Günümüz müslümanı, dinin yalnızca emir ve yasaklarını, ibadet ve taat tarafını değil muamelat kısmını da nasılları, niçinleri ve nedenleriyle bilen, önce kendi içindeki ukdeleri çözmüş, gönlüne düşen tereddütlerden kurtulmuş, her türlü şüphe ve şaibelerden arınmış "yakîn" bir bilgiye sahip olmalı. Dîni sadece iç dünyamıza yönelik fikir sistemi zannetmekten kurtularak, hukuk, iktisat, ahlak ve içtimâî düzeniyle kamil bir nizam olduğu şuuruna varmalıdır. Çünkü din, ne kuru bir nazariyeler yumağı, ne de ruhsuz ve şuursuz bir takım hareketlerden ibarettir. Belki de bütün hayatı kuşatan ve onu bütün yönleriyle ele alan ebedî bir ruh, bir selamet ve saadet kaynağıdır. Böylesine derin bir bilgi, kendi dünyamızla Kur'an-ı Kerîm'in dünyası arasındaki ikiliği kaldıracak, bizi kendisiyle kavgalı olmaktan kurtaracak, berrak bir zihne ve selîm bir kalbe götürecektir. Unutulmamalıdır ki dînî bilgisizliğin insanı sapıklığa sürüklemesi ve inkara sevketmesi kolaydır. Çünkü onun inkara sapmasını önleyecek, telkin edilen yanlışlara karşı direnecek yerleşik bir kanaati, sağlam bir değer yargısı mevcut değildir. Fikir ve düşüncelerde meydana gelen değişiklikler, bilen kişilerde ihtilâc ve buhranlara sebep olurken, aynı şeyler cahil ve bilgisiz kişide zevke ve heyecana dönüşebilmektedir. Her şeyin önünü ve arkasını görme ve bir değerlendirme yeteneği olan ilim, dünya ile ahiret, insanla kainat, madde ile mana arasındaki ahengi kurmayı te'mîn ettiği gibi, aynı zamanda kişinin yaptığını, baktığını söylediğinı ve duyduğunu da bilerek icra etmesini sağlar. Bayılan ve uyuyan bir insan, nasıl zamanının, yaşadığının ve yaptığının farkında değilse cahil ve bilgisiz de öyledir. Böyle bir bilgi, hayatımızı kendimize kazandırmak suretiyle bizi olaylar arasında boğulmaktan kurtaracak ve bizi eşyanın, olayların ve bütünü ile dünyanın üzerine çıkaracak, topyekün bir şahsiyete kavuşturacaktır.
Çevremizdeki insanların İslam hakkındaki yanlış kanaatleri, onun esas yapısındaki özellikten ve güzellikten değil, ya veriliş ve sunuluş tarzındaki hatalardan ya da onu temsil edenlerin veya temsil ettiğini iddia edenlerin tutum ve davranışlarındaki aykırılıklardan ileri gelmektedir. Çünkü bir fikrin kaderi ve kabul edilebilir olması, onun özüne ait hususlara değil, doğrudan doğruya kendisini temsil edenlerin tutum ve davranışlarına bağlıdır. Günümüzün müslümanı, alıp verdiği her nefeste, attığı her adım, yaptığı her iş ve söylediği her sözde bu sorumluluğun ağırlığını hissetmeli, davranışını en güzele göre ayarlamalı, hayatını bu temsil ehliyet ve mes'ûliyetine göre düzenlemelidir. Hayattan irtibatları kesilmiş, sessiz, soluksuz, hasta ve uyuşuk ruhlu insanlar yerine, sağlam karakterli, bilgili, iradeli, genç ve dinç, özü sözüne uygun insanlar İslam'ı ve müslümanları temsil yetkisini devralmalıdır. "İnandıkları gibi yaşamadıkları için yaşadıkları gibi inanmaya başlayan", Kitab'a uymak yerine kitabına uydurmayı hayatına hakim kılmış,"çaldığı minareye kılıf hazırlamakla meşgul" aşağılık duygusunun derin çukurunda kıvranan ve kendi değerlerinden utanan bir insanla hiçbir yere varılamaz. Her dava, kuru ve mücerred fikirleriyle değil onu temsil edenlerin şahsiyetleri ve savunma güçleriyle doğru orantılı olarak toplumlarda ve beyinlerde yerini alır. Müslümanlar: "Elinden ve dilinden hiçkimseye zarar gelmeyeceğine" düşmanlarını bile inandırdığı gün, insanlar İslam'ın ve müslümanların cazibesinden kurtulamayacak, yığınlar müslümanlarla kucaklaşmaya ve buluşmaya koşacaktır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder