11/04/2018

Belâlar Bizden Uzak Olsun



       Bela ve musibetleri üc gurupta değerlendirmek gerekir
1) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı belalar ve musibetler (dep-
remler, engelli olarak doğmak gibi)
2) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu belalar ve musibetler
(kismen kabahatli olduğumuz trafik kazaları gibi)
3) İnsan iradesinin söz konusu olduğu belalar ve musibetler (alkollü
araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsiz-
lik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi).


Allah'ın ilmine bakan boyutuyla bunların hepsi kader olmakla birlikte,
ilki ve belli oranda ikincisi terim anlamıyla da kaderdir. Bu çeşit bela ve
musibetler sabretmek şartıyla günahlara keffaret olduğu gibi, Allah katında
daha yüksek derece almaya da vesiledir. Sonuncusu ise insanların hatasın-
dan kaynaklandığı için, ilahi ilim açısından kaderin dışında olmamakla be-
raber insanlar bundan sorumludur. Mümine düşen her çeşit bela ve musi
betlerden Allah'a siğinmak, fakat eğer bunlara maruz kalınırsa sabretmek ve kadere inanarak teselli bulmaktır. 

Şunu unutmamak gerekir ki Allah sonsuz rahmet ve inayet sahibidir. Dolayısıyla musibete maruz kalan bir kimseyi, sabretmesi şartıyla büyük mükáfatlara nail kılacaktır. Ayrıca Allah insanları
imtihan ettiği için, dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. İnsanlar bu
durumda kulluklarının gerektirdiği tutum içinde olmalıdırlar.
Bir diğer açıdan bakıldığında ise yaşanan sıkıntılar bizi olgunlaştırır ve
kişiliğimize derinlik katar.
Belki de Yunus'un, derdi olmayanları meclisinde
görmek istemeyişi bu yüzdendir:

Erenlerin sohbeti artırır marifeti
Bi derdleri sohbetten ,her dem süresim gelir

Hidayet'in Verdiği Huzur



          Hidayet, Allah'in kitap ve Peygamberleri vasitasıyla insanlara doğru
yolu göstermesi ve onların bu yola ulaştırması demektir. Allah kendisini bu vasfindan dolayı hâdi (hidayet veren) olarak nitelendirmiştir

Dolayisıyla "hidáyetin Allah'tan olması", Allah'ın indirdiği kitaplar ve
gonderdiği Peygamberlerle doğru yolu açıklaması ve kulun bu hususta olumlu irade göstermesi karşısında onun kalbinde imanı halk etmesi/yaratmasıdır.

Dalalet ise hidayet kavramının ziddı olup, bilerek veya bilmeyerek
doğru yoldan sapmak demektir. Dalálet kavramının içeriğinde biri sapma, diğeri saptırma olmak üzere iki anlam bulunmaktadır. Kur'an'da, Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak (Visá 4/136, Allah'a şirk koşmak (Nisá, 4/116), zulüm yapmak (Lokman, 31/11) gibi davranışlar sapma olarak ifade edilmiştir.

Saptırma terimine gelince, Kur'an bunu da kişinin kendi kendisini saptırması (Bakara, 2/108) ve Allah'ın kullarını saptırması olmak üzere iki şekilde vasıflandırmıştır. "Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır " (Bakara, 2/26), "Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslam'a açar ve her kimi de saptırmayı dilerse onun göğsünü daraltır" (Enâm, 6/125)

Allah'ın insanları saptırması, kendi tercihleri olan sapkınlık arzularının gerçekleşmesine izin vermesidir. Dolayısıyla insanların dalaletinde Allah'ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allah, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Hidayet ve dalaletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmıştır.
Yunus der ki;

Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak'kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil

08/04/2018

Acizliğin Suçlusunu Aramak



        İçinde yaşadığımız yüzyıl,
madde perestlik temelinde çoktan anlaşma sağlamış
Batı kültürünün yapmacık metod farkları yüzünden
çekişen ikiz yavruları arasındaki tuhaf
bir kavganın arenasıdır. Çağımız insanının, bu
kavgayı, sanki köklü bir bağdaşmazlığa
dayanırmış gibi, ciddiye alması ve eğri dünya görüşlü kültürün
yoğun tedirginliğin giderilmesini, menfaat bölüşümünde arslan payı
almaktan başka hiç bir dâvası olmayan taraflardan ya birinin veya
öbürünün kesin zaferinden beklemesi, kurtuluşu geciktiren acı bir yanılma noktasıdır.

Uzun yüzyıllardan beri kurtarıcı yolun bilgi-
sinden mahrum tutulmuş olan dünya yığınlarının
bu sahtekâr kavga karşısında bocalaması, eğriliğin
ana kaynağını teşhis ederek iki yüzlü sözde
kurtarıcıların aynı nefretle kaşılarına dikilme
mesi, bir dereceye kadar mazur görülebilir.Fa
kat aralarında çatışır görünseler bile, küfürden
yana olanların aslında "tek bir millet olduğunu”
hem Allah Resul'ünün (Salât ve selam üzerine
olsun) dilinden ve hem de insanlık tarihi ile
yaşıt olan acı tecrübelerinden iyice öğrenmiş ol
ması gereken müslümanların aynı teşhis hata
sına düşmeleri, anlaşılır ve bağışlanır bir ku
sur değildir.

Buna göre günümüzdeki dağınıklık ve za-
vallılığımızın asıl sorumlusu, düşman ideolojiler
değil, onları özümüze yabancı ve aykırı bileme
miş olan kendi çarpık bakış açımızdır. Dünyaya
bakışımızın temelinde yatan bu yanlış görüşü-
müz yüzünden yüzyıllardır bir türlü iki ayak üze
rine doğrulamayışımızın kabahatini, sadece din
düşmanlarımıza yükleyegelmişizdir. Sanki bizim
hiç bir eksiğimiz yokmuş ve sanki şu ya da bu
düşman girişiminin üzerimizdeki başarısı, yapı
mızda çöreklenmiş köklü bozukluklar yüzünden
değilmiş gibi her zaman kusuru sırtına yükleye-
cek yabancı bir “abalı” aramışızdır.

“Falan ırkın ajanları aramıza fesat sokma-
saydı; şimdi kaya gibi sapasağlamdık”; “filán
ideolojinin militanları, sürekli olarak özümüzü
kemirip durmasaydı, bu gün bu hale düşmezdik”
tarzındaki ucuz bahaneler, peki, bütün bunlara
fırsat ve cesaret veren, bizim öz zaafımız
değil mi?, sorusuna karşılık vermekte güçlük çekeceği
gibi üstelik bu feryadlar, yüzdeyüz haklı olduk
ları zaman bile çöküntümüzün içe-dönük sebeplerini
araştırmamızı geciktirdikleri ölçüde zararlı
etkilerini belirtmek istedikleri düşman komplo
rından daha yıkıcıdırlar.


İslâma düşman olanların varolageldiği ve Kı
yamet gününe kadar da varolagideceği, bizi yıl
dırmamalıdır. Biz islâmı, özüne uygun olarak an-
layıp yaşama cehdi etrafında kenetlenen, bağım-
sız şahsiyetli bir cemiyet örneği olabildikten
sonra hiç bir düşman teşebbüsü, aleyhimizde
beslediği emele ulaşamaz.

Üstelik islâma zıt cemiyet düzenlerinin var-
lığı, baskın ihtimallerine karşı uyanıklığimızı pe-
kiştireceği oranda ve Allah'ın yasaklarını gele
nek haline getirenlerin felâketli akibetlerine ör
nek olarak tarafımızdan titizlikle değerlendiril
dilkleri ölçüde faydamıza bile hizmet edebilirler.


07/04/2018

Mazeretsiz Bir Ömür



وَلَتَجِدَنَّهُمۡ أَحۡرَصَ ٱلنَّاسِ عَلَىٰ حَيَوٰةٖ وَمِنَ ٱلَّذِينَ أَشۡرَكُواْۚ يَوَدُّ أَحَدُهُمۡ لَوۡ يُعَمَّرُ أَلۡفَ سَنَةٖ وَمَا هُوَ بِمُزَحۡزِحِهِۦ مِنَ ٱلۡعَذَابِ أَن يُعَمَّرَۗ وَٱللَّهُ بَصِيرُۢ بِمَا يَعۡمَلُونَ                                                                                                                                
"Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah'a ortak koşanlardan bile daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Halbuki uzun yaşamak onları azaptan kurtaracak değildir. Allah onların bütün işlediklerini görür."
( Bakara 2/96)
      Ayette, insanlar içinde ahireti düşünmeden dünya hırsına en fazla kapılanların Yahudiler olduğu ifade edilmektedir. Bu durum tecrübeyle de sabitir. 

Onun için ayette "Onlar, insanların yaşamaya en düşkün olanlarıdır" denilmeyip, "Onları, insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun" buyrulmuştur. 

İşte iddialarındaki bu samimiyetsizlik nedeniyle bir ayette yüce Allah onları "zalimler" diye nitelemiştir .Çünkü muharref Tevratı oluş turan beş kitapta da ahiret fikri son derece zayıf ve müphemdir. 

Nitekim Yahudiliğin buyruklarının Tevrat'ta yer alan bütün yaptırımları dünyevidir.Dünyaya teşvik ve dünya hayatıyla ilgilidir. İyilik yapanlar için sıhhat, afiyet, bolluk,evlat çokluğu, düşmanlara karşı galibiyet ve hákimiyet, isyan edenler için hastalık, kıtlık, mağlübiyet ve esaret Tevrat'ta sık sık tekrarlanan yaptırımlardır.

Peygamber’imiz (S.A.V.): Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır" (Buhari, Rikak 5) buyuruyor.

Dünyaya geliş amacını anlamak, hayatı anlamak ve sorumluluklarına sahip çıkmak için insanoğlunun bir tecrübe zamanına ihtiyacı vardır. Bu zamanın azami süresi altmış yıldır. Daha kısa sürelerde de insan tecrübe imkánı bulur ve kendisine göre bir yaşayış tarzı benimser ve bunun hesabını vermeye de razı olur. Hadisimiz "Altmıs yal yaşamamış olanlarn ahrette mazeret ileri sürme hakları vardır" anlamına gelmez. 


lyiyi kötüyü tecrübe edip tanıyacak kadar yaşamış olan herkes, mazeretini dünyada ileri sürecek ve kusurlarını orada telafi edecektir. Artık onlar için ahirette mazeret beyan etme imkanı yoktur. Ama nihayet 60 yıl yaşamış olan birinin hiç böyle bir şeyi aklından geçirmemesi lazımdır. Altmış yıl, herşeyi yerli yerine koymak için yeterli bir zaman ve fırsattır.

05/04/2018

Amelini Küçük Görme Çünkü Sen Muhteşemsin



      Peygamberimiz (S.A.V)’in ashabından Ebu Zer  (ra) bir gün kendisine, Ya Resulellah! Bana tavsiyede bulununuz, der. Efendimiz: Sana Allah'a karşı gelmekten sakınmayı tavsiye ediyorum. Çünkü Allah'ın azabından sakınmak/takva bütün amellerin başıdır, buyurur. 

Ebu Zer (ra), tavsiyelerin devamını İsteyince Peygamberimiz: Kur'an oku ve Allah'ı zikirle meşgul ol! Zira Kur'an kIraati ve Allah'ı zikir senin için yerde bir nur, gökte de zikredilmene vesile olur, der. 

Ebu Zer (ra) tavsiyelerin daha da artırmasını ister. Bunun üzerine Efendimiz: Çok gülmekten sakın, çünkü o kalbi öldürür ve yüzünün nurunu giderir, buyurur .Ebu Zer vazgeçmez ve biraz daha tavsiye ister. 

Efendimiz devam eder: Cihad et! Zira cihad ümmetimin ruhbaniyetidir. Fakirleri sev, onlarla otur kalk, ilgilen. Kendinden asağı seviyede olanlara bak, kendinden üstekilere bakma, böylece Allah'n sana verdiği nimetleri küçümsememis olursun. Kendi yaptıkların seni başkalarına dil uzatmaktan alıkoysun. Kendinde olan ayıpları görmeyip başkalarında olanları ortaya çıkarman ayıp olarak sana yeter.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz