05/03/2018

Üç Kutsal Üç Cinâyet



      Peygamber efendimiz (s.a.v.) : “Allah katında müslümanların en sevimsiz olanları (şu) üç gruptur: Harem’de haksızlık yapıp zulüm işleyen (mülhid) ; İslâm döneminde Câhiliye yaşantısını arayan (mübtağ) ve haksız yere kanını dökmek için masum bir kişinin ısrarla peşini kovalayan (muttalib).”( Buhârî, Diyât 9)
Hadîs-i şerîf’te Harem bölgesi, İslâm dönemi - müslüman toplumu ve bireyin hayat hakkından oluşan üç kutsala yönelik saldırıda bulunmanın şirk ve küfürden sonra en büyük günah olduğu ve bunları işleyen müslümanların, Allah katında en sevimsiz grupları oluşturdukları ve dolayısıyla gazab-ı ilâhî’ye en yakın bulundukları açıkça bildirilmektedir. Şimdi bunları sırasıyla ve özetle değerlendirelim.

Harem’de ilhad
Mülhid, bu hadiste zâlim, hak ve adâletten yan çizen anlamındadır. Aslında dinden çıkan kimseye mülhid denir. Herhangi bir günahı işleyen eğer mülhid diye nitelendiriliyorsa bu, o günahın büyüklüğünü yansıtır ve çok büyük bir tehdit anlamı taşır.
Bilindiği gibi haksızlık ve zulüm her yerde haksızlık ve zulümdür. Ama Mekke-i Mükerrem’nin Harem’inde işlenecek bir haksızlık, mekan’dan kaynaklanan artı bir zulüm demektir. Zira harem güvenli bölgedir. Özel hukûkî statüsü vardır. Orada işlenecek bir günah, hem Allah’a isyan hem de Harem’in kendine özgü hürmetine saygısızlık demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Mescid-i haram’da kim bir zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı bir azaptan tattırırız”( el-Hac (22), 25 )buyrulmaktadır.

Câhiliye yaşantısını aramak
İslâm öncesi Câhiliye toplumunun yaşayışı, gelenekleri, âdetleri ve ahlâkı demek olan Sünnetü’l-câhiliyye’yi, İslâm döneminde yaşatmaya çalışmak, İslâm toplum yapısına vereceği zararbakımından fevkalâde büyük bir cinâyettir.

Kimi hadis şârihlerine göre Sünnetül-câhiliyye’den maksat, İslâm’ın terk edilmesini emrettiği uğursuzluk, kehânet, kan davası, yaka-paça yırtarak ölüye ağlamak (niyâha) gibi söylem ve eylemlerdir. Aslında İslâm dışı her düşünce, söylem ve eylemin müslüman toplumda bir şekilde yer almasına çalışmak, Câhiliye’yi yaşatmak istemektir. Toplumun Kitap ve Sünnet çizgisinden uzaklaşmasını temenni ve temin etmek demektir. Oysa müslümanca hayat, kendi kurallarıyla yaşanan hayattır. Buna karşı seçenek/alternatif geliştirmek elbette büyük vebâldir. Binaenaleyh çağdaşlık, modernlik, moda vs. gibi birtakım gelip geçici gerekçelerle, geçmişte yaşanmış kimi yanlışları ve sapkınlıkları güncellemeye çalışanlar da aynı durumdadırlar. Yani aynı sevimsizliği paylaşmakta olup aynı tehdidin muhataplarıdırlar.

İslam’ın reddettiği düşünce, duygu ve davranışların tümü, Kitap ve Sünnet’in inşa ettiği müslüman kimliğini zedeleyici unsurlardır. Câhiliye denilen İslâm öncesi (ve İslâm dışı) toplumların içinde bulundukları itikâdî, sosyal, ekonomik ve ahlâkî yanlışlar, İslâm tarafından düzeltilmişken ve İslâm toplumu kurum ve kurallarıyla çalışır hale gelmişken dönüp İslâm dışı eski uygulamaları -veya bunların isim veya şekil değiştirmiş yeni versiyonlarını- yeniden gündeme getirmeyi düşünmek, istemek ve bunun için gayret göstermek, açıkça İslâm’a karşı çıkmak ve müslüman toplum hayatının kendisine özgü aslî çizgisinden uzaklaşmasını istemek demektir. Bu tür bir İslâm dışılığı aramak tam anlamıyla bir geri dönüş ve gerçek kazanımlardan vazgeçmektir. Bir başka ifade ile dînî anlamda tam bir irtica ve irtidat hareketidir. İslâm döneminde böylesi arzu ve tavırlar peşinde olan kimselerin, günahkârların Allah katında en sevimsiz gruplardan olması ise, fâilin, İslâm’ı tanıdıktan sonra böyle bir yola gitme basiretsizliği yüzündendir.

Hiç şüphe yoktur ki Kitap ve Sünnet ile var olan İslâm ümmeti, hayatiyetini yine Sünnet’in yorumuyla Kitap’a bağlı kalmakla sürdürebilir. Bu sebeple İslâm döneminde gerek kadîm gerek modern câhiliye yaşantısı peşinde olmak, -gerekçe ne olursa olsun- gerçekten çok büyük bir cinâyettir. Pek tabidir ki böylesi bir cinayetin fâili de “en sevimsiz”, “gazab-ı ilâhiye en yakın” kimse olacaktır.

Kan davası gütmek

Mekke’nin fethi esnâsında, Harem-i Mekke’ye dahil olan Müzdelife’de câhiliye’den kalma bir meseleden dolayı bir kişinin öldürülmesi olayı üzerine -ki İbn Hacer’e göre söz konusu olay hadisimizin vürud/söylenme sebebi sayılabilir- Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı açıklamayı da dikkate alarak, hadisin üçüncü fıkrasının anlamını şöylece belirleyebiliriz:
Haksız yere adam öldürmek, kan akıtmak için sınır tanımaksızın fırsat kollayıp intikam almaya çalışmak, insanların hayat hakkına yönelik bir tecâvüz olmanın yanında, bitmek-tükenmek bilmez kan davalarının körükleyicisi olacağı için “fiil olarak” ağır bir suçtur. Bu yüzden böylesi bir yola girenler “Allah katında en sevimsiz” gruplardan sayılmışlardır.

Netice
Hadîs-i şerîfe göre,
İslâm’ın merkezinde (harem bölgesi) işlenecek zulüm,
İslâm döneminde diriltilecek İslâm dışı-câhilî bir eylem, söylem ve inanç,
Bireyin hayat hakkına yönelik haksız yere tecâvüz,
dinimizde, şirk ve küfürden sonra en ağır suçları teşkil etmektedir. Bu üç suçtan herhangi birini işleyenler de günahkâr müslümanların “Allah katında en sevimsizleri” dir.
O halde Kitap ve Sünnet bağlısı olan müslümanların bu üç konuda fevkalâde dikkatli olmaları, müslüman kimliğinin korunabilmesi bakımından hayâtî bir önem taşımaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz