Kendini keşfetmek isteyen aziz insana, Mevlânâ şöyle seslenir!
“Aziz dost, ey insan! Sen, tek bir kişi değilsin; sen bir
âlemsin! Derin ve çok büyük bir denizsin. O senin muazzam varlığın, belki dokuz
yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir deryadır. Yüzlerce âlem, o okyanusta gark
olup gitmiştir!”
Kendinin farkında ol, der. Kendini ucuza satma, içindeki
cevheri zayi etme! Dıştaki kabuğa bakıp aldanma! Onun iç içe tabakalarının
arasında sefer et de, ancak sana emanet edilen incileri keşfet.
Evet, bütün peygamberler ve ârifler, kat kat zifiri
karanlıklara gömülmüş insanoğlunu, perdeleri açmaya, kendini fethetmeye ve nûra
çıkmaya davet etmişlerdir. Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, bu davetçileri ve
ilâhî mesajlarını bu gayenin tahakkuku için göndermiştir.
O şöyle buyurur:
هُوَ ٱلَّذِي يُنَزِّلُ عَلَىٰ
عَبۡدِهِۦٓ ءَايَٰتِۢ بَيِّنَٰتٖ لِّيُخۡرِجَكُم مِّنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِۚ
وَإِنَّ ٱللَّهَ بِكُمۡ لَرَءُوفٞ رَّحِيمٞ ٩
“O (Allah), sizi karanlıklardan nûra (aydınlığa) çıkarmak
için kulu Muhammed’e apaçık âyetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok
esirgeyici, çok merhametlidir.” (Hadîd Sûresi, 9)
الٓرۚ كِتَٰبٌ أَنزَلۡنَٰهُ إِلَيۡكَ
لِتُخۡرِجَ ٱلنَّاسَ مِنَ ٱلظُّلُمَٰتِ إِلَى ٱلنُّورِ بِإِذۡنِ رَبِّهِمۡ إِلَىٰ
صِرَٰطِ ٱلۡعَزِيزِ ٱلۡحَمِيدِ ١
Bu öyle bir kitaptır ki (bütün) insanları Rablerinin izniyle
karanlıklardan aydınlığa, o yegâne gâlip, hamde lâyık olan (Allah)ın yoluna
çıkarman için onu sana indirdik. (İbrahim Sûresi, 1)
Karanlıklar diye tercüme edilen “zulumât” nedir? İnsanın
gözüne perde, kulağına ağırlık ve sağırlık, aklına kilit, yüreğine pas olan
perdeler nelerdir? Nasıl oluşur? İnsan kendi hakikatini bu işgalden nasıl
kurtarır ve kendinin fâtihi olabilir?
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden şunu öğreniyoruz ki, en
kalın perde küfr, inkâr ve şirk perdesidir. Zaten “küfr” kelime olarak “örtmek”
demektir. Fıtratın örtülmesi, vicdanın kapatılması, Hak ve hakikatin
perdelenmesi demektir. Bir kimseyi Hak ve hakikate karşı kapatan şeyler çoğu
zaman, nankörlük, cehâlet, batıla saplanıp kalmak, körü körüne taklit, delilsiz
inat ve taassup, kör taklit ve önyargı gibi hâl ve tavırlardır. Bu ve benzeri
zifiri karanlıklar, insanın kendi hakikatine en büyük zulümdür. İnsan hakikati,
bu gibi hallerde nice imdat çığlıkları atar da ehl-i irfan dışında bu sesi
duyan da olmaz. Hatta kişinin kendisi bile!
Günah ve masiyet perdeleri de insan hakikatini örten
karanlıklar oluşturur. Bunlar da işlenen günahın büyüklüğü-küçüklüğü, sayıca
azlığı ya da çokluğuyla doğru orantılı olarak insanın öz benliğini kapatır ve
karartırlar.
Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:
“Kul bir hata işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta
vurulur. Şayet el çeker, bağışlanma diler ve tevbe ederse kalbi cilâlanır.
Böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede
bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretlerinin“Hayır, doğrusu onların
işleyip kazandıkları (kötü) şeyler, kalplerinin üzerine pas (reyn) olmuştur”.
diye zikrettiği “reyn” budur” (Tirmizî, Tefsir, 83; İbn Mâce, Zühd, 29).
Göz harama bakınca perdelenir, kalbe de zehirli bir yara
açar. Kulak, gıybet ve yalan gibi zehirli sözlerle sağırlaşmaya başlar,
hassasiyetini kaybeder. Dil haram sözlerle kirlenir ve kararır. Böyle böyle
insani öz işgale uğrar. Nefs ve şeytanın esiri haline gelir.
Bir başka perdeleme, kibirlenmek, kendini beğenmek, fanilere
bel bağlamak, arzuları putlaştırmak, dünyaya çakılıp kalmak, yâri bırakıp
ağyâra sevdalanmaktır.
Esasen bu ve diğer perdelerin her birinin menşei, kulun
Hak’tan gafil olmasıdır. Gafletin az ya da çok oluşuna göre perdelerin kemiyet
ve keyfiyeti artar ya da eksilir. Bu gaflet neticesinde kişinin zihni, kalbi,
gözü, kulağı, idraki ve belki hücre hücre tüm benliği nefis ve şeytanın
askerleri tarafından işgale uğrar ve fonksiyonlarını icra edemeyecek hale
gelir.
Rabbimiz şöyle buyurur:
وَلَقَدۡ ذَرَأۡنَا لِجَهَنَّمَ
كَثِيرٗا مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِۖ لَهُمۡ قُلُوبٞ لَّا يَفۡقَهُونَ بِهَا
وَلَهُمۡ أَعۡيُنٞ لَّا يُبۡصِرُونَ بِهَا وَلَهُمۡ ءَاذَانٞ لَّا يَسۡمَعُونَ
بِهَآۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّۚ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡغَٰفِلُونَ
١٧٩
“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da
bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da
bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar
gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta
kendileridir.” (Araf Süresi, 179)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder