İnsan olarak hayatımıza yön ve şekil veren üç temel öğe, düşünce, duygu ve davranışlardır (3D). Yine insan olarak hayatımızı, temelden etkileyen ve dış etkilere açık tutan üç merkez ve menfez de kafa, kalp, karındır (3K). İnsan, gerek birey olarak gerek toplum olarak bu 3D ve 3K’yı, tüm söylem, eylem, etki ve etkilenmelerde belli bir kemal ve istikrar çizgisinde tutabilir, artı-eksi aşırılıklardan uzak kalabilme beceri ve başarısını gösterebilirse, kemâli ve mutluluğu da yakalamış olacaktır. Bu sebeple dinlerin ve eğitim sistemlerinin öncelikli muhatapları hep bu 3D ve 3K olagelmiştir. Yani bu güç ve hareket odaklarını ve biçimlerini dengede, itidalde, orta noktada tutabilmenin ilkeleri tespit edilmeye ve uygulamaları örneklendirilmeye çalışılmıştır. Böylece olgun ve mu’tedil bireyler, mutlu toplumlar, topluluklar oluşturulmaya gayret edilmiştir.
Bu açıdan baktığımız zaman Sevgili Peygamberimizin imanda kemal işareti olarak ifade buyurduğu sevgi, nefret, vermek, vermemek fiillerinin “Allah için” kaydına bağlı olarak uygulanması, gerçekten mü’min hayatının fevkalâde yüksek bir düzeyi ifade etmekte olduğunu ortaya koyacaktır. Hatta bu anlamda, söz konusu bu dört fiili “imanın hakları” veya “gerekleri” olarak da değerlendirmek mümkündür.
Öte yandan bu dört fiilin, “Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, sadece âlemlerin rabbi olan Allah içindir”2 âyetinde olduğu gibi, diğer amellerin tümünü kapsadığı da düşünülebilir.
Hasbîlik
Düşünce/inanç, duygu ve davranış, insanı ifade ediyor ve eğitimin de ana amacını oluşturuyorsa, bir başka açıdan insan = 3K deniliyorsa, bu anlayışa göre hadisimiz, diplomalı insanın değil, gerçekten eğitilmiş insanın tanımını ortaya koymakta ve tam anlamıyla klasik olduğu kadar aynı zamanda güncel/çağdaş bir mesaj niteliği taşımaktadır. Zira hadisimize göre eğitilmişlikte, iman olgunluğunda en önde gelen gösterge, hesâbilik değil hasbîlik yanı sevip benimsediğini, kin duyup reddettiğini, verdiğini, vermediğini, yapıp ettiğini hep “Allah için ” kaydına bağlı olarak yapmaktır. Nitekim hadiste bu fiiller mutlak olarak, yani herhangi bir nesneye bağlı olmaksızın zikredilmek suretiyle her konuya yönelik yorum kapısı açık bırakılmıştır.
O halde;
O halde;
Bir kişiyi ya da bir şeyi (nesneyi), o kişiden beklediği bir çıkar/fayda veya o şeye olan zaafından dolayı değil de, bilinçli olarak, şahsı Allah’a olan iman ve kulluğu dolayısıyla; nesneyi Allah’ın emir ve müsaadesi olduğu gerekçesiyle seven kimse, imanda kemalin en köklü ve birinci duygusal göstergesine sahiptir.
Aynı şekilde herhangi bir kişi ya da nesneye, kişisel bir hınç nedeniyle değil de iman değerlerine ters düştüğü için kin besleyen ve buğuz eden kimse de imanda kemalin ikinci duygusal göstergesini elde etmiştir.
Öte yandan, “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” mantığı ya da herhangi bir beklenti sebebiyle değil, “Biz sizi Allah rızası için yediriyor-içiriyoruz. Sizden herhangi bir karşılık ve teşekkür de beklemiyoruz”3 bilinciyle sadece layık oldukları için seve seve birilerine bir şeyler verenler ile, gördüğü herhangi bir zarar ve kötülük sebebiyle değil, inanç değerlerine göre verilmemesi gerektiği için birilerine bir şeyler vermeyenler de imanda kemalin davranışsal iki temel göstergesine sahip bulunuyorlar demektir.
Böylesi bir “Allah için” özüne, bir başka ifadeyle, hasbîlik seviyesine ulaşamamış duygu ve davranış sahipleri, -iddiaları, sosyal konumları ve unvanları ne olursa olsun, kıvam ve kalite bakımından henüz olgunluk noktasından uzaktırlar.
Kabul etmek gerekir ki, sevmek, nefret etmek, vermek ve vermemek, genelde nefsin istek ve arzularıyla yakından ilgili duygu ve davranışlardır. Bu sebeple de bu fiillerin his ve heveslerden bağımsız olarak sırf Allah’ın emir ve yasakları istikametinde yerine getirilmesi oldukça zordur. İşte bu zorluk nedeniyle bu temel duygu ve davranışları “Allah rızası için” yapabilmek imanda olgunluk göstergesi kabul edilmiş ve mü’minlere kemâl hedefi olarak gösterilmiştir.
İmanı test imkânı
Göstergelerden hareketle imanı ve İslâm’ı değerlendiren hadîs-i şerîf, aslında biz müslümanlara imanımızın olgunluk derecesini test etme imkân ve ölçüsünü vermektedir. Bunun için psikolojik ve sosyolojik bir yaklaşım öngörülmektedir. Zira sevgi ve buğz/kin psikolojik/duygusal iki tavır; vermek ya da vermemek ise tamamen sosyolojik/toplumsal iki davranıştır. Duygusal olarak vermek sevgiye, vermemek kine dayalı tavırlardır. Geçmişte, kimi hadis şârihlerinin, gizli-açık diye iki gruba ayırdıkları bu dört tavrın dördü de aslında ya kişinin istek ve arzusuna (his ve heveslerine) ya da kabul edilmiş iman değerlerine yani “Allah için” kaydına bağlı olarak gerçekleştirilir.
Hadisin takdir ve çağrısı, bu duygu ve davranışların “Allah için” çalıştırılmasına yöneliktir. Böyle olunca her müslüman, kendi iç ve dış dünyasını, iman durumunu, niyet ve eylemlerinin kökenlerine bakarak değerlendirebilir. Yani iman öncelikli mi duygulanıyor ve yaşıyor, nefis ve hevâ öncelikli mi tavır alıyor? Bu soruya verilecek cevaba göre iman olgunluğunun derecesi ve kalitesi ortaya çıkar.
Hadisimizin gösterdiği imanda kemâl zirvesine ulaşabilmek için gerek duygular gerekse davranışlar alanında hareket noktası olarak nefsin payını/etkisini azaltmak öne çıkmaktadır. Nefis, şeytan, dünya ve öteki insanlardan oluşan etki odaklarıyla kuşatılmış olmak, bu işin pek ciddi bir gayreti gerektirdiğinin açık delilidir. O halde kemâli imanımızda, kaliteyi duygu ve davranışlarımızda aramak ve gerçekleştirmek ana meşgalemiz olmalıdır.
Kemâl önderleri
Gönül dünyası gibi pratik hayatı da iyice karışmış, kirlenmiş, sevgi ve nefret duyguları, dost ve düşmanını seçme yetenekleri pörsümüş ya da hedefinden sapmış kafa ve gönüller; kime neyi, niçin vereceğini veya vermemesi gerektiğini ayırt edemeyen bireyler ve toplumlar, hiç kuşkusuz, her şeyden önce hadisimizde imanda kemâl göstergesi olarak sayılan duygu ve davranışlara sahip olan örnek ve önderlere muhtaçtırlar. Böylesi bir ihtiyacı karşılayacak babayiğitler yani kemâl önderleri ise, sadece kişisel olgunluk mutluluğuna kavuşmakla kalmayacak en köklü önderlik hizmetini sunmuş olmanın hazzına da sahip olacaklar ve takdirle karşılanacaklardır. Çünkü iletişimde bilgi aktarımı kadar, duygu ve davranış aktarımı da önemlidir. Bu sebeple gerçek bahtiyarlık, duygular ve davranışlar anaforunda can simidi, kurtuluş örneği olabilmektir. Kemâl önderliğinin ve hasbiliğin asıl ödülü ise, “Allah onlardan hoşnut, onlar Allah’tan razı”4 âyetinin müjdesiyle ilâhî hoşnutluktur. Ne diyelim, “Çalışanlar böylesi bir sonuç için çalışsın”5 “Yarışacaklar artık bunun için yarışsınlar!”6
1) Ebû Dâvud, Sünnet 15; Tirmizî, Kıyâme 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 438, 440. Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, hadisi Muaz b. Enes’den takdim-tehirli olarak, “Allah için evlendiren” ziyadesi ve “imanını kemâle erdirmiştir” diye rivayet etmişlerdir. Ayrıca Tirmizi hadis için “hasen” değerlendirmesinde bulunmuştur. 2) el-En’âm (6), 162; 3) el-İnsan (76), 9; 4) el-Beyyine (98), 8; 5) Es-Saffat (37), 61; 6) El-Mutaffifun (83), 26