إِنَّ ٱلۡإِنسَٰنَ خُلِقَ هَلُوعًا
١٩إِذَا مَسَّهُ ٱلشَّرُّ جَزُوعٗا ٢٠ وَإِذَا مَسَّهُ ٱلۡخَيۡرُ مَنُوعًا ٢١
“Şüphesiz ki insan hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.
Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman feryat eder. Bir hayır dokunduğu zaman da
cimrileşir, yoksula vermez.” (Meâric, 19-21)
Gerçek anlamda Allah’a ve ahirete inanmayan kimseler güç ve
servet sahibi olduklarında azarlar, nimetin asıl sahibini unutup nimete
taparlar. “Hayır, gerçekten insan kendini varlıklı görünce mutlaka
azar.” (Alâk, 6-7)
Her şeyin Allah’tan geldiğine, varlığın ve darlığın bir
imtihan sebebi olduğuna inananlar ise şükür ve sabrı elden bırakmazlar. Fakat
böyleleri pek azdır. “Ey Dâvud ailesi: Şükretmek için çalışın. Kullarımdan
şükredenler pek azdır.” (Sebe, 13)
Şükür; yapılan iyiliğe karşı minnettarlık duymak, iyilik
yapana söz ve fiille mukabelede bulunmak, teşekkürlerini sunmaktır. Buna
Şükrân-ı nimet, aksine ise küfran-ı nimet denir.
Güç ve iktidar sahibi iken daima şükür üzere olanlara dair
en çarpıcı örnek Hz. Süleyman’dır. Rüzgara, cinlere, hayvanlara, görülmemiş
servete hükmeden Hz. Süleyman kuşların, karıncaların dilinden bile anlıyordu.
Buna rağmen asla şımarmamış, kul olduğunu unutmamıştır.
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكٗا مِّن قَوۡلِهَا
وَقَالَ رَبِّ أَوۡزِعۡنِيٓ أَنۡ أَشۡكُرَ نِعۡمَتَكَ ٱلَّتِيٓ أَنۡعَمۡتَ عَلَيَّ
وَعَلَىٰ وَٰلِدَيَّ وَأَنۡ أَعۡمَلَ صَٰلِحٗا تَرۡضَىٰهُ وَأَدۡخِلۡنِي
بِرَحۡمَتِكَ فِي عِبَادِكَ ٱلصَّٰلِحِينَ ١٩
“Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin. Süleyman ve ordusu
farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman onun bu sözüne gülümsedi ve
“Ey Rabbim! Bana ve anama-babama verdiğin nimetlerine şükretmeye ve senin razı
olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarımın
arasına kat” dedi.” (Neml, 19)
Nemrud ve Firavun, sahip oldukları güç ve iktidar yüzünden
şımardılar. Kârun, sahip olduğu servetin Allah’ın lütfu olduğunu unuttu. Kendi bilgi
ve başarısıyla elde ettiğini ileri sürdü. Nankörlüğe dayanan bu tavırlar ne
Nemrut’a, ne Firavun’a, ne de Kârun’a yaradı, hepsi de helak oldular. Nimet ve
servetle şımaran toplumların akıbeti de aynı olmuştur.
Hz. Süleyman gibi, Hz. Yusuf (a.s.) da elde ettiği iktidarla
şımarmadı. Her şeyin Mevlâ’nın lütfu olduğunu bilerek şükretti. İftira yüzünden
girdiği hapisten çıkıp Mısır’a hakim olunca, annesi, babası ve kendisini kuyuya
atan kardeşleriyle buluşunca Rabbine yönelerek şöyle dua etti: “Ey Rabbim!
Sen bana hükümranlık verdin, rüyada görülen olanların tabirini bana öğrettin.
Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da âhirette de benim dostum sensin.
Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyi kimseler arasına kat.” (Yusuf,
101)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder