17/03/2018

İnsanım Kendimi Keşfediyorum



       Kendini keşfetmek isteyen aziz insana, Mevlânâ şöyle seslenir!
“Aziz dost, ey insan! Sen, tek bir kişi değilsin; sen bir âlemsin! Derin ve çok büyük bir denizsin. O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir deryadır. Yüzlerce âlem, o okyanusta gark olup gitmiştir!”

Kendinin farkında ol, der. Kendini ucuza satma, içindeki cevheri zayi etme! Dıştaki kabuğa bakıp aldanma! Onun iç içe tabakalarının arasında sefer et de, ancak sana emanet edilen incileri keşfet.

Evet, bütün peygamberler ve ârifler, kat kat zifiri karanlıklara gömülmüş insanoğlunu, perdeleri açmaya, kendini fethetmeye ve nûra çıkmaya davet etmişlerdir. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, bu davetçileri ve ilâhî mesajlarını bu gayenin tahakkuku için göndermiştir. 
O şöyle buyurur:
هُوَ ٱلَّذِي يُنَزِّلُ عَلَىٰ عَبۡدِهِۦٓ ءَايَٰتِۢ بَيِّنَٰتٖ لِّيُخۡرِجَكُم مِّنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِۚ وَإِنَّ ٱللَّهَ بِكُمۡ لَرَءُوفٞ رَّحِيمٞ ٩                                                                                             

“O (Allah), sizi karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.” (Hadîd Sûresi, 9)
الٓرۚ كِتَٰبٌ أَنزَلۡنَٰهُ إِلَيۡكَ لِتُخۡرِجَ ٱلنَّاسَ مِنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِ بِإِذۡنِ رَبِّهِمۡ إِلَىٰ صِرَٰطِ ٱلۡعَزِيزِ ٱلۡحَمِيدِ ١                                                                                          

Bu öyle bir kitaptır ki (bütün) insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, o yegâne gâlip, hamde lâyık olan (Allah)ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik. (İbrahim Sûresi, 1)
Karanlıklar diye tercüme edilen “zulumât” nedir? İnsanın gözüne perde, kulağına ağırlık ve sağırlık, aklına kilit, yüreğine pas olan perdeler nelerdir? Nasıl oluşur? İnsan kendi hakikatini bu işgalden nasıl kurtarır ve kendinin fâtihi olabilir?

Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden şunu öğreniyoruz ki, en kalın perde küfr, inkâr ve şirk perdesidir. Zaten “küfr” kelime olarak “örtmek” demektir. Fıtratın örtülmesi, vicdanın kapatılması, Hak ve hakikatin perdelenmesi demektir. Bir kimseyi Hak ve hakikate karşı kapatan şeyler çoğu zaman, nankörlük, cehâlet, batıla saplanıp kalmak, körü körüne taklit, delilsiz inat ve taassup, kör taklit ve önyargı gibi hâl ve tavırlardır. Bu ve benzeri zifiri karanlıklar, insanın kendi hakikatine en büyük zulümdür. İnsan hakikati, bu gibi hallerde nice imdat çığlıkları atar da ehl-i irfan dışında bu sesi duyan da olmaz. Hatta kişinin kendisi bile!

Günah ve masiyet perdeleri de insan hakikatini örten karanlıklar oluşturur. Bunlar da işlenen günahın büyüklüğü-küçüklüğü, sayıca azlığı ya da çokluğuyla doğru orantılı olarak insanın öz benliğini kapatır ve karartırlar. 

Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:
“Kul bir hata işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet el çeker, bağışlanma diler ve tevbe ederse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretlerinin“Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler, kalplerinin üzerine pas (reyn) olmuştur”. diye zikrettiği “reyn” budur” (Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce, Zühd, 29).

Göz harama bakınca perdelenir, kalbe de zehirli bir yara açar. Kulak, gıybet ve yalan gibi zehirli sözlerle sağırlaşmaya başlar, hassasiyetini kaybeder. Dil haram sözlerle kirlenir ve kararır. Böyle böyle insani öz işgale uğrar. Nefs ve şeytanın esiri haline gelir.
Bir başka perdeleme, kibirlenmek, kendini beğenmek, fanilere bel bağlamak, arzuları putlaştırmak, dünyaya çakılıp kalmak, yâri bırakıp ağyâra sevdalanmaktır.

Esasen bu ve diğer perdelerin her birinin menşei, kulun Hak’tan gafil olmasıdır. Gafletin az ya da çok oluşuna göre perdelerin kemiyet ve keyfiyeti artar ya da eksilir. Bu gaflet neticesinde kişinin zihni, kalbi, gözü, kulağı, idraki ve belki hücre hücre tüm benliği nefis ve şeytanın askerleri tarafından işgale uğrar ve fonksiyonlarını icra edemeyecek hale gelir. 

Rabbimiz şöyle buyurur:
وَلَقَدۡ ذَرَأۡنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرٗا مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِۖ لَهُمۡ قُلُوبٞ لَّا يَفۡقَهُونَ بِهَا وَلَهُمۡ أَعۡيُنٞ لَّا يُبۡصِرُونَ بِهَا وَلَهُمۡ ءَاذَانٞ لَّا يَسۡمَعُونَ بِهَآۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّۚ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡغَٰفِلُونَ ١٧٩

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (Araf Süresi, 179)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz