Kâinatta gelişigüzel yaratılmış hiçbir şey yoktur. Herşeyin yaratılmasında bir gaye ve bir hikmet vardır.
Kur'an-ı Kerim'de insanın
da başıboş bırakılmış olmadığı haber verilmektedir. Yâni insanın da yapmaya
mecbur olduğu kişisel ve sosyal bir takım görevleri vardır. Diğer yaratıklar da
böyledir. Onlardan her biri yaratılış gayelerine göre birer görev görmekte ve
hiç durmadan bu görevlerini yerine getirmektedirler. Kısaca her şey kendi
gayesine doğru durmadan ve dinlenmeden yürümektedir.
İdrak ve bilinçten yoksun
kabul edilen diğer yaratıklar böyle olunca insanın nasıl olması gerekir? Aklı
ve idraki ile diğer bütün varlıkların üstünde ve bütün kâinatın, kendisine
boyun eğecek biçimde yaratılmış bulunan insanın başıboş, sorumsuz ve gayesiz
düşünülmesi mümkün müdür? Hiç şüphesiz insanın da aklına ve idrakine göre çok
daha önemli görevleri vardır. İnsanı değerli kılan şey de bu görevlerin yerine
getirilmesi ile çok yakından ilgilidir.
Yaratıcımızı bilmek,
tanımak ve kendisine karşı taat ve ibadetle kulluğumuzu göstermek bizim için
çok önemli bir görevdir.
Esasen diğer görevler de bu inanç ve duygudan beslendikçe olgunluk kazanır. Bir dostumuzun ufak bir hediyesini büyük takdir ve teşekkürlerle karşılama hususunda kendimizde bir mecburiyet duyarken, yüce yaratıcımızın bitmez, tükenmez bunca nimet ve ikramlarına karşı kayıtsız kalmak ve hiç aldırmamak derin bir hissizlik, bir duygusuzluk ve bir nankörlük olmaz mı? Cüretkâr bir tavırla inkara sapmak ise oldukça yakışıksız ve anlamsız bir davranıştır. Hele bir kalbin Allah duygusundan mahrumo olması kadar acı bir yokluk ve yoksulluk düşünülemez.
gelmektedir. Hiç şüphesiz
bu neşe Cenab-ı Mevlânın bize, görevi ifadan sonra bahşettigi lāhuti bir
tebessümüdür. Şimdi bundan yoksun olan kimse nereye sığınacak veya nereye
başvuracak?
Kısaca söylersek kalbin
Allah duygusundan yoksun bulunması
insan için bunaltıcı bir
azaptır. Bu bakımdan bizler de kalbimizde
Allahı tanıma ışığını
yakmalı ve bu ışığın ibadet ve davranışlarımızla parlamasına ve dışa
aksetmesine gayret etmeliyiz.
Görevlerimiz arasında bir
ayırım yapmadan onları yerine getirmemiz gerekir. Meselâ Allah'a karşı yükümlü
bulunduğumuz görevleri yerine getirip diğerlerini ihmal etmek ve tamamiyle ahirete
yönelik bir yol tutmak doğru değildir. Bunun aksi de böyledir. Yani büsbütün
maddileşmek, yalnız bu dünyaya dönük bir hayata yönelmek, ruhsuz ve egoist bir
geçim yolu takip etmesi de dinimizce uygun görülmemektedir.
Dinimiz bizden,
yaratıcımıza, kendimize,ailemize,vatandaşlarımıza ve devletimize karşı
borçlu bulunduğumuz görevlerin
hepsini eksiksiz olarak yerine getirmemizi istiyor, bize de bunlara uymak ve
gereğini yerine getirmek kalıyor. Mutluluğumuz ve saygın bir toplum oluşumuz
buna bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder