24/03/2018

Her Gördüğün İnsan İnsan mı?



        İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve isyânı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişatına istikâmet vermektedir.

Takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.

Fücûr, insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.
Takvâ da, kulu Allâh’a yaklaştıran amel-i sâlih ve her türlü güzel davranışlardır.

Kul, bu iki özellikten hangisine göre yaşarsa, değer ve kıymeti o yönde olur. 
Nitekim Hazret-i Ömer’e, geceleri ibâdet hâlinde gündüzleri oruçlu bir şahıstan bahsedip hayli övdüklerinde o, söylenenlere aldırmayıp şöyle dedi:
“–Siz bana bahsettiğiniz kişinin;
Ticareti,
Komşuluğu,
Yol arkadaşlığı nasıl, onu söyleyin!”

Hazret-i Ömer’in dikkat çektiği bu üç husus, insan nefsinin darlandığı anda azgın bir canavar gibi şahlandığı üç aynadır. 

Mevlânâ der ki:
“Ey Hak yolcusu! Mûsâ da Firavun da senin varlığında mevcuttur. Bu iki hasmı kendinde araman gerekir!..”
“Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Mûsâ, sendeki Firavun’a gâlip gelsin!”

Şeyh Sâdî Hazretleri de şöyle söyler:
“Her gözü, kulağı, ağzı olan insan değildir! Gerçek insan; ahlâkı güzel olan kişidir!”

21/03/2018

Üç Aylar Hoş Ve Safa Getirsin


                                                                                    

  Mübarek üç aylara girmiş bulunuyoruz. Önümüzde birbirinden değerli kandil geceleri bulunmaktadır. İşte bu gün ve gecelerde insanoğlu, hayatının bir muhasebesini yapabilmeli .Kur’an ayetleri ışığında yeniden kendisini sorgulamalıdır. Zira kendisini eleştirmeyen, hatalarını düzeltmeye gayret göstermeyen bir insanın mükemmele ulaşmasını beklemek, abesle iştigaldir. Elmas yontularak, insan hata yaparak ve yaptığı yanlışlardan ders çıkartarak mükemmelleşir. 

Şu unutulmamalıdır ki, hiçbir şey yerinde durmuyor, her şey her an hareket ediyor, değişiyor. İnsanın vücudu da aynı vücut değil, zira biraz daha yaşlandı. Kısacası, her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. 

Kur’an, bu manayı teyit etmekte ve şöyle demektedir.
 …وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيۡرَ ٱلزَّادِ ٱلتَّقۡوَىٰۖ
(Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma)dır.(Bakara-197)

Bizlere altın tepsiler içerisinde sunulan bu fırsatları gereği şekilde değerlendirebilmek için, keyfi duygulardan, ihtiraslardan, bencillikten, küstahça böbürlenmekten, kuruntulardan ve ön yargılardan sıyrılarak, kendimizi, yüce dinimiz İslâm’ın ana kaynağı Kur’an ve O’nu açıklayan Sahih Sünnet’inin manevî iklimine bırakmalıyız. Gerçek kurtuluş bu iki kaynaktadır. Örneğimiz Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’dır. 

Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle:
...وَأَطِيعُواْ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥۚ
 “O’na itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.”  (MÜCADELE SURESİ – 13)

 Etrafında gördüğü olumsuzluklardan ve çirkin fiillerden şikâyet eden herkesin öncelikli ve en önemli görevi kendisini düzelterek işe başlamak olmalıdır. Başkalarının ayıplarından ziyade kendi yanlışlarını arayıp bulmalıdır. 

Hz. Ömer'in (RA)’ın: “Bir toplumu düzeltmek istiyorsanız, önce kendinizden başlayın!” sözünü insan, hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır. 

Düşünen, sorgulayan ve ibret alan insanlara, bu altın fırsatların bir değişim ve dönüşüm imkânı sağlayacağı inancındayım.
 وَأَن لَّيۡسَ لِلۡإِنسَٰنِ إِلَّا مَا سَعَىٰ ٣٩وَأَنَّ سَعۡيَهُۥ سَوۡفَ يُرَىٰ ٤٠ ثُمَّ يُجۡزَىٰهُ ٱلۡجَزَآءَ ٱلۡأَوۡفَىٰ
İnsan için ancak çalıştığı vardır. ﴾39﴿Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. ﴾40﴿ Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir. ﴾41﴿  (NECM SURESİ)

20/03/2018

İdmanlı Reziller




       Mevlânâ’nın Mesnevîsinde şöyle anlatır.Sanki günümüzü anlatıyor.

Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı, hristiyanları yakarak yok etmek isteyen bir kral vardı, ancak onun kadar zalim olunabilirdi. Bu kralın son derece kurnaz ve hilekâr bir de veziri vardı. Krala dedi ki; hristiyanları yakıp öldürmede fayda yok. Onlar dinlerini senden gizleyip kurtulurlar. Din ve inanç misk ve öd ağacı değil ki kokusu çıksın. Kral vezire; peki ne yapalım? Dünyada gizli aşikar bir tek hristiyan bırakmamamın çaresi nedir? diye sordu. 
Vezir de: Güya bana kızmış gözükerek işkence yapıyormuş gibi davran, sonra da idamıma hükmet, dört yol ağzında insanların huzurunda infaz edecekken birisi şefaatçi olup suçumun affı için senden ricada bulunsun. Sen de idam cezasını sürgüne çevir ve beni uzak bir yere, hristiyanların arasına gönder. Ben onları nasıl kandıracağımı bilirim. Onlara derim ki; ben gizli bir hristiyan’dım, kral benim hristiyan olduğumu anladı, taassuptan dolayı canıma kast etmek istedi. İnancımı ondan gizlemeye çalıştımsa da muvaffak olamadım. İsa’nın ruhaniyeti imdadıma yetişmeseydi, kral canıma kastedecekti. Ben İsa için kendimi feda ederim, bunu da canıma minnet bilirim. Ben İsa’nın öğretilerine iyiden iyiye vakıfım. Ey halk! Devir İsa’nın devridir. Yahudi kralın zulmünden kurtulduk. Artık İsa’nın dininin sırlarını benden dinleyin.

Kral vezirin bu planını dinleyince ikna oldu ve onun dediklerini aynen uyguladı. Halk ise bu hileyi anlayamadı.
Planlandığı gibi kral bu hilekâr veziri hristiyanların arasına uzak bir tarafa sürdü.İnancı uğruna idamı bile göze alan bu kahraman(!) onlara dinlerini anlatmaya başladı. Etrafında yüzbinlerce hristiyan toplandı. Görünüşte onlara dinin hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış hakikatte onları avlamak için bir ıslık ve tuzaktı.

Hıristiyanlar tamamıyla bu sahte kahramana gönül verdiler. Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler. Onu İsa’nın halifesi sandılar. O ise tek gözlü melun bir Deccaldi. Taklidci avâmı kandırmak kolay oldu.

O kâfir vezir din nasihatçisi olarak Lâtif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetine zehir katmaktaydı. Vezir kraldan altı ay ayrı kaldı. Bu müddet zarfında hristiyanların sığınağı oldu. Halk dinini de gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmüne herkes can feda ediyordu. Vezir bu meyanda krala gizlice haber yolluyor, İsa’nın dinine fitneler soktuğunu söylüyordu.

On iki havariyi temsilen hristiyanların on iki emiri vardı. Bu emirlerde o münâfık vezire tabi olmuşlardı. Vezir ne derse hepsi de emrine âmâdeydi.
Hilekâr vezir dini bozmak ve dindarları birbirine düşürmek için on iki emirden her birine dini farklı tanıtan birer tomar hazırlayıp verdi. Her bir tomarın yazısı başkaydı. Birinde neyi tavsiye ediyorsa ötekinde onun tersini söylüyordu. 

Başka bir hileye daha başvurdu. Vaaz ve nasihati bırakıp halvete girdi, tam kırk-elli gün halvette kaldı. Onun sohbetinden uzak kalanlar adeta deli divane oldular. Aralarına dönmesi için yalvarıp yakarıyorlardı. Vezir de kendisini naza çekiyor, yüce makamlara eriştiğini vehmettiriyordu. Ben bu halvetten çıkmayacağım, çünkü kalp ahvaliyle meşgulüm. İsa efendimiz bana böyle emretti. Ben bir bakıma öldüm. Yükümü dördüncü kat göğe ilettim. Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde İsa’nın yanında duracağım, dedi.

Daha sonra on iki emirden her biri teker teker vezirin yanına vardılar. Zira onları ayrı ayrı huzuruna davet etmişti. Her birine: İsa dininde tanrı vekili ve benim halifem sensin dedi. Öteki emirler sana tabi olacaklardır. Sana tabi olmayanı ya öldür, ya hapset veya esir et, dedi. Fakat ben ölmedikçe reisliğe talip olma ve bunları kimseye de söyleme diye tembih etti. Her bir emire aynı şeyleri söyledi ve her birinin eline Mesih’in öğrettikleri diye ayrı tomarlar, notlar tutuşturdu.

Vezir nihayet öldü. Halk onun ölümünü duyunca saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı başında toplandı. Mezarının toprağını başlarına serptiler.

Bir ay sonra halk toparlanıp kendine gelince: “Ey ulular! Sizlerden o vezirin makamına oturacak kimdir? Elimizi, eteğimizi ona teslim edelim, dediler. Bunun üzerine o emirlerden birisi öne çıkıp şeyle dedi: İsa’nın halifesi, vezirin vekili benim. İşte vekil olduğumu gösteren belge, işte onun yazdığı tomar. Diğer emirler de aynı şekilde ortaya çıkıp tomarları göstererek emirlik iddiasında bulundu. 

Kılıçlar çekildi.  Savaşta yüz binlerce hristiyan öldü. Vezirin ektiği fitne yeşerdi. Sel gibi kanlar aktı ortalık toza dumana karıştı.
Şayet zalim kral hristiyanları öldürmeye devam etseydi böyle bir netice elde edemezdi. Entrika ve hileyle dostlar düşman edilip, birbirlerine düşürüldüler. Yakılan fitne ateşinin içinde yandılar. Zalim kralın yakmasına gerek kalmadı.

Mesnevi’den özetleyerek aktardığımız bu tablo son derece uyarıcı ve ibretlik bir tablodur. Zira aynı entrika ve tuzaklar değişik tarz ve kişiler üzerinden servis edilebilir, böyle fert ve toplumlar kendi elleriyle kendilerini fitneye kurban edebilirler.

Günümüzün özellikle gizli servisler yoluyla yürütülen dış politikası genellikle bu entrika ve tuzaklara dayanmaktadır. Olaylar görüldüğü ve gösterildiği gibi cereyan etmemekte, güç ve fitne odakları oyun üzerine oyun tezgâhlamaktadırlar. Dünyamız bu tuzaklarla adeta mayın tarlasına dönmüş ve her an her yerde sanki bir patlama olacak tedirginliği yaşanmaktadır. Bu kötü ve tehlikeli tablo: İnsan insanın kurdudur anlayışından kaynaklanmaktadır. Huzurlu ve güvenli bir hayat için öncelikle vicdanî ve ahlâkî bir zemin oluşturulması, kurtlar sofrasının dağıtılıp dostlar sofrasının kurulması gerekmektedir.

Kitleleri kandırma ve birbirlerine saldırtma işinde maddi çıkarlar yanında manevi duygularda devreye sokulmaktadır. Menfaatin ön planda olduğu dünyamızda her şey sömürüldüğü gibi inançlar ve duygular da sömürülmektedir. Bu sömürünün boyutu ve korkunç neticesi Mesnevi’den aktardığımız hikayeyle olanca dehşetiyle ortaya konmuştur.

Kaleler içten fethedilmektedir. Bolca Truva atları kullanılmaktadır. Kuzu postuna bürünmüş kurtlar, kuzuların arasına salınmaktadır. Timsah göz yaşları akıtılmaktadır. Sahnede tezgâhlanan oyun gerçek hayata baskın gelmektedir. Akif’in ifadesiyle; 

Talimli edepsizler, idmanlı reziller sahnede boy göstermektedir. 
Yalan doğruya, sahte hakikiye galebe çalmaktadır.

Yüce Mevla ve sevgili Peygamberimiz bizleri en çok münafık ve riyakârlardan sakındırmıştır. Zira onların hilelerinden sakınmak çok zordur. Çünkü istedikleri kılığa girebilirler, istedikleri rolü oynayabilirler. Sahte tavırlara, rol icabı göz yaşlarına aldanmamak, dolayısıyla tuzaklara düşmemek için Rasûlullahın şu ikazına dikkat edelim! 

“Ümmetim hakkında en çok korktuğum, fasih konuşan münâfıktır. O, gözlerine mâliktir, istediği zaman ağlayabilir.” (A. b. Hanbel, 1/22)
İşaret etmek istediğimiz şahıslar değil vasıflardır. Mevlâ bizleri riya ve nifak gibi kötü vasıflardan ve bu vasıfları taşıyanların şerlerinden muhafaza buyursun.

19/03/2018

Norveç Katliamcısı Anders Ve Saidi Nursi Öngörüsü



      Bundan 7 sene önce İslam karşıtı düşüncelerle 77 hayata kıyan Norveçli Behring Breivik, “Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi-2083” adlı 1516 sayfalık bir manifesto yazmış.

Breivik yaptığı araştırmalar neticesinde hazırladığı bu manifestoda diyor ki; ”Hristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki uyum sağlama iletişimi 1999’da sona erecek, 2001’de savaş başlayacak, bu savaş 3 merhale olacak.

Birinci merhale 2035. Müslümanlar galip, biz (Hristiyanlar) mağlup olacak. Çünkü Avrupa’nın %30’u Müslüman olacak.

İkinci merhale 2055. Müslümanlar yine galip, biz mağlubuz. Avrupa’nın %45’i Müslüman olacak.

Üçüncü merhale 2083. Yine Müslümanlar galip biz mağlubuz. Ve Avrupa’nın %60’ı Müslüman olacak. Ancak 2083’te ilk defa biz Hristiyanlar Müslümanları Avrupa’dan kovmaya başlayacağız.“

Bedîüzzaman Said Nursi, 1910 yılında Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te Şeyh San’an Tepesi’ne çıkıyor. Orada Rus polisi kendisine “İslam âlemi parça parça oldu” deyince ona iki önemli nokta söylüyor. Diyor ki;
“İslam âleminde 3 nur arka arkaya inkişaf edecek. Sizde ise arka arkaya 3 karanlık ufuklarınızı kaplayacak. “
Ve bu nurdan kastın iman ve Kur’an hakikatlerinin dünyaya neşri olduğunu belirtiyor. Bugün birçok İslami cemaat Kur’an hakikatlerini dünyaya neşrediyor.

 Bedîüzzaman Hazretleri’nin o dönem henüz Osmanlı dışında tam bağımsız bir devlet yokken açıkladığı ikinci nur ise şu şekilde; “40-50 sene sonra 40-50 tane bağımsız İslam devleti oluşacak.”
Ve bu konuda bazı örnekler veriyor; Endonezya, Hollanda sömürgesi altında olduğu sırada Endonezya için, “şu anda burada 50 milyon Müslüman var ve burası bağımsız bir devlet olacak” diyor. “Hindistan’da 100 milyon Müslüman var ve burada da gelecekte Müslüman bir devlet doğacak” diyor. Ve bildiğiniz gibi daha sonra orada Hindistan’dan ayrılan Müslüman bir devlet olan Pakistan doğuyor.

“Yine Arap âleminde 5-6 tane Müslüman devlet doğacak”diyor. Şu anda bir kısmı kukla da olsa 57 tane Müslüman devlet vardır. Bu ikinci nur.

Kukla da olsa neden önemli peki?
Çünkü asıl önemli olan üçüncü nurdur. Kukla da olsa bu devletler ileride İslam birliğinin oluşumunda önemli rol oynayacak. 
Bediüzzaman üçüncü nur için, “Bu 50-60 devletin oluşumu İslam âleminin büyük bayramının geleceğini teşkil edecek ve ittihâd-ı İslam gerçekleşecek. İttihâd-ı İslam’ın gerçekleşmesi ile İslam âleminde Birleşik İslam Cumhuriyetleri doğacak” diyor. Lakin bu birleşme Amerika gibi değil, Avrupa Birliği gibi. Onun için Suriye’nin bir doğum sancısı olduğuna inanıyorum. Ümitliyim…

Avrupa kısmına gelelim, burada Bedîüzzaman Hazretleri Peygamberimizin; “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî” (Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır) [Buhari, 9: 125, 162; Müslim, 1:137] Hadisini cifir ilmi ile hesaplıyor ve hicri 1506 tarihini çıkarıyor. “İslamiyet bu tarihe kadar hep zahir ve gâlip olacak” diyor. Bu hicri tarih miladi takvimde 2083 yılına denk gelmektedir. Tabi ki gaybı Allah’tan başkası bilmez. 

17/03/2018

İnsanım Kendimi Keşfediyorum



       Kendini keşfetmek isteyen aziz insana, Mevlânâ şöyle seslenir!
“Aziz dost, ey insan! Sen, tek bir kişi değilsin; sen bir âlemsin! Derin ve çok büyük bir denizsin. O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir deryadır. Yüzlerce âlem, o okyanusta gark olup gitmiştir!”

Kendinin farkında ol, der. Kendini ucuza satma, içindeki cevheri zayi etme! Dıştaki kabuğa bakıp aldanma! Onun iç içe tabakalarının arasında sefer et de, ancak sana emanet edilen incileri keşfet.

Evet, bütün peygamberler ve ârifler, kat kat zifiri karanlıklara gömülmüş insanoğlunu, perdeleri açmaya, kendini fethetmeye ve nûra çıkmaya davet etmişlerdir. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, bu davetçileri ve ilâhî mesajlarını bu gayenin tahakkuku için göndermiştir. 
O şöyle buyurur:
هُوَ ٱلَّذِي يُنَزِّلُ عَلَىٰ عَبۡدِهِۦٓ ءَايَٰتِۢ بَيِّنَٰتٖ لِّيُخۡرِجَكُم مِّنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِۚ وَإِنَّ ٱللَّهَ بِكُمۡ لَرَءُوفٞ رَّحِيمٞ ٩                                                                                             

“O (Allah), sizi karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.” (Hadîd Sûresi, 9)
الٓرۚ كِتَٰبٌ أَنزَلۡنَٰهُ إِلَيۡكَ لِتُخۡرِجَ ٱلنَّاسَ مِنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِ بِإِذۡنِ رَبِّهِمۡ إِلَىٰ صِرَٰطِ ٱلۡعَزِيزِ ٱلۡحَمِيدِ ١                                                                                          

Bu öyle bir kitaptır ki (bütün) insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, o yegâne gâlip, hamde lâyık olan (Allah)ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik. (İbrahim Sûresi, 1)
Karanlıklar diye tercüme edilen “zulumât” nedir? İnsanın gözüne perde, kulağına ağırlık ve sağırlık, aklına kilit, yüreğine pas olan perdeler nelerdir? Nasıl oluşur? İnsan kendi hakikatini bu işgalden nasıl kurtarır ve kendinin fâtihi olabilir?

Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden şunu öğreniyoruz ki, en kalın perde küfr, inkâr ve şirk perdesidir. Zaten “küfr” kelime olarak “örtmek” demektir. Fıtratın örtülmesi, vicdanın kapatılması, Hak ve hakikatin perdelenmesi demektir. Bir kimseyi Hak ve hakikate karşı kapatan şeyler çoğu zaman, nankörlük, cehâlet, batıla saplanıp kalmak, körü körüne taklit, delilsiz inat ve taassup, kör taklit ve önyargı gibi hâl ve tavırlardır. Bu ve benzeri zifiri karanlıklar, insanın kendi hakikatine en büyük zulümdür. İnsan hakikati, bu gibi hallerde nice imdat çığlıkları atar da ehl-i irfan dışında bu sesi duyan da olmaz. Hatta kişinin kendisi bile!

Günah ve masiyet perdeleri de insan hakikatini örten karanlıklar oluşturur. Bunlar da işlenen günahın büyüklüğü-küçüklüğü, sayıca azlığı ya da çokluğuyla doğru orantılı olarak insanın öz benliğini kapatır ve karartırlar. 

Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:
“Kul bir hata işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet el çeker, bağışlanma diler ve tevbe ederse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretlerinin“Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler, kalplerinin üzerine pas (reyn) olmuştur”. diye zikrettiği “reyn” budur” (Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce, Zühd, 29).

Göz harama bakınca perdelenir, kalbe de zehirli bir yara açar. Kulak, gıybet ve yalan gibi zehirli sözlerle sağırlaşmaya başlar, hassasiyetini kaybeder. Dil haram sözlerle kirlenir ve kararır. Böyle böyle insani öz işgale uğrar. Nefs ve şeytanın esiri haline gelir.
Bir başka perdeleme, kibirlenmek, kendini beğenmek, fanilere bel bağlamak, arzuları putlaştırmak, dünyaya çakılıp kalmak, yâri bırakıp ağyâra sevdalanmaktır.

Esasen bu ve diğer perdelerin her birinin menşei, kulun Hak’tan gafil olmasıdır. Gafletin az ya da çok oluşuna göre perdelerin kemiyet ve keyfiyeti artar ya da eksilir. Bu gaflet neticesinde kişinin zihni, kalbi, gözü, kulağı, idraki ve belki hücre hücre tüm benliği nefis ve şeytanın askerleri tarafından işgale uğrar ve fonksiyonlarını icra edemeyecek hale gelir. 

Rabbimiz şöyle buyurur:
وَلَقَدۡ ذَرَأۡنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرٗا مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِۖ لَهُمۡ قُلُوبٞ لَّا يَفۡقَهُونَ بِهَا وَلَهُمۡ أَعۡيُنٞ لَّا يُبۡصِرُونَ بِهَا وَلَهُمۡ ءَاذَانٞ لَّا يَسۡمَعُونَ بِهَآۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّۚ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡغَٰفِلُونَ ١٧٩

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (Araf Süresi, 179)

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz