15/03/2018

Kalbimin Aynası



        Üzerine dikkat ve hassasiyetle vurgu yapılan bir uzuv olan kalb, insan münasebetlerinde de büyük ehemmiyet arz etmektedir. İnsanlar arasındaki münasebetlerde, belki de ilk mânevî alışverişin yaşandığı nokta, yine kalptir. “Kalben ısınmak”, “kalbi ısınmak” veya “kalpten kalbe yolun olduğuna inanılması” da bunun bir göstergesidir.

Kalbin belki de en ehemmiyetli yönü, bir nazargâh-ı İlahi olmasıdır. “Rabbimizin bizim şeklimize, şemâilimize bakmayacağı, ancak kalplerimize bakıp ona göre değer vereceği”Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından haber verilmiştir. (Bkz: Müslim, Birr, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 9)
Aynı zamanda kalp, âlemin mânevî haritasıdır. Öyle ki o kalpte hem yaz olur, hem kış, hem gece olur, hem gündüz… Yine bir kalpte öfke, nefret, kin ve haset hâkim olduğunda fırtınalar eser; muhabbet, şefkat, merhamet ve fedakârlık hisleri gâlip geldiğinde ise, kalp ikliminde tatlı bir meltem hâkimdir.
Kalb, îmanın mahallidir. İmandan mahrum kalpler, mânen kördür. Güneşin önüne kara bulutlar geldiğinde, güneşin görülmediği gibi, kalbin önüne gelen küfür, nifak, isyan, vesvese ve şüphe bulutları, kalbin gerçekleri görmesine engel olur.

İman nurunun yansıdığı bir yer olarak, kalbin bu hakikatleri bilmesi ve hissetmesi “kalb-i selîm” olmasına bağlıdır. Annesinden doğduğu andan itibaren renkleri görmeyen bir insana renkleri anlatmak zor olduğu gibi ya da tat alma duyusunu tamamen kaybetmiş bir kişiye yeni bir meyve-sebzeyi tarif ederken zorlandığımız gibi, selîm olmayan kalpler de, gerçekleri göremez. Îman, ibadet ve zikir gibi lezzetlerin tadını bir türlü alamaz.

Hâsılı, taşıdığımız bu kıymetli mücevherin her yönü ile değerini bilmemiz lâzım… Kendi kalbimize sahip olmanın en güzel yolu, onu gerçek sahibi olan Allâh’ın emrine âmâde kılmaktır. Kalbin gerçek sahibi, yani muhabbetinin taşınması gereken en yüce varlık ise, Rabbimizdir. Sonra O’nun sevdikleridir. Kalp, Allah’tan ve Allâh’ı sevdirecek şeylerden uzak kaldıkça çoraklaşır, katılaşır, taşlaşır. Ayrık otları bitmeye ve kavuran hoyrat rüzgârlar esmeye başlar. Bu hâl de insanın felaketi demektir.

Kendi kalbimize sahip çıkmamız gerektiği gibi, başkalarının kalbine de hürmet ve dikkat etmemiz gerekir. Meselâ bir kardeşimizin kalp ayarını bozacak hareketlerden, sû-i zanna sebep olacak tavırlardan kaçınmak gerekir. Bu, hem ona, hem de kendimize yapacağımız bir iyiliktir. Aynı şekilde Allah katında yüce bir kıymeti bulunan kalbi incitmemek kadar kalben incinmemek de geniş gönüllü bir mü’min olma kıvamı gerektirmektedir.

Zaman, kalbe, kalplerimize sahip çıkma, başka sevdaların oraya yuvalanmasına müsaade etmeme zamanıdır.  Her türlü menfi taarruzlara mâruz kalan kalbin, selîm bir kalp olması, itmi’nana eren bir kalp olması, elbette zordur ve emek ister. Bu yüzden yarın Rabbimiz:
“-Bize ne getirdin?” diye sorduğunda, verebileceğimiz en büyük ve en güzel cevap:
“-Yâ Rab! Senin için o kirli dünyadan bir kalb-i selîm getirdim!” diyebilmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz