19/05/2018

Rızık Ve Ecelimiz Nasıl Takdir Edilir?


   Nefsi açıdan yaşanılan çeşitli zayıflıklar arasında ve düşüş kapsamında iki konu var ki kişinin hayatında büyük ölçüde etkisi olmaktadır. Onu; kendisine uygun ve helal olmayan, Allah'ın onu şerefli ve yarattıklarından çoğuna üstün kılarak ona bağışladığı yüce makama ve şerefli konuma yakışmayan yerlere götürür. Bunlar; rızkın kesilmesinden veya eksilmesinden korkmak ve ömrün tükenmesinden veye azalmasından korkmaktır.

Bu dinin üstün taraflarından ve övgüye layık yanlarından biri de bu hastalığı ince ve köklü bir şekilde tedavi etmesidir. Bu illetin müslümanı etkisi altına almasını önler. İnanç zayıflığının, tevekkül etmemenin ve iman eksikliğinin bir sonucu olarak korkulan şeylerin açık hedefi haline gelmesini engeller.

Allah subhanehu rızkı ve eceli sadece kendi elinde tutarak kullarının kalplerine huzur vermiş, onlardan bu iki korkuya sevkeden faktörleri kaldırmıştır. Kulların beklentilerinin kendisine bağlanması, kalplerinin O'na yönelmesi ve ihtiyaçlarını O'ndan istemeleri için kendisinin dışında hiç kimse için rızık ve ecel konusunda bir pay kılmamıştır. Kullar bu inançla, hayatın devrelerini Allah'dan başka kimseden korkmadan güven içinde katederler. Nefisler yücelir ve Allah'dan başka kimseye boyun eğmez. İnsanda beklentiler yükselir ve Allah'dan başkasına eğilmez.

Allah (cc) rızık konusunda kullarını rahatlatarak kesin bir dille, samimi bir sözle ve gerçek bir vaadle şöyle buyurur: (Rızkınız ve size vadedilen şey semadadır. Göğün ve yerin Rabbi'ne andolsun ki bu, sizin konuşmanız gibi kesin bir gerçektir.) (51/ez-Zâriyât/22-23) Yine kulları üzerindeki bazı nimetlerini sayarak ve sadece kendisinin yaratan ve rızık veren, yaşatan ve öldüren olduğunu belirterek şöyle buyurur: (Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, sonra da sizi diriltecek olandır. Sizin ortak koştuklarınızdan, bu işlerden birini olsun yapabilen var mıdır? O, koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir.) (30/er-Rûm/40) Bu, rızkın sadece O'ndan istenmesini, sadece O'na ibadet edilmesini ve şükredilmesini gerektirir. Allah subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurur: (O halde rızkı Allah katında arayın, O'na ibadet edin ve O'na şükredin. Yalnız O'na döndürüleceksiniz.) (29/el-Ankebût/17) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma'ya yaptığı meşhur vasiyetinde bunu açıklayarak şöyle buyurur:
 "Bil ki, millet sana bir şeyle fayda vermek için toplansa Allah'ın senin için yazdığından başka fayda veremezler. Ve sana bir şeyle zarar vermek için toplansalar Allah'ın senin için yazdığının dışında bir zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı ve sayfalar kurudu." Bu hadisi; İmam Ahmed, Tirmizi ve Hakim sahih bir isnad ile rivayet eder.

Ecel konusuna gelince Allah Teâlâ onun da kendi yanında bir kitapta yazılı ve takdir edilmiş olduğunu bildirir. Şöyle buyurur:
وَمَا كَانَ لِنَفۡسٍ أَن تَمُوتَ إِلَّا بِإِذۡنِ ٱللَّهِ كِتَٰبٗا مُّؤَجَّلٗاۗ
(Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimse ölemez. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır.) (3/Âl-i Imrân/145)

Bu hakikatın açıklığına, bu vaadin doğruluğuna ve bu izahın anlaşılırlığına rağmen bazı insanların içine düştükleri inanç zayıflığı çoğunlukla onları bu vadedilen gerçekten uzaklaştırır. Onlarla bu hakikatın arasını açar ve Allah'ın vaadinden; rızıkların dağıtımının ve ecelin yalnızca Allah'ın elinde olduğundan, hiç kimsenin bunlar bunlar üzerinde bir hükmünün bulunmadığından gafil olurlar.

Hiçbir nefsin rızkını ve ömrünü tamamlamadan ölmeyeceğini, fayda ve zararın Allah katından geldiğini, Allah'ın kullarına yeterli olduğunu ve kulların, Allah'dan başka hiç kimsenin himayesine ihtiyacı olmadığını hatırlayın.

Bazı ilim ehli insanlar şöyle demiştir: Kişi Allah'ı razı edince Allah ona yardım eder ve onu rızıklandırır. Onu insanlara muhtaç etmez. Kişinin Allah'ı kızdırma pahasına insanları razı etmesi, onlardan koktuğu için ya da bir şeyler beklediği içindir. Bu ise, inanç zayıflığındandır. Onların yapacağını zannettiğin şey gerçekleşmezse bu onlardan değil Allah'dandır. Çünkü O, ne dilerse o olur ve ne dilemezse o olmaz.

17/05/2018

Ramazan Geldi Ey Kardeş!



   Hayatın oyun ve eğlencesi, olayları ve problemleri arasında, istekleri peşinde ve kavgaları ortasında kişi; sığınacağı, gölgesi altına gireceği ve kararlılığını yenilemek, gayretini bilemek ve iradesini güçlendirmek için gerekli hazırlığı yapacağı sığınaklara ihtiyacı olduğunu hisseder. Böylelikle başarı şansı daha yüksek bir şekilde, tökezlemeden, sağlam adımlarla yolunda yürür ve amacına ulaşır.
Kuvvet, müslüman için vazgeçilmez bir azık ve kaçınılmaz bir sermayedir, hak yolda yardımcıdır. Başarının ve zaferin yoludur. Allah'ın rızasına ve sevgisine açılan bir kapıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklar: "Kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Hepsinde hayır vardır." Bu hadisi Müslim, Sahihi'nde rivayet eder.

Bu gayeyi gerçekleştirecek şeye tutunmak ve onu elde etmek için çabalamak gerektiği anlayışlı insanların şüphe duymadığı bir şeydir. Allah'ın bolca ihsan ettiği nimetlerden biri de kullarına, ömürlerinde bazı fırsatlar ve hayır mevsimleri tanımasıdır. Bu fırsatlar onları amaçlarına ulaştırır. Oruç fırsatı ve Ramazan mevsimi, akıllı insanların değerlendirmeleri ve hızla faydalanmaları gereken fırsatların ve mevsimlerin başında gelir.

Oruçta zayıflayan ya da donuklaşan kuvveti uyuyan ya da sönen iradeyi, gevşeyen ya da tükenen kararlılığı canlandıran bir etki vardır. Yüksek derecelere ulaşmak için, dünyada ve Alemlerin Rabbi için insanların kalkacağı ahret gününde mutluluğu elde etmek için yapılacak en hayırlı hazırlığı bu şekilde yapabilelim.
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki takva sahiplerinden olursunuz." (2/el-Bakara/183)

Ramazan ayı ibadet ve Allah’a yaklaşma, iyilik ve ihsan, bağışlanma ve rahmet ayıdır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ramazan girince semanın kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincirlerle bağlanır.” Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder.

İnsanları zikretmek hastalık, Allah’ı zikretmek şifadır. Yüce Kur’an; dinin esası, peygamberliğin delili ve hayatın ruhudur. Ayların efendisinde inmiştir. (Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.) (97/el-Kadr/1) Bu ayda inmesinde, onu çokça okuması ve üzerinde düşünmesi için bu ümmete bir işaret vardır. Cebrâil, semadan inerek bu ayda nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte tüm Kur’an’ı mukabele ederdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat ettiği yıl ise, Kur’an’ı iki kez mukabele ettiler.

Nefsini, Rabbine ibadete alıştırmayan ve gönlüne O’nun sevgisini yerleştirmeyen, nefisinin günahına ve zilletine katlanmak zorunda kalır. Allah’a giden yolda seni kimsenin geçmemesine gücün yetiyorsa bunu yap! Her gece, semada duaları kabul kapısı açılır. Karşılıksız veren Allah’ın hazineleri de doludur. Bu nedenle kerem sahibi Allah’tan iste ve rahmet sahibi Allah’ın rahmetini talep et. Bu; bağış ve iyilik, hibe ve ihsan ayıdır. İnsanların en acizi, dua etmekten aciz olandır.

Ramazan ayı tevbe ve günahlardan dönme ayıdır. Tevbe kapısı açıktır ve Rabbinin bağışı boldur. Çok günah işleyen kişi Ramazan’da tevbe etmezse ne zaman tevbe edecek? Rahmet ve bağışlanma ayında günahlarından dönmezse ne zaman dönecek? Allah’a dönmekle acele et, kapısını çal ve O’ndan çokça bağışlanma dile!

Bâtılın Azgınlığı



Batılın azgınlığı ve hainliği artsa da –ki bu yahudinin işgal altındaki Filistin’de işlediği yıkım ve katliamda açıkça görülmektedir. Şüphesiz bu mü’minin inancına göre Allah’ın izniyle, sonun başlangıcı anlamındadır.
حَتَّىٰٓ إِذَا ٱسۡتَيۡ‍َٔسَ ٱلرُّسُلُ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُمۡ قَدۡ كُذِبُواْ جَآءَهُمۡ نَصۡرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَآءُۖ وَلَا يُرَدُّ بَأۡسُنَا عَنِ ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ                                                                                  
(Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir.) (12/Yusuf/110)
أَمۡ حَسِبۡتُمۡ أَن تَدۡخُلُواْ ٱلۡجَنَّةَ وَلَمَّا يَأۡتِكُم مَّثَلُ ٱلَّذِينَ خَلَوۡاْ مِن قَبۡلِكُمۖ مَّسَّتۡهُمُ ٱلۡبَأۡسَآءُ وَٱلضَّرَّآءُ وَزُلۡزِلُواْ حَتَّىٰ يَقُولَ ٱلرَّسُولُ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَعَهُۥ مَتَىٰ نَصۡرُ ٱللَّهِۗ أَلَآ إِنَّ نَصۡرَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ                                                                                                               
Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman!” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.) (2/el-Bakara/214)
 (Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerine korku düşürdü.) (59/el-Haşr/2)
Müslüman beklentilere ve temennilere bağlanmaz. Fakat aynı zamanda hezimet bataklıklarında ve zillet alanlarında da başı eğik dolaşmaz. Müslümanın emeli, kendini beğenmişlik veya gerçeğin ve olayların dışına çıkmak değildir. Bilakis, iman ettiği ve çerçevesince amel ettiği sağlam bir inançtır. Dayanağı, Allah(cc)’ın Kitabı’dır. 
(Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ancak kafirler topluluğu Allah’ın rahmetinden ümit keser.) (12/Yusuf/87) 
(Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser.) (15/el-Hıcr/56)
Umutsuzluk; çokça geri adım atan ve yalnızlığı tercih eden acizlerin işidir. Musibet, büyük bir beklentiyi de birlikte taşır. Kurtuluş yolu Allah azze ve celle’ye güvenmektir. Gerçek mü’mini musibetler sarsmaz ve tuzaklar çökertmez. Bilakis bu onun fedakarlığını artırır. 
(Nice peygamberler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.) (3/Âl-i İmran/146) 
(Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! Allah da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.) (3/Âl-i İmran/147-148)
Zulüm, çatışmaların yakıtıdır. Öfke ancak öfke doğurur. Beşeriyetin akıllı insanları ve tarih okuyanlar zulmün gücünün çabucak sönen bir kıvılcım gibi olduğunu idrak ederler. Canlı ümmet, güçsüz düşürülmüş olsa bile zulmü asla kabul etmeyecektir.
Zayıf söylem belirli bir aşamada direnişe yetmese de izzetinde ve ilkelerinde aşağılığa asla razı olmaz ve başkalarına teslim olmaya ve dilenmeye de asla razı olmayacaktır.

16/05/2018

Ramazan Ve Oruc'un Çağrısı



Orucun bir kurtuluş çağrısı var.
Hani Ezanın “Hayye alel felah – Haydin kurtuluşa” çağrısı gibi…
“Geçmiş günahların mağfiret edilmesi…” bir külli arınma demek…
Her yıl, insanın önüne, Rahmanürrahim olan Allah Teala, böyle bir arınma fırsatı sunuyor. Kirlerini yıka, yüklerini dök, Rabbin yoluna gir, ve öyle yürü…

Bu çağrılara, ancak İslam’ın vadettiği – tanımladığı külli mağfireti, kurtuluşu, felah’ı önemseyen insanların kulak kesileceği açık. Günahı günah bilen, yani günahı bir insanın arınması gereken bir kir telakki eden, ebed yurdunda Rabbin bağışlamasını, dünya hayatının da ana gayesi kabul eden insan için “hayye alelfelah”ta insanı heyecana sevkeden bir muhteva vardır.
Onun için İslam’ın her çağrısı imana bağlıdır, oruçla ilgili mağfiret çağrısı da iman’a merbuttur.
Orucu böyle algılayabiliyor muyuz?

Ezanın “Haydin Kurtuluşa” çağrısı, içimize bir “kurtuluş çağrısı” gibi akıyor mu?
Orucu böyle algıladığımızda, bir ayın hakkını ona göre vermemiz gerektiğini de idrak ederiz.

Değilse
Ezanlar gelir geçer…
Namazlar gelir geçer…
Oruçlar gelir geçer…
Kur’an’lar gelir geçer…
Peygamberler gelir geçer…
Allah dostları gelir geçer…

Ve biz
“Kurtuluş çağrıları”nın bir tekini bile idrak edemeyebiliriz.

Muhyiddin ibnü’l Arabi Hazretleri “Mala, Allah yolunda vermekle iyi davran… Kur’an’ın manasını anlamaya çalışarak ona karşı güzel davran. Duaya iyi davranmak demek, onu yürekten yapmak demektir. Kiramen katibine davranışın, onlara iyi şeyler yazdırmak olsun. Ağaç ve taşlara da boşu boşuna harcamamak suretiyle iyi davran. Üzerinde namaz kılmakla yere iyi davran. Namaza iyi davranışın onu iyi kılmakla olur. ” diyor. Buradan hareketle “Oruca iyi davranmak demek, mağfiret kıvamında onunla buluşmak demektir” diyebiliriz. Ki İbnül Arabi Hazretleri “Oruca karşı iyi davranman için günahlardan kaçınman gerekir” diyor. Yani orucun hakkını vermek…
Bunun için bir kalbi hazırlık gerekiyor…

01/05/2018

Kokuşmuş Hayatlar


Kokuşmuş,sapkın ve İç çürümesi yaşayan insanlar;
Öncelikle idrak ve akıl hastalığına yakalanırlar. Doğru düşünme melekesini kaybederler. Hakk’ı bâtıl, batılı hak görürler. Fesatçılığı, bozgunculuğu bir ıslah hareketi olarak algılarlar.

Mesuliyet şuurları ortadan kalkar. Özgürlük adına arzularının esiri olarak sınır tanımaz bir yüzsüze dönüşürler. Ayıp, günah ve hayâsızlık gibi mefhumlar onların lügatinde yer almaz. Hatta hayâsızlığı ve iffetsizliği cesaret olarak takdim ederler. Ar damarları çatlamıştır.

Böylelerinin dili kirlenmiş, ırz ve namus perdeleri yırtılmıştır. Her ikisinde de sınır tanımazlar. Toplumda görülen fuhuş bataklığının, pespayeliğin ve her seviyede tecavüz suçlarının kaynağı, çoğu zaman içleri çürüyüp kokuşan ve âdeta bir bataklık haline gelen bu insan görünümlü aşağılık mahlûklardır.

Hak ve hukuka saygı hassasiyetleri sıfırlanmıştır. Kendilerinin ayakta kalması uğruna âlemin harap olmasını göze alabilirler. Zira gönüllerinde Allah korkusu ve O’nun huzurunda hesap verme şuuru gibi koruyucu zırhları yoktur. Bu sebeple hırsızlık, gasp, zulüm ve hatta cana kıyma gibi durumlar, fırsat varsa yapılabilecek sıradan işlerdir. Hatta fırsatını bulmuşken böylesi imkânları kaçırmak bir çeşit ahmaklıktır.

Şefkat ve merhamet suyu da çekilmiştir. Fakirler, yetimler, kimsesizler, mahzun ve kederli gönüller, onların gündemine düşmez. Hatta bu nevi kimseler, topluma yüktür. Acıma bir tarafa, gözlerinden ve dillerinden nefret akar.

Kokuşmuşluk hastalığı, etrafına da sirayet eden bir hastalıktır. Yakınında bulunanlara da bulaşma riski fazladır. Bu sebeple toplumun sıhhatli fertleri ve iktidar sahipleri, bu nevi hastalığa yakalanmış kimseleri tedavi etme ve ettirme noktasında üzerlerine düşen vazifeleri yapmakla sorumludurlar. Aksi halde bataklık haline gelmiş bu kimseler tüm toplumun helâkine bile sebep olabilirler.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz