Mevlânâ’nın Mesnevîsinde şöyle anlatır.Sanki günümüzü anlatıyor.
Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı, hristiyanları yakarak
yok etmek isteyen bir kral vardı, ancak onun kadar zalim olunabilirdi. Bu
kralın son derece kurnaz ve hilekâr bir de veziri vardı. Krala dedi ki;
hristiyanları yakıp öldürmede fayda yok. Onlar dinlerini senden gizleyip
kurtulurlar. Din ve inanç misk ve öd ağacı değil ki kokusu çıksın. Kral
vezire; peki ne yapalım? Dünyada gizli aşikar bir tek hristiyan bırakmamamın
çaresi nedir? diye sordu.
Vezir de: Güya bana kızmış gözükerek işkence
yapıyormuş gibi davran, sonra da idamıma hükmet, dört yol ağzında insanların
huzurunda infaz edecekken birisi şefaatçi olup suçumun affı için senden ricada
bulunsun. Sen de idam cezasını sürgüne çevir ve beni uzak bir yere,
hristiyanların arasına gönder. Ben onları nasıl kandıracağımı bilirim. Onlara
derim ki; ben gizli bir hristiyan’dım, kral benim hristiyan olduğumu
anladı, taassuptan dolayı canıma kast etmek istedi. İnancımı ondan
gizlemeye çalıştımsa da muvaffak olamadım. İsa’nın ruhaniyeti imdadıma
yetişmeseydi, kral canıma kastedecekti. Ben İsa için kendimi feda ederim, bunu
da canıma minnet bilirim. Ben İsa’nın öğretilerine iyiden iyiye vakıfım. Ey
halk! Devir İsa’nın devridir. Yahudi kralın zulmünden kurtulduk. Artık İsa’nın
dininin sırlarını benden dinleyin.
Kral vezirin bu planını dinleyince ikna oldu ve onun
dediklerini aynen uyguladı. Halk ise bu hileyi anlayamadı.
Planlandığı gibi kral bu hilekâr veziri hristiyanların
arasına uzak bir tarafa sürdü.İnancı uğruna idamı bile göze alan bu kahraman(!)
onlara dinlerini anlatmaya başladı. Etrafında yüzbinlerce hristiyan toplandı.
Görünüşte onlara dinin hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış hakikatte
onları avlamak için bir ıslık ve tuzaktı.
Hıristiyanlar tamamıyla bu sahte kahramana gönül verdiler.
Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler. Onu İsa’nın halifesi sandılar. O
ise tek gözlü melun bir Deccaldi. Taklidci avâmı kandırmak kolay oldu.
O kâfir vezir din nasihatçisi olarak Lâtif sözler
söylemekte, gül sulu şeker şerbetine zehir katmaktaydı. Vezir kraldan altı
ay ayrı kaldı. Bu müddet zarfında hristiyanların sığınağı oldu. Halk dinini de
gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmüne herkes can feda ediyordu. Vezir
bu meyanda krala gizlice haber yolluyor, İsa’nın dinine fitneler soktuğunu
söylüyordu.
On iki havariyi temsilen hristiyanların on iki emiri vardı.
Bu emirlerde o münâfık vezire tabi olmuşlardı. Vezir ne derse hepsi de emrine
âmâdeydi.
Hilekâr vezir dini bozmak ve dindarları birbirine düşürmek
için on iki emirden her birine dini farklı tanıtan birer tomar hazırlayıp
verdi. Her bir tomarın yazısı başkaydı. Birinde neyi tavsiye ediyorsa
ötekinde onun tersini söylüyordu.
Başka bir hileye daha başvurdu. Vaaz ve
nasihati bırakıp halvete girdi, tam kırk-elli gün halvette kaldı. Onun
sohbetinden uzak kalanlar adeta deli divane oldular. Aralarına dönmesi için
yalvarıp yakarıyorlardı. Vezir de kendisini naza çekiyor, yüce makamlara
eriştiğini vehmettiriyordu. Ben bu halvetten çıkmayacağım, çünkü kalp ahvaliyle
meşgulüm. İsa efendimiz bana böyle emretti. Ben bir bakıma öldüm. Yükümü
dördüncü kat göğe ilettim. Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde İsa’nın
yanında duracağım, dedi.
Daha sonra on iki emirden her biri teker teker vezirin
yanına vardılar. Zira onları ayrı ayrı huzuruna davet etmişti. Her birine: İsa
dininde tanrı vekili ve benim halifem sensin dedi. Öteki emirler sana tabi
olacaklardır. Sana tabi olmayanı ya öldür, ya hapset veya esir et, dedi.
Fakat ben ölmedikçe reisliğe talip olma ve bunları kimseye de söyleme diye
tembih etti. Her bir emire aynı şeyleri söyledi ve her birinin eline
Mesih’in öğrettikleri diye ayrı tomarlar, notlar tutuşturdu.
Vezir nihayet öldü. Halk onun ölümünü duyunca saçlarını
yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı başında toplandı. Mezarının toprağını
başlarına serptiler.
Bir ay sonra halk toparlanıp kendine gelince: “Ey
ulular! Sizlerden o vezirin makamına oturacak kimdir? Elimizi, eteğimizi ona
teslim edelim, dediler. Bunun üzerine o emirlerden birisi öne çıkıp şeyle dedi:
İsa’nın halifesi, vezirin vekili benim. İşte vekil olduğumu gösteren belge,
işte onun yazdığı tomar. Diğer emirler de aynı şekilde ortaya çıkıp tomarları
göstererek emirlik iddiasında bulundu.
Kılıçlar çekildi. Savaşta yüz binlerce hristiyan öldü. Vezirin ektiği fitne yeşerdi. Sel gibi kanlar
aktı ortalık toza dumana karıştı.
Şayet zalim kral hristiyanları öldürmeye devam etseydi böyle
bir netice elde edemezdi. Entrika ve hileyle dostlar düşman edilip,
birbirlerine düşürüldüler. Yakılan fitne ateşinin içinde yandılar. Zalim kralın
yakmasına gerek kalmadı.
Mesnevi’den özetleyerek aktardığımız bu tablo son derece
uyarıcı ve ibretlik bir tablodur. Zira aynı entrika ve tuzaklar değişik tarz ve
kişiler üzerinden servis edilebilir, böyle fert ve toplumlar kendi elleriyle
kendilerini fitneye kurban edebilirler.
Günümüzün özellikle gizli servisler yoluyla yürütülen dış
politikası genellikle bu entrika ve tuzaklara dayanmaktadır. Olaylar görüldüğü
ve gösterildiği gibi cereyan etmemekte, güç ve fitne odakları oyun üzerine oyun
tezgâhlamaktadırlar. Dünyamız bu tuzaklarla adeta mayın tarlasına dönmüş ve her
an her yerde sanki bir patlama olacak tedirginliği yaşanmaktadır. Bu kötü ve
tehlikeli tablo: İnsan insanın kurdudur anlayışından
kaynaklanmaktadır. Huzurlu ve güvenli bir hayat için öncelikle vicdanî ve
ahlâkî bir zemin oluşturulması, kurtlar sofrasının dağıtılıp dostlar
sofrasının kurulması gerekmektedir.
Kitleleri kandırma ve birbirlerine saldırtma işinde maddi
çıkarlar yanında manevi duygularda devreye sokulmaktadır. Menfaatin ön planda
olduğu dünyamızda her şey sömürüldüğü gibi inançlar ve duygular da
sömürülmektedir. Bu sömürünün boyutu ve korkunç neticesi Mesnevi’den
aktardığımız hikayeyle olanca dehşetiyle ortaya konmuştur.
Kaleler içten fethedilmektedir. Bolca Truva atları
kullanılmaktadır. Kuzu postuna bürünmüş kurtlar, kuzuların arasına
salınmaktadır. Timsah göz yaşları akıtılmaktadır. Sahnede tezgâhlanan oyun
gerçek hayata baskın gelmektedir. Akif’in ifadesiyle;
Talimli
edepsizler, idmanlı reziller sahnede boy göstermektedir.
Yalan doğruya,
sahte hakikiye galebe çalmaktadır.
Yüce Mevla ve sevgili Peygamberimiz bizleri en çok münafık
ve riyakârlardan sakındırmıştır. Zira onların hilelerinden sakınmak çok zordur.
Çünkü istedikleri kılığa girebilirler, istedikleri rolü oynayabilirler. Sahte
tavırlara, rol icabı göz yaşlarına aldanmamak, dolayısıyla tuzaklara düşmemek
için Rasûlullahın şu ikazına dikkat edelim!
“Ümmetim hakkında en çok
korktuğum, fasih konuşan münâfıktır. O, gözlerine mâliktir, istediği zaman
ağlayabilir.” (A. b. Hanbel, 1/22)
İşaret etmek istediğimiz şahıslar değil vasıflardır. Mevlâ
bizleri riya ve nifak gibi kötü vasıflardan ve bu vasıfları taşıyanların
şerlerinden muhafaza buyursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder