıyamet daha kötü ve daha acıdır" kavline gelince; "İnsanın dünyada karşılaştığı bütün felaketlerden daha acıdır" anlamındadır. Salih amellerle hazırlık yapmamışsa, Kıyamet koptuğunda bu onun için çok kötü ve ağır olur. O günün korkusundan kuşlar kursaklarındakini atar ve vahşi hayvanlar bir araya toplanır. (Onu göreceğin gün, bütün emzikliler emzirdiklerini unuturlar. Her hamile (karnındaki) yükünü bırakır. Sen insanları sarhoş görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildir. Fakat Allah'ın azabı pek şiddetlidir.) (22/el-Hacc/2) Ölüm, küçük kıyamettir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Kişi ölünce kıyameti kopar."

21/05/2018

Birlikte Olmanın Bereketi



   Allah azze ve celle’nin yarattıkları üzerindeki kuralı,  aralarında ülfet ve birliktelik olmadan doğru-dürüst yaşayamayacakları şeklinde gerçekleşmiştir. İslam, yaratılışa uygun olan dindir. İnsanlar arasında yakınlık ve samimiyet kurulması için onları birbirleriyle tanışmaya yönlendirmiştir. 
(Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz O’ndan en çok korkanınızdır.) (49/el-Hucurât/13) 
İnsanlarla tanışma ve onların arasına karışma eğilimi, cemaatle yaşamaya ve düzenliliğe yönlendiren İslami direktiflerde de varolan köklü bir eğilimdir.

Birliktelikte; nefisler istikrara kavuşur, bilgiler doğru olur, kültürel faaliyetler yaygınlaşır ve faziletli bir şekilde medenileşme hareketi zirveye ulaşır. Allah’a basiret ile ibadet edilir. Din yolu açıkça ortaya çıkar. İyilik artar ve hile azalır. İslam’ın birlikteliği tercih etmesi O’nun birçok âdâbında ve hükmünde kendini gösterir. 

İnsandan istenilen en şerefli şeylerden biri olan ibadet bir manastıra çekilmek ve bir hücreye kapanmak değildir. Cemaatle namaz niçin konulmuştur? Cuma namazları kimlere farz kılınmıştır? Bayram namazları, istiska (yağmur isteme) ve cenaze namazlarındaki hikmet nedir? Sevinç ve mutluluk anlarında, korku ve şiddet vakitlerinde, bayramlarda ve başsağlığı dilemelerde, hasta ziyaretlerinde ve cenaze törenlerinde bir araya gelmenin hikmeti nedir? Şayet ümmet mensuplarının ilişkileri sağlam olmazsa, kardeşlik ve cemaat hukuku korunmazsa bütün bunlar asla gereği gibi yerine gelmez!

Birlikteliği korumak için İslam’da birtakım hükümler ve edep kuralları belirlenmiştir. Selam vermek ve selamı yaymak bunlardan biridir. Selamı almak vacip kılınmıştır. Tokalaşma, gülümseme ve güleryüzlülük de bu kurallardandır. Sevginin açıkça gösterilmesi emredilmiştir. Mü’minler, karşılıklı hediyeleşmeye; akrabalara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara iyilik yapmaya teşvik edilmiştir. İçki, kumar, sahtekarlık, küskünlük ve haddi aşan tartışma gibi çekişmeye yol açacak sebepler, kin ve düşmanlık yaratacak unsurlar ve ilişkileri koparmaya götüren etkenler haram kılınmıştır.

Bazı değerli insanlar zamanın bozukluğunu, sapıklık yollarının çokluğunu ve kötülüğe davet edenlerin çalışmalarını mazeret olarak öne sürebilir. Onlar bilmezler mi ki; geri çekilmek, sapıklığın saldırılarını daha da artırır ve toplumun içinde bulunduğu karanlık daha da genişler. Niçin sapıklara, heva ve heves sahiplerine karşı koymaya yönelmezler. Toplulukla el ele veren ve kardeşlerinin gücüne güç katan, hayırdan payına düşeni yerine getirmiştir.
İnsanlardan uzak durmak kişiyi başkalarının namusuna dil uzatmaktan, dedikodu ve laf taşımaktan, insanları hoşlanmadığı lakaplarla çağırmaktan ve kişinin yapısının kötülüklerle bozulmasından kurtarsa da salih insanların arasına karışmak bütün bu kusurlardan kişiyi zaten alıkoyar. Nasihatin bir yerde faydası olmazsa diğer bir yerde faydası olur. Yönlendirme bir an yararlı olmazsa başka bir an yararlı olu. Görev tebliğ etmektir. Hidayet ise Allah’ın elindedir; fakat Allah bir kısmınızı diğer bir kısmınız ile imtihan eder.

Birliktelik ve cemaat ile kastedilen, bütün vakti toplantılarda geçirmek değildir. Gerçekte her insanın kendi özel işini görmek için ya da nafile ibadet için nefsiyle başbaşa kalacağı vakitlere ihtiyacı vardır. 
Ömer radıyallahu anh, bu gibi durumları gözönünde bulundurarak şöyle der: “Uzletten (insanlardan uzak durarak yalnız kalmaktan) nasibinizi alın!” Doğrusu, müslümanın vaktini güzel bir birliktelik ve yararlı bir yalnızlık arasında pay etmesidir. Böylece iki durumdan da kendisine yarayacak şeyler çıkarır. Birliktelikte müslüman; doğruluk, dürüstlük ve vefa sahibi insanlardan, aralarında yaşayacağı arkadaşlar seçer. O arkadaşlar rahatlık anında bir süs ve sıkıntı anında bir hazırlıktır. 
Hikmetli bir sözde şöyle söylenir: “Kendisine kardeşler aramayan insanların en acizlerindendir. Ondan daha acizi ise, o kardeşleri elde edip daha sonra sevgilerini kaybedendir. Kendisi için güzeli seçebilen kişi ancak başkası için güzeli seçebilir.” Ali radıyallahu anh şöyle der: “Arkadaşlığın şartı hatayı bağışlama, sosyal yaşamda hoşgörü ve darlıkta tesellidir.”

Arkadaşların, ilişkilerinde yapması gereken doğal davranmak ve yapmacıklıktan uzak durmaktır. Davranışlarda kolaylığı yaymak, zor durumlardan ve çirkin iki yüzlülükten uzak durmak bağları kuvvetlendirir ve sevgiyi çeker.

20/05/2018

İslâm Uygarlığın Ve İnsanlığın Ta Kendisidir.


  İnsanlık tarihinin şahit olduğu en seçkin uygarlık bizim uygarlığımız olan İslam uygarlığıdır. Batı uygarlığı, Endülüs'te ve başka yerlerde İslam uygarlığı ile tanışmasının sonucu bu günlere gelmiştir. İflasının nedeni ise dinden ve ahlaktan uzak maddeci bir anlayışa dayanmasıdır. Bu anlayış, insanlığın mutsuzluğunun sebeplerindendir. İntihar olaylarının, psikolojik sorunların ve ahlaki sapmaların çokluğu büyük bir yokoluş çukuruna düşmekten başka birşey değildir. Akıl sahipleri bu çukurun dibinde kaybettiklerini yeniden elde etmek için biraraya gelirler, fakat bu onlara bir fayda vermez.

Batı uygarlığının gerçekleri ortaya dökülmüş, ulaşılmaya çalışılan güvenliğin ve arzu edilen şerefli bir hayatın gerçekleşebilmesi için insanın mutluluğunun ve istikrarının sağlanması, insan haklarının garanti altına alınması, insanlığın yüksek ideallerini ve ahlaki değerlerini koruması yönünde kendisini dünyanın idaresine layık kılacak yeteneklere sahip olma konusunda güvenilirliği sarsılmıştır.

Uluslararası uygarlık projesini ayağa kaldıracak bir tek ümmet vardır. O da, insanlar üzerine şahit kılınan İslam Ümmeti'dir:

(İşte böylece insanlığa şahit olmanız için sizi mutedil bir ümmet kıldık.) (2/el-Bakara/143) Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin ümmetidir: (Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.) (21/el-Enbiya/107) Dünyadaki en hayırlı ümmettir:

 (Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.) (3/Âl-i Imrân/110) Yeryüzünde kendisine iktidar verilen ümmettir:

(Onlar (mü'minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar ve zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten menederler. İşlerin sonu Allah'a varır.) (22/el- Hacc/41)
Seleflerimiz, İslam uygarlığını inşa etmişlerdir. İman ve hidayet meşalesini taşımış, beşeriyetin tümü için mutluluk sancağını yükseltmişlerdir. Bu; İslam Ümmeti'nin alnında ışıldayan bir nur ve parlayan bir taçtır. Uygarlık yönünden ayrıcalıkları ve dini özellikleri vardır ve ancak Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, nebi ve rasul olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i kabul eden bu üstünlüklerle şereflenmiştir.
Uygarlık yönünden üstünlüklerin ilki ve esası tevhid inancıdır. İlme teşvik eden, akla değer veren, ahlakı gözeten, faydaların elde edilmesine ve zararların defedilmesine gayret eden bir inançtır. Dinini, canını, aklını, malını ve namusunu koruyarak insanın haklarını gözeten, vicdanı eğiten ve yapıcı bir ruh kazandıran; orta yollu ve itidalli olmaya, şefkatli ve kolaylaştırıcı olmaya; ölçülü, adaletli ve merhametli olmaya teşvik eden bir inançtır. Bilgiçlik taslayanlar onun hakkında ne derlerse desin Allah Tebarake ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: (Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar.) (6/el-En'âm/33)

Çağlar boyu dünyanın, insanlara karşı İslam uygarlığından daha merhametli ve ahlak yönünden daha yüce, hükmünde daha adaletli bir uygarlığa şahit olmadığını insaf sahibi hiç kimse inkar etmez. Hayali uygarlıklar madde bataklığına düştüğü, parçalanma ve kaybolma çamurunda boğulup ahlak krizine tutulduğu gün şüphesiz İslam Ümmeti yönetimin iplerini eline almaya, egemenlik aracına binmeye ve dünyayı idare etmeye daha çok layıktır.

İşte o zaman uygarlık açısından kaydedilen ilerleme halkların kullanılmasına, kaynaklarının tüketilmesine ve şereflerinin çiğnenmesine araç olmayacaktır. Keşifler ve buluşlar inançsızlığa ve terörü desteklemeye bir yol olmayacaktır. Askeri araç- gereçler ve savaş teknikleri devletlerin ve halkların güvenliğini tehdit etmeye, vahşi ve rastgele operasyonlara alet olmayacaktır. Basın-yayın organları kamuoyunu yanıltma vasıtaları olmayacaktır. Bu; İslam dininin beşeriyeti kurtarmak, bugün zulüm ve mutsuzluğun karanlık koridorlarında kaybolmuş olan insanlığı mutluluğa çılarmak için taşıdığı sorumluluktur.
İnsani uygarlığımız konusunda İslam, İnsanlığı kin ve düşmanlıktan, bölücülük ve ırkçılıktan, ayrımcılıktan eşitliğe ve ırki üstünlüğün hiçbir etkisinin olmadığı yardımlaşmaya taşır. Bu; uygarlığımın ilkelerinde, hukuk sisteminde ve uygulamasında açıkça görülür.
Mü'minlerin Emiri Ömer radıyallahu anh... Bir keresinde çarşıda sadaka isteyen yaşlı bir adam görür. Medine'de yaşayan yahudilerdendir. Ömer radıyallahu anh adama halini sorar. Bir de ne görelim; o müslüman insalcıl Ömer ona şöyle der: "Sana insaflı davranmamışız. Gençliğinde senden cizye alıp ihtiyarlığında arkanı aramamışız." Elinden tutarak evine götürür ve ona yemek ikram eder. Sonra Beytu'l Mal'in (Devlet hazinesinin) sorumlusuna göndererek, ona ve onun gibilere; kendilerine ve ailelerine yetecek kadar yiyecek vermesini emreder. Allahu ekber! İşte ümmetimizin soylu tarihindeki uygarlık şaheseri örneklerden biri...
İslam peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem'in azı dişi kırılmış, yüzü yarılmış, yaralı bir halde Uhud Savşı'ndan çıktıktan sonra söylediğidir. Bazı sahabileri "Ey Allah'ın Rasulü! Onlara beddua edin!" der. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Ben lanet edici olarak gönderilmedim. Bilakis alemlere rahmet olarak gönderildim. Allah'ım! Kavmime hidayet et; çünkü onlar bilmiyorlar." Mekke'yi fethettikten sonra da onlara şöyle der: "Gidin; hepiniz serbestsiniz."
Selahaddin Eyyubi rahimehullah Kudüs'ü fethettiği zaman Kudüs'te yüzbinden fazla gayri müslim vardı. Onların malları ve canları için güvence verdi. İçlerinden maddi durumu iyi olanlara bir miktar para karşılığı Kudüs'ten ayrılma izni verdi. Fakirlerin fidyesini kendisi üstlendi. İşte bu bizim parlak uygarlığımız, ya onların çirkin ve zalim uygarlıkları nerede?..

Her an dile getirilen şaşalı sloganlara rağmen, anlaşmalarla ve demokrasilerle insan haklarını savunduğunu öne süren, uluslararası anlaşmalara rağmen çağımız, milletlerin vahşetine ve terörüne şahit olamaktadır. Dünyanın gözü önünde en çirkin suçlar bu anlaşmaları delmektedir.

Tarih haçlı savaşlarındaki, Endülüsteki ve çağımızdaki müslümanlara karşı girişilen utanç verici ve çirkin davranışlardan habersiz değildir. Bu durum, onların utançtan başlarını önüne eğdirmektedir. Zulüm ve aşırılıktaki çirkin davranışlarını tarih dahi örtememektedir. Nazilerin yaptıkları ve engizisyon mahkemelerinde yaşananlar İslam ehlinin bilmediği birşey değildir. Hatta fazla uzağa gitmeye gerek yok... Uluslararası ilişkilerde ve birleşmiş Milletler kurullarında insancıl olduklarını ne kadar ilan etseler de gerçekte onlar vahşiliklerini ve açgözlülüklerini sürdürmektedir. Onlarınki sadece barış ve istikrar kavramı arkasına gizlenmiş, terör ve sömürgeciliğe yolaçan sloganlardır. Dünyada yaşanan olaylar onların ne kadar katı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu da, onların çağlar boyu kan dökücüler, vahşiler ve şiddet köleleri olduğunu vurgulamaktadır.

19/05/2018

Rızık Ve Ecelimiz Nasıl Takdir Edilir?


   Nefsi açıdan yaşanılan çeşitli zayıflıklar arasında ve düşüş kapsamında iki konu var ki kişinin hayatında büyük ölçüde etkisi olmaktadır. Onu; kendisine uygun ve helal olmayan, Allah'ın onu şerefli ve yarattıklarından çoğuna üstün kılarak ona bağışladığı yüce makama ve şerefli konuma yakışmayan yerlere götürür. Bunlar; rızkın kesilmesinden veya eksilmesinden korkmak ve ömrün tükenmesinden veye azalmasından korkmaktır.

Bu dinin üstün taraflarından ve övgüye layık yanlarından biri de bu hastalığı ince ve köklü bir şekilde tedavi etmesidir. Bu illetin müslümanı etkisi altına almasını önler. İnanç zayıflığının, tevekkül etmemenin ve iman eksikliğinin bir sonucu olarak korkulan şeylerin açık hedefi haline gelmesini engeller.

Allah subhanehu rızkı ve eceli sadece kendi elinde tutarak kullarının kalplerine huzur vermiş, onlardan bu iki korkuya sevkeden faktörleri kaldırmıştır. Kulların beklentilerinin kendisine bağlanması, kalplerinin O'na yönelmesi ve ihtiyaçlarını O'ndan istemeleri için kendisinin dışında hiç kimse için rızık ve ecel konusunda bir pay kılmamıştır. Kullar bu inançla, hayatın devrelerini Allah'dan başka kimseden korkmadan güven içinde katederler. Nefisler yücelir ve Allah'dan başka kimseye boyun eğmez. İnsanda beklentiler yükselir ve Allah'dan başkasına eğilmez.

Allah (cc) rızık konusunda kullarını rahatlatarak kesin bir dille, samimi bir sözle ve gerçek bir vaadle şöyle buyurur: (Rızkınız ve size vadedilen şey semadadır. Göğün ve yerin Rabbi'ne andolsun ki bu, sizin konuşmanız gibi kesin bir gerçektir.) (51/ez-Zâriyât/22-23) Yine kulları üzerindeki bazı nimetlerini sayarak ve sadece kendisinin yaratan ve rızık veren, yaşatan ve öldüren olduğunu belirterek şöyle buyurur: (Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, sonra da sizi diriltecek olandır. Sizin ortak koştuklarınızdan, bu işlerden birini olsun yapabilen var mıdır? O, koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir.) (30/er-Rûm/40) Bu, rızkın sadece O'ndan istenmesini, sadece O'na ibadet edilmesini ve şükredilmesini gerektirir. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: (O halde rızkı Allah katında arayın, O'na ibadet edin ve O'na şükredin. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.) (29/el-Ankebût/17) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma'ya yaptığı meşhur vasiyetinde bunu açıklayarak şöyle buyurur:
 "Bil ki, millet sana bir şeyle fayda vermek için toplansa Allah'ın senin için yazdığından başka fayda veremezler. Ve sana bir şeyle zarar vermek için toplansalar Allah'ın senin için yazdığının dışında bir zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı ve sayfalar kurudu." Bu hadisi; İmam Ahmed, Tirmizi ve Hakim sahih bir isnad ile rivayet eder.

Ecel konusuna gelince Allah Teâlâ onun da kendi yanında bir kitapta yazılı ve takdir edilmiş olduğunu bildirir. Şöyle buyurur:
وَمَا كَانَ لِنَفۡسٍ أَن تَمُوتَ إِلَّا بِإِذۡنِ ٱللَّهِ كِتَٰبٗا مُّؤَجَّلٗاۗ
(Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimse ölemez. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır.) (3/Âl-i Imrân/145)

Bu hakikatın açıklığına, bu vaadin doğruluğuna ve bu izahın anlaşılırlığına rağmen bazı insanların içine düştükleri inanç zayıflığı çoğunlukla onları bu vadedilen gerçekten uzaklaştırır. Onlarla bu hakikatın arasını açar ve Allah'ın vaadinden; rızıkların dağıtımının ve ecelin yalnızca Allah'ın elinde olduğundan, hiç kimsenin bunlar bunlar üzerinde bir hükmünün bulunmadığından gafil olurlar.

Hiçbir nefsin rızkını ve ömrünü tamamlamadan ölmeyeceğini, fayda ve zararın Allah katından geldiğini, Allah'ın kullarına yeterli olduğunu ve kulların, Allah'dan başka hiç kimsenin himayesine ihtiyacı olmadığını hatırlayın.

Bazı ilim ehli insanlar şöyle demiştir: Kişi Allah'ı razı edince Allah ona yardım eder ve onu rızıklandırır. Onu insanlara muhtaç etmez. Kişinin Allah'ı kızdırma pahasına insanları razı etmesi, onlardan koktuğu için ya da bir şeyler beklediği içindir. Bu ise, inanç zayıflığındandır. Onların yapacağını zannettiğin şey gerçekleşmezse bu onlardan değil Allah'dandır. Çünkü O, ne dilerse o olur ve ne dilemezse o olmaz.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz