17/05/2018

Ramazan Geldi Ey Kardeş!



   Hayatın oyun ve eğlencesi, olayları ve problemleri arasında, istekleri peşinde ve kavgaları ortasında kişi; sığınacağı, gölgesi altına gireceği ve kararlılığını yenilemek, gayretini bilemek ve iradesini güçlendirmek için gerekli hazırlığı yapacağı sığınaklara ihtiyacı olduğunu hisseder. Böylelikle başarı şansı daha yüksek bir şekilde, tökezlemeden, sağlam adımlarla yolunda yürür ve amacına ulaşır.
Kuvvet, müslüman için vazgeçilmez bir azık ve kaçınılmaz bir sermayedir, hak yolda yardımcıdır. Başarının ve zaferin yoludur. Allah'ın rızasına ve sevgisine açılan bir kapıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklar: "Kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Hepsinde hayır vardır." Bu hadisi Müslim, Sahihi'nde rivayet eder.

Bu gayeyi gerçekleştirecek şeye tutunmak ve onu elde etmek için çabalamak gerektiği anlayışlı insanların şüphe duymadığı bir şeydir. Allah'ın bolca ihsan ettiği nimetlerden biri de kullarına, ömürlerinde bazı fırsatlar ve hayır mevsimleri tanımasıdır. Bu fırsatlar onları amaçlarına ulaştırır. Oruç fırsatı ve Ramazan mevsimi, akıllı insanların değerlendirmeleri ve hızla faydalanmaları gereken fırsatların ve mevsimlerin başında gelir.

Oruçta zayıflayan ya da donuklaşan kuvveti uyuyan ya da sönen iradeyi, gevşeyen ya da tükenen kararlılığı canlandıran bir etki vardır. Yüksek derecelere ulaşmak için, dünyada ve Alemlerin Rabbi için insanların kalkacağı ahret gününde mutluluğu elde etmek için yapılacak en hayırlı hazırlığı bu şekilde yapabilelim.
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç, sizin üzerinize de farz kılındı. Umulur ki takva sahiplerinden olursunuz." (2/el-Bakara/183)

Ramazan ayı ibadet ve Allah’a yaklaşma, iyilik ve ihsan, bağışlanma ve rahmet ayıdır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ramazan girince semanın kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincirlerle bağlanır.” Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder.

İnsanları zikretmek hastalık, Allah’ı zikretmek şifadır. Yüce Kur’an; dinin esası, peygamberliğin delili ve hayatın ruhudur. Ayların efendisinde inmiştir. (Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.) (97/el-Kadr/1) Bu ayda inmesinde, onu çokça okuması ve üzerinde düşünmesi için bu ümmete bir işaret vardır. Cebrâil, semadan inerek bu ayda nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte tüm Kur’an’ı mukabele ederdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat ettiği yıl ise, Kur’an’ı iki kez mukabele ettiler.

Nefsini, Rabbine ibadete alıştırmayan ve gönlüne O’nun sevgisini yerleştirmeyen, nefisinin günahına ve zilletine katlanmak zorunda kalır. Allah’a giden yolda seni kimsenin geçmemesine gücün yetiyorsa bunu yap! Her gece, semada duaları kabul kapısı açılır. Karşılıksız veren Allah’ın hazineleri de doludur. Bu nedenle kerem sahibi Allah’tan iste ve rahmet sahibi Allah’ın rahmetini talep et. Bu; bağış ve iyilik, hibe ve ihsan ayıdır. İnsanların en acizi, dua etmekten aciz olandır.

Ramazan ayı tevbe ve günahlardan dönme ayıdır. Tevbe kapısı açıktır ve Rabbinin bağışı boldur. Çok günah işleyen kişi Ramazan’da tevbe etmezse ne zaman tevbe edecek? Rahmet ve bağışlanma ayında günahlarından dönmezse ne zaman dönecek? Allah’a dönmekle acele et, kapısını çal ve O’ndan çokça bağışlanma dile!

Bâtılın Azgınlığı



Batılın azgınlığı ve hainliği artsa da –ki bu yahudinin işgal altındaki Filistin’de işlediği yıkım ve katliamda açıkça görülmektedir. Şüphesiz bu mü’minin inancına göre Allah’ın izniyle, sonun başlangıcı anlamındadır.
حَتَّىٰٓ إِذَا ٱسۡتَيۡ‍َٔسَ ٱلرُّسُلُ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُمۡ قَدۡ كُذِبُواْ جَآءَهُمۡ نَصۡرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَآءُۖ وَلَا يُرَدُّ بَأۡسُنَا عَنِ ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ                                                                                  
(Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir.) (12/Yusuf/110)
أَمۡ حَسِبۡتُمۡ أَن تَدۡخُلُواْ ٱلۡجَنَّةَ وَلَمَّا يَأۡتِكُم مَّثَلُ ٱلَّذِينَ خَلَوۡاْ مِن قَبۡلِكُمۖ مَّسَّتۡهُمُ ٱلۡبَأۡسَآءُ وَٱلضَّرَّآءُ وَزُلۡزِلُواْ حَتَّىٰ يَقُولَ ٱلرَّسُولُ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَعَهُۥ مَتَىٰ نَصۡرُ ٱللَّهِۗ أَلَآ إِنَّ نَصۡرَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ                                                                                                               
Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman!” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.) (2/el-Bakara/214)
 (Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerine korku düşürdü.) (59/el-Haşr/2)
Müslüman beklentilere ve temennilere bağlanmaz. Fakat aynı zamanda hezimet bataklıklarında ve zillet alanlarında da başı eğik dolaşmaz. Müslümanın emeli, kendini beğenmişlik veya gerçeğin ve olayların dışına çıkmak değildir. Bilakis, iman ettiği ve çerçevesince amel ettiği sağlam bir inançtır. Dayanağı, Allah(cc)’ın Kitabı’dır. 
(Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ancak kafirler topluluğu Allah’ın rahmetinden ümit keser.) (12/Yusuf/87) 
(Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser.) (15/el-Hıcr/56)
Umutsuzluk; çokça geri adım atan ve yalnızlığı tercih eden acizlerin işidir. Musibet, büyük bir beklentiyi de birlikte taşır. Kurtuluş yolu Allah azze ve celle’ye güvenmektir. Gerçek mü’mini musibetler sarsmaz ve tuzaklar çökertmez. Bilakis bu onun fedakarlığını artırır. 
(Nice peygamberler vardı ki, beraberinde bir çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.) (3/Âl-i İmran/146) 
(Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! Allah da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever.) (3/Âl-i İmran/147-148)
Zulüm, çatışmaların yakıtıdır. Öfke ancak öfke doğurur. Beşeriyetin akıllı insanları ve tarih okuyanlar zulmün gücünün çabucak sönen bir kıvılcım gibi olduğunu idrak ederler. Canlı ümmet, güçsüz düşürülmüş olsa bile zulmü asla kabul etmeyecektir.
Zayıf söylem belirli bir aşamada direnişe yetmese de izzetinde ve ilkelerinde aşağılığa asla razı olmaz ve başkalarına teslim olmaya ve dilenmeye de asla razı olmayacaktır.

16/05/2018

Ramazan Ve Oruc'un Çağrısı



Orucun bir kurtuluş çağrısı var.
Hani Ezanın “Hayye alel felah – Haydin kurtuluşa” çağrısı gibi…
“Geçmiş günahların mağfiret edilmesi…” bir külli arınma demek…
Her yıl, insanın önüne, Rahmanürrahim olan Allah Teala, böyle bir arınma fırsatı sunuyor. Kirlerini yıka, yüklerini dök, Rabbin yoluna gir, ve öyle yürü…

Bu çağrılara, ancak İslam’ın vadettiği – tanımladığı külli mağfireti, kurtuluşu, felah’ı önemseyen insanların kulak kesileceği açık. Günahı günah bilen, yani günahı bir insanın arınması gereken bir kir telakki eden, ebed yurdunda Rabbin bağışlamasını, dünya hayatının da ana gayesi kabul eden insan için “hayye alelfelah”ta insanı heyecana sevkeden bir muhteva vardır.
Onun için İslam’ın her çağrısı imana bağlıdır, oruçla ilgili mağfiret çağrısı da iman’a merbuttur.
Orucu böyle algılayabiliyor muyuz?

Ezanın “Haydin Kurtuluşa” çağrısı, içimize bir “kurtuluş çağrısı” gibi akıyor mu?
Orucu böyle algıladığımızda, bir ayın hakkını ona göre vermemiz gerektiğini de idrak ederiz.

Değilse
Ezanlar gelir geçer…
Namazlar gelir geçer…
Oruçlar gelir geçer…
Kur’an’lar gelir geçer…
Peygamberler gelir geçer…
Allah dostları gelir geçer…

Ve biz
“Kurtuluş çağrıları”nın bir tekini bile idrak edemeyebiliriz.

Muhyiddin ibnü’l Arabi Hazretleri “Mala, Allah yolunda vermekle iyi davran… Kur’an’ın manasını anlamaya çalışarak ona karşı güzel davran. Duaya iyi davranmak demek, onu yürekten yapmak demektir. Kiramen katibine davranışın, onlara iyi şeyler yazdırmak olsun. Ağaç ve taşlara da boşu boşuna harcamamak suretiyle iyi davran. Üzerinde namaz kılmakla yere iyi davran. Namaza iyi davranışın onu iyi kılmakla olur. ” diyor. Buradan hareketle “Oruca iyi davranmak demek, mağfiret kıvamında onunla buluşmak demektir” diyebiliriz. Ki İbnül Arabi Hazretleri “Oruca karşı iyi davranman için günahlardan kaçınman gerekir” diyor. Yani orucun hakkını vermek…
Bunun için bir kalbi hazırlık gerekiyor…

01/05/2018

Kokuşmuş Hayatlar


Kokuşmuş,sapkın ve İç çürümesi yaşayan insanlar;
Öncelikle idrak ve akıl hastalığına yakalanırlar. Doğru düşünme melekesini kaybederler. Hakk’ı bâtıl, batılı hak görürler. Fesatçılığı, bozgunculuğu bir ıslah hareketi olarak algılarlar.

Mesuliyet şuurları ortadan kalkar. Özgürlük adına arzularının esiri olarak sınır tanımaz bir yüzsüze dönüşürler. Ayıp, günah ve hayâsızlık gibi mefhumlar onların lügatinde yer almaz. Hatta hayâsızlığı ve iffetsizliği cesaret olarak takdim ederler. Ar damarları çatlamıştır.

Böylelerinin dili kirlenmiş, ırz ve namus perdeleri yırtılmıştır. Her ikisinde de sınır tanımazlar. Toplumda görülen fuhuş bataklığının, pespayeliğin ve her seviyede tecavüz suçlarının kaynağı, çoğu zaman içleri çürüyüp kokuşan ve âdeta bir bataklık haline gelen bu insan görünümlü aşağılık mahlûklardır.

Hak ve hukuka saygı hassasiyetleri sıfırlanmıştır. Kendilerinin ayakta kalması uğruna âlemin harap olmasını göze alabilirler. Zira gönüllerinde Allah korkusu ve O’nun huzurunda hesap verme şuuru gibi koruyucu zırhları yoktur. Bu sebeple hırsızlık, gasp, zulüm ve hatta cana kıyma gibi durumlar, fırsat varsa yapılabilecek sıradan işlerdir. Hatta fırsatını bulmuşken böylesi imkânları kaçırmak bir çeşit ahmaklıktır.

Şefkat ve merhamet suyu da çekilmiştir. Fakirler, yetimler, kimsesizler, mahzun ve kederli gönüller, onların gündemine düşmez. Hatta bu nevi kimseler, topluma yüktür. Acıma bir tarafa, gözlerinden ve dillerinden nefret akar.

Kokuşmuşluk hastalığı, etrafına da sirayet eden bir hastalıktır. Yakınında bulunanlara da bulaşma riski fazladır. Bu sebeple toplumun sıhhatli fertleri ve iktidar sahipleri, bu nevi hastalığa yakalanmış kimseleri tedavi etme ve ettirme noktasında üzerlerine düşen vazifeleri yapmakla sorumludurlar. Aksi halde bataklık haline gelmiş bu kimseler tüm toplumun helâkine bile sebep olabilirler.

28/04/2018

Ayıp Araştırmak Aslında Ayıplı Olmak Demek



   İnsanların ayıplarını araştırmamak, hattâ tesâdüfen görülen ayıp ve kabahatleri dahî setretmek, yani örtmek, her mü’minin, beşerî münâsebetlerinde dikkat etmesi gereken mühim bir husustur.
Nitekim Cenâb-ı Hak, bir kimsenin kusurunu ve gizli hâllerini araştırmayı; «وَلَا تَجَسَّسُوا» “…Tecessüste bulunmayın…” (el-Hucurât, 12) buyurmak sûretiyle yasaklamıştır.

Şu hâdise, mü’min bir kimsenin, insanlara bakış açısının nasıl olması gerektiği husûsunda ne güzel bir misâldir:
İbrahim Edhem Hazretleri ile uzun yıllar arkadaşlık yapmış olan bir kimse vardı. Bir defasında:
“–Senelerdir beraber bulunuyoruz. Ricâ etsem, bende gördüğün ve hoşuna gitmeyen şeyleri söyler misin?” diyerek İbrahim Edhem Hazretleri’ne sordu. Hazret ise, bu suâle şu mânidâr cevâbı verdi:
“–Ben sana hiç o gözle bakmadım ki!”
Şeyh Sâdî ne güzel buyurmuştur:
“Şunu bil ki, bu dünyada başkalarının hep iyi taraflarını görenlerin, yarın mahşer günü kusurları görmezlikten gelinir.
Ey akıl sahibi! Gül, dikenle beraber bulunur. Senin dikenle ne işin var? Gülü demet yap…Eğer tabiatında dâimâ ve yalnız kusurları görmek varsa, tavus kuşunda çirkin ses ve ayaktan başka bir şey göremezsin.”

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- bir gün havârîlerine şöyle sorar:
“–Sizler, uykuda olan bir kardeşinizin görülmemesi gereken avret yerlerini rüzgârın açtığını görseniz ne yaparsınız?”
Havârîler, bu suâle hiç tereddüt etmeden;
“–Hemen üstünü örter, kapatırız.” diyerek cevap verirler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- ise, bir noktaya dikkat çekmek maksadıyla, bu sözlere şöyle îtiraz eder:
“–Hayır! Belki siz, iyice açar ve ayıpları apaçık ortaya çıkarırsınız!”
Havârîler duydukları bu ifâdeler karşısında büyük bir şaşkınlıkla:
“–Efendim! Hiç öyle şey olur mu? Hiç kimse bu ahlâksızlığı yapmaz!” derler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın îkaz mâhiyetindeki şu cevâbı ise, çok mânidar ve düşündürücüdür:
“–Sizden biriniz, din kardeşi hakkında bir söz duyduğunda veya onun bir kusurunu gördüğünde, bu gördüklerine ve duyduklarına biraz daha kusur ekleyip söylemiyor mu?
İşte bu, uyuyan bir adamın açılmış olan avret yerini biraz daha açmaktan farksızdır. Ve siz, bunu hep yapıyorsunuz!”

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz