Kul hakkı-insan hakkı: Allah’a karşı görev ve
sorumlulukların içerisinde; diğer insanlara karşı olan görev ve
sorumluluklarımızdır. Bir başka ifade ile başkalarının bizim üzerimizdeki
haklarıdır.
Hak kavramı insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe
sahiptir. Çünkü insanın varolduğu yerde hak söz konusudur. İlk insan hakları
ihlali de Hz. Adem'in oğulları arasında Kabil'in Habil'i öldürmesiyle başlar.
Yüce Allah;
يَٰٓأَيُّهَا
ٱلنَّاسُ إِنَّا خَلَقۡنَٰكُم مِّن ذَكَرٖ وَأُنثَىٰ وَجَعَلۡنَٰكُمۡ شُعُوبٗا
وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوٓاْۚ إِنَّ أَكۡرَمَكُمۡ عِندَ ٱللَّهِ أَتۡقَىٰكُمۡۚ
إِنَّ ٱللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٞ
‘’Ey insanlar!
Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için
sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki
olanınızdır.’’ (Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.
Bu ayette insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Adem
ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir
üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını; insanların
doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin,
içinde yaşadığı yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını
verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu açıkça görmekteyiz. Buna göre
ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük
ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz.
Veda
Hutbesi’nde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:
‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin,
hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin
de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en
değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’ (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, Mısır
1313, V, 411)
Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki
hassasiyeti şu olayda açık seçik görülmektedir: Bir gün Ebu Zer, Bilal-i
Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘’siyah kadının oğlu’’ diye
hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v)
Ebu Zerr’e dedi ki:
‘’Onu anasının
zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet
kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah
derililerden daha hayırlı değilsin.’’ Ebu Zer hata ettiğini anladı ve tevbe etti.
Fakat bu kuru bir tevbe değildi. Yüzünü yere koydu: ’’Vallahi ya Rasulallah,
Bilal ayağı ile yanağıma basmadıkça yüzümü yerden kaldırmam’’ dedi ve ısrar
etti. Nihayet Bilal Ebu Zerr’in yanağına bastı ve helalleştiler. (Ahmed
ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V,
158)
İslam’a göre ırk, renk, makam, zenginlik, akrabalık ve
dostluk ve hatta inanç farklarına bakılmaksızın herkes kanun önünde eşittir;
aynı kanun bütün Müslümanlara ve bazı istisnalarıyla birlikte gayr-ı müslimlere
tatbik edilir. (H. Karaman, Muk. İsl. Huk.
I-III, İst, 1974-1987. I, 112)
"Mahzum kabilesinden
hırsızlık eden Fatıma bintü Esved adlı itibarlı bir kadına ceza tatbiki
Kureyş’in ağırına gidiyordu. Bu cezayı affetmesi için Hz. Peygamber’e çok
sevdiği Üsame b. Zeyd’i şefaatçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber iltiması
kabul etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: ‘’Sizden öncekilerin mahvolmalarının
sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi
çalınca onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma
bile hırsızlık yapsa elini keserdim.’’ (Müslim,
Hudud 2)
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا
كُونُوا قَوَّامينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَايَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ
قَوْمٍ عَلى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَاتَّقُوا
اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
‘’Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan,
doğru şahitler olun. Bir kavme düşmanlığınız sizi asla adaletten ayırmasın.
Adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan
sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.’’ (Maide, 5/8) ayeti
konuya yeterince ışık tutmaktadır.
Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını
korumaya yönelik hükümler içerir:
Bunlar, adam
öldürmek (Maide 5/32 Bakara, 2/84, Furkan, 25/68) hırsızlık
yapmak (Maide 5/38-39) zina ve fuhuş yapmak
(En’am 6/151, Araf 7/28 Nisa 4/15,25) İftira
(Nisa 44/114 Nur 24/4,23,24) Gıybet (Hucurat
49/12, Hümeze 104/1) İçki (Bakara 2/219
Maide 5/90-91) İkrah (Bakara 2/256 Yunus
10/99, Yusuf; 22/103) gibi insanın maddi ve manevi kişiliğine tecavüz
niteliği taşıyan tüm eylemler yasaklanmıştır. Bununla beraber ayet ve
hadislerden de “Allah hakkı, Peygamber hakkı, İslam’ın hakkı,
din kardeşliği hakkı, ana-baba hakkı, evlat hakkı, arkadaşlık
hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba
hakkı, komşuluk hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir
hakkı, yolculuk hakkı, mal hakkı, hayvanların hakkı,
v.b.” her türlü haklardan bahsedilmiş, bu haklara rivayet edilmesini yüce
Allah, tüm müslümanlardan istemiştir. Ayrıca insanın kendi bedeni ve organları
üzerindeki haklarından da bahsederek kendine zarar vermeyi ve de intiharı
dinimiz yasaklamıştır.
Her insan
bütün haklardan ve hürriyetlerden istifade eder. İslam der ki: ’’vatandaşlar, can, mal, namus
himayesi, fikir, vicdan, ibadet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs
hürriyeti, sosyal kuruluş ve müesseselerden faydalanma ve yükselmede fırsat
eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudud içinde- istifade ederler (Hayreddin
Karaman, Muk. İsl. Huk. I, 72) ki bunların en önemlilerinden birisi de yaşama hakkıdır. Bunlara "Zaruriyyat-ı Hamse" de
denir ki, şunlardır:
1- Din Emniyeti 2- Can Emniyeti
3- Akıl Emniyeti 4- Mal Emniyeti
5- Nesil (Irz) Emniyeti
Allah’ın
verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur.
Bir kaç ayet ve hadis sanırım bu konuda ufkumuzun genişlemesine
vesile olur.
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا
مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ
وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظيمًا
‘’Kim bir
mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona
gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.’’ (Nisa, 4/93)
İnsan
haklarından birisi de inanç ve ibadet hürriyetidir.
Herkes kendi iradesiyle dinini seçer ve yaşar. Kimse,
din seçmeye veya değiştirmeye zorlanamaz. Bu konudaki usul şöyledir:
ٱدۡعُ
إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِٱلۡحِكۡمَةِ وَٱلۡمَوۡعِظَةِ ٱلۡحَسَنَةِۖ وَجَٰدِلۡهُم
بِٱلَّتِي هِيَ أَحۡسَنُۚ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ
وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ
‘’Rabbinin
yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, onlara karşı en güzel metodlarla
mücadele et.’’ (Nahl, 16/125)
لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ
تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ
‘’Dinde zorlama yoktur; artık doğru eğriden ayrılmıştır.’’ (Bakara, 2/256)
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَامَنَ
مَنْ فِى الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَميعًا اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّى
يَكُونُوا مُؤْمِنينَ
‘’Ey Muhammed! Eğer Rabbin
dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi birden iman ederlerdi. O halde iman
etsinler diye insanları sen mi zorlayacaksın?’’ (Yunus,
10/99)
Kul Hakkı Helalleşmedikçe Bağışlanmaz:
Ebu Hureyre (r.a) den Rasulullah (s.a.v) efendimiz
şöyle buyurmuştur: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez,
onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana, ırzı, mal, kanı
haramdır. Takva işte buradadır. Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşini hor
görmesi kafidir." (Tirmizi, Birr, 1850)
Rasulullah (sav) bir başka hadislerinde şöyle
buyuruyor:
“Müflis kimdir bilir misiniz? Sahabiler: “Bize göre
müflis, parası ve malı olmayandır” dediler. Rasulullah şöyle buyurdu:
“Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatı ile ve
fakat ( bununla beraber) falana hakaret etmiş falana iftira etmiş, falancanın
malını yemiş falancanın kanını dökmüş falancayı dövmüş olarak gelir.
Dolayısıyla falana onun sevaplarından falancaya yine sonun sevaplarından alınıp
verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse zulmetliği o
kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonrada cehenneme atılır.” (Riyaz’üs Sahilin Tercüme ve şerhi 2.cilt s.48)
Dinimiz, insan hakları
ihlalini içeren yasakları sadece ahlaki olarak yasaklamakla kalmamış, bunların
ihlali insanın yer yüzündeki güvenlik alanını ortadan kaldırdığı için, aynı
zamanda hukuki/cezai müeyyidelerle de koruma altına almıştır. Bu nedenledir ki
dinimizin insan haklarını korumaya
yönelik iki tür yaptırımından söz edilebilir; birincisi, ahlaki
öğütlerle, uyarılarla, uhrevi vaad ve vaidlerle insan haklarının korunmasına
ilişkin ahlaki bir bilinç oluşturmaya çalıştırmaları; ikincisi ise, her
şeye rağmen insanların haklarını ihlal edecek olanlara yönelik dünyevi cezai
müeyyideler koymaları. Halbuki modern insan hakları öğretisi içeriği bir yana,
ne hukuki bir mekanizmaya sahiptir, ne de ahlaki bir temele yaslanmaktadır. Bir
temenniler metni olmaktan öte gitmiyor. Bu nedenledir ki insan hakları
ihlallerinin önüne geçilememektedir.
İnsan haklarının tek kaynağı ve güvencesi yüce
Allah’tır. Bunun için kaynağını vahiyden almayan bir insan hakları kuramı
tutarlı ve sağlam olmayacaktır.
İnsan Hakları Açısından Veda Hutbesinin Önemi ve
Değeri
Kur’an-ı Kerim’de:
لَقَدْ
خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
“Biz, insanı
en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95 /4) buyurulmaktadır.
İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm’ın önemli
kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicret’in 10.
yılında Hz. Peygamber’in hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı
esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ
Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta arefe günü
(Zilhicce’nin 10. günü) ile yine Mina’da bayramın ikinci günü irâd edilen
hutbelerin bütünüdür. (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terc. ve
Şerhi, D.İ.B.Yayını, c.10, s. 396)
Bunlardan meşhur olana Arafat’ta, sayıları kadın-erkek 140.000’i aşan bir
topluluğa irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak
ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç
ay sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyetidir. (Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah;
İslâm Peygamberi, (Terc. M. Said Mutlu) İst., 1966, c. 1. s. 175.)
7 Mart 632 tarihinde irad edilen Veda Hutbesi, Hz.
Peygamberin 23 yıldan beri yaptığı ilahi duyurunun ana noktalarını bir kez daha
vurgulayan, hatta denilebilir ki ilahi mesajın özünü dile getiren tarihi
konuşmanın adıdır. Fazlurrahman'ın değerlendirimesi ile Veda Hutbesi "Hz.
Peygamberin başarılmış temel hedefleri ifade eden 23 yıllık çabasının ana
noktalarını özetleyen bir konuşma"dır.
Hz. Peygamber, bu mahşerî kalabalıkta hutbesine
başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve
sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek
konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin
etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak
demektir. (Miras,Kamil, Tecrid-i Sarih Ter., c.10, s. 396)
Şimdi İslâm tarihinde “Vedâ Hutbesi” olarak
tescil edilen bu önemli ve evrensel tebliğin bazı bölümlerini verip, onun
içerdiği konuları açıklamaya çalışalım.
Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye ve sizi O’na itaatte
bulunmaya teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve en hayırlı olan bir şey ile
(sözlerime) başlamak istiyorum:
Ey insanlar! Sizlere açıkladığım (şeyleri) dinleyiniz.
Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar
buluşamayacağım.
Ey insanlar!
Kanlarınız (hayatınız), mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz, Rabbinizle
buluşacağınız (güne) kadar, bu mahalde (Mekke), bu ay da (Zilhicce) bu günün
kutsallığı gibi kutsal ve saygındır. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Ey
Allah’ım, sen şahit ol!
Emânet olarak eli altında bir şey bulunduran kişi, onu
kendisine emanet etmiş olan kimseye iâde etmelidir.
Bundan böyle cahiliyyet döneminde ödünçler üzerinden alınan fâiz
kaldırılmıştır; şu kadar var ki, (ödünç olarak verdiğiniz) sermayeleriniz
sizindir; (bu suretle) ne zulmedecek ve ne de zulme uğrayacaksınız. Allah
(bundan böyle) fâizin kaldırılmasını hükmetmiştir. (Kaldıracağım) ilk fâiz,
amcam Abbas İbn Abdulmuttalib’in ribâsıdır.
Yine cahiliyyet devrinin kan davaları kaldırılmıştır:
(Kaldıracağım) ilk kan davası yeğenim Âmir İbn Rebia İbn el-Hâris İbn
Abdulmuttalib’in kan davâsıdır.
Câhiliyyet devrinin (Mekke şehri ile ilgili) âdetleri
kaldırılmıştır. Kâbe muhafızlığı (sidâne) ve hacılara su işleri (sikaye)
vazifesi bundan müstesnâdır.
Ey insanlar!
Gerçekten şeytan, sizin bu ülkeniz üzerinde kendisine tapılmaktan ümidini
kesmiş bulunuyor. Fakat o bunun dışındaki iş ve hareketlerinizden ehemmiyetsiz
saydıklarınızda, kendisine tâbi olmaktan hoşnut olacaktır.
Ey insanlar!
Kadınlarınızın haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı
tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde
hakları vardır. Kadınlara en iyi şekilde davranıp muâmele ediniz. Çünkü onlar,
sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Kadınlar hususunda
Allah’tan korkup çekinin.
Ey insanlar!
Mü’minler kardeştirler. Bu kimse için kardeşinin malını yemek, onun tam
rızasını almadıkça helal olmaz. Allah,
her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir.
Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale
gelmeyin. Gerçekte ben size öyle bir şey bırakıyorum ki; siz ona sarıldıkça
dalâlet ve sapıklığa düşmezsiniz; Bu Allah’ın kitabı ve O’nun Nebisi’nin
sünnetidir.
Ey insanlar!
Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz, Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz.
Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en makbûl
olanınız, O’ndan en çok korkup çekineninizdir. Bir Arab’ın Arap olmayana,
-takva hariç- üstünlüğü yoktur.
Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamberimiz’in,
huzurundaki o muazzam topluluğa:
“Ey insanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? diye sordu. Ashab-ı Kirâm:
“Allah’ın risaletini tebliğ ettin, risâlet vazifesini
yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun! diye şahâdet ederiz”
dediler. Hz. Peygamber, mübârek şehâdet parmağını göğe kaldırarak, sonra da
cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere:
“Şahid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Râb! Burada bulunanlar
bulunmayanlara (bu sözlerimi) tebliğ etsinler.” (Vedâ Hutbesinin tam metni için
Bkz. Kâmil Miras, a.g.e., c. 10, s.
397-399; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, a.g.e, c. 1, s. 175- 177; Diyanet İlmî
Dergi, c. 28, sayı, 1, s. 3-6) buyurdu.
Hz. Peygamber -görüldüğü gibi- hutbesine Allah’a hamd
ve senâdan sonra: “Eyyühennas: Ey insanlar!” nidâsıyla başlamış ve önce
dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.
Bu hutbe, İslâm’ın temel konularına temas etmesi
cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları,
fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca
hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer
vermesi açısından oldukça önem taşır.
Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız müslümanlara
okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve
bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.
Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde İslâm Dîni’nin âdetâ
bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde
cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir.
İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık
getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını
yeniden ortaya koymuştur.
Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert
ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3- Bütün müslümanlar kardeştir.
4- Bütün
borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık
(fâiz) ödenmeyecektir.
5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek
yasaklanmıştır.
6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna
göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal
ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu
öngörülmüştür.
7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin
birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb.
davranışlar yasaklanmıştır.
9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak
bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf
konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı
ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin
değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca
Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi
vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm
dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 19 Haziran
1215 tarihinde İngilizlerin kendileri (soyluları) için kabul ettiği Magna
Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi) na kadar götürmektedir. Ancak
bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı
temsilen Lordlar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir.
Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları
gündeme gelmiş ve insan hakları beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş
Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına
kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme
getirmiştir. Bu açıdan Veda Hutbesinin
tarihi bir değeri de vardır. (Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından
Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271)