27/01/2021

Yönelişimizdeki Samimiyet

 


   Kâinatta gelişigüzel yaratılmış hiçbir şey yoktur. Herşeyin yaratılmasında bir gaye ve bir hikmet vardır.

Kur'an-ı Kerim'de insanın da başıboş bırakılmış olmadığı haber verilmektedir. Yâni insanın da yapmaya mecbur olduğu kişisel ve sosyal bir takım görevleri vardır. Diğer yaratıklar da böyledir. Onlardan her biri yaratılış gayelerine göre birer görev görmekte ve hiç durmadan bu görevlerini yerine getirmektedirler. Kısaca her şey kendi gayesine doğru durmadan ve dinlenmeden yürümektedir.

 Bu gerçeği yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade buyurmaktadır."...Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız..."(İsra/44)

İdrak ve bilinçten yoksun kabul edilen diğer yaratıklar böyle olunca insanın nasıl olması gerekir? Aklı ve idraki ile diğer bütün varlıkların üstünde ve bütün kâinatın, kendisine boyun eğecek biçimde yaratılmış bulunan insanın başıboş, sorumsuz ve gayesiz düşünülmesi mümkün müdür? Hiç şüphesiz insanın da aklına ve idrakine göre çok daha önemli görevleri vardır. İnsanı değerli kılan şey de bu görevlerin yerine getirilmesi ile çok yakından ilgilidir.

 Sevgili Peygamberimiz, insanın yapmakla yükümlü bulunduğu görevleri,Allaha ait, kendine ait ve ailevî olmak üzere üç gurupta toplamıştır. Şüphe yokki, bizi yoktan vareden,her türlü tehlikeden koruyan bize rızık ve yaşama zevki veren yüce

Yaratıcımızı bilmek, tanımak ve kendisine karşı taat ve ibadetle kulluğumuzu göstermek bizim için çok önemli bir görevdir.

Esasen diğer görevler de bu inanç ve duygudan beslendikçe olgunluk kazanır. Bir dostumuzun ufak bir hediyesini büyük takdir ve teşekkürlerle karşılama hususunda kendimizde bir mecburiyet duyarken, yüce yaratıcımızın bitmez, tükenmez bunca nimet ve ikramlarına karşı kayıtsız kalmak ve hiç aldırmamak derin bir hissizlik, bir duygusuzluk ve bir nankörlük olmaz mı? Cüretkâr bir tavırla inkara sapmak ise oldukça yakışıksız ve anlamsız bir davranıştır. Hele bir kalbin Allah duygusundan mahrumo olması kadar acı bir yokluk ve yoksulluk düşünülemez.

 Her insan bu meşakkatli hayatta uğradığı türlü zorluklar, sıkıntı ve stresler karşısında sığınacak bir yer, barınacak ve dayanacak bir güç ve kuvvet arar. Böyle bir ihtiyaç ise insanlar için fitridir ve bu doğuştan var olan bir duygudur. Yani bu duygu insanla birlikte onunla beraber yaşar.

 Bilinen bir gerçektir ki Allah'a her duamızda ve Ona her yönelişimizde kalbimizi sıkıştıran etkenler silinmekte ve gönüllerde bir neşe ve rahatlama meydana

gelmektedir. Hiç şüphesiz bu neşe Cenab-ı Mevlânın bize, görevi ifadan sonra bahşettigi lāhuti bir tebessümüdür. Şimdi bundan yoksun olan kimse nereye sığınacak veya nereye başvuracak?

Kısaca söylersek kalbin Allah duygusundan yoksun bulunması

insan için bunaltıcı bir azaptır. Bu bakımdan bizler de kalbimizde

Allahı tanıma ışığını yakmalı ve bu ışığın ibadet ve davranışlarımızla parlamasına ve dışa aksetmesine gayret etmeliyiz.

 

Görevlerimiz arasında bir ayırım yapmadan onları yerine getirmemiz gerekir. Meselâ Allah'a karşı yükümlü bulunduğumuz görevleri yerine getirip diğerlerini ihmal etmek ve tamamiyle ahirete yönelik bir yol tutmak doğru değildir. Bunun aksi de böyledir. Yani büsbütün maddileşmek, yalnız bu dünyaya dönük bir hayata yönelmek, ruhsuz ve egoist bir geçim yolu takip etmesi de dinimizce uygun görülmemektedir.

Dinimiz bizden, yaratıcımıza, kendimize,ailemize,vatandaşlarımıza ve devletimize karşı

borçlu bulunduğumuz görevlerin hepsini eksiksiz olarak yerine getirmemizi istiyor, bize de bunlara uymak ve gereğini yerine getirmek kalıyor. Mutluluğumuz ve saygın bir toplum oluşumuz buna bağlıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz