16/05/2018

Ramazan Ve Oruc'un Çağrısı



Orucun bir kurtuluş çağrısı var.
Hani Ezanın “Hayye alel felah – Haydin kurtuluşa” çağrısı gibi…
“Geçmiş günahların mağfiret edilmesi…” bir külli arınma demek…
Her yıl, insanın önüne, Rahmanürrahim olan Allah Teala, böyle bir arınma fırsatı sunuyor. Kirlerini yıka, yüklerini dök, Rabbin yoluna gir, ve öyle yürü…

Bu çağrılara, ancak İslam’ın vadettiği – tanımladığı külli mağfireti, kurtuluşu, felah’ı önemseyen insanların kulak kesileceği açık. Günahı günah bilen, yani günahı bir insanın arınması gereken bir kir telakki eden, ebed yurdunda Rabbin bağışlamasını, dünya hayatının da ana gayesi kabul eden insan için “hayye alelfelah”ta insanı heyecana sevkeden bir muhteva vardır.
Onun için İslam’ın her çağrısı imana bağlıdır, oruçla ilgili mağfiret çağrısı da iman’a merbuttur.
Orucu böyle algılayabiliyor muyuz?

Ezanın “Haydin Kurtuluşa” çağrısı, içimize bir “kurtuluş çağrısı” gibi akıyor mu?
Orucu böyle algıladığımızda, bir ayın hakkını ona göre vermemiz gerektiğini de idrak ederiz.

Değilse
Ezanlar gelir geçer…
Namazlar gelir geçer…
Oruçlar gelir geçer…
Kur’an’lar gelir geçer…
Peygamberler gelir geçer…
Allah dostları gelir geçer…

Ve biz
“Kurtuluş çağrıları”nın bir tekini bile idrak edemeyebiliriz.

Muhyiddin ibnü’l Arabi Hazretleri “Mala, Allah yolunda vermekle iyi davran… Kur’an’ın manasını anlamaya çalışarak ona karşı güzel davran. Duaya iyi davranmak demek, onu yürekten yapmak demektir. Kiramen katibine davranışın, onlara iyi şeyler yazdırmak olsun. Ağaç ve taşlara da boşu boşuna harcamamak suretiyle iyi davran. Üzerinde namaz kılmakla yere iyi davran. Namaza iyi davranışın onu iyi kılmakla olur. ” diyor. Buradan hareketle “Oruca iyi davranmak demek, mağfiret kıvamında onunla buluşmak demektir” diyebiliriz. Ki İbnül Arabi Hazretleri “Oruca karşı iyi davranman için günahlardan kaçınman gerekir” diyor. Yani orucun hakkını vermek…
Bunun için bir kalbi hazırlık gerekiyor…

01/05/2018

Kokuşmuş Hayatlar


Kokuşmuş,sapkın ve İç çürümesi yaşayan insanlar;
Öncelikle idrak ve akıl hastalığına yakalanırlar. Doğru düşünme melekesini kaybederler. Hakk’ı bâtıl, batılı hak görürler. Fesatçılığı, bozgunculuğu bir ıslah hareketi olarak algılarlar.

Mesuliyet şuurları ortadan kalkar. Özgürlük adına arzularının esiri olarak sınır tanımaz bir yüzsüze dönüşürler. Ayıp, günah ve hayâsızlık gibi mefhumlar onların lügatinde yer almaz. Hatta hayâsızlığı ve iffetsizliği cesaret olarak takdim ederler. Ar damarları çatlamıştır.

Böylelerinin dili kirlenmiş, ırz ve namus perdeleri yırtılmıştır. Her ikisinde de sınır tanımazlar. Toplumda görülen fuhuş bataklığının, pespayeliğin ve her seviyede tecavüz suçlarının kaynağı, çoğu zaman içleri çürüyüp kokuşan ve âdeta bir bataklık haline gelen bu insan görünümlü aşağılık mahlûklardır.

Hak ve hukuka saygı hassasiyetleri sıfırlanmıştır. Kendilerinin ayakta kalması uğruna âlemin harap olmasını göze alabilirler. Zira gönüllerinde Allah korkusu ve O’nun huzurunda hesap verme şuuru gibi koruyucu zırhları yoktur. Bu sebeple hırsızlık, gasp, zulüm ve hatta cana kıyma gibi durumlar, fırsat varsa yapılabilecek sıradan işlerdir. Hatta fırsatını bulmuşken böylesi imkânları kaçırmak bir çeşit ahmaklıktır.

Şefkat ve merhamet suyu da çekilmiştir. Fakirler, yetimler, kimsesizler, mahzun ve kederli gönüller, onların gündemine düşmez. Hatta bu nevi kimseler, topluma yüktür. Acıma bir tarafa, gözlerinden ve dillerinden nefret akar.

Kokuşmuşluk hastalığı, etrafına da sirayet eden bir hastalıktır. Yakınında bulunanlara da bulaşma riski fazladır. Bu sebeple toplumun sıhhatli fertleri ve iktidar sahipleri, bu nevi hastalığa yakalanmış kimseleri tedavi etme ve ettirme noktasında üzerlerine düşen vazifeleri yapmakla sorumludurlar. Aksi halde bataklık haline gelmiş bu kimseler tüm toplumun helâkine bile sebep olabilirler.

28/04/2018

Ayıp Araştırmak Aslında Ayıplı Olmak Demek



   İnsanların ayıplarını araştırmamak, hattâ tesâdüfen görülen ayıp ve kabahatleri dahî setretmek, yani örtmek, her mü’minin, beşerî münâsebetlerinde dikkat etmesi gereken mühim bir husustur.
Nitekim Cenâb-ı Hak, bir kimsenin kusurunu ve gizli hâllerini araştırmayı; «وَلَا تَجَسَّسُوا» “…Tecessüste bulunmayın…” (el-Hucurât, 12) buyurmak sûretiyle yasaklamıştır.

Şu hâdise, mü’min bir kimsenin, insanlara bakış açısının nasıl olması gerektiği husûsunda ne güzel bir misâldir:
İbrahim Edhem Hazretleri ile uzun yıllar arkadaşlık yapmış olan bir kimse vardı. Bir defasında:
“–Senelerdir beraber bulunuyoruz. Ricâ etsem, bende gördüğün ve hoşuna gitmeyen şeyleri söyler misin?” diyerek İbrahim Edhem Hazretleri’ne sordu. Hazret ise, bu suâle şu mânidâr cevâbı verdi:
“–Ben sana hiç o gözle bakmadım ki!”
Şeyh Sâdî ne güzel buyurmuştur:
“Şunu bil ki, bu dünyada başkalarının hep iyi taraflarını görenlerin, yarın mahşer günü kusurları görmezlikten gelinir.
Ey akıl sahibi! Gül, dikenle beraber bulunur. Senin dikenle ne işin var? Gülü demet yap…Eğer tabiatında dâimâ ve yalnız kusurları görmek varsa, tavus kuşunda çirkin ses ve ayaktan başka bir şey göremezsin.”

Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- bir gün havârîlerine şöyle sorar:
“–Sizler, uykuda olan bir kardeşinizin görülmemesi gereken avret yerlerini rüzgârın açtığını görseniz ne yaparsınız?”
Havârîler, bu suâle hiç tereddüt etmeden;
“–Hemen üstünü örter, kapatırız.” diyerek cevap verirler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- ise, bir noktaya dikkat çekmek maksadıyla, bu sözlere şöyle îtiraz eder:
“–Hayır! Belki siz, iyice açar ve ayıpları apaçık ortaya çıkarırsınız!”
Havârîler duydukları bu ifâdeler karşısında büyük bir şaşkınlıkla:
“–Efendim! Hiç öyle şey olur mu? Hiç kimse bu ahlâksızlığı yapmaz!” derler.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın îkaz mâhiyetindeki şu cevâbı ise, çok mânidar ve düşündürücüdür:
“–Sizden biriniz, din kardeşi hakkında bir söz duyduğunda veya onun bir kusurunu gördüğünde, bu gördüklerine ve duyduklarına biraz daha kusur ekleyip söylemiyor mu?
İşte bu, uyuyan bir adamın açılmış olan avret yerini biraz daha açmaktan farksızdır. Ve siz, bunu hep yapıyorsunuz!”

27/04/2018

Kadın Erkek Manen Eşittir Sonucu Huzurdur



إِنَّ ٱلۡمُسۡلِمِينَ وَٱلۡمُسۡلِمَٰتِ وَٱلۡمُؤۡمِنِينَ وَٱلۡمُؤۡمِنَٰتِ وَٱلۡقَٰنِتِينَ وَٱلۡقَٰنِتَٰتِ وَٱلصَّٰدِقِينَ وَٱلصَّٰدِقَٰتِ وَٱلصَّٰبِرِينَ وَٱلصَّٰبِرَٰتِ وَٱلۡخَٰشِعِينَ وَٱلۡخَٰشِعَٰتِ      وَٱلۡمُتَصَدِّقِينَ وَٱلۡمُتَصَدِّقَٰتِ وَٱلصَّٰٓئِمِينَ وَٱلصَّٰٓئِمَٰتِ وَٱلۡحَٰفِظِينَ فُرُوجَهُمۡ وَٱلۡحَٰفِظَٰتِ وَٱلذَّٰكِرِينَ ٱللَّهَ كَثِيرٗا وَٱلذَّٰكِرَٰتِ أَعَدَّ ٱللَّهُ لَهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمٗا .                                                                                                                                                                                                                                 “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab-35)

Âyet-i kerîme, burada sayılan on büyük vasfa sahip olan erkek ve kadınların ilâhî mağfirete nâil olacaklarını ve muazzam bir mükâfata namzet bulunduklarını bildiriyor. Buradaki ilâhî tebşîrât kadın erkek bütün mü’minleri kuşattığı hâlde, kadınlara ayrıca bir ikrâmdır diyebiliriz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de umûmî olarak böyle bir ayrıma gidilmediği hâlde burada sayılan her vasıfta kadınlar ayrıca zikredilmiştir.

Bunun hikmetlerinden birini, âyet-i kerîmenin sebeb-i nüzûlüne dair rivâyetlerde buluyoruz:

Ümmü Ümâre (r. anha) bir gün; “Yâ Rasûlallah! Kur’ân’da her zaman erkeklerden bahsedildiğini, kadınlardan fazla bahsedilmediğini görüyorum” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Başka bir rivâyete göre Ümmü Seleme (r. anha); “Yâ Rasûlallah! Erkekler gazâya çıkıyor, savaşıyor ve şehid oluyorlar. Biz bunları yapamıyoruz. Ayrıca bize mirasta erkeklerin yarı hissesi kadar veriliyor. Keşke biz de erkek olsaydık.” demişti. Onun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.( Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 305)

Burada övülen on vasfın sıralaması önemli ve dikkat çekicidir. Buna göre mü’minleri büyük mükâfata götüren yola girmek, İslâm dairesine dâhil olmakla mümkündür. Yani önce İslâm, sonra îman; îmânı tamamlayan akîde esaslarına ve onunla gelen mükellefiyetlere samimiyetle inanmak. Bundan sonra ibadetlere sebat üzere devam etmek. Sonra bütün davranışlarında doğru olmak ve hayatı Müslümana yaraşan sadakat üzere sürdürmek. Sonra dînin nefse zor gelen emirlerine uymakta ve yasaklarından sakınmakta sabırlı olmak. Sonra Allah’a saygılı olmak . Sonra imkân nispetinde tasadduk ederek nefsindeki mal hırsını terbiye etmek. Sonra oruçla nefsi dizginleyip terbiye etmek. Ve bunları yaparken ırzını muhafaza etmek; Müslüman’a yakışan iffet ve onurla yaşamak.

Dikkat’e değer bir hakikatte; mü’minleri büuük ecre ulaştıran hasletlerin onucusu, ‘zikredenler’ şeklinde belirtilip geçilmemiş, bilakis herhangi bir kayıtla sınırlandırılmadan ‘Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar’ vurgusu yapılmıştır.

25/04/2018

Mutluluk Herkesin Hakkı Ama Nasıl?

      Kur’an-ı Kerim mutluluğun başucu kitabıdır. Kur’an-ı Kerim’i anlamakta zorlandığını söyleyen, aralarında bir uçurum olduğunu zanneden, onu hiç eline almayanların okuması gerektiğini düşündüğüm bu ayetler, düşünce ufkunuzu geliştirecek ve mutlak mutluluk terapisi olacaktır.

Öyleyse yapmamız gerekenler;

Kibirli olma, alçakgönüllü davran.  (İsra 37) 
Kendini fazla abartma. (Müddesir 1-5) 
Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma. (Tekvir 25-27) 

Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma. (Bakara 156)
Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme. (Beled 5-6)

Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden  uzaklaştırma. (Hucurat 10) 
İyiliği karşılık beklemeden yap.( Muhammed 7)

Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.  (Rum 21)
Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş. (Vakıa 83-87) 
Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme. (Bakara 263) 

Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.  (Furkan 63)
Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle. (İnşirah 1-3) 
Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart. ( Maun 4-5) 

Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma. (Mücadele 7) 
Çıkarcı olma. Adil davran. (Rahman 7-9) 
Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme. (Tekasür 1-2) 

En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma. (Tevbe 40) 
Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla. (Fatır 19-22) 
En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var. (Fecr 27-28) 

Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme. (Hakka 33-35)
Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol. (Haşr 10) 
Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan. (Kalem 1-2) 

Bencil olma, tebrik etmeyi bil. (Münafıkun 4) 
Yalandan uzak dur. (Saff 2) 
Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme. (Yusuf 32-33) 

İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma. (Ankebut 41) 
İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma. (Al-i İmran 92) 
Önyargılarla hayatı kendine zehir etme. (En’am 50) 

Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın. (En’am 60)
Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç. (Felak 1-5) 
Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama. (Hacc 46) 

Merhametli olmaktan asla vazgeçme. (İbrahim 42) 
Anne ve babana ‘off‘ bile deme.(İsra 23) 
Kendini sürekli övmekten uzak dur. (Nisa 149) 
Vazgeçilmez olmadığını kabul et. (Yunus 12) 

Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma. (Enfal 56) 
Heveslerini kendine ilah edinme. (Furkan 43) 
İnanma duygunu diri tut. (Necm 3) 
Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme. (Nisa 58) 

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz