Peygamber
efendimiz (s.a.v.) : “Allah katında müslümanların en sevimsiz olanları (şu) üç
gruptur: Harem’de haksızlık yapıp zulüm işleyen (mülhid) ; İslâm
döneminde Câhiliye yaşantısını arayan (mübtağ) ve haksız yere
kanını dökmek için masum bir kişinin ısrarla peşini kovalayan (muttalib).”( Buhârî,
Diyât 9)
Hadîs-i
şerîf’te Harem bölgesi, İslâm dönemi - müslüman toplumu ve bireyin
hayat hakkından oluşan üç kutsala yönelik saldırıda bulunmanın şirk ve küfürden
sonra en büyük günah olduğu ve bunları işleyen müslümanların, Allah katında en
sevimsiz grupları oluşturdukları ve dolayısıyla gazab-ı ilâhî’ye en yakın
bulundukları açıkça bildirilmektedir. Şimdi bunları sırasıyla ve özetle
değerlendirelim.
Harem’de
ilhad
Mülhid, bu
hadiste zâlim, hak ve adâletten yan çizen anlamındadır. Aslında dinden çıkan
kimseye mülhid denir. Herhangi bir günahı işleyen eğer mülhid diye
nitelendiriliyorsa bu, o günahın büyüklüğünü yansıtır ve çok büyük bir tehdit
anlamı taşır.
Bilindiği
gibi haksızlık ve zulüm her yerde haksızlık ve zulümdür. Ama Mekke-i
Mükerrem’nin Harem’inde işlenecek bir haksızlık, mekan’dan kaynaklanan
artı bir zulüm demektir. Zira harem güvenli bölgedir. Özel hukûkî statüsü
vardır. Orada işlenecek bir günah, hem Allah’a isyan hem de Harem’in
kendine özgü hürmetine saygısızlık demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de
de “Mescid-i haram’da kim bir zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı bir
azaptan tattırırız”( el-Hac (22), 25 )buyrulmaktadır.
Câhiliye
yaşantısını aramak
İslâm öncesi
Câhiliye toplumunun yaşayışı, gelenekleri, âdetleri ve ahlâkı demek olan Sünnetü’l-câhiliyye’yi,
İslâm döneminde yaşatmaya çalışmak, İslâm toplum yapısına vereceği zararbakımından
fevkalâde büyük bir cinâyettir.
Kimi hadis
şârihlerine göre Sünnetül-câhiliyye’den maksat, İslâm’ın terk edilmesini
emrettiği uğursuzluk, kehânet, kan davası, yaka-paça yırtarak ölüye
ağlamak (niyâha) gibi söylem ve eylemlerdir. Aslında İslâm dışı her
düşünce, söylem ve eylemin müslüman toplumda bir şekilde yer almasına çalışmak,
Câhiliye’yi yaşatmak istemektir. Toplumun Kitap ve Sünnet çizgisinden
uzaklaşmasını temenni ve temin etmek demektir. Oysa müslümanca hayat,
kendi kurallarıyla yaşanan hayattır. Buna karşı seçenek/alternatif
geliştirmek elbette büyük vebâldir. Binaenaleyh çağdaşlık, modernlik, moda
vs. gibi birtakım gelip geçici gerekçelerle, geçmişte yaşanmış kimi yanlışları
ve sapkınlıkları güncellemeye çalışanlar da aynı durumdadırlar. Yani aynı
sevimsizliği paylaşmakta olup aynı tehdidin muhataplarıdırlar.
İslam’ın
reddettiği düşünce, duygu ve davranışların tümü, Kitap ve Sünnet’in inşa ettiği
müslüman kimliğini zedeleyici unsurlardır. Câhiliye denilen İslâm öncesi (ve
İslâm dışı) toplumların içinde bulundukları itikâdî, sosyal, ekonomik ve ahlâkî
yanlışlar, İslâm tarafından düzeltilmişken ve İslâm toplumu kurum ve
kurallarıyla çalışır hale gelmişken dönüp İslâm dışı eski uygulamaları -veya
bunların isim veya şekil değiştirmiş yeni versiyonlarını- yeniden gündeme
getirmeyi düşünmek, istemek ve bunun için gayret göstermek, açıkça İslâm’a
karşı çıkmak ve müslüman toplum hayatının kendisine özgü aslî çizgisinden
uzaklaşmasını istemek demektir. Bu tür bir İslâm dışılığı aramak tam anlamıyla
bir geri dönüş ve gerçek kazanımlardan vazgeçmektir. Bir başka ifade ile dînî
anlamda tam bir irtica ve irtidat hareketidir. İslâm döneminde
böylesi arzu ve tavırlar peşinde olan kimselerin, günahkârların Allah katında
en sevimsiz gruplardan olması ise, fâilin, İslâm’ı tanıdıktan sonra böyle
bir yola gitme basiretsizliği yüzündendir.
Hiç şüphe
yoktur ki Kitap ve Sünnet ile var olan İslâm ümmeti, hayatiyetini
yine Sünnet’in yorumuyla Kitap’a bağlı kalmakla sürdürebilir. Bu sebeple İslâm
döneminde gerek kadîm gerek modern câhiliye yaşantısı peşinde olmak, -gerekçe
ne olursa olsun- gerçekten çok büyük bir cinâyettir. Pek tabidir ki böylesi bir
cinayetin fâili de “en sevimsiz”, “gazab-ı ilâhiye en yakın” kimse olacaktır.
Kan davası
gütmek
Mekke’nin
fethi esnâsında, Harem-i Mekke’ye dahil olan Müzdelife’de câhiliye’den kalma
bir meseleden dolayı bir kişinin öldürülmesi olayı üzerine -ki İbn Hacer’e göre
söz konusu olay hadisimizin vürud/söylenme sebebi sayılabilir- Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yaptığı açıklamayı da dikkate alarak, hadisin üçüncü
fıkrasının anlamını şöylece belirleyebiliriz:
Haksız yere
adam öldürmek, kan akıtmak için sınır tanımaksızın fırsat kollayıp intikam
almaya çalışmak, insanların hayat hakkına yönelik bir tecâvüz olmanın yanında,
bitmek-tükenmek bilmez kan davalarının körükleyicisi olacağı için “fiil olarak”
ağır bir suçtur. Bu yüzden böylesi bir yola girenler “Allah katında en sevimsiz”
gruplardan sayılmışlardır.
Netice
Hadîs-i
şerîfe göre,
İslâm’ın
merkezinde (harem bölgesi) işlenecek zulüm,
İslâm
döneminde diriltilecek İslâm dışı-câhilî bir eylem, söylem ve inanç,
Bireyin
hayat hakkına yönelik haksız yere tecâvüz,
dinimizde,
şirk ve küfürden sonra en ağır suçları teşkil etmektedir. Bu üç suçtan herhangi
birini işleyenler de günahkâr müslümanların “Allah katında en sevimsizleri”
dir.
O
halde Kitap ve Sünnet bağlısı olan müslümanların bu üç konuda fevkalâde
dikkatli olmaları, müslüman kimliğinin korunabilmesi bakımından hayâtî bir
önem taşımaktadır.