16/04/2013

Putlar Vadisi Mekke-Teyfik ÇELİK


     Her gelişinde bizi başka alemlerde bulan efendim
Bir gelişinde de bizi kendi aleminde bulsan efendim…
Allah, insanlar insanlıktan çıktığında, kendi içlerinden seçtiği birileri/nebileri ile onlara yaratılış ayarlarına dönme fırsatı vermiştir. İçimizden seçtiği son nebinin, nebimizin doğumunun sene-i devriyesine hazırlanıyoruz. Bütün bir islam alemi, efendisini, peygamberini karşılamaya hazırlanıyor. Her gelişin bize yarar diye ümitlenirken, sizin için büyük bir yara olduğumuzun da farkındayız ya Rasulellah…!
Asırlar öncesi bu gece, putlar vadisi Mekke, putlarını kıracak bir nebiye ev sahipliği yapıyordu. Doğduğunda, ne Mekke, ne Mekkeliler, ne putlar, ne de putperestler bunun farkındaydı…
Efendimiz, kırmızı halılar üzerinde doğmadı, peygamber olduğunda da kırmızı halılarla karşılanmadı. Ama, hep kırmızı çizgileri oldu, onları peygamber olmadan, peygamber olacağını bilmezken de hep korudu. O, peygamber olunca efendi olmadı, efendi olunca peygamber, peygamber olunca, peygamber efendimiz oldu…
Mekke zor bir yer, Mekkeliler de zor insanlardı. Ama onlara zorlu bir peygamber gelmişti, bütün bu zorluklar başka türlü nasıl aşılabilirdi? Putlar vadisi Mekke de, tek başına, bir sürü ak saçlıyla, ak sakallıyla mücadele etmek hiç ama hiç kolay değildi. Mekke’nin derin devletini, derin ırkçı ve kabileci yapılanmasını tehdit etmek, hedefe koymak ancak efendimizin harcı olabilirdi. Bu atmosferde, tek başına bütün bir dünyaya meydan okumak, kendi gündemini, hatta başkalarının gündemini de bir şekilde belirlemek ancak bir peygamberin harcı olabilirdi. tabi ki kolay değildi, akıl ölümü gerçekleşmiş bir toplumu diriltmek, düşündürmek. Ama, Mekke’nin ak saçlılarının, ak sakallılarının olmaz dediği, hayal dediği olmuş, kısaca hayaller gerçek olmuştu…
Efendimizin başarısı dünya tarihinin eksenini değiştirmiştir. Efendimiz, en başından beri, doğumundan vefatına kadar, hedefini ıskalamayan bir mücadele örneği vermiştir. Dünyaya ve sakinlerine paylaşıldıkça tükenmeyen, aksine çoğalan, muhteşem ve muhterem bir miras bırakmıştır…
Kutlamaya hazırlandığımız gecenin aydınlığı ancak bu duygu ve düşüncelerin doğmasıyla ve yaşatılmasıyla mümkün olacaktır. O, hakikaten bir defa doğdu ve bir daha da tekrarlamayacak. Bizim bu geceleri kutlarken ihya edeceğimiz/dirilteceğimiz şey, efendimizin kendisi değil, evsafını belirlemeye çalıştığımız emanetidir…
Bu duygu ve düşüncelerle, efendimizin dünyaya teşriflerini temsilen kutladığımız bu kutludoğumu tebrik ediyor, ümmetin kaybolan hassasiyetlerinin yeniden doğmasına vesile olmasını diliyorum.
Selam ve dua ile…

14/03/2013

En Güzel İsimlerle Dua Edelim

Kur’an’da, “İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin…” (Araf Suresi, 180) buyrulur. Güzel özelliklerimizin tümünün kaynağı Allah’tır. Allah’a aşkla bağlı olmaya, O’na yakın olmaya ve Kur’an’ı tam olarak yaşamımıza uygulamaya çalıştığımızda, Allah’ın bazı sıfatlarının tecellilerini üzerimizde taşıyabiliriz.
Allah Karib‘dir; kullarına çok yakındır. O’na ne kadar yakınlaşır, ne kadar teslim olur ve üstün ahlâkıyla ahlâklanmaya çalışırsak, mükemmel ruh güzelliğine ulaşabiliriz. Allah’a, sıfatlarının üzerimizde tecelli etmesi için dua edelim; O verir. Yeter ki içten yalvararak isteyelim…
Her an, pek çok konuda eksik düşünebilir, yanlış bir karar verebilir, hatalı bir davranış sergileyebiliriz. Sen, bizi yaratan ve bizim bu eksikliklerimizi bilen Allah’ım; yaptığımız hataları bağışla. Sen Afüvv‘sün; affı çok olansın.
Bilmesi sınırsız olan Allah’ım. Göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Sen’i tesbih eder. Güneş de, kendisi için belirlediğin karar yerine doğru akıp gider. Tek bir ağaçtaki yaprakların sayısını, aklımızdan geçenleri, gizli veya açık işlediğimiz tüm fiilleri bilen, Alim olan Allah’ım. Kullarına ilminden dilediğin kadarını verirsin; ilmimizi artır…
Allah’ım Sen, iman edenleri tüm yaptıklarına bir karşılık olmak üzere cennette de -dünyada olduğu gibi- hep birlikte ağırlayacaksın. Sen Cami‘sin; istediğini, istediğin zaman, istediğin yerde toplayansın. Bizi hayırda yarışıp öne geçen, önlerinde ve yanlarında nur olan kullarınla bir araya getir Rabb’im.
Sen kazandıklarımız dolayısıyla bizi azap ile yakalayacak olsaydın, yeryüzünde hiçbir canlıyı bırakmazdın. Sonsuz merhametinle bize öğüt alabileceğimiz kadar süre tanırsın. Sen’in rahmetin herşeyi kuşatır ve Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin. Rahman‘sın Rahim‘sin. Sen Erhamurrahimin‘sin; bize merhamet et…
Korkumuzu artır, Sana ve elçine imanımızı artır. Bize Kendi rahmetinden kat kat güzel karşılık ver Rabb’im. Bize kendisiyle yürüyeceğimiz bir nur kıl ve bize mağfiret et. Sen Gaffar‘sın; çok bağışlayıcısın. Bağışla bizi Allah’ım.
Sen’in dilemen dışında hidayet verebilecek, doğru yola iletebilecek hiç kimse yoktur. Sen Hâdisin; hidayet lütfeden, doğru yola ulaştıransın. Bu, Sen’den en büyük nimettir. Bizi hidayete erdir Allah’ım.
Allah’ım Sen bizi, yeminlerimizdeki ‘rastgele söylemelerimizden, boş, amaçsız sözlerimiz’den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerimizin kazandıklarından sorumlu tutarsın. Doğrusu Sen Halim‘sin; yumuşak davranansın.
Sen bizi yaratan, yaşamamız için her yönden elverişli olan bir mekana yerleştiren, bu mekanda var olan herşeyi de bizim için özel yaratan ve hizmetimize verensin.Gerçekten Sen, Berr‘sin; iyiliği bol olansın.
Sen, yarattığını bilmez misin?.. Gözler Sen’i idrak edemez; Sen ise bütün gözleri idrak edersin. Sen Habir‘sin; herşeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olansın. Sen Latif‘sin; lütfedicisin. Bize lütufta bulun ve ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu’ azaptan koru Allah’ım.
Rabb’imiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabb’imiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabb’imiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevla’mızsın; müminlerin dostu olan, onlara hayır yolları açan ve onları başarılı kılansın. Kafirler topluluğuna karşı bize zafer ver.
Sen ancak kalpten iman etmeyi ve Sana yakın olmayı isteyenin kalbini yumuşatır, samimi Müslümanların arasına katarsın. Sen Mukallib‘sin; kalpleri çevirensin. Kalbimizi samimi imana döndür Allah’ım.

09/03/2013

Cum'a Namazının Kılınışı


Çırılçıplak Kalmak


 

   Zamanın büyüklerinden biri, filozofa karşı övününce, filozof ona şöyle der:
Bana atınla övünürsen, buradaki güzellik ve çeviklik ata aittir. Elbiselerinle ve aletlerinle övünürsen, bunların güzelliği de sana değil, onlara aittir. Atalarınla övünürsen, onların üstünlüğü yine sana değil, kendilerine aittir. Bu faziletler ve övünülecek nitelikler senin dışındadır. Bunlar gerçek sahiplerine iade edildikleri zaman, bunlarla övünenler çırılçıplak ortada kalırlar. Hatta bu nitelikler onlardan ayrılmaz ki iade edilsin. Bunu da sen pekâlâ düşünüp anlayabilirsin.
İnsan kendisine verilenlerle övünür. Bu kimi zaman güzellik olur kimi zaman para olur kimi zaman makam olur kimi zaman evlat olur. Ama övünür ve tahakküm kurmaya çalışır. Oysa bu dünyada bizlere verilen her şey Allah’ın birer emanetidir. Bizler emaneti maksadına uygun şekilde kullanır ve yaptıklarımız ya da yapamadıklarımızla birlikte sonsuzluğa göçeriz. Eylemlerimiz dışında hiçbir şey bize ait değildir. El emanet, akıl emanet, kalp emanet, göz emanet, para emanet, toprak emanet, çocuk eş, kardeş emanet. Allah’ın verdiklerini kendine hasrederek kibirlenen kimseler ise, insan olarak durmaları gereken çizgiden çıkan ve dünyanın aldatıcılığına kapılanlardır. Mümin kişi ise, bu nimetlerin niçin verildiğini bilir ve aklın, bedenin, sağlığın vaktin, evladın malın makamın şükrünü eda etmeye gayret eder. Bu dünyada verilen her şey tekrar sahibine geri dönecek. Öyleyse bizler sahip olduğumuz nimetlerin şükrünü eda etmeli ve bu dünyada birer emanetçi olduğumuzu unutmamalıyız

05/03/2013

Osmanlı Hanedanının Malları Ne Oldu ?


“Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu içecek, ekmeğini yiyecek. Ama ben?”
Bu insanı kahreden cümleleri kuran kişi, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Son Saraylı Neslişah Sultan’ın babası Ömer Faruk Efendi‘den başkası değildir. Yıl 1952‘dir. Eşi Mihrişah Sultan köpeğiyle birlikte vapura binerken vatan hasretinin buruklaştırdığı içini kelimelere böyle dökmüş Ömer Faruk Efendi.
Osmanlı hanedanının yurtdışına gönderilmesi, tarihin en büyük varlık transferlerinden birine sahne olmuştu aynı zamanda. Kendilerine sadece 10 gün süre tanınan hanedan üye ve mensupları, ellerinde ne var ne yok satmışlar veya birilerine devretmişler, sonra da Çatalca’dan trene bindirilip gönderilmişlerdi bilinmeyen şafaklara. Sürgün bitecek gibi değildi. Çünkü çıkan kanunda vatanlarından ebediyen uzaklaştırıldıkları yazılıydı.
Varlık Vergisi‘yle azınlıklardan ne kadar malın başka ellere geçtiği öteden beri konuşulur da, kendilerine 10 gün içinde ellerinde ne varsa satmaları, aksi halde el konulacağı söylenen Osmanlı hanedanının elinden bu kısa sürede ne kadar paha biçilmez malın kimlerin ellerine geçtiği üzerinde nedense hiç durulmaz.
Halbuki bu 10 gün, tarihimizin en büyük müzayedesine sahne olmuş, binlerce gayrimenkul ve değerli sanat eseri yok pahasına başka ellere geçmişti. Kâzım Karabekir, yabancıların, Yahudi komisyoncular eliyle bu eşyanın nasıl yurt dışına aktardıklarını pek güzel anlatır. 600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu 10 günün tarihi mutlaka yazılmalıdır. Düşünün, Abdülmecid Efendi’nin Bağlar-başı’ndaki köşkü, bu kargaşalıkta onda bir fiyatına satılmıştı. Sonra da bu köşkün bir banka tarafından satın alındığı ortaya çıkmıştı.
Sultan V. Murad’ın torunlarından Osman Selahaddin Efendi anlatmıştı. Babası Ahmed Nihad Efendi, Türkiye’den ayrılırken mallarını apar topar birilerinin üzerine tapulayıp gitmiş. Artık onların insafına kalmış, verirler veya üzerine yatarlar. Ne kadar talihliymiş ki, Şehzade’nin çocukları, tapuları verdiği insanların çocuklarından gayrimenkullerini geri alabilmişler. Ama çoğu aile bu kadar şanslı olamadı, mallar haraç mezat satıldı, kapanın elinde kaldı.
Bakın, şair Nigâr Hanım’ın oğlu Salih Keramet Nigâr -ki Halife Abdülmecid’in özel kâtibiydi- 1976 yılında kendisiyle yapılan söyleşide yurt dışına nasıl gittiklerini nasıl anlatıyor: “48 saatlik bir müddet verilmişti. Halife, erkânı ile birlikte hemen hazırlandı. Bir polis arabasına bindik. Binerken Abdülmecid Efendi, milletimizin ve memleketimizin selameti için dua etti. Edirnekapı’ya vardığımızda gün ağarıyordu. Açtık. Çatalca’ya müteveccihen yola çıkıldı. Sirkeci’den trene bindirilmiyorduk. Çünkü hadise çıkma ihtimali vardı.”
Salih Keramet Nigâr burada cereyan eden ilginç bir olaydan bahseder. Tam Çatalca’dan Simplon Ekspresi’ne binecekleri sırada Rumeli Demiryolları şirketinin Musevi âmiri koşarak yanlarına gelir. Halife Abdülmecid‘in ellerine sarılır. Öper. Ve şu sözleri söyler: “Osmanlı hanedanı, Türkiye Musevilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman, onları yok olmaktan kurtardılar. Devletlerinin gölgesinde tekrar can, ırz, mal emniyeti ve hürriyetine kavuşturdular. Onların torunlarına bu kara günlerinde elimizden geldiği kadar hizmet etmek vicdan borcumuzdur.”
Abdülmecid Efendi’nin etrafında bulunan bazıları ağlamaya başlar bu hazin sözler üzerine. Fakat Osmanlı hanedanına büyük saygısı olan Musevi vatandaş burada bırakmaz işi, onları yemeğe davet eder, karınlarını doyurur. Hürmette kusur etmemeye çalışır. Ve onları yolcular. Salih Keramet Nigâr, bunları 91 yaşındayken anlatır. Dahası, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir hatıratı olduğunu söyler. Sürgün yıllarını dikkatle hatıra defterine geçirmiştir son Halife ama onun nerede olduğuna dair sır vermez. Belki günün birinde bu hatıra defteri yayınlanır da, hanedan açısından o zor günlerin hikâyesini en yetkili ağızdan öğrenme imkânını buluruz.
Asıl üzücü olan nokta ise şudur: Hanedan üye ve mensuplarının Türkiye’ye girişlerine 50 yıl sonra izin verilmişti ya, bu izin de hırsızlar, katiller, anarşistler ve ırz düşmanlarına uygulanan afla birlikte çıkmıştı. Yani adi suçlular veya terör suçlularıyla birlikte affedilmişti Osmanlı hanedanı. İlginç olan husus şudur ki, Meclis’te af kanunu görüşülürken, Burdur’un Tefenni ilçesinden 500′ün üzerinde telgraf çekilmiştir hanedanın affedilmesi için. Halkın hanedana gösterdiği sevgi ve saygının bitmediğini gösteren bu çarpıcı örneğe, Neslişah Sultan’ın birkaç gün önceki cenazesine katılan binlerce insanın görüntüsünü eklediğinizde bu sevgi ve saygının giderek arttığını görmek zor değil.
Bazılarının bastırılanın geri dönüşü dedikleri bu olsa gerek. Osmanlı, hanedanın kendisinden halkın arasına transfer oldu. Hanedanın asırlardır bir ayrıcalığı olan çok minareli camilerin her mahallede karşımıza çıkması boşuna mıdır sanıyorsunuz?

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz