إِنَّ ٱلۡمُسۡلِمِينَ وَٱلۡمُسۡلِمَٰتِ
وَٱلۡمُؤۡمِنِينَ وَٱلۡمُؤۡمِنَٰتِ وَٱلۡقَٰنِتِينَ وَٱلۡقَٰنِتَٰتِ وَٱلصَّٰدِقِينَ
وَٱلصَّٰدِقَٰتِ وَٱلصَّٰبِرِينَ وَٱلصَّٰبِرَٰتِ وَٱلۡخَٰشِعِينَ وَٱلۡخَٰشِعَٰتِ وَٱلۡمُتَصَدِّقِينَ وَٱلۡمُتَصَدِّقَٰتِ وَٱلصَّٰٓئِمِينَ وَٱلصَّٰٓئِمَٰتِ وَٱلۡحَٰفِظِينَ
فُرُوجَهُمۡ وَٱلۡحَٰفِظَٰتِ وَٱلذَّٰكِرِينَ ٱللَّهَ كَثِيرٗا وَٱلذَّٰكِرَٰتِ
أَعَدَّ ٱللَّهُ لَهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمٗا . “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve
mü’min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru
erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden
Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı
kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler
ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan
kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya;
işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab-35)
Âyet-i kerîme, burada sayılan on büyük vasfa sahip olan
erkek ve kadınların ilâhî mağfirete nâil olacaklarını ve muazzam bir mükâfata
namzet bulunduklarını bildiriyor. Buradaki ilâhî tebşîrât kadın erkek bütün
mü’minleri kuşattığı hâlde, kadınlara ayrıca bir ikrâmdır diyebiliriz. Çünkü
Kur’ân-ı Kerîm’de umûmî olarak böyle bir ayrıma gidilmediği hâlde burada
sayılan her vasıfta kadınlar ayrıca zikredilmiştir.
Bunun hikmetlerinden birini, âyet-i kerîmenin sebeb-i
nüzûlüne dair rivâyetlerde buluyoruz:
Ümmü Ümâre (r. anha) bir gün; “Yâ Rasûlallah! Kur’ân’da
her zaman erkeklerden bahsedildiğini, kadınlardan
fazla bahsedilmediğini görüyorum” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme
nâzil oldu.
Başka bir rivâyete göre Ümmü Seleme (r. anha); “Yâ
Rasûlallah! Erkekler gazâya çıkıyor, savaşıyor ve şehid oluyorlar. Biz bunları
yapamıyoruz. Ayrıca bize mirasta erkeklerin yarı hissesi kadar veriliyor. Keşke
biz de erkek olsaydık.” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.(
Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 305)
Burada övülen on vasfın sıralaması önemli ve dikkat
çekicidir. Buna göre mü’minleri büyük mükâfata götüren yola girmek, İslâm
dairesine dâhil olmakla mümkündür. Yani önce İslâm, sonra îman; îmânı
tamamlayan akîde esaslarına ve onunla gelen mükellefiyetlere samimiyetle
inanmak. Bundan sonra ibadetlere sebat üzere devam etmek. Sonra bütün
davranışlarında doğru olmak ve hayatı Müslümana yaraşan sadakat üzere
sürdürmek. Sonra dînin nefse zor gelen emirlerine uymakta ve yasaklarından
sakınmakta sabırlı olmak. Sonra Allah’a saygılı olmak . Sonra imkân
nispetinde tasadduk ederek nefsindeki mal hırsını terbiye etmek. Sonra oruçla
nefsi dizginleyip terbiye etmek. Ve bunları yaparken ırzını muhafaza etmek;
Müslüman’a yakışan iffet ve onurla yaşamak.
Dikkat’e değer bir hakikatte; mü’minleri büuük ecre
ulaştıran hasletlerin onucusu, ‘zikredenler’ şeklinde belirtilip geçilmemiş,
bilakis herhangi bir kayıtla sınırlandırılmadan ‘Allah’ı çok zikreden erkekler
ve Allah’ı çok zikreden kadınlar’ vurgusu yapılmıştır.