05/02/2018

Cennetim Olsun




Bir kardeşimiz gelip, sana bir iyi bir de kötü haberim var önce hangisini söyleyeyim dediğinde;Önce iyi haberi ver deriz.Rabbimiz de önce cennetliklerin halini sevincini naklederek başlıyor.
Sonra kurtulan ve azaba uğrayanların sahneleri sunuluyor. Sahneler sanki ortada olup seyredilebilir biçimde veriliyor...
 
 
يَوۡمَئِذٖ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٞ-18
 18-)  “O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.”
فَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَٰبِيَهۡ -19
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَٰقٍ حِسَابِيَهۡ -20
 فَهُوَ فِي عِيشَةٖ رَّاضِيَةٖ -21
 فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٖ -22
 قُطُوفُهَا دَانِيَةٞ -23
كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓ‍َٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِي ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَة -     24                                                                                   
     19-) “Kitabı sağından verilen: “Alın kitabımı okuyun.”
     20-) “Ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim” der.”
     21-) “Artık o memnun edici bir hayat içindedir.”
     22-) “Meyvelerin devşirilmesi kolaydır.”
     23-) “Yüksek bir bahçede ki.”
     24-) “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”(Hakka suresi:18-24)

     Kitabın sağdan, soldan arkadan alınması, maddi gerçeklik de olabilir; Arapların sağın hayırlı, solla arkanın şerli yanlar saymalarına bağlı olarak Arap dili ıstılahları çerçevesinde oluşan klişeleşme de olabilir... Hangisi olursa olsun işaret edilen birdir.
     Verilen görünüm bu zor günde kurtulanın görünümü. O topluluk içinde taşkın bir sevinç içinde konuşuyor; sevinç psikolojisini kaplayarak dilini etkisi altına alıyor ve bağırıyor: “Alın kitabımı okuyun” Sonra kolay kurtulacağını sanmadığını; hesabının inceleneceği beklentisinde olduğunu sevinç içinde hatırlıyor... Hz. Aişe (RA)’dan    nakledilen hadiste de geldiği üzere Hz. Aişe (RA): “Resülüllah  (SAV): “Hesabı incelenen azaba çarpılır” dedi.  Allah: “O zaman kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir” demiyor mu? Dediğimde; “Burada sözü edilen hesabın açıklanmasıdır, yoksa kıyamet günü hesabı incelenip de, helak olmayacak kimse yoktur” dedi.” (Buhari, Tirmizi, Müslim, Ebu Davud)
     İbni Ebî Hâtem, Ebî Osman’dan gelen şu hadisi vermiştir: “Resülüllah (SAV), şunları söyledi: “Mümine kitabı Allah katından bir örtü içinde sağından verilir. Hemen günahlarını okur; her bir günahını okuyuşunda rengi değişir. Sonra iyiliklerine geçer onları okur, rengi geri gelir. Ardından bakar ki, günahları iyiliğe dönüşmüş. İşte bu duruma ulaştığında: “Alın kitabımı okuyun der.”
     Abdullah b. Hanzala’dan -cenazesi melekler tarafından yıkanmış olan şehit- nakledilmiştir: “Resülüllah (SAV): “Allah kıyamet günü kulunu durdurup kötülüklerini sahifesinin arkasından göstererek: “Bunları sen mi yaptın?” der. O: “Evet ey Rab” der. Allah ona: “Ben seni onlarla rüsva etmeyeceğim, onları affettim” der. İşte bunun üzerine kul: “Alın kitabımı okuyun, ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim zaten der.” dedi.”
     El-Sahîli’den fısıldaşma konusu sorulduğunda; İbni Ömer (RA)’ın şunları anlattığı yer alıyor: “Rasülüllah (SAV)’in: “Kıyamet günü Allah, kulu kendisine yaklaştırarak, tüm günahlarını itiraf ettirir. Kul helak olduğu kanısına vardığında, ulu Allah: “Dünyada onları örtmüştüm, bugün de bağışlıyorum” der. Ardından kulun iyiliklerini içeren kitabı sağından verilir. Kâfirler münafıklara gelince şahitler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır biline ki; Allah’ın lâneti zalimleredir.” derler.” dediğini duydum.”
     Sonra, şahitlerin gözü önünde kurtulanlar için hazırlanan nimetler açıklanıyor. “Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede ki, meyvelerinin devşirilmesi kolaydır. Geçmiş günlerde yaptığınız iyi işlerden ötürü afiyetle yiyin için.”
وَأَمَّا مَنۡ أُوتِيَ كِتَٰبَهُۥ بِشِمَالِهِۦ فَيَقُولُ يَٰلَيۡتَنِي لَمۡ أُوتَ كِتَٰبِيَهۡ
وَلَمۡ أَدۡرِ مَا حِسَابِيَهۡ -26
 يَٰلَيۡتَهَا كَانَتِ ٱلۡقَاضِيَةَ -27
 مَآ أَغۡنَىٰ عَنِّي مَالِيَهۡۜ -28
 هَلَكَ عَنِّي سُلۡطَٰنِيَهۡ -29
  25-) “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.
  26-) “Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım!”
  27-) “Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı!”
  28-) “Malım bana hiçbir fayda vermedi.”
  29-) “Gücüm benden yok olup gitti.”(Hakka:25-29)
 إِنَّهُۥ كَانَ لَا يُؤۡمِنُ بِٱللَّهِ ٱلۡعَظِيمِ-33
وَلَا يَحُضُّ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلۡمِسۡكِينِ -34
   33-) “Çünkü o Büyük Allah’a inanmıyordu.”
     34-) “Yoksulu doyurmaya önayak olmazdı.”(Hakka:33-34)
Ne kötü bir akıbet hiçbir mü'minin arzu etmeyeceği manzara.



Ümmet Bilincine Hep Muhtacız





Arif Nihat Asya’nın na’tı, İslam’ın izzet günlerini yadederek başlar. İlk mısralar şöyledir:
“Seccaden kumlardı..
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit mü’min, minber mü’min...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mü’min döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.”
Evet, “İki dünyada aziz ümmet Muhammed ümmetiydi.”
İzzetin kaynağı olan Rabbü zülcelal bildiriyordu:
ۚ وَلِلَّهِ ٱلۡعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِۦ وَلِلۡمُؤۡمِنِينَ ...٨
 “İzzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resûlü’nün ve mü’minlerindir.” (Münafıkûn, 8)
Kelam-ı ilahi, “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür.” ilanında bulunduktan sonra “Onunla beraber olanlar” çerçevesinde,  muhteşem bir “Muhammed ümmeti” tablosu çizmişti. İşte şu şekildeydi o muhteşem tablonun çizgileri:
مُّحَمَّدٞ رَّسُولُ ٱللَّهِۚ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥٓ أَشِدَّآءُ عَلَى ٱلۡكُفَّارِ رُحَمَآءُ بَيۡنَهُمۡۖ تَرَىٰهُمۡ رُكَّعٗا سُجَّدٗا يَبۡتَغُونَ فَضۡلٗا مِّنَ ٱللَّهِ وَرِضۡوَٰنٗاۖ سِيمَاهُمۡ فِي وُجُوهِهِم مِّنۡ أَثَرِ ٱلسُّجُودِۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمۡ فِي ٱلتَّوۡرَىٰةِۚ وَمَثَلُهُمۡ فِي ٱلۡإِنجِيلِ كَزَرۡعٍ أَخۡرَجَ شَطۡ‍َٔهُۥ فَ‍َٔازَرَهُۥ فَٱسۡتَغۡلَظَ فَٱسۡتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِۦ يُعۡجِبُ ٱلزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ ٱلۡكُفَّارَۗ وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ مِنۡهُم مَّغۡفِرَةٗ وَأَجۡرًا عَظِيمَۢا .
“...İnkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı merhametlidirler.
Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün.
Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.
İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler.
Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar.
Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih, 29)
Kelam-ı ilahi, mü’min­lerin önüne bir “ümmet inşası” hedefi koymuştu. “Ümmet” bir anlamıyla “Öncü, ana topluluk” demekti. İslam ümmeti, insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olacak, kötülüklerle mücadele edecek bir topluluk olmaya yönlendirilmişti. İşte şu ayet-i kerime ile:
وَلۡتَكُن مِّنكُمۡ أُمَّةٞ يَدۡعُونَ إِلَى ٱلۡخَيۡرِ وَيَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِۚ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ .
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir ümmet (öncü topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104)
Ve Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem tarafından inşa edilen, gelecekte de olması istenen  “Ümmet”in Hâlık Teala nezdindeki kıymeti şöyleydi:
كُنتُمۡ خَيۡرَ أُمَّةٍ أُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَأۡمُرُونَ بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَتُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِۗ
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran, 110)
Ümmet, Rasullulah Efendimiz (s.a.)’in elinden tutan insan topluluğu demektir. O’nun izine basan, O’nun rengine boyanan, O’nun ahlâkıyla ahlâklanan, İslam kumaşı ile dokunan insan topluluğu demektir. Mesela Hac’daki Arafat ortamının, bu vasıfta bir ümmet buluşması olduğu muhakkak.
Orada Yaradan’ın huzurunda buluşmuş yüzlerce renk, ırk ve dil var. Dünyevi sıfatlardan soyunmuş, kulluk şuurunu yüklenmiş, yürekleri birbirine raptolmuş, aralarında rahmet alışverişi yapan, iyilikte öncü, kötülüğe karşı siper, adeta dünyadaki büyük ümmetin minyatür bir temsilcisi...
Günün sorusu şu:
Acaba İslam ümmeti, şu anda, Kelam-ı ilahinin resmettiği, Rasulullah Efendimizin kutlu elleriyle kumaşını dokuduğu “Aziz Ümmet”in içini ne kadar dolduruyor?
Belli ki acılar var.
Belli ki mazlumiyetler var.
Belli ki mahrumiyetler var.
“Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” diyor Arif Nihat Asya na’tinde.
Ebu Cehil’i bitirmişti oysa İslam ümmeti, Saadet Çağında... Şimdi nereden geldi Ebu Cehil yeniden ve İslam ümmetine ne oldu ki o geldi?
Bu bizim imtihanımız.
Ümmet olmak demek, Müslümanlığımızın içini, Rasulullah Efendimizin şahsiyet ölçüleriyle dokumak demek. Bundan vaz geçmek, bunu ıskalamak ve bu halimizle de “Muhammed ümmeti” iddiasında bulunmak mümkün mü?
Abdülhakim Arvasi hazretlerine sorulmuş:
-Efendim, Muhammed Ümmeti ne zaman kurtulacak?
Hazret şu cevabı vermiş:
-Sen bana Muhammed ümmetini göster, ben sana kurtulduğunu göstereyim.
Ümmet planında yaşanan acılar, Rasululllah sallallahü aleyhi vesellemle aramızdaki mesafeden doğuyor, kurtuluş da, O’nunla aynileşmede. Yani gerçek ümmet olmada...
Dua etmeli, mutlaka.
Dua, Rabbimizin lütfuna, yardımına, rahmetine sığınmak demek.
Duasız olmaz.
Ümmet olarak,  Rahman’ın rahmetine, merhametine, lütfuna, yardımına, nusretine sonsuz ihtiyacımız var.
Hiçbir derdimiz olmasa, O’nun lütfuyla nefes alıp vermekteyiz ve bunun için yüreklerimiz O’nun eşiğine merbut olmalı.
Ama ümmet olarak acılar içindeysek, o kerem kapısını daha çok, daha çok çalmak durumundayız.
Kaybedilenlerin çetelesini tutmak ve her birini yeniden kazanmak.
Gözlerimiz kaybolduysa, gözlerimizi, bilincimiz kaybolduysa, bilincimizi, yüreğimiz kaybolduysa yüreğimizi, toprağımız kaybolduysa toprağımızı, devletlerimiz kaybolduysa devletlerimizi arayıp, bulup yerli yerine ve Yaradan’ın istediği kıvamda yerleştirmemiz lazım.
Camileri, minberleri, mihrapları, namazları, oruçları, hacları, zekatları, secdeleri, rükuları, kıyamları, imamları, müezzinleri, anneleri, babaları, gençleri, yaşlıları yeniden inşa etmek... Yeniden Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Muazlar, Ammarlar, Fatımalar, Haticeler, Ayşeler, Nesibeler yetiştirmek.
Fiili duadan sonra, yüreklerimizi yönlendirmeliyiz Rahman’ın yüce katına...
Rasûlullah (s.a.v)’in şu hadis-i şeriflerine yansıyan dua gibi seslenmeliyiz:
Allah Rasulü, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir dua yoktur:
«Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e umûmî bir rahmet ile merhamet eyle!»” (Ali el-Müttakî, no: 3212, 3702)
Ve Rasulullah Efendimizin bu duasından yola çıkarak gönüllerinden seslenen Allah dostları gibi seslenmeliyiz:
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmet eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e yardım eyle, zafer nasîb eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i muhâfaza eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i bir araya getir ve yekvücût eyle!
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i ıslah eyle!
“Bize merhamet etmeyecek olanı başımıza musallat etme Rabbim!”




12/11/2015

Biz Kendimiz Olmak İstiyoruz



        Geçmişten günümüze, Avrupa ve Amerika, Türklüğü yok etmek veya etkisizleştirmek, en azından Balkanlar’dan ve Anadolu’dan koparıp Asya içlerine sürmek emelindeydi. 19. asırda, onun düşmanlığına, – Kapitalizm, Komünizm, Farmasonluk gibi birçok fikriyatı ve bunların teşkilatlarını yedeğine alarak siyonizm ve dünya hakimiyeti emeli güden Gizli-Kuvvetin üst aklın düşmanlığı açık edildi.

Milli kültürümüze, 1923 Lozan Muahedesi veya Projesi mucibince, topyekun harb ilan edilirken, hedef, Milletimizi toptan Avrupalılaştırmak, diğer tabirle Frenkleştirmek idi.

Türkler, Avrupa Medeniyetinin alternatifi olan Islam Medeniyetinin ortak kurucusu olduklarına, şahsıyetleri tamamen bu medeniyet tarafından yoğrulduğuna ve hiçbir mugalata bu tarihi hakikati değiştiremeyeceğine göre, onların Avrupa Medeniyetine intisab etmeleri, kendilerine mahsus şahsıyetlerini kaybetmekten, bambaşka bir hüviyete bürünmekten, diğer tabirle temessül etmekten başka ne manaya gelebilir? (…)

Diğer taraftan, madde ile mananın en güzel bir terkibini ifade eden bizim Medeniyetimiz, Avrupa Medeniyetinden üstündür. Bu bakımdan, şahsıyetli bir Islam Birliği, daha insanî bir hayat yaşamak için, Avrupalılara da müsbet bir örnek teşkil edebilir.

Son bir-iki asır zarfında, Avrupa’nın Islam Aleminden üstünlüğünün müdafaa edilebileceği üç cihet mevcuddur:
Ilim ve fen,
Sanayi ve iktisad,
Insan Hak ve Hürriyetleri…

Halbuki, Avrupa Medeniyeti, müsbet ilim zihniyet ve usulunü tamamen Islam Medeniyetine medyundur.Sanayileşme ve iktisadi gelişme ise bilhassa bu ilk iki değerin mahsulüdür. Üstelik, Avrupa, emperyalist / sömürgeci siyasetleriyle, bu son asırlar boyunca, Islam Aleminin sanayileşmesini ve iktisadi inkişafını hep baltalayagelmiştir; yani bu sahalardaki geriliğimizin birinci derecede bir sebebi, Avrupa emperyalizmidir. 

Öyleyse şimdi, daha fazla kalkınmak, iktisaden ve hukuken daha fazla ilerleyebilmek için Avrupa’nın kucağına atılmak, mâkul, haklı bir davranış olabilir mi? Onlara: “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!” demek daha doğru değil midir?
Hayır, ilerlemek için, bizim başlıca ihtiyacımız, şu saçma eziklik duygusundan kurtulup yine kendimiz olmak, aslımıza dönmek, tekrar Müslüman, tekrar Türk olmaktır; bütünüyle milli kültürümüzü canlandırıp, onu, bir taraftan, Insan Hakları ve ilim zihniyetiyle uyuşmayan bütün unsurlardan temizlemek, diğer taraftan da, günümüz hayat ve dünya şartlarında hayatiyetini muhafaza edecek şekilde zenginleştirmektir.

Kendimize dönmek, açıktır ki Milletimiz, Türkiye’de putlar devrilmeden, hayatımız onların manevi tasallutundan kurtulmadan kendine gelemeyecektir.
Biz, Insanî Ahlaka da, Insanî Hukuka da tamamen hürmetkar ve sâdıkız! Bu ahlak ve hukukun bir icabı ve onunla kayıdlı olarak, sadece kendimiz olmak istiyoruz!

Bize düşmanlık yapan ve insanlık suçu işleyenleri tek tek teşhir ediyor ve onlara karşı kendimizi müdafaa ediyoruz. Onların kötülüklerini teşhir ederken, bundan zevk değil, derin bir teessür duyuyoruz. Mahatma Gandhi’den öğrendiğimiz gibi, günahkardan değil, onun günahlarından nefret ediyoruz. Asla onların bize reva gördüğünü biz de onlara yapmak emeli gütmüyoruz. Bize haklarımızı vermek, kendimiz olmamıza mani olmamak şartıyle kıllarına halel getirmek gibi bir niyet beslemiyoruz. Bize durmadan tuzak kurmaktan, ihanet etmekten, bizi sırtımızdan hançerlemekten, bize -aslında, çok kerre, bizim değil kendilerinin işlediği- cürümlerle iftira etmekten vazgeçip Temel Insan Hak ve Hürriyetlerimize riayet ederlerse, kendileriyle, daima sulh içinde yaşamak isteriz ve bu çerçevede kendilerinin bilumum meşru haklarına hürmet etmek azmindeyiz. Lakin karşılıklı olmıyan iyi niyetin bir kıymeti yoktur.

28/01/2015

Ashâbu'l-Eyke Ve Toplumsal Çöküş


  
    Ashabu'l-Eyke son derece verimli bir arazî üzerinde yaşıyorlardı. İklimi son derece güzel ve mutedil idi. Buranın Kızıldeniz sahillerinde olan Medyen şehri olduğu bilinmektedir. Ashabu'l-Eyke tabiri Kur'an-ı Kerîm'de bir kaç kez geçmektedir.

وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ اْلاَيْكَةِ لَظَالِمِينَ

“Ashabu'l-Eyke de gerçekten zalim kimselerdi.”[ Hicr,15/78]

كَذَّبَ اَصْحَابُ لْئَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ

“Ashabu'l-Eyke resullerini yalanladılar”  (Şuara,26/176) ayetlerinde de bu kavimden söz edilmektedir.

Medyen veya Ashabu'l-Eyke halkına Hz. Şuayb (a.s.) gönderilmişti.

وَاِلَى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلَهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ اِنِّى اَرَيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنِّى اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ                            

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim Allah 'a ibadet edin. Sizin ondan başka bir ilâhınız yoktur... "[ Hud,11/84]

Allah'ın dinini ve emirlerine uymayı, onun emir ve yasaklarından başka emir ve yasak kabul etmemeyi onlara son derece güzel bir belâgat ve fesahetle anlatan Hz. Şuayb'ın davetine icabet etmeyip, küfür ve inatlarında ısrar ettiler. Onların vazgeçemedikleri son derece kötü bir alışkanlıkları da vardı. Ölçü ve tartılarda halkı aldatmak; sahte para basıp kalpazanlık yapmak; hile yapmak. Hz. Şuayb (as.) onları bu hâllerinden bir türlü alıkoyamadı. Tevhid'e davet, onlara fayda vermedi ve bu davete kulak asmadılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah onlara yedi gün, yedi gece şiddetli bir sıcaklık musallat etti. Nefeslerini tıkadı. Çok bunaldılar. O anda gördükleri bir bulutun altına koşarak toplandılar. Allah'u Teâlâ da gölgelik diye koştukları bulutu ateş haline getirip onları mahvetti. Bu onların istekleriydi. Gerçekten Şuayb (a.s.)'ı yalanlarken:

اِنَّ اِبْرهيمَ لَحَليمٌ اَوَّاهٌ مُنيبٌ () يَا اِبْرهيمُ اَعْرِضْ عَنْ هذَا اِنَّهُ قَدْ جَاءَ اَمْرُ رَبِّكَ وَاِنَّهُمْ اتيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ () وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سىءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هذَا يَوْمٌ عَصيبٌ

“Eğer mümin iseniz Allah'ın (helâlinden) bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.”
“Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!”( Hud,11/85-87 ) demişlerdi.

Ama hakkı tasdikten uzak durdukları, Allah resulüne muhalefet ettikleri için gerçek yalancı kendileriydi. Nihayet istedikleri oldu ve hak ettikleri cezaya kavuştular

Peygamberler Neden Rehber Kılındı ?



Allah Peygamberleri göndermeseydi insanlık bunu isteyecekti.Zira inanma insanda fıtri bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç Allah tarafından formüle edilmeseydi, insanlar arasında bir sürü farklı kulluk anlayışları olacaktı.

Peygamberleri tanımak ve onların çağrılarından haberdar olmak için mutlaka Kur’anda adı geçen Peygamberlerin kısalarını bilmemiz gerekiyor.

Her Peygamber, hem zamanın hem de günümüzde kıssalarıyla yaşayan birer abidedirler. Peygamberlerin yaşantıları, yüce Allah’ın gözetiminde ve meleklerin kontrolünde gerçekleşmiştir. Peygamberlerin yolu hem dünya hem de ahireti kapsamaktadır. Çünkü Onlar sadece insan bedenine dönük yapıcı çağrı yapmamışlar. Onlar insanların ruh hallerine de çare bulmaya çalışmışlardır. Onun içindir ki; Aziz Peygamberler birer ruh mimarıdırlar, ahlak mihengidirler, talim terbiye muallimidirler, sevgi ve şefkat timsalidirler, haya ve edep kılavuzudurlar, akıl ve fikir öncüleridirler, hayat ve mematın, mahşer ve mizanın, cennet ve cehennemin ve rızayı lillahın davetçileri, habercileridirler.

Her Peygamberin yaşam koşulları ve mücadele stratejisi farklı farklıdır. Çünkü yüce Allah (cc) her bir Peygambere farklı imtihan alanı vermiştir. Onun için her mümin Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen Peygamberlerin mücadelesiyle kendi hayatı arasında bağ kurmaya çalışmalıdır. Mesela: Ya Adem (a.s) gibi Şeytanla, Nuh (a.s) gibi kavmiyle, İbrahim (a.s) gibi Nemrutla, Yakup (a.s) gibi oğluyla, Yusuf (a.s) gibi kadınla, iftirayla ve zindanla, Eyyüp (a.s) gibi fakirlik ve hastalıkla, Süleyman (a.s) gibi zenginlikle v.b...

Hz.Peygamber (a.s) hadisi şerif de:
“Şüphesiz ki, Allah (cc) kıyamette dört kişiyi dört sınıfa karşı delil gösterir:

1-Zenginlere karşı Hz.Süleyman (a.s)’ı

2-Hastalara karşı Hz.Eyyüp (a.s)’ı

3-Kölelere karşı Hz.Yusuf (a.s)’ı

4-Fakirlere karşı Hz.İsa (a.s)’ı (İbn Hace, Münebbihat, Tenbih No.9,s35.)

Peygamberlerin geçmişteki medeniyetlerinin günümüzle kıyas edilmesi ve
Peygamberlerin insanların ruhlarındaki cevheri nasıl keşfettiklerini öğrenip günümüzde uygulanabilir şartlarını oluşturmak mutlaka elzemdir.
Peygamberlerin nasıl insanları yaramaz iken ıslah edip yararlı hale getirdiklerini öğrenip tatbik etmek, mücizelerini günümüz şartlarına uyarlamak insani değerlerimiz açısından hayati önem taşımaktadır.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz