03/02/2013

Önceliğimiz Allah Olmazsa...


      Çoğumuz için Allah -en azından söylemsel olarak- en önemli varlıktır. Bize hayatınızdaki en önemli varlıkları sıralayın denilse kuşkusuz çoğumuz Allah’ı ön sıralara koyarız. Oysa Allah gerçekten de hayatımızın en önemli varlığı mıdır sorusuna eylemlerimizle cevap verdiğimizde ortaya bambaşka bir tablo çıkar. Eşimiz, çocuğumuz, işimiz, hatta futbol takımımız bile Allah’tan daha çok yer tutar hayatımızda.
Örnek sıkıntısı çekmeyeceğimi biliyorum. Örneğin twitter isimli sitede “Allah” isminin trend olduğunu gördünüz mü? Oysa futbol takımları, onların başkanları, futbolcu isimleri her an o listede yer alır. Peki hangimiz bir müslüman olarak tepkimizi eyleme katılarak belirtiyoruz? Futbol taraftarlığından daha mı az kıymetlidir müslüman kimliğimiz? Elbette sözde değil. Ama ayırdığımız vakte, harcadığımız enerjiye, bizi mutlu/mutsuz etme potansiyeline bakarsak futbol bizim için Allah’tan daha değerlidir. Bunu itiraf edelim. Utanarak haykıralım ki bir topu nasıl gereğinden fazla önemsediğimizi görelim.
Elbette Allah’a tercih edilen tek kavram futbol değil. Allah’ın rızasının yerine insanların beğenisini, Allah’ın hoşnutluğunun vereceği haz yerine dünyevi hazları seçtiğimiz oluyor. İşin acı yanı bu durumu kanıksamış olmamız. İnşallah Ramazan yeni bir başlangıç olur ve öncelikler listemizle tutarlı bir hayat yaşamaya başlarız..Önceliğimizin Allah olması dileklerimle...

Çocuklar Sevgi Ortamında Eğitilmelidir




Avrupa ziyaretlerimde dikkatimi çeken bir husus olmuştu. Anneler, iki-dört yaşlardaki çocuklar ile sokakta ve parkta çokça ilgileniyor, onların eğitilmesine özen gösteriyorlardı. Birinde, iki üç yaşındaki bir çocuk elinde bulunan bir kağıdı yere düşürmüştü. Annesi bunu fark edince, yürümedi, bekledi. Çocuk bir süre annesine bakındı, bekleyişinin sebebinin düşürdüğü kağıt parçası olduğunu anlayarak, onu aldı ve ancak, anne ondan sonra yürüyüşüne devam etti. Sabırla, çocuğun kendi kendine, yaptığı işin yanlış olduğunu anlamasını bekleyen anne, böylece çocuğunun yanlışlıklarını düzeltmiş oluyordu. Zaman zaman kendi kendime sorarım. Acaba bizim toplumumuzda çocukların eğitimine yeterince özen gösteriyor muyuz diye. Kuşkusuz günümüzde ilerleyen araştırmalar, çocukların daha ana karnından başlayarak eğitilebileceklerini ortaya koymaktadır. Gerçi bizim kültürümüzde bunun uygulamaları görülmekteydi. Büyükannelerimizin, çocuklarını emzirirken çok dikkatli davrandıklarını, hatta mümkün olduğu ölçüde abdestli olmaya, ya da gusül yapması gereken bir durumu varsa manevî temizlenmeye dikkat ettikleri anlatılırdı. Böylece, en azından emzirme sırasında dikkatli ve uyanık olmak gerektiğine işaret edilmiş oluyor. Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın yetiştirilmeleri için ne kadar çalışıp çabaladığımız bilinmektedir. Hele okul çağlarına gelince onların en iyi okullarda okumalarına özen gösteririz. Günümüzde bu konuda anne babaların çocuklarının yetişmesinde ne kadar titizlik gösterdiklerine şahit oluyoruz. Özel okullar ile dershanelerde eğitim-öğretimlerini yapabilmeleri için ellerinden gelen gayreti gösteren anne babaların, çocuklarının manevî-ahlâk eğitimlerine de özen göstermeleri gerektiğini hatırlatmaya gerek yoktur. Çocuklarımızın daha küçük yaştan itibaren eğitilebilmeleri için onların muhtaç oldukları sevgiyi onlardan esirgememeliyiz. Sevgi ortamında büyümeyen çocukların ileri yaşlarda psikolojik sorunlara düştükleri, psikologlar tarafından da ifade edilmektedir. Onun için çocuklarımıza göstereceğimiz sevgi, onların geleceğinin daha sağlıklı olmasına yardım edecektir.
 Peygamberimiz çocukları severdi ve çocukları sevmeyi de teşvik ederdi. Torunları ile yeri geldikçe oynar, onların yaramazlıklarını hoş karşılardı. Ama, ahlâka ve topluma aykırı bir davranışlarını görünce de onları uyarmadan edemezdi. Bir gün torunu Hz. Hasan, sadaka olarak gelmiş olan hurmalardan bir tanesini alıp ağzına koymuştu. Allah'ın Elçisi, hemen müdahale ederek; ''Onu at ağzından. Biz Ehl-i Beyt'in sadaka malı yemediğini bilmiyor musun?'' diye ikaz ederek, torununun helâl yeme konusunda titiz davranması yolunda onu uyarmış oluyordu. Bilindiği gibi Ehli Beyt, Peygamberimizin ailesidir. En yakın aile fertleri, başta eşleri, evlatları, torunları ve kendisine çok yakın olan dostları bu çerçevede kabul edilir. Bu kimseler bir bakıma Hz. Peygamberin terbiyesi altında bulunurlar. İşte peygamberimizin torunu Hz. Hasan'ın davranışına müdahalesi de bunu göstermektedir. Bir başka hadis-i şeriften de, yine Peygamberimizin çocukların eğitimine dikkat ettiğini gösteren bir örnek verelim. Hz. Peygamberin üvey oğlu Ömer b. Ebu Seleme şöyle bir olayı anlatıyor: Ben, Peygamber aleyhisselam'ın terbiyesinde bulunan bir çocuktum. Yemek yerken elim yemek kabının (yani tabağın) her tarafına uzanıyordu. Allah Resulü bana: ''Yavrum, Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye'' diye uyarıda bulundu. Ben de bundan sonra bu tarzda yemeye dikkat ettim. Çocuk eğitiminde, ölçüyü kaçırmadan sevgi ve hoşgörü gösterilebilir. Ancak, aşırı sevgi ve hoşgörünün çocukların şımarmalarına sebep olabileceği de göz ardı edilmemelidir. O yüzden çocuklarının iyi bir eğitim alabilmeleri için anne babalarına büyük sorumluluk düştüğünü unutmamak lazımdır. Geleceğimizi kendilerine emanet ettiğimiz çocuklarımızın helâli-haramı bilerek yetişmeleri için üzerimize düşeni yapmalı ve bunun bütün toplumumuza yaygınlaştırmalıyız



                                      Prof. Dr. Mehmet Şeker Dokuz Eylül Üniv. İlâhiyat Fakültesi

Kötülükler Karşısında Utanma Duygusu



    Yaratılmışların en değerlisi olan insan (İsrâ, 70), boş yere yaratılmadığı gibi (Müminûn, 115) başı boş da bırakılmamıştır. (Kıyâme, 36) Allah’ı tanıma, O’na îman ve ibadet etme; kendisine, âilesine, insanlara, canlılara ve çevreye karşı sorumlu olma; sahip olduğu nimetlere şükretme; kötülük ve haramlardan uzak durma gibi bir takım görevlerle sorumlu tutulmuştur. Bu görevleri yerine getirebilmesi için kendisine akıl verilmiş, peygamber ve kutsal kitaplarla rehberlik edilmiştir. Buna mukabil, kötülükleri emreden nefsi ile (Yusuf, 52), insanlara düşman olan (Bakara, 208), onlara çirkin söz, fiil ve davranışları, haram ve yasakları emreden (Nûr, 21) şeytan ile; hayır, şer, iyilik, kötülük, mal-mülk, evlat ve çeşitli musîbetlerle imtihana tabi tutulmuştur (Bakara, 155, A’raf, 168, Enbiya, 35, Al-i İmrân, 186).

Okuma, yazma, öğrenme, anlama, anlatma ve benzeri yeteneklerle donatılan; dîn, utanma, sevme, kızma, korkma, acıma ve benzeri duygularla yüklü olan insanın, iyilik ve kötülükler, sevap ve günah ameller karşısında tavrı iradesine bırakılmakla birlikte; iyilik ve sevap olan amelleri yapması; kötülüklerden ve günah olan amellerden sakınması emredilmiştir.

İnsan; sağ duyusu, Allah inancı, dîn ve hayâ duygusu ile kötülükleri emreden nefsi ve şeytanın kötü telkinleri arasında mücadele halindedir. Allah inancı sağlam olan ve hayâ duygusunu yitirmeyen insan, iyilik ve güzelliklere yönelir, kötülük ve haramlardan uzak durur. Allah inancı zayıf, hayâ duygusu zedelenmiş, nefsine ve şeytana yenik düşmüş insan ise kötülük ve haramlara dalar ve şeytanın oyuncağı haline gelir. Bu tür insanlardan bazısı Allah’tan da insanlardan da utanmaz ve sakınmaz, kötülükleri ve günah fiilleri açıkça işler, bazıları ise insanlardan gizlenmeye çalışır ama Allah hiç aklına gelmez, O’ndan korkmaz ve utanmaz. Allah’ın bütün yaptıklarını bildiğini ve gördüğünü, bütün söylediklerini işittiğini aklının ucundan bile geçirmez. İşte Allah, bu tür insanları Kur’an’da kınamaktadır.

Yazımızda bu konuyu anlatan bir âyeti tahlil etmeye çalışacağız. Bu âyet, “Günahkârlar, insanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar. Halbuki Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir. Allah onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır.” anlamındaki Nisa sûresinin 108. âyetidir.

ÂYETİN ETİMOLOJİK TAHLİLİ

Âyette dört cümle vardır:

1. Günahkârlar, insanlardan gizleniyorlar.

2. Allah’tan gizlenmiyorlar.

3. Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir.

4. Allah, onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır.

Ayette geçen "yestehfûne" cümlesi, gizleniyorlar; "lâ yestahfûne" cümlesi, gizlenmiyorlar; "yübeyyitûne" cümlesi, bir şeyi geceleyin kurguluyor, planlıyor ve söylüyorlar demektir.(1) Bu üç fiilin öznesi bir önceki âyette geçen ve "çok hâin, çok günahkâr ve nefislerine hainlik edenler" diye nitelenen günahkâr insanlardır.

"Halbuki Allah onlarla beraberdir" cümlesindeki "Allah’ın beraberliği" mekan itibariyle değildir. Çünkü Allah, zaman ve mekandan münezzeh olduğu gibi mekanı ve zamanı yaratan da Allah’tır. Allah’ın onlarla beraber olması, onların yaptıklarını görmesi, bilmesi ve söylediklerini duyması anlamındadır.(2)

Üçüncü cümledeki "iz" vakit anlamında zaman edatıdır. "Allah’ın razı olmadığı sözleri" anlamındaki "mâ lâ yerdâ mine’l-kavli" cümlesi, "yübeyyitûne" fiilinin mefulüdür (tümleç).

Dördüncü cümledeki "amellerini" anlamındaki "bi mâ lâ ya’lemûne" ifadesinde geçen "amel"; niyete ve iradeye bağlı ve bilinçli olarak yapılan eylem, fiil demektir.(3) Aynı cümlede geçen ve Allah’ın güzel isimlerinden biri olan "muhît"; sözlükte kuşatan, bir işi bütün yönleriyle bilen, men eden ve helâk eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak muhît kelimesi; O’nun ilminin ve gücünün, her şeyi kuşattığını, O’ndan kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını, hiçbir şeyin O’ndan gizli kalmadığını ve O’nun gafil ve aciz olmadığını ifade eder.

ÂYETİN ANLAM VE YORUMU

Yüce Allah, bu âyette yerdiği ve kınadığı insanların hangi özelliğe sahip kişiler olduğunu aynı surenin 105, 107 ve 109-114. âyetlerinde bildirmektedir:

“… (Ey Peygamberim!) Hâinlerin savunucusu olma.”


“Allah’tan (ümmetinin günahkârları için)(4) mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

“Kendilerine hâinlik edenleri savunma. Çünkü Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.”

“Kim bir kötülük yaparsa, yahut kendisine zulmeder de sonra Allah’tan bağış dilerse Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.”

“Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

“Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.”

Ayetlerde 10 nitelik zikredilmektedir:


a) Hâinler (hâinîn)
b) Nefislerine hainlik edenler (ellezîne yahtânûne enfüsehüm)
c) Çok hainlik eden (havvân)
d) Çok günah işleyen (esîm)
e) Kötülük yapan (men ya’mel sûen)
f) Nefsine zulmeden (ev yazlim nefsehû)
g) Hata işleyen (ve men yeksib hatîeten)
h) Günah işleyen(ve men yeksib … ismen)
i) İftira eden (yermi bihî berîen)
j) İnsanları saptırmaya ve şaşırtamaya çalışanlar.

Yüce Allah, bu niteliklere sahip olan insanları sevmediğini bildirmektedir. Allah’ın bir kimseyi sevmemesi, ondan razı olmaması demektir.(5)

Nefislerine ve başkalarına ihanet edenler ve çok günah işleyenler kimlerdir? Bunlar, hangi günahları işlediler de bu duruma düştüler? Müfessirlerin beyanlarına göre Benî Zafer kabîlesinden Tu’me b. Ubeyrik, komşusu Katâde b. Nu’man’ın (ö. 23/644) un dolu dağarcığı ile zırhını bir gece çalar. Zeyd b. Semin adındaki bir Yahûdi’ye götürür ve ona emanet bırakır. Dağarcığı götürürken, dağarcıktaki bir yırtıktan yola un dökülür.

Un dağarcığı ve zırhı çalınan Katâ’de, önce komşusu Tu’me’den şüphelenir. Tu’me’ye dağarcığını sorar. Tu’me, dağarcığı görmediğine ve nerede olduğunu bilmediğine yemin eder. Katâde, Tu’me’nin evini arar, fakat bulamaz Bunun üzerine un döküntüsünün izini takip eder. Nihayet Yahûdî’nin evinde dağarcığını ve zırhını bulur. Yahûdî, Tu’me’nin emanet bıraktığını söyler ve tanıklarıyla bunu ispat eder. Zırhı Tu’me’nin çaldığı ortaya çıkar. Olay, Hz. Peygambere intikal eder ve dava konusu olur. Tu’me’nin kabîlesi geceleyin toplanır, "Hz. Peygambere gidelim, hırsızlık suçunu Yahûdi’ye isnat edelim, Tu’me de yemin etsin. Peygamber, Tu’me’nin yeminini kabul eder, çünkü Tu’me Müslüman’dır, Yahûdî’nin sözünü dinlemez. Çünkü o Müslüman değildir" derler. Hz. Peygambere giderler ve ona "zırhın çalındığından Tu’me’nin haberinin olmadığını, Tu’me’nin suçsuz olduğunu, zırhı Yahudi’nin çaldığını, eğer Tu’me’nin aleyhine hükmedilirse itibarının kaybolacağını, zırh Yahûdî’nin evinde bulunduğu için onunla mücadele etmesi gerektiğini" söylerler. Hz. Peygamber de Tu’me’nin yeminine ve kabilesinin şahadetine binaen onu savunmak ister, bunun üzerine Nisâ sûresinin 105-114. âyetleri iner.(6)

Bu olay üzerine yüce Allah. 113. âyette, "(Ey peygamberim!) Eğer Allah’ın sana lütfu ve merhameti olmasaydı onlardan bir grup seni şaşırtmak istemişti. Halbuki onlar ancak kendilerini saptırır/şaşırtırlar, sana hiç bir zarar veremezler. Allah sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” buyurmuştur. Allah, Hz. Peygamber’den adaletle hükmetmesini, bu tür davranışta bulunan hainleri savunmamasını istemiş ve Hz. Peygambere; "(Ey Peygamberim!) Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın, hainlerin savunucusu olma" ve "nefislerine hainlik edenleri savunma" talimatını vermiş (Nisa, 105, 107) ve "(ey hainleri savunanlar!) İşte siz (kendilerini aldatan, nefislerine zulmeden) öyle kimselersiniz ki, dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak? Yahut kim onlara vekil olacak?" buyurmuştur (Nisâ, 109).

Tu’me üç suçu birden işlemiştir:

a) Hırsızlık yapmak,

b) Hırsızlık yapmadım diye yalan söylemek ve yalan yere yemin etmek,

c) Bu suçunu bir başkasının üzerine atmak, iftira etmek.

Tu’me’nin kabîlesi Benî Zafer de beş suç işlemiştir:

a) Tu’me’nin hırsızlık yaptığını bildikleri halde hırsızlık yapmadı diye yalan söylemek,

b) Yahûdî Zeyd b. Semin’in suçlu olmadığını bildikleri halde hırsızlık yaptı diye iftira etmek,

c) Tu’me lehine yalancı şahitlik yapmak,

d) Haksız yere suçluyu korumak ve kabile taassubunda bulunmak,

e) İki davalı arasında hüküm verme konumunda olan Hz. Peygamberi yanıltmaya çalışmak.

Yüce Allah, Tu’me ve kabilesinin işlediği bu suçlara; "nefse ve başkasına ihanet", "sû", "nefse zulüm", "ism", "hatîe" ve "bühtân" demektedir. (Nisa, 105, 107, 110-112)

İnsanın suç olan bir fiili işlemesi, böylece kendisini cezaya maruz bırakması ve ilâhî emanet olan nefsini aldatması "nefse ihanet" "zulüm" ve "ism" olduğu gibi, kendi işlediği suçunu başkasına isnat etmesi de "ihanet", "zulüm", "bühtân" ve "ism"dir.

107. âyette geçen "havvân" kelimesi, pek hâin, hainlikten çekinmeyen, hainliği itiyat haline getiren; "esîm" kelimesi ise pek günahkâr, günah işlemekten çekinmeyen, günah işlemeyi itiyat haline getiren kimse demektir.

111, 112 ve 113. âyetlerde geçen "ism ve 112. âyette geçen "hatîe" kelimesi, günah anlamına gelmekle birlikte "hatîe" küçük günah, "ism" büyük günah veya "hatîe" zararı kendisi ile sınırlı olan günah, "ism" ise zararı hem kendisine hem de başkasına dokunan günah veya "hatîe" kasıtlı veya kasıtsız olsun yapılması layık olmayan günah, "ism" kasıtlı yapılan günah anlamına gelebilir.

113. âyette geçen "bühtân" kelimesi, bir insana işlemediği suçu isnat etmek, iftira etmek; 110. âyette geçen "sû" kelimesi ise bir başkasına kötülük etmek demektir.(7)

Tu’me, hırsızlık ederek kendisini cezaya maruz bıraktığı için nefsine ihanet ve zulüm, bu suçunu bir başkasının üzerine attığı için kötülük (sû) etmekle nitelenmiştir. Tu’me, işlediği günahına pişman olup tövbe edeceği yerde Mekke’ye kaçmış ve irtidat etmiştir. Mekke’de hırsızlık için birinin duvarını delerken duvar üzerine yıkılmış ve ölmüştür.(8)

Tu’me’nin kabilesi, gerçeği ortaya koyup doğruyu söylemeleri ve âdil şahitlik etmeleri gerektiği halde yalana tevessül etmişler, Tu’me’nin işlediği suçu insanlardan gizlemeye çalışmışlar ve suçluyu kurtarmak için Allah’ın razı olmayacağı yalan ve hileli sözleri kurgulamışlardır. Ayette "insanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar" cümlesi ile ifade edilen "gizlenme olayı", yapılan hırsızlık suçu ve bu suçun örtbas edilmeye ve suçsuz bir insanın üzerine atılmaya çalışılması konusudur. Hırsızlık ve benzeri suçları insanlardan gizlemek mümkün ama Allah’tan gizlemek mümkün değildir. İnsanlardan gizlenmekten maksat da onlardan utanmaktır. Çünkü insanlardan utanan kimse suçunu onlardan gizlemeye çalışır.(9) Halbuki asıl Allah’tan utanılması gerekir. Çünkü Allah, onların gece ve gündüz, gizli veya âşikâr bütün yaptıklarını, bilmekte ve görmektedir. “Halbuki Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir” cümlesindeki "geceleyin kurgulanan ve Allah’ın razı olmadığı bildirilen söz", Tu’me’nin kabîlesinin, hırsızlık suçunu, suçsuz olan Yahûdî’nin üzerine atma planlarıdır.

"İnsanlardan gizleniyorlar/ utanıyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar / utanmıyorlar" cümlesi; insanlardaki fıtrî hayâ ve dînî hayânın varlığına işaret etmektedir. "Fıtrî hayâ"; her insanda doğuştan var olan utanma duygusudur. Bu duygu, kişiyi toplumun ayıp ve suç saydığı, yadırgadığı ve hoş görmediği söz, eylem ve davranışları açıkça sergilemekten alıkoyar. A’raf suresinin 26. âyetinde geçen "takva elbisesi daha hayırlıdır" cümlesi de bu hayâyı ifade etmektedir. Bu hayâ, alınan eğitime, kültür, gelenek ve yaşanan ortama göre gelişebileceği gibi dejenere de olabilir. "Dînî hayâ" ise îman ile kazanılan bir erdemdir. Peygamberimizin "Hayâ îmandan bir şu’bedir"(10) sözünde ifade edilen hayâ bu tür bir hayâdır. Mümin, Allah’ın her yerde bütün yaptıklarını bildiğine, gördüğüne ve bütün sözlerini işittiğine, söylediklerinin ve yaptıklarının yazıldığına, âhirette bunlardan hesaba çekileceğine, neticede iman, inkar, itaat ve isyanına göre cennet veya cehenneme gideceğine inanır. Bu inancı kendisini kötülüklerden alıkoyar. Bu davranış, dînî hayânın sonucudur. Bu sebeple olmalı ki Peygamberimiz (a.s.), "hayâ" üzerinde çok durmuş ve "Hayânın hepsi hayırdır"(11), "Hayâ ancak hayır getirir"(12) , "Her dînin bir ahlâkı vardır. İslam’ın ahlâkı da hayâdır"(13) , "Hayâ imandandır. İman (sahibi) ise cennete gidecektir. Çirkin söz; cahillik, kabalık ve hayasızlıktan (cefâ) kaynaklanır. Bu davranışın cezası ise cehennemdir"(14), "Utanmazsan istediğini yap, sözü insanların ilk peygamberden itibaren işittiği sözlerdendir"(15) ve "Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Bunlar; hayâ, güzel koku sürünme, dişleri temizleme ve evlenmedir."(16) buyurmuştur.

Kişinin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi hayâ sonucudur. İnsan, Allah’tan ve insanlardan hayâ eder. Hayâ; akıl, duygu, düşünce, muhâkeme, iffet ve edep sahibi olmanın ürünüdür. Aksi davranış "hevâ"ya uymaktır. "Hevâ", insanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını, akıl ve imana uygun davranmasını önleyen nefsânî arzulara denir. Nefsânî arzularına uyan insan, her türlü kötülüğü yapabilir. Allah, bu tür kimseleri hevâsını tanrı edinmekle suçlamaktadır (Câsiye, 23). Hayâ sahibi insan ise hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde bile haram ve kötülük yapamaz. Ayette geçen "Allah onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır" cümlesi de bu hayâ duygusuna yöneliktir ve âyet, hiç kimse görmese bile Allah’ın gördüğü ve O’ndan hayâ edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

ÂYETİN İÇERDİĞİ HÜKÜMLER

Ayet on hüküm içermektedir.

1. Davalı ve Davacı Arasında Adaletle Hükmedilmelidir

“(Ey Peygamberim!) Biz sana kitabı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hüküm veresin” cümlesi bunu ifade etmektedir. “Allah’ın sana gösterdiği” ifadesi; “Allah’ın öğrettiği, vahiy(17) ve ilham ettiği”(18) bilgilerdir. “Allah (...) insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisâ, 58), “Allah adaleti emreder…” (Nahl, 90), "… Ve aranızda adaletli olmakla emredildim.” (Şura, 15) âyetleri de hükümlerde âdil olunmasını, taraf tutulmamasını öngörmektedir. Adalette ölçü Kur’an’dır.

2. Hâinler, Suçlular Savunulmamalıdır

“…(Ey Peygamberim!) Hâinlerin savunucusu olma” ve “Nefislerine hainlik edenleri savunma” cümleleri bunu ifade etmektedir. Bu âyetler; insan öldürmek, hırsızlık yapmak, iftira etmek gibi bir insanın suç işlediği ortaya çıktıktan sonra, onun suçunu örtbas etmek için, ceza almaktan kurtarmak için onu savunmayı, zalime taraftar olup mazluma düşman olmayı yasaklamaktadır. Suçlu, kişinin soydaşı, arkadaşı ve en yakını bile olsa hüküm aynıdır. Allah, hırsızlık yapan Tu’me’yi ceza almaktan kurtarmak için savunanları kınamaktadır. Suçlu, yalan ve hilelerle dünyada kurtulsa bile tövbe etmez ve Allah da affetmezse cezasını âhirette çeker, orada onu kimse savunamaz.

3. Peygamber de Olsa Gaybı Kimse Bilemez

Tu’me’nin yaptığı hırsızlık olayını, kavmi gizliyor ve Hz. Peygambere, Tu’me’nin hırsızlık yapmadığını, zırhı Zeyd adındaki Yahudi’nin çaldığını, bu itibarla Tu’me’yi savunması gerektiğini söylüyor. Hz. Peygamber de bunların şahadetine binaen Tu’me’yi savunmayı düşünüyor.(19) Yüce Allah, kendisini ikaz ediyor ve “Allah’tan bağışlama dile.” buyuruyor. Eğer Peygamber gaybı kendiliğinden bilebilseydi, Beni Zafer kabilesinin insanlarına ayet gelmeden önce Tu’me’nin hırsızlık yaptığını söylerdi. Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak Allah peygamberine bildirebilir. "O Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği peygamberlere bildirebilir.” (Cin, 26-27) âyeti bunun delilidir.

4. Hiçbir Kimse Allah’tan Herhangi bir şeyi gizleyemez

Allah, insanlar nerede ne yaparlarsa yapsınlar bilir, onları görür, söylediklerini duyar. Nisa suresinin 108. âyeti bunu ifade etmektedir.

5. Günah İşleyen Kimse Günahına Hemen Tövbe Etmelidir

110-112. ayetlerde kötülük işleyen veya nefsine zulmeden veya günah işleyen kimse veya iftira eden kimsenin günahlarına tövbe etmesi halinde Allah’ın affedeceği bildirilmektedir. Günah işleyen kimse her halükârda kendine zarar vermiş olur. Günah ile kişi insana, topluma ve çevreye zarar verilebilir ancak Allah’a zarar vermesi mümkün değildir. Başkalarına zarar veren insan, bunun zararını ve cezasını dünyada görmese bile âhirette görür. Ancak halini ıslah eder, yaptığına pişman olur ve tövbe ederse Allah kulunu affeder. Kul hakkı varsa, suçlu, hak sahibine hakkını ödemesi veya ondan helallik dilemesi gerekir.

6. İnsanlar Suça Teşvik Edilmemelidir

Suç ve yasak fiilleri işlemek günah olduğu gibi, bir insanı suç ve yasak bir fiili işleyemeye teşvik etmek de suç ve günahtır. “İyilik ve takva üzerine yardımlaşın ama günah ve düşmanlık üzeren yardımlaşmayın.” (Maide, 2) âyeti de bu gerçeği ifade etmektedir.

7. İnsanlar Yalan Ve Yanlış Bilgi İle Yanıltmamalı, Yalancı Şahitlik Yapılmamalı, Gerçekler Gizlenmemelidir

İslâm, yalan söylemeyi haram kıldığı gibi, doğruyu gizlemeyi de haram kılmıştır:


“… Şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.” (Bakara, 283)

“Ey Müminler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” (Ahzâb, 70)

“…Yalan sözden kaçının” (Hac, 30),

“Size doğru sözlü olmayı tavsiye ederim. Çünkü doğruluk iyiliğe iyilik de cennete götürür...”(20),

“Yalandan sakının. Yalanın ciddisi de şakası da iyi değildir...”(21) meâlindeki âyet ve hadisler doğru sözlü olmanın ve yalan sözden kaçınmanın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Yalan söylemek münafıkların işi (Münâfikûn, 1) ve nifâk alametidir.(22)

8. Yalancı Şahitlik Yapılmamalıdır

"Yalancı şahitlik"; bir kimsenin herhangi bir konuda bilmediği, görmediği, duymadığı halde bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu söylemesidir. Yalancı şahitlik, büyük günahlardan biridir.

“Kim şahitlik edecek durumda olmadığı halde bir müslümanın aleyhine şahitlik ederse cehennemdeki yerine hazırlansın”(23) hadisleri bunun delilidir. Yüce Allah: “Şahitliği dosdoğru yapın…” (Talak, 2), “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun, şahitlik ettikleriniz zengin veya fakir de olsalar adaletten ayrılmayın...” (Nisa, 135) buyurmuş, cennetliklerin özellikleri arasında yalancı şahitlik etmeyenleri de saymıştır. (Furkan, 72)

Sahabeden Ebu Berke şöyle anlatıyor: Allah’ın Resûlü (a.s.),

- "Büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? dedi. Biz de,

- "Evet ey Allah’ın Resûlü!" dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.)

- "Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya isyan etmektir" dedi. Yaslanıyordu, doğruldu ve

- "Yalan söz ve yalancı şahitlik (de en büyük günahlardandır)" buyurdu. Ebu Berke,

- “Hz. Peygamber, bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben herhalde susmayacak diye düşündüm” demiştir.(24)

Hakim, delil ve şahitlerin verdiği bilgileri esas alır ve topladığı bilgi ve belgelere göre hüküm verir. Şahitler, hakimi yalan ve yanlış bilgi ile yanıltırlarsa vebali onlara ait olur.

9. Kimseye İşlemediği Bir Suç İsnat Edilmemelidir

Dinimizde bu suça iftira denilmektedir. "İftirâ"; bir insanın söylemediği sözü söyledi, yapmadığı şeyi yaptı demektir. İftira, büyük günahlardan biridir. "O namuslu, bir şeyden habersiz mü’min kadınlara zina suçu isnat edenler dünyada da âhirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır." (Nûr, 23) âyeti ve “İftira eden kimse ziyana uğramıştır.” hadisi, bunun delilidir.(25) İftira eden kimse, iftira ettiği insanın kişilik haklarına saldırmış ve kul hakkı yüklenmiş olur.

10. Suç ve Günah İşlemek İçin Çete Kurmak, Gizli Toplantılar Yapmak Yasaktır

Tu’me’nin hırsızlık yapması, kabilesinin onun suçunu gizlemeye çalışması ve Tu’me’nin suçunu Zeyd adında bir Yahudi’ye isnat etmeleri konusunda geceleyin toplanıp gizlice karar almaları ile ilgili olarak; “Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenler hariç, onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur...” (Nisa, 114) buyurmuştur.

Bu âyette; sadaka vermek, iyilik yapmak, barışı sağlamak ve dargınları barıştırmak amacıyla yapılan gizli konuşma ve toplantıların iyi ve hayırlı olduğunu, bunun dışında fert ve topluma herhangi bir şekilde zararı olacak söz, eylem ve faaliyetlerin doğru ve hayırlı olmadığını ifade etmektedir.

Anlaşılan o ki İslâm, fert ve toplumun zararına olan hiçbir söz, eylem ve davranışı hoş karşılamamaktadır. İslâm’da dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma ve barış esastır. Bunları ihlal edecek her şey kötülüktür.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

İyilik ve kötülük yapabilecek özellikte yaratılan, hayâ ve dîn duygusu, akıl ve sağduyu ile mücehhez kılınan; nefis ve şeytanın düşmanlığı ile muhatap olan insan; dünyada imtihan halinde olması hasebiyle inanç, söz, fiil ve davranışlarında özgür bırakılmış olmakla birlikte, peygamber ve kitaplar vasıtasıyla iyi, güzel, doğru ve yararlı olan şeyleri yapmaya teşvik edilmiş; kötü, çirkin, yanlış ve zararlı olan şeyleri yapmaktan ise sakındırılmıştır.

Aklına ve sağ duyusuna uyup Peygamber ve Kur’an’ı kendine örnek ve rehber edinen insan iyi, doğru ve yararlı şeylere yönelir, Allah inancı ve hayâ duygusu kendisini kötü, yanlış ve zararlı şeyleri yapmaktan uzak tutar. Allah ve Peygamber’in emir ve yasaklarına itibar etmeyen, aklının ve sağduyusunun sesine kulak vermeyen insan, her türlü kötülüğü yapabilir. Allah’tan utanmaz ve korkmaz. “İnsanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar.” âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. Bu âyet, Katade adındaki komşusunun zırhını çalan, sonra da bu suçunu Zeyd adında bir Yahudi’nin üzerine atan Tu’me adlı kişi ile, bu kişinin suçunu örtmek için Hz. Peygamber’e yalan söyleyen ve yalancı şahitlik yapan Beni Zafer kabilesi ile ilgilidir.Yüce Allah, insanlardan utanıp da Allah’tan utanmayan bu kimseleri kınamaktadır.

Hırsızlık yapılması, bu suçun gizlenmeye çalışılması ve suçun, suçsuz bir insana isnat edilmesi Nisa Suresi’nin 105-114. âyetlerinde anlatılmakta ve bu suçlar; hâinlik, zulüm, kötülük, hatîe, günah, iftira ve insanları haktan, doğruluktan saptırma olarak ifade edilmektedir.

Âyetlerde; davalı ve davacı arasında adaletle hüküm verilmesi, taraf tutulmaması, suçluların savunulmaması, suçun örtbas edilmemesi, insanların suç işlemeye teşvik edilmemesi, yalan ve yalancı şahitlik ile hakim ve yöneticilerin yanıltılmaması, gerçeklerin gizlenmemesi, kimseye iftira edilmemesi, suç işlemek için çete kurulmaması, günah işlemek için bir araya gelinmemesi, günah işleyen kimsenin günahına hemen tövbe etmesi emredilmekte, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği, dünyada suçluları savunan olsa bile âhirette kimsenin savunamayacağı, Allah’tan her hangi bir şeyi gizlemenin mümkün olmadığı, Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığı bildirilmektedir.

1- Hazin, Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meânî’t-Tenzîl, II, 162, Beyrut, tarihsiz. (Mecmûatün Mine’t-Tefâsîr)
2- Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân, V, 378, Beyrut, 1967.
3- İbn Manzur, Lisanü'1-Arap, XI, 475, Beyrut, 1956.
4- Kurtubî, V, 378.
5- Kurtubî, V, 378.
6- Taberî, Abdullah b. Cerîr, Câmi’u’l-Beyân An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, IV, 5/265-268, Beyrut, 1998; 15 cilt, 30 cüz. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, III, 1458.
7- Yazır, III, 1037.
8- Taberî, IV, 5/268; Yazır, III, 1037.
9- Beydâvî, Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, II, 162, (Mecmûatün Mine’t-tefâsîr), Beyrut, tarihsiz.
10- Müslim, İman, 57, Buhârî, İman, 16.
11-Müslim, İman, 61, I, 64; Ahmed, V, 426, 427.
12- Müslim, İman, 60. I, 64; Buhârî, Edeb, 77.
13- İbn Mâce, Zühd, 17.
14- İbn Mâce. Zühd, 17.
15- Buhârî, Edeb, 28; Ebû Davud, Edeb, 6.
16- Tirmizî, Nikah, 1.
17- Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, II, 160, Beyrut, t.y.
18- Nesefî, Ebû’l-Berekâk Medâriku’t-Tenzîn ve Hakâiku’t-Te’vîl, II, 160, Beyrut, t.y.
19- Mehmet Vehbi, Hülâsatu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, III, 1037, Üçdal Neşriyat, İst. 1. baskı.
20- Ebû Dâvûd, Edeb, 88, No. 4989, V, 264.
21- İbn Mâce, Mukaddime, No. 46. I, 18.
22- Müslim, İman, 107, I, 78.
23- Ahmed, II, 509.
24- Buhârî, Edeb, 6, V, 71.
25- Ahmed, I, 91.

Allah'ın En Muhteşem Yaratığı İNSAN


      
           Kainatı ve kainatta olan her şeyi yaratan Allah Teâlâ'dır. Çünkü O'ndan başka yaratıcı yoktur. Allah Teala'nın yaratıkları içerisinde en üstün olanı insandır. Kur'an-ı Kerim'de insanla ilgili olarak şöyle buyuruluyor
"Andolsun ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık."(1);
"Biz gerçekten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları çeşitli nakil araçları ile karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları yaratıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık."(2)
Birinci ayet-i kerime; insanın gerek fizik ve gerekse ruh yönünden en güzel bir biçimde yaratıldığını İfade etmektedir. İkinci ayet-i kerimede ise Allah Teâlâ'nın insanoğluna lutfettiği özelliklerden bir kısmı bildirilmekte ve diğer yaratıklar arasında özel yerine işaret edilmektedir.
İnsanın, diğer yaratıkların bir çoğundan üstün olması sebebiyledir ki Allah Teâlâ onu yeryüzünde O'nun iradesini temsiI etme görevi ile görevlendirmiştir.(3) Yine bu sebebledir ki Allah Teâlâ evrende olan her şeyi onun için ona hizmet için yaratmış ve emrine vermiştir. 
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Görmediniz mi ki, Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki ne bir ilme, ne bir yol göstericiye, ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor."(4)
Allah Teâlâ, yaratıklarının bir çoğundan üstün kıldığı, başta akıl olmak üzere sayılamayacak nimetler verdiği insanın, O'nun katında büyük bir değeri vardır. İnsandan başka var olan her şeyi ona hizmet için yarattığı gibi, insanı da kendisini tanımak ve yalnız ona ibadet etmek İçin varetmiştir.
"Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım" (5) ayet-i kerimesi bu gerçeği ifade etmektedir.
Allah Teâlâ insanoğlunu, yanılmaması, O'ndan başkasına kulluk etme gibi bir hataya düşmemesi ve yeryüzünde karışıklık çıkarmaması için, ilk insan Hz. Adem'den itibaren son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)'ya gelinceye kadar kesin sayılarını ancak kendisinin bildiği pek çok peygamberi göndererek onu uyarmıştır. Bu peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleriyle hedeflenen hususlar; dini korumak, nefsi korumak, aklı korumak, nesli korumak ve malı korumak olarak özetlenmektedir. Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım.

1- Dini Korumak
Bir müslümanın, sahip olduğu değerlerin başında gelen dinini korumasından daha doğal hiçbir şey yoktur. Dini korumak demek, her şeyden önce dinin emir ve yasaklarını kişinin hayatına geçirmesi ve onları uygulaması demektir. Çünkü din ancak böyle korunur. Bir müslümanın sadece müslümanım demesi yeterli olmaz. Müslümanlığı kabul eden kimsenin dinî vecibelerini yerine getirmesi ve dininde yasaklanan hususlardan sakınması gerekir. İnsan ancak bu sayede dindar olduğunu anlar. Dini yükümlülüklerini yerine getirmeyen insanın din duygusu zamanla zayıflar ve Allah korusun bir gün tamamen körelir. İnsan için bundan daha büyük bir kayıp düşünülemez.

2- Nefsi Korumak
Mümin, nefsini her çeşit tehlikelerden korumakla yükümlüdür. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın."(5) Ayet-i kerime'nin işaret buyurduğu tehlikelerin başında dikkatsizliğimiz yüzünden sağlığımızın bozulması gelir. Kur'an-ı Kerim, uğradığımız her türlü rahatsızlığa kendimizin sebeb olduğumuzu bildirir. Buna göre sağlığımızı bozan hastalıkların sebebini de kendi dikkatsizliğimiz ve ihmalkârlığımızda aramamız gerekir.
Dinimiz insan sağlığına büyük önem vermiş, sağlığı bozacak davranışlardan kaçınmamızı emretmiştir. O kadar ki, Ramazan ayında hastalara, oruçlarını yemelerine ve iyileştiklerinde onu kaza etmelerine izin vermiştir. Bunun gibi, gusül ve abdestte su kullanmanın sağlığa zarar vermesi halinde teyemmüm ile yetinilmesini tavsiye etmiştir. İnsan kendi sağlığı gibi, aile fertlerinin hatta toplumun sağlığından da sorumludur. Nitekim Peygamberimizin, herhangi bir yerde bulaşıcı bir hastalık çıktığı zaman orada bulunanların dışarı çıkmamasını, dışarda olanların da oraya girmemelerini tavsiye etmesi, toplumun sağlığını koruma bakımından ne kadar önemlidir.(6)
Bir hadisi şerifte Peygamberimiz: "Kuvvetli (sağlıklı) olan mümin, (sağlık kurallarına uymadığı için) zayıf ve güçsüz düşen müminden Allah katında daha hayırlı ve daha sevimlidir."(7) buyurmuş ve sağlıklı olmanın önemini duyurmuştur. Sağlık nimeti, Allah'ın verdiği nimetlerin başında gelir. Sağlığı bozuk olan kimse, ne Allah'a karşı, ne ailesine karşı ve ne de topluma karşı görevlerini yerine getiremez. Bunun için Peygamberimiz sağlık nimetinin önemine işaret ederek şöyle buyuruyor:
"İki nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini bilmez, aldanır. Onlar, sağlık ve boş vakit nimetidir.''(8) Gerçekten bunlar, insanların çoğunun derin bir gafletle sürüp gideceğini sandığı, fakat günün birinde uçup gittiğini görerek aldandığını anlayacağı iki büyük nimettir.
Bir defasında Peygamberimiz minbere çıktı sonra ağladı ve şöyle buyurdu: "Allah'tan af ve afiyet dileyin. Çünkü imandan sonra hiçbir kişiye sağlıklı olmaktan daha hayırlı bir nimet verilmemiştir."(9) Evet, mümin, önce nefsini hastalıklardan koruyacak, sonra da Allah'ın dilediği zamana kadar yaşamasını sağlayacaktır. Buna hayat hakkı diyoruz. Yaşama hakkı Allah'ın verdigi bir haktır. Bu hakkı koruma görevi de müminin görevidir. Mümin, yaşama hakkını o derece koruyacaktır ki, bu uğurda ölmesi halinde şehadet mertebesine yükseIir. Nitekim, Peygamberimiz; "Kim ki hayatı uğrunda öldürülürse şehittir"(10) buyurmuştur.
Yaşama hakkı dokunulmaz haklardandır. Başkasını haksız yere öldürmek nasıl en büyük günahlardan ise, kişinin kendi hayatına son vermesi yani intihar etmesi de aynı şekilde en büyük günahlardandır. Nitekim Peygamberimiz: "Kim ki keskin bir aletle kendini öldürürse bu kimse cehennem ateşinde o aletle azap olunur"(11) buyurmuştur. Hatta müçtehit imamlardan Ebû Yusuf, kasden kendisini öldüren kimsenin cenaze namazının kılınmayacağını söylemiştir.(12)
Peygamberimizin bu konuda bir başka hadisi şerifi de şöyledir: "Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atıp öldürürse, cehennem ateşinde sonsuz ve devamlı olarak kendisini yüksekten bırakan (bir halde azap olunur). Bir kimse de zehir içerek canına kıyarsa, zehiri elinde içer bir halde sonsuz ve devamlı bir surette cehennem ateşinde (azap olunur). Her kim de kendisini bir demir parçası İle öldürürse o da bıçağı elinde karnına vurarak sonsuz ve devamlı bir şekilde cehennemde azap olunacaktır."(13)
Bunun için mümin karşılaştığı olaylara, sıkıntı ve üzüntülere sabredecek, bunları aşmak ve düştüğü bunalımdan kurtulmak için Allah'tan yardım ve genişlik dileyecek; kurtuluşu, korumakla görevli olduğu canına kıymada aramayacaktır. Görülüyor ki, mümin için intihar, düştüğü bunalımdan bir kurtuluş değil, aksine Allah'ın emrine karşı gelmekle kendisini azaba atmaktadır.

3- Aklı Korumak
Akıl, insanı diğer yaratıklardan ayıran bir özelliktir. Allah Teâlâ'nın insana verdiği bu özellik sayesinde insan, diğer canlılara hükmetmekte, pek çok icat ve keşiflerde bulunmaktadır. Bugünkü teknoloji aklın ürünüdür. Kainatı ve kainattaki yaratılış inceliklerine bakarak, onu yaratana ulaşma akıl ile mümkün olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her türlü canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde aklı olan (düşünebilen) bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) pek çok deliller vardır."(14) Bu ve benzeri ayet-i kerimelerde, Allah Teâlâ'nın insanoğluna verdiğini bildirdiği nimetleri anlayacak ve bu nimetleri verene teşekkür edilmesinin gerektiği yargısına varacak olan akıldır.
İmam Gazali, "İhya'u Ulûmi'd-Din" adlı meşhur eserinde Hz. Aişe'den şu rivayeti naklediyor. Hz. Aişe Peygamberimize;
- Ey Allah'ın Resulü, insanlar dünyada ne ile birbirine üstün olurlar? diye sordu. Peygamberimiz:
- Akıl ile, buyurdu. Hz. Aişe:
- Ahirette ne ile birbirine üstün olurlar? diye sordu. Peygamberimiz:
- Yine akıl ile, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe:
- Amelleriyle mükafatlandırılmayacaklar mı? diye sordu. Peygamberimiz:
- Aişe! İnsanlar akıllarından fazla bir şey yapabilirler mi? Allah Teâlâ'nın onlara verdiği akıl oranında amel ederler. Sonra amellerine göre de mukafatlandırılırlar, buyurdu.(15)
Evet değerli müminler, Allah Teâlâ akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır. Çünkü inanma hususunda dayanak akıldır. Ancak aklı olanlar, Allah'ı tanımakla ve O'nun emir ve yasakları ile yükümlüdürler. Aklını yitirenlerden ilâhi yükümlülük kalkar. Bunun içindir ki İslâm, insana aklını koruma görevi vermiş ve akla zarar verecek davranışlardan sakınmasını öğütlemiştir. Akla en çok zarar veren ise uyuşturucu ve içki kullanmaktır. İçki insanın aklını başından alır, insan sarhoş olunca akli dengesi bozulur ve ne söylediğinin farkında olmaz.
Can ve mal kaybına sebeb olan ve pek çok kimsenin sakat kalması sonucunu doğuran trafik kazalarının büyük kısmı alkollü araç kullanmaktan meydana gelir. Uyuşturucu da içki gibidir. Hatta içkiden de daha zararlıdır. Uyuşturucu bağımlısı aklını da sağlığını da kaybeder. Uyuşturucu bir zehirdir. Onu bir defa kullanan kimse artık ondan kendisıni kurtaramaz ve ölüme mahkum olur. Televizyon ekranlarına yansıyan uyuşturucu bağımlılarının acıklı halleri dayanılır gibi değildir. Bunun için dinimiz uyuşturucu kullanmayı da, içki içmeyi de haram kılmıştır.

4- Nesli Korumak
Nesli korumak ve devam ettirmek nikah ile evlenmek ve aile yuvası kurmakla mümkündür. Evlenme olmazsa soyun devamı nasıl sağlanacak? Evlenmemek demek soya bir yerde dur demektir. Bu ise doğru değildir. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Dört şey vardır ki bunlar, bütün peygamberlerin sünnetidir. Haya (utanmak), güzel koku sürünme, misvak kullanma ve evlenme."(16) Bu hadisi şerife göre, Peygamberimiz de dahil olmak üzere bütün peygamberler evlenmişler ve örnek aileler kurmuşlardır. Peygamberimiz sadece evlenmemiş, bİzim de evlenmemizi tavsiye etmiştir. Şöyle buyurmuştur: "Gençler, içinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Zira evlenmek, gözleri haramdan daha çok korur, zinadan daha çok muhafaza eder."(17) "Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı kıvanç duyacağım."(18)
Peygamberimiz bu tavsiyeyi yaparken bir kimsenin kalkıp evlenmemede fazilet araması doğru olur mu? Hatta Hz. Aişe'yi ziyaret eden bazı kimseler Peygamberimizin ibadet ve adetleri hakkında bilgi aldıktan sonra, içlerinden biri, geceleri hiç uyumadan namaz kılacağını, bir diğeri de ara vermeden yıl boyu oruç tutacağını, üçüncüsü de evlenmeyeceğini ifade ettiler. Tam bu sırada gelen Peygamberimiz: "Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değiI mi? Fakat şunu iyi biliniz ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve günahlardan korunanınızım. Bununla beraber ben (Ramazan ayı dışında) bazan oruç tutarım, bazı günlerde tutmam, gece kalkar namaz kılarım ve uyurumda. Kadınlarla da evlenir yuva kurarım. (İşte benim sünnetim, adetim budur.) Her kim bu sünnetime uymaz da ondan yüz çevirirse benden değildir"(19) buyurdu.
Evlenmekle insan çoluk çocuk sahibi olur. Onları büyütmek, yetiştirmek ve toplumun hizmetine sunmak insan için maddî olduğu kadar da manevî bir kazançtır. Nitekim Peygamberimiz: "Kim ki üç tane kız çocuğu yetiştirir, güzel terbiye eder ve onlara iyilikte bulunursa onun için cennet vardır"(20) buyurmuştur. Ne güzel kazanç, hem soyun devamına katkıda bulunmuş, hem de cenneti hak etmiş olur.
Hz. Aişe anlatıyor: Yanında iki kız çocuğu olan bir kadın evime geldi ve benden yiyecek bir şey istedi. (Ne yazık ki) bende tek bir hurmadan başka bir şey yoktu. Kadına verdiğim bu hurmayı, kadın, iki kız çocuğuna bölüştürdü ve kendi ağzına bir şey koymadı. Sonra da kalktı gitti. Peygamberimiz gelince bunu kendisİne anlattım. Peygamberimiz: "Kimin kız çocukları olur ve onları geçindirmekte sabır ve tahammül gösterirse, onlar onun için cehenneme siper olurlar" buyurdu.(21)
Bu rivayetler gösteriyor ki, anne ve baba doğurdukları çocuklarını büyütürken ve yetiştirirken katlanacakları zahmet ve sıkıntılar karşılıksız kalmayacak, yüce Yaratıcı bunun karşılığında onları cennetine koymak suretiyle mukâfatlandıracaktır.

5- Malı Korumak
Bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri ile hedefledikleri hususların beşincisi de malı korumaktır. Mal da can gibi dokunulmazdır. Bir kimsenin canına kıymak nasıl haram ise haksız yere malını elinden almak da aynı şekilde haramdır.
Peygamberimiz veda hutbesinde şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, bu günlerİniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke ) nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan korunmuştur."(22)
İnsan için canı korumak nasıl bir görev ise, malı korumak da aynı şekilde görevdir. Malını koruma uğrunda haksız yere öldürülen kimsenin şehit olacağını Peygamberimiz bildirmiştir.(23)
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Peygamberimize bir adam geldi ve:
"- Ey Allah'ın Resûlü, bir kimse gelip malımı almak isterse ne buyurursun ? diye sordu Peygamberimiz: "Ona malını verme, buyurdu. Adam:
- Benimle kavga ederse? dedi. Peygamberimiz:
- Sen de onunla kavga et, buyurdu. Adam:
- Ya beni öldürürse? dedi. Peygamberimiz:
- Şehit olursun, buyurdu. Adam:
- Ya ben onu öldürürsem? dedi. Peygamberimiz:
- O Cehenneme gider" buyurdu.(24)
Malı korumak sadece bu değildir. İnsan dünyada yaptığı her şeyin hesabını verirken malını nereden kazanıp nereye harcadığından da sorgulanacaktır. Bunun için müslüman önce kazancının meşru olmasına dikkat edecek, sonra da onu, hesabını kolaylıkla vereceği şekilde harcayacaktır.
Allah'ın insana verdiği mal ile ilgili en çok göz önünde bulundurulacak husus, onu boşa harcamamak, israf etmemektir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."(25) Bir başka ayet-i kerime'de ise: "Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür"(26) buyurulmuştur.
Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ üç şeyi sizin hakkınızda çirkin gördü: Dedi-kodu, faydası olmayan bir şekilde malı harcamak (israf etmek), çok soru sormak."(27)
İhtiyaç olmadan malı harcamak yani israf etmek ferdler için olduğu kadar toplumlar için de tehlikeli sonuçlar doğurur. Malın israf edilmesi, meşru olmayan yerlere harcanması, mal sahibi için ne kadar zararlı ise toplum için de o kadar zararlıdır. Fertlerin kazanması ve kazandıklarını tasarruf etmeleri toplumu ne kadar desteklerse, onu israf etmek de o kadar zaafa uğratır. Böyle, kazancını israf edenler, gereksiz yere harcayanlar, dinin, vatanın ve milletin hayrına harcama zamanı geldiğinde harcayacak bir şeyi bulamaz, pişman olur üzülürler.
Burada iki aşırılık var. İkisi de makbul değildir. Birisi cimrilik, diğeri de savurganlıktır. Bunların ikisi de zararlıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çekersin"(28) buyurulmuştur.
İşte değerli mü'minler, bütün peygamberlerin insanlara Allah tarafından getirip duyurdukları emir ve yasaklar bu beş şeyi; dini, nefsi, aklı, nesli ve malı korumak içindir. Çünkü Allah, alemlerden müstağnidir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Muhtaç olan insandır. İnsanın dünyada sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşaması; kendisine, ailesine, topluma ve hatta insanlığa yararlı hizmetlerde bulunması ve bu sayede ahirette ebedî mutluluğu kazanması için Allah Teâlâ onu yeryüzünde yalnız bırakmamış ve gönderdiği elçilerle ona yardım etmiştir.
Ne mutlu, Allah'ı tanıyan ve O'nun gönderdiği elçilere uyanlara...
Dipnotlar
1- Tin, 4 .
2- İsra, 70.
3- Bakara, 30.
4- Lokman, 20.
5- Bakara, 195.
6- Müslim, Selam, 32.
7- Müslim, Kader, 8.
8- Buhârî, Rikak, 1 ; Müslim, Tirmizi, Zühd, 1.
9- et-Tâc, c. 4, s.122.
10- Tirmizî, Diyât, 22.
11- Buhârî, Cenâiz, 84.
12- Merakıyü'l-Felah, cenaze bahsi.
13- Buhârî, Tıp, 56.
14- Bakara, 164.
15- İhyau Ulûmi'd-Din, c. l, s. 84.
16- Tirmizî, Nikah, 1.
17- Buhârî, Savm, 10; Müslim, Nikah, 1.
18- İbn Mâce, Nikah, 1.
19- Buhârî, Nikah 1, Müslim, Nikah, 1.
20- Ebû Dâvud, Edep, 130.
21- Buhârî, Edep, 18; Müslim, Birr, 46.
22- Müslim, Hac, 19; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. 10, s. 397.
23- Buhârî, Mezalim, 33; Müslim, İman, 62; Tirmizi, Diyât, 22.
24- Müslim, İman, 62.
25- A'râf, 31.
26- İsrâ, 26-27.
27- Buhârî, Zekat, 52; Müslim, Akdıye, 5.
28- İsrâ, 29.

31/01/2013

Sevgi Üzerine...


   
 Insanlar zamanla bir çok şeyi öğrenmişlerdir; kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi; fakat; çok basit bir şeyi öğrenememişler: insan gibi  yaşamayı.İnsanlar;çiçekleri severler ama koparırlar, ağaçları severler ama keserler, hayvanları severler ama avlarlar. Birisinin bana “seni seviyorum”demesinden çok korkuyorum!!!Nokta kadar menfaat için , virgül gibi egrilmeÖlümden değilde ölümlerden korkarım,çünkü ilkinde ben varım,ikincisinde sevdiklerimÖzünde soyluluk yoksa insanın tac da giyse soysuzdur !!!Paylaşacak dostlarınız yoksa iyi şeylere sahip olmanın bir zevki de yoktur.Rüzgara hakim olamıyorsan yelkenlerini ona göre ayarla. Seni seviyorum! Diyen dillere değil…senin için ağlayan gözlere inan…Sevmek seni seviyorum demek değil….. Seni seviyorum derken titremektir.Silgin kaleminden önce bitiyorsa yanlışların çok demektirYaşamın kaynağı sevgiyse eğer, sevgi mutluluk, mutluluk paylaşmak, paylaşmak dostluk, dostluk hatırlanmak, hatırlanmak unutulmamaksa eğer, demekki sevilmişiz.
Yüksek tepelerde hem kartala hem de yılana rastlanır…ama birisi oraya uçarak diğeri ise sürünerek gelmiştir….
 http://al-sahraa.blogspot.com/teyfik

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz