07/02/2018

Allah'ın Yardımı Ne Zaman ?

 RABBİMİZ TUTMAZSA ELİMİZDEN


اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَاْتِكُمْ مَثَلُ الَّذينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَاْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ مَتى نَصْرُ اللّهِ اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ

"(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki, şüphesiz Allah'ın yardımı yakındır."(Bakara:214)
Bu ayetin anlatmış olduğu tecrübe; köklü, düşündürücü ve ürkütücüdür. O dönemin peygamberi ile çevresindeki müminlerin sorusunu düşünelim. Bu soru hakka ulaştığı kesin olan bir peygamber ile kendi çevresindeki Allah'a inanmış kimseler tarafından soruluyor. Soru "Allah'ın yardımı ne zaman?"şeklindedir. Bu soru bize böylesine hakka ulaşmış kalpleri sarsan sıkıntının çapını somut olarak anlatacak niteliktedir. Sözünü ettiğimiz soylu kalpleri baskısı altına alan sıkıntı tarif edilmez boyutlara ulaşmış ki, bu kalplerden "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" şeklinde bezginliği dışa vuran bir soru yükselmiştir.


Kalpler, bu sarsıcı sıkıntı karşısında sebat edince, direnişini sürdürünce, işte o zaman yüce Allah'ın vaadi gerçekleşir, O'nun yardımı imdada yetişiverir:
اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَريبٌ
"İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır."
Bu yardım onu hakedenler için hazır bekletiliyor. 


Dünyanın imtihanıyla baş başa olan kulların çetin bir süreçten geçirildikten sonra kimin aziz kimin de rezil olduğu meydana çıkmadan hayatın anlamı kalmaz. Çünkü iyi ile kötü aynı terazinin kefesinde tutulursa bu çok ciddi bir haksızlıktır. O zaman kimin iyi kimin de kötü olduğu ortaya mutlaka çıkacaktır.

Bunun içinde yukarıdaki ayetin çetin imtihanı ve aşağıdaki hadisin ifade buyurduğu daha kimsenin teşebbüs etmediği ve hiçbir ayak seslerinin gelmediği bir yolun yolcusu olup çığır açmak herkesin karı olmaması gerek. Bu ancak Yüce Allah'ın sevdiği kullarına nasip edeceği güzel ama çetin bir kısmettir.

Yüce Allah cümlemizi çetin badirelerden yenilmeden, yorulmadan aşkla, sevgiyle yürümeyi, yenilmemeyi nasip etsin… 

Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Kim bir hayrı çığırı başlatırsa, kendinden sonra da onunla amel edilirse, bu kimse hem kendi amelinin ve hem de öbürlerinin amelinin sevabını -onların sevabını eksiltmeksizin- aynen alır. Kim de kötü bir çığır başlatırsa, kendinden sonra bunu başkaları da işlerse, bu kimseye hem kendi işinin günahı hem de onu takliden işleyenlerin günahı, -onlarınkinden bir eksiltme hasıl etmeden- aynen gelir."

 Nesa-i den, Hz. Cerir (r.a)’dan naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedevi peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzü değişti. Odasına girdi, tekrar geri geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra kamet getirdi. Namaz kılındı. Aleyhissalatu vesselam namazdan sonra cemaate hitabetti ve:

"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" ayetini okudu.

Bundan sonra Haşr sûresindeki şu âyeti okudu:

"Ey insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır." Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin"buyurdu. Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular: "İslam'da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz."

Her çağda çığır açmaya teşebbüs etmiş olanlar mutlaka yalnız, garip kalmışlardır. Bunun sebebi de onların yaptıkları şeylerde ne kadar samimi olduklarını ispat etmelerinin bedeli olmuş, olacak ve olmaya devam edecektir.

* İslam'ın garip olması kendinde değil, ona tabi olan insanların azlığından dolayıdır.  Bunun için İslam'a tabi olan kimselerin garipliklerini Hz. Peygamber (a.s) müjdelemiştir.

* İslam'a tabi olmak, nefisle ciddi bir savaş ister. Bunun için İslam'a tabi olmak erdemlilik, İslam'ın emirlerinden kaçmak ise bayağılık ve basitliktir.

* İslam'a uymanın zorluğunun sonucu cennettir. İslam'dan kaçmak ise hüsrandır.

* Bırakın İslam'ı kurtarmayı. İslam'la kendinizi kurtarmaya bakın. Çünkü Yüce Allah'ın dini olan İslam, insanlara muhtaç değil, insanlar onun getirdiği İlahi hükümlere muhtaçtırlar.

* Aciz ve eksik olan Allah'ın dini İslam değil, insanların kendileridir. Din eksik olduğu için Allah indirmedi. İnsanlar aciz ve eksik olduğu için Allah dini gönderdi.

* Her zaman diliminde varolacak olan çığır açan "GARİP"ler. Bu zamanda da bulunacaklardır. Ama bunlar kim?

06/02/2018

İhanetin Girdabı





İHANET (GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMAK)
Enfal suresinin 27-28-29'uncu ayetleri bize toplumsal dersler verir.

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ لَا تَخُونُواْ ٱللَّهَ وَٱلرَّسُولَ وَتَخُونُوٓاْ أَمَٰنَٰتِكُمۡ وَأَنتُمۡ تَعۡلَمُونَ                                                               
  “Ey iman edenler! Bildiğiniz halde Allah’a ve Peygamber’e hıyanet etmeyin…”

     Mealindeki ayetin iniş sebebi hususilik arz ediyorsa da hüküm yönünden umumilik arz etmektedir. Allah’a ve Peygamber’e hıyanette bulunmak, bize inanılıp güvenilerek verilen şeylere ihanette bulunmamıza yol açar. Bunu beş madde halinde özetleyebiliriz:
     1-) İslam nimetine
     2-) Verilen mal ve makama
     3-) Eş ve çocuklara
     4-) Devlete
     5-) Topluma ve onunla olan ilişkilere
     Birincisi; İslam nimetine eriştikten sonra, o yüce emanete layık olmaya çalışmak sadakattir, aksine tutum hıyanettir.
     İkincisi; eriştiğimiz servet ve makamın hangi yollarda ve amaçlarda kullanılmasının gereğini bilip, yegâne denetleyicini Allah olduğuna inanarak hareket etmemiz, ona layık olduğumuzu; aksine bir düşünce ve davranışımız hıyanet ettiğimizi ispatlar.
     Üçüncüsü; çocuklarımız Allah’ın bize verdiği birer emanettir. Onları Allah’ın arzu ettiği doğrultuda yetiştirmemiz, topluma ve İslam’a kazandırmamız ve yararlı bir vatandaş düzeyine getirmemiz sadakattir, aksine bir yönlendirme veya başıboş bırakma hıyanettir.
     Dördüncüsü; devlete yardımcı olmak, devlet sırrının korumak, verilen görevi layıkıyla yerine getirmek, yetki ve güveni kötüye kullanmamak sadakattir, aksine bir tutum hıyanettir.
     Beşincisi; Toplumla olan sosyal ilişkilerimizde, ticari münasebetlerimizde söz ve akitlere bağlı kalmak sadakattir, aksine bir tutum ve uygulama hıyanettir.
     Bütün sadakat ve hıyanetler, önce Allah’a ve Peygamber’e karşı, sonra da kendimizedir. İlgili ayetle bilhassa bu inceliğe temas edilmekte ve çok dikkatli olmamız emredilmektedir.
MAL VE ÇOCUK BİRER İMTİHANDIR

وَٱعۡلَمُوٓاْ أَنَّمَآ أَمۡوَٰلُكُمۡ وَأَوۡلَٰدُكُمۡ فِتۡنَةٞ وَأَنَّ ٱللَّهَ عِندَهُۥٓ أَجۡرٌ عَظِيمٞ                                                                         
 “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız bir deneme ve sınavdan başka değildir.” 
 FİTNE tabiri kullanılarak, mal ve evladın iki tarafı keskin bir kılıç olduklarına işaret edilmiştir.

ALLAH KORKUSU EN SAĞLAM KISTASTIR

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِن تَتَّقُواْ ٱللَّهَ يَجۡعَل لَّكُمۡ فُرۡقَانٗا وَيُكَفِّرۡ عَنكُمۡ سَيِّ‍َٔاتِكُمۡ وَيَغۡفِرۡ لَكُمۡۗ وَٱللَّهُ ذُو ٱلۡفَضۡلِ ٱلۡعَظِيمِ                                                    
                
                                                         
 “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkup (kötülüklerden) sakınırsanız, O, size bir Furkan verir.”
  İnsan unsurunu eğitip erdemli kılmak ve yararlı hale getirmek için en tesirli ve en rakipsiz kıstas ve metot, Allah’a iman ve Allah korkusudur. Hiç bir fani ve nesne, O’nun kadar eğitici, geliştirici, olgunlaştırıcı ve güvendirici değildir ve olamaz da… Tarihin akışında bunun binlerce örneği mevcuttur. Zira Allah kendi kelamını, ruhu doldurucu, manevi ihtiyacı giderici, kalbi aydınlatıcı, vicdanı geliştirici ve insan üzerinde denetçi ve yönlendirici bir kudrette indirmiştir.
     İşte Kur’an bu kudreti ortaya koyarken, onun feyizli ürününü hemen sergileyerek şöyle sesleniyor: “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkup (kötülüklerden) sakınırsanız; O size bir Furkan (iyiyi kötüden, hayrı şerden, doğruyu eğriden, sevabı günahtan, temizi murdardan, hakkı batıldan ayıran bir ölçü ve kıstas, bir bilgi ve marifet) verir. Üstelik suç ve günahlarınızı örter ve sizi bağışlar.”

05/02/2018

Cennetim Olsun




Bir kardeşimiz gelip, sana bir iyi bir de kötü haberim var önce hangisini söyleyeyim dediğinde;Önce iyi haberi ver deriz.Rabbimiz de önce cennetliklerin halini sevincini naklederek başlıyor.
Sonra kurtulan ve azaba uğrayanların sahneleri sunuluyor. Sahneler sanki ortada olup seyredilebilir biçimde veriliyor...
 
 
يَوۡمَئِذٖ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٞ-18
 18-)  “O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.”
فَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَٰبِيَهۡ -19
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَٰقٍ حِسَابِيَهۡ -20
 فَهُوَ فِي عِيشَةٖ رَّاضِيَةٖ -21
 فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٖ -22
 قُطُوفُهَا دَانِيَةٞ -23
كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓ‍َٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِي ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَة -     24                                                                                   
     19-) “Kitabı sağından verilen: “Alın kitabımı okuyun.”
     20-) “Ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim” der.”
     21-) “Artık o memnun edici bir hayat içindedir.”
     22-) “Meyvelerin devşirilmesi kolaydır.”
     23-) “Yüksek bir bahçede ki.”
     24-) “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”(Hakka suresi:18-24)

     Kitabın sağdan, soldan arkadan alınması, maddi gerçeklik de olabilir; Arapların sağın hayırlı, solla arkanın şerli yanlar saymalarına bağlı olarak Arap dili ıstılahları çerçevesinde oluşan klişeleşme de olabilir... Hangisi olursa olsun işaret edilen birdir.
     Verilen görünüm bu zor günde kurtulanın görünümü. O topluluk içinde taşkın bir sevinç içinde konuşuyor; sevinç psikolojisini kaplayarak dilini etkisi altına alıyor ve bağırıyor: “Alın kitabımı okuyun” Sonra kolay kurtulacağını sanmadığını; hesabının inceleneceği beklentisinde olduğunu sevinç içinde hatırlıyor... Hz. Aişe (RA)’dan    nakledilen hadiste de geldiği üzere Hz. Aişe (RA): “Resülüllah  (SAV): “Hesabı incelenen azaba çarpılır” dedi.  Allah: “O zaman kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir” demiyor mu? Dediğimde; “Burada sözü edilen hesabın açıklanmasıdır, yoksa kıyamet günü hesabı incelenip de, helak olmayacak kimse yoktur” dedi.” (Buhari, Tirmizi, Müslim, Ebu Davud)
     İbni Ebî Hâtem, Ebî Osman’dan gelen şu hadisi vermiştir: “Resülüllah (SAV), şunları söyledi: “Mümine kitabı Allah katından bir örtü içinde sağından verilir. Hemen günahlarını okur; her bir günahını okuyuşunda rengi değişir. Sonra iyiliklerine geçer onları okur, rengi geri gelir. Ardından bakar ki, günahları iyiliğe dönüşmüş. İşte bu duruma ulaştığında: “Alın kitabımı okuyun der.”
     Abdullah b. Hanzala’dan -cenazesi melekler tarafından yıkanmış olan şehit- nakledilmiştir: “Resülüllah (SAV): “Allah kıyamet günü kulunu durdurup kötülüklerini sahifesinin arkasından göstererek: “Bunları sen mi yaptın?” der. O: “Evet ey Rab” der. Allah ona: “Ben seni onlarla rüsva etmeyeceğim, onları affettim” der. İşte bunun üzerine kul: “Alın kitabımı okuyun, ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim zaten der.” dedi.”
     El-Sahîli’den fısıldaşma konusu sorulduğunda; İbni Ömer (RA)’ın şunları anlattığı yer alıyor: “Rasülüllah (SAV)’in: “Kıyamet günü Allah, kulu kendisine yaklaştırarak, tüm günahlarını itiraf ettirir. Kul helak olduğu kanısına vardığında, ulu Allah: “Dünyada onları örtmüştüm, bugün de bağışlıyorum” der. Ardından kulun iyiliklerini içeren kitabı sağından verilir. Kâfirler münafıklara gelince şahitler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır biline ki; Allah’ın lâneti zalimleredir.” derler.” dediğini duydum.”
     Sonra, şahitlerin gözü önünde kurtulanlar için hazırlanan nimetler açıklanıyor. “Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede ki, meyvelerinin devşirilmesi kolaydır. Geçmiş günlerde yaptığınız iyi işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”
وَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَٰلَيۡتَنِي لَمۡ أُوتَ كِتَٰبِيَهۡ
وَلَمۡ أَدۡرِ مَا حِسَابِيَهۡ -26
 يَٰلَيۡتَهَا كَانَتِ ٱلۡقَاضِيَةَ -27
 مَآ أَغۡنَىٰ عَنِّي مَالِيَهۡۜ -28
 هَلَكَ عَنِّي سُلۡطَٰنِيَهۡ -29
  25-) “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.
  26-) “Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım!”
  27-) “Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı!”
  28-) “Malım bana hiçbir fayda vermedi.”
  29-) “Gücüm benden yok olup gitti.”(Hakka:25-29)
 إِنَّهُۥ كَانَ لَا يُؤۡمِنُ بِٱللَّهِ ٱلۡعَظِيمِ-33
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلۡمِسۡكِينِ -34
   33-) “Çünkü o Büyük Allah’a inanmıyordu.”
     34-) “Yoksulu doyurmaya önayak olmazdı.”(Hakka:33-34)
Ne kötü bir akıbet hiçbir mü'minin arzu etmeyeceği manzara.



Ümmet Bilincine Hep Muhtacız





Arif Nihat Asya’nın na’tı, İslam’ın izzet günlerini yadederek başlar. İlk mısralar şöyledir:
“Seccaden kumlardı..
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mü’min döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.”
Evet, “İki dünyada aziz ümmet Muhammed ümmetiydi.”
İzzetin kaynağı olan Rabbü zülcelal bildiriyordu:
ۚ وَلِلَّهِ ٱلۡعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِۦ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ ...٨
 “İzzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resûlü’nün ve mü’minlerindir.” (Münafıkûn, 8)
Kelam-ı ilahi, “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür.” ilanında bulunduktan sonra “Onunla beraber olanlar” çerçevesinde,  muhteşem bir “Muhammed ümmeti” tablosu çizmişti. İşte şu şekildeydi o muhteşem tablonun çizgileri:
مُّحَمَّدٞ رَّسُولُ ٱللَّهِۚ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥٓ أَشِدَّآءُ عَلَى ٱلۡكُفَّارِ رُحَمَآءُ بَيۡنَهُمۡۖ تَرَىٰهُمۡ رُكَّعٗا سُجَّدٗا يَبۡتَغُونَ فَضۡلٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِضۡوَٰنٗاۖ سِيمَاهُمۡ فِي وُجُوهِهِم مِّنۡ أَثَرِ ٱلسُّجُودِۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمۡ فِي ٱلتَّوۡرَىٰةِۚ وَمَثَلُهُمۡ فِي ٱلۡإِنجِيلِ كَزَرۡعٍ أَخۡرَجَ شَطۡ‍َٔهُۥ فَ‍َٔازَرَهُۥ فَٱسۡتَغۡلَظَ فَٱسۡتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِۦ يُعۡجِبُ ٱلزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ ٱلۡكُفَّارَۗ وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ مِنۡهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمَۢا .
“...İnkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün.
Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.
İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler.
Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar.
Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih, 29)
Kelam-ı ilahi, mü’min­lerin önüne bir “ümmet inşası” hedefi koymuştu. “Ümmet” bir anlamıyla “Öncü, ana topluluk” demekti. İslam ümmeti, insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olacak, kötülüklerle mücadele edecek bir topluluk olmaya yönlendirilmişti. İşte şu ayet-i kerime ile:
وَلۡتَكُن مِّنكُمۡ أُمَّةٞ يَدۡعُونَ إِلَى ٱلۡخَيۡرِ وَيَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِۚ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ .
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir ümmet (öncü topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104)
Ve Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem tarafından inşa edilen, gelecekte de olması istenen  “Ümmet”in Hâlık Teala nezdindeki kıymeti şöyleydi:
كُنتُمۡ خَيۡرَ أُمَّةٍ أُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَتُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِۗ
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran, 110)
Ümmet, Rasullulah Efendimiz (s.a.)’in elinden tutan insan topluluğu demektir. O’nun izine basan, O’nun rengine boyanan, O’nun ahlâkıyla ahlâklanan, İslam kumaşı ile dokunan insan topluluğu demektir. Mesela Hac’daki Arafat ortamının, bu vasıfta bir ümmet buluşması olduğu muhakkak.
Orada Yaradan’ın huzurunda buluşmuş yüzlerce renk, ırk ve dil var. Dünyevi sıfatlardan soyunmuş, kulluk şuurunu yüklenmiş, yürekleri birbirine raptolmuş, aralarında rahmet alışverişi yapan, iyilikte öncü, kötülüğe karşı siper, adeta dünyadaki büyük ümmetin minyatür bir temsilcisi...
Günün sorusu şu:
Acaba İslam ümmeti, şu anda, Kelam-ı ilahinin resmettiği, Rasulullah Efendimizin kutlu elleriyle kumaşını dokuduğu “Aziz Ümmet”in içini ne kadar dolduruyor?
Belli ki acılar var.
Belli ki mazlumiyetler var.
Belli ki mahrumiyetler var.
“Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” diyor Arif Nihat Asya na’tinde.
Ebu Cehil’i bitirmişti oysa İslam ümmeti, Saadet Çağında... Şimdi nereden geldi Ebu Cehil yeniden ve İslam ümmetine ne oldu ki o geldi?
Bu bizim imtihanımız.
Ümmet olmak demek, Müslümanlığımızın içini, Rasulullah Efendimizin şahsiyet ölçüleriyle dokumak demek. Bundan vaz geçmek, bunu ıskalamak ve bu halimizle de “Muhammed ümmeti” iddiasında bulunmak mümkün mü?
Abdülhakim Arvasi hazretlerine sorulmuş:
-Efendim, Muhammed Ümmeti ne zaman kurtulacak?
Hazret şu cevabı vermiş:
-Sen bana Muhammed ümmetini göster, ben sana kurtulduğunu göstereyim.
Ümmet planında yaşanan acılar, Rasululllah sallallahü aleyhi vesellemle aramızdaki mesafeden doğuyor, kurtuluş da, O’nunla aynileşmede. Yani gerçek ümmet olmada...
Dua etmeli, mutlaka.
Dua, Rabbimizin lütfuna, yardımına, rahmetine sığınmak demek.
Duasız olmaz.
Ümmet olarak,  Rahman’ın rahmetine, merhametine, lütfuna, yardımına, nusretine sonsuz ihtiyacımız var.
Hiçbir derdimiz olmasa, O’nun lütfuyla nefes alıp vermekteyiz ve bunun için yüreklerimiz O’nun eşiğine merbut olmalı.
Ama ümmet olarak acılar içindeysek, o kerem kapısını daha çok, daha çok çalmak durumundayız.
Kaybedilenlerin çetelesini tutmak ve her birini yeniden kazanmak.
Gözlerimiz kaybolduysa, gözlerimizi, bilincimiz kaybolduysa, bilincimizi, yüreğimiz kaybolduysa yüreğimizi, toprağımız kaybolduysa toprağımızı, devletlerimiz kaybolduysa devletlerimizi arayıp, bulup yerli yerine ve Yaradan’ın istediği kıvamda yerleştirmemiz lazım.
Camileri, minberleri, mihrapları, namazları, oruçları, hacları, zekatları, secdeleri, rükuları, kıyamları, imamları, müezzinleri, anneleri, babaları, gençleri, yaşlıları yeniden inşa etmek... Yeniden Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Muazlar, Ammarlar, Fatımalar, Haticeler, Ayşeler, Nesibeler yetiştirmek.
Fiili duadan sonra, yüreklerimizi yönlendirmeliyiz Rahman’ın yüce katına...
Rasûlullah (s.a.v)’in şu hadis-i şeriflerine yansıyan dua gibi seslenmeliyiz:
Allah Rasulü, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir dua yoktur:
«Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Ve Rasulullah Efendimizin bu duasından yola çıkarak gönüllerinden seslenen Allah dostları gibi seslenmeliyiz:
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e yardım eyle, zafer nasîb eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muhâfaza eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir araya getir ve yekvücût eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i ıslah eyle!
“Bize merhamet etmeyecek olanı başımıza musallat etme Rabbim!”




12/11/2015

Biz Kendimiz Olmak İstiyoruz



        Geçmişten günümüze, Avrupa ve Amerika, Türklüğü yok etmek veya etkisizleştirmek, en azından Balkanlar’dan ve Anadolu’dan koparıp Asya içlerine sürmek emelindeydi. 19. asırda, onun düşmanlığına, – Kapitalizm, Komünizm, Farmasonluk gibi birçok fikriyatı ve bunların teşkilatlarını yedeğine alarak siyonizm ve dünya hakimiyeti emeli güden Gizli-Kuvvetin üst aklın düşmanlığı açık edildi.

Milli kültürümüze, 1923 Lozan Muahedesi veya Projesi mucibince, topyekun harb ilan edilirken, hedef, Milletimizi toptan Avrupalılaştırmak, diğer tabirle Frenkleştirmek idi.

Türkler, Avrupa Medeniyetinin alternatifi olan Islam Medeniyetinin ortak kurucusu olduklarına, şahsıyetleri tamamen bu medeniyet tarafından yoğrulduğuna ve hiçbir mugalata bu tarihi hakikati değiştiremeyeceğine göre, onların Avrupa Medeniyetine intisab etmeleri, kendilerine mahsus şahsıyetlerini kaybetmekten, bambaşka bir hüviyete bürünmekten, diğer tabirle temessül etmekten başka ne manaya gelebilir? (…)

Diğer taraftan, madde ile mananın en güzel bir terkibini ifade eden bizim Medeniyetimiz, Avrupa Medeniyetinden üstündür. Bu bakımdan, şahsıyetli bir Islam Birliği, daha insanî bir hayat yaşamak için, Avrupalılara da müsbet bir örnek teşkil edebilir.

Son bir-iki asır zarfında, Avrupa’nın Islam Aleminden üstünlüğünün müdafaa edilebileceği üç cihet mevcuddur:
Ilim ve fen,
Sanayi ve iktisad,
Insan Hak ve Hürriyetleri…

Halbuki, Avrupa Medeniyeti, müsbet ilim zihniyet ve usulunü tamamen Islam Medeniyetine medyundur.Sanayileşme ve iktisadi gelişme ise bilhassa bu ilk iki değerin mahsulüdür. Üstelik, Avrupa, emperyalist / sömürgeci siyasetleriyle, bu son asırlar boyunca, Islam Aleminin sanayileşmesini ve iktisadi inkişafını hep baltalayagelmiştir; yani bu sahalardaki geriliğimizin birinci derecede bir sebebi, Avrupa emperyalizmidir. 

Öyleyse şimdi, daha fazla kalkınmak, iktisaden ve hukuken daha fazla ilerleyebilmek için Avrupa’nın kucağına atılmak, mâkul, haklı bir davranış olabilir mi? Onlara: “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!” demek daha doğru değil midir?
Hayır, ilerlemek için, bizim başlıca ihtiyacımız, şu saçma eziklik duygusundan kurtulup yine kendimiz olmak, aslımıza dönmek, tekrar Müslüman, tekrar Türk olmaktır; bütünüyle milli kültürümüzü canlandırıp, onu, bir taraftan, Insan Hakları ve ilim zihniyetiyle uyuşmayan bütün unsurlardan temizlemek, diğer taraftan da, günümüz hayat ve dünya şartlarında hayatiyetini muhafaza edecek şekilde zenginleştirmektir.

Kendimize dönmek, açıktır ki Milletimiz, Türkiye’de putlar devrilmeden, hayatımız onların manevi tasallutundan kurtulmadan kendine gelemeyecektir.
Biz, Insanî Ahlaka da, Insanî Hukuka da tamamen hürmetkar ve sâdıkız! Bu ahlak ve hukukun bir icabı ve onunla kayıdlı olarak, sadece kendimiz olmak istiyoruz!

Bize düşmanlık yapan ve insanlık suçu işleyenleri tek tek teşhir ediyor ve onlara karşı kendimizi müdafaa ediyoruz. Onların kötülüklerini teşhir ederken, bundan zevk değil, derin bir teessür duyuyoruz. Mahatma Gandhi’den öğrendiğimiz gibi, günahkardan değil, onun günahlarından nefret ediyoruz. Asla onların bize reva gördüğünü biz de onlara yapmak emeli gütmüyoruz. Bize haklarımızı vermek, kendimiz olmamıza mani olmamak şartıyle kıllarına halel getirmek gibi bir niyet beslemiyoruz. Bize durmadan tuzak kurmaktan, ihanet etmekten, bizi sırtımızdan hançerlemekten, bize -aslında, çok kerre, bizim değil kendilerinin işlediği- cürümlerle iftira etmekten vazgeçip Temel Insan Hak ve Hürriyetlerimize riayet ederlerse, kendileriyle, daima sulh içinde yaşamak isteriz ve bu çerçevede kendilerinin bilumum meşru haklarına hürmet etmek azmindeyiz. Lakin karşılıklı olmıyan iyi niyetin bir kıymeti yoktur.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz