15/03/2018

Varlıkta da Darlıkta da Aynı Olmak


إِنَّ ٱلۡإِنسَٰنَ خُلِقَ هَلُوعًا ١٩إِذَا مَسَّهُ ٱلشَّرُّ جَزُوعٗا ٢٠ وَإِذَا مَسَّهُ ٱلۡخَيۡرُ مَنُوعًا ٢١
“Şüphesiz ki insan hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman feryat eder. Bir hayır dokunduğu zaman da cimrileşir, yoksula vermez.” (Meâric, 19-21)
Gerçek anlamda Allah’a ve ahirete inanmayan kimseler güç ve servet sahibi olduklarında azarlar, nimetin asıl sahibini unutup nimete taparlar. “Hayır, gerçekten insan kendini varlıklı görünce mutlaka azar.” (Alâk, 6-7)

Her şeyin Allah’tan geldiğine, varlığın ve darlığın bir imtihan sebebi olduğuna inananlar ise şükür ve sabrı elden bırakmazlar. Fakat böyleleri pek azdır. “Ey Dâvud ailesi: Şükretmek için çalışın. Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe, 13)

Şükür; yapılan iyiliğe karşı minnettarlık duymak, iyilik yapana söz ve fiille mukabelede bulunmak, teşekkürlerini sunmaktır. Buna Şükrân-ı nimet, aksine ise küfran-ı nimet denir.

Güç ve iktidar sahibi iken daima şükür üzere olanlara dair en çarpıcı örnek Hz. Süleyman’dır. Rüzgara, cinlere, hayvanlara, görülmemiş servete hükmeden Hz. Süleyman kuşların, karıncaların dilinden bile anlıyordu. Buna rağmen asla şımarmamış, kul olduğunu unutmamıştır.
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكٗا مِّن قَوۡلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوۡزِعۡنِيٓ أَنۡ أَشۡكُرَ نِعۡمَتَكَ ٱلَّتِيٓ أَنۡعَمۡتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَٰلِدَيَّ وَأَنۡ أَعۡمَلَ صَٰلِحٗا تَرۡضَىٰهُ وَأَدۡخِلۡنِي بِرَحۡمَتِكَ فِي عِبَادِكَ ٱلصَّٰلِحِينَ ١٩
“Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin. Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman onun bu sözüne gülümsedi ve “Ey Rabbim! Bana ve anama-babama verdiğin nimetlerine şükretmeye ve senin razı olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarımın arasına kat” dedi.” (Neml, 19)

Nemrud ve Firavun, sahip oldukları güç ve iktidar yüzünden şımardılar. Kârun, sahip olduğu servetin Allah’ın lütfu olduğunu unuttu. Kendi bilgi ve başarısıyla elde ettiğini ileri sürdü. Nankörlüğe dayanan bu tavırlar ne Nemrut’a, ne Firavun’a, ne de Kârun’a yaradı, hepsi de helak oldular. Nimet ve servetle şımaran toplumların akıbeti de aynı olmuştur.

Hz. Süleyman gibi, Hz. Yusuf (a.s.) da elde ettiği iktidarla şımarmadı. Her şeyin Mevlâ’nın lütfu olduğunu bilerek şükretti. İftira yüzünden girdiği hapisten çıkıp Mısır’a hakim olunca, annesi, babası ve kendisini kuyuya atan kardeşleriyle buluşunca Rabbine yönelerek şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Sen bana hükümranlık verdin, rüyada görülen olanların tabirini bana öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da âhirette de benim dostum sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyi kimseler arasına kat.” (Yusuf, 101)

Peygamberlerin şahı Hz. Muhammed (s.a.v.) de en ideal şekilde sıkıntılara sabretti, nimetlere karşı şükretti. Sürüldüğü Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak girerken asla kibir alameti göstermedi. Mütevazı bir kul olarak girdi. “Allah için mütevazı olanı Allah yüceltir. Kibirli olanı ise alçaltır” buyurdu. Ayakları şişinceye kadar gece namazı kıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz