02/03/2018

Tavrımız Kimden Yana?



      İnananlardan Yana Tavır Almak
      Kur’an-ı Kerîm çerçevesinde genel bir değerlendirmeye tabi tutuldukları zaman Allah’ın elçileri ve insanlığın hidâyet rehberleri olan peygamberlerin, gerçekten dikkat çekici birtakım nitelik ve özelliklere sahip oldukları görülmektedir.
Meselâ Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlar, anlatılmayanlar; Hz. Harun, İbrahim ve İsa aleyhimüsselâm gibi cemâlî,Hz.Nuh ve Musâ aleyhimasselâm gibi celâlî yapıda olanlar; Ulü’l-azm peygamberler, komuta yetkisi olanlar, komuta yetkisi bulunmayanlar, sonuç almış olanlar, alamamış olanlar, hatta öldürülenler,
Nuh ve Lut aleyhimesselâm gibi hanımları kendilerine inanmayanlar, kitap sahibi olanlar, olmayanlar … Bu ve benzeri farklılıklara sahip bulunan peygamberlerin hiç şüphesiz ortak oldukları özellikleri de bulunmaktadır. Allah’a kulluk ve Tâğut’tan uzak kalma temel görevleri; “Allah’a karşı saygılı olun ve bana uyun!” çağrıları; “Ben Allah’ın size gönderdiği güvenilir elçisiyim, buna karşı sizden herhangi bir şey de istemiyorum” diye kendilerini takdimleri; nefsin/bireyin terbiyesi, ümmetin/toplumun yönetimi gibi meşguliyet alanları, ilahlık iddiası ve Allah adına yalan söylemek gibi yetkisiz oldukları konular, onların ortak niteliklerinin başında gelir.
Peygamberlerin ortak sünnetlerinden ikisi var ki bunlar günümüze gündemimize yönelik muhtevasıyla üzerinde ayrıca durulmaya değer derinlikli bir anlam ve yapıya sahip bulunmaktadır:
İnananlardan yana tavır alıp onlara sahip çıkmak ve inançlı nesiller yetiştirmek..
1. İnananlara sahip çıkmak
Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre hemen bütün peygamberler, görev yerleri ve sürelerinde en büyük mukâvemeti/karşı koymayı o toplumların genellikle yönetici/önde gelen kesiminden görmüşlerdir. Kur’an-ı Kerîm’in “mele’ ” diye tanımladığı bu takım, peygamberlere inanmakta fazla bir problem yaşamayan sade insanları küçük görmüş ve peygamberlerden bu insanları çevrelerinden uzaklaştırmalarını, kendileriyle görüşme ön şartı olarak istemişlerdir. Peygamberler de genel bir uygulama olarak inananlardan yana tavır alıp onlara kol-kanat germişler, müminlerle beraber olmayı tercih etmişlerdir.
Hz. Nuh’un şu sözleri, hem bu tür istekleri hem de peygamberlerin bu istekler karşısında takındıkları tavrı ve inananlardan yana duruşlarının gerekçelerini yansıtmaktadır:
وَيَٰقَوۡمِ لَآ أَسۡ‍َٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ مَالًاۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَى ٱللَّهِۚ وَمَآ أَنَا۠ بِطَارِدِ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْۚ إِنَّهُم مُّلَٰقُواْ رَبِّهِمۡ وَلَٰكِنِّيٓ أَرَىٰكُمۡ قَوۡمٗا تَجۡهَلُونَ ٢٩
“Ey milletim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfâtım ancak Allah’a aittir.
Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi câhil bir topluluk olarak görüyorum.
وَيَٰقَوۡمِ مَن يَنصُرُنِي مِنَ ٱللَّهِ إِن طَرَدتُّهُمۡۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ٣٠
Ey milletim! Ben onları kovarsam, beni Allah’ın azabından kim korur? Düşünmüyor musunuz? 
وَلَآ أَقُولُ لَكُمۡ عِندِي خَزَآئِنُ ٱللَّهِ وَلَآ أَعۡلَمُ ٱلۡغَيۡبَ وَلَآ أَقُولُ إِنِّي مَلَكٞ وَلَآ أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزۡدَرِيٓ أَعۡيُنُكُمۡ لَن يُؤۡتِيَهُمُ ٱللَّهُ خَيۡرًاۖ ٱللَّهُ أَعۡلَمُ بِمَا فِيٓ أَنفُسِهِمۡ إِنِّيٓ إِذٗا لَّمِنَ ٱلظَّٰلِمِينَ ٣١
Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum, gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, ‘Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir’ diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zâlimlerden olurum!”1
Öte yandan Peygamber Efendimize de şu talimat verilmiştir:
“Sabah-akşam Rablerine O’nun hoşnutluğunu dileyerek dua/ibadet edenlerle birlikte ol, bunda sebât et..Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına esir olmuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!2
“Mü’minlere karşı alçak gönüllü ol!”3
“Sana tabi olan mü’minlere merhamet kanadını indir!”4
2. Muvahhid/İnançlı Bir Nesil Yetiştirmek
Allah katında büyük cürüm sayılan Allah yolundan insanları (Allah’ın kullarını-müslümanları) alıkoyma girişimlerini (Saddün an sebilillah)5 önlemek için bütün peygamberlerin ve dolayısıyla Peygamber Efendimizin de seçtiği yol, engelleyicilerin toptan helâkini istemek değil; onların soyundan muvahhid / inançlı bir nesil yaratmasını Allah’tan dilemek ve bu uğurda sabırla çalışmak ve gerektiğinde hicreti göze almak olmuştur.
Tâif yolculuğu dönüşünde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Mekkeli müşriklerin toptan yok edilmeleri dâhil ne isterse yerine getirileceği Cebrâil aleyhisselâm tarafından bildirildiğinde, Efendimizin,
“-Hayır! Ben, Allah’ın, o müşriklerin soyundan, hiçbir şeyi ortak koşmayıp yalnızca Allah’a kulluk edecek (muvahhid/inançlı) nesiller yaratmasını dilerim”6 diye karşılık vermesi, hem onun insanlığa duyduğu engin şefkatini ve hem de tüm çağlara gerçek çıkış yolunun ne olduğunu göstermekte, hidâyet rehberliğinin gereğini ortaya koymaktadır.

Bir kere daha vurgulamakta fayda vardır ki, Allah elçileri peygamberlerin, inananlardan yana tavır alıp onlara sahip çıkmak ve muvahhid/inançlı nesiller yetiştirmek diye ifadelendirdiğimiz bu iki ortak sünneti, inananlara her yöre ve her devirde geçerli soylu bir duruş ve problemlere köklü bir çözüm yolu göstermektedir.

Günün, gündemin asıl problemi de bize göre bu iki noktada yoğunlaşmıştır. “Tercih/seçim sorumluluğu ve gelecek kaygısı” ile hareket edilmesi halinde, peygamberlerin izinde bir tavır ortaya konulmuş olacaktır. Bu da toplumun geleceği için umut verici bir bilinç ve gündemi etkileyici sessiz ve soylu bir adım demektir.
1) Hud (11), 29-31; 2) el-Kehf (18), 28; 3) el-Hıcr (15), 88; 4) eş-Şuara (26), 215. Burada ayrıca Abese suresi’ndeki uyarıyı da hatırlamakta fayda vardır. 5) Konuyla ilgili âyetler için bk. M.F. Abdulbâki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfâzı’l-Kur’anı’l-Kerîm, s.403; 6) Buhârî, Bed’ul-halk 7; Müslim, Cihad 11



01/03/2018

Allah'ın Bir Dostu da Ben miyim !



Kur’an’da genel anlamda müminler  Allah’ın dostu olarak görülmüştür. Nitekim: “Allah müminlerin dostudur ve onları karanlıktan aydınlığa çıkarır” (el-Bakara, 2/257) buyurulur.

Âyetin ifâde ettiği anlama göre Allah’ın aydınlığa çıkarıp gönlüne nûr-ı ilâhî yerleştirdiği  mümin, Allah’ın dostudur. Bu yüzden bu iman ve nûr üzre olmaya çalışmak müminin boynunun borcudur. Değilse Allah onları bu duygulara sâhip olanlarla değiştirir. Nitekim Kur’an’da buyrulur: “Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücâhede ederler ve bu hususta sataşanların sataşmasına aldırmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah ihsanı boldur ve herşeyi hakkıyla bilir. Sizin dostunuz Allah’tır, O’nun Rasûlüdür ve Allah’a tam olarak teslim olan namazlarını hakkıyla kılan,  zekâtlarını veren müminlerdir.”(el-Mâide, 6/54-55)

Bu âyetlerin işâretine göre Allah’ın dostluğuna erebilmenin şartlarından biri de Allah’ı sevmek O’nun tarafından sevilmek, müminlere karşı tevâzu, kâfirlere karşı vakar sahibi olmaktır. Allah yolunda kınayanın kınamasına aldırmadan hizmet sevdâlısı olabilmektir. Bu mazhariyete erenler Allah dostluğuna lâyıktır. Bu âyetlerden Allah dostluğunun hem kesbî, hem de vehbî bir yanının olduğu anlaşılmaktadır. Kınayanın kınamasına aldırmadan hizmet sevdalısı olma çabası kesbî olabilir ama; Allah tarafından sevilmek ve izzetle taltif edilmek elbette Hak vergisidir. Allah Teâlâ, vehbî olan Hak sevgisine ermede de bize bir yol ve adres göstererek buyuruyor ki: “Ey Rasûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana  uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran, 3/31) Bu âyete göre Allah’ı sevmenin ve Allah tarafından sevilmenin yolu, Allah Rasûlü’ne  uymaktan geçmektedir. O’na uymadan Hak sevgisine erişilmeyeceğinden Allah dostluğu bir bakıma Peygamber’e tâbi olma ön şartına bağlanmıştır.

Bir başka âyette yine “yüzünü ihsân duygusuyla Hakk’a döndüren kimsenin ecrinin Rabbı katında olduğu ve böylelerinin korkudan ve üzüntüden uzak bulunacakları” (el-Bakara, 2/111-112)  anlatılmaktadır.

Buhâri’nin rivayet ettiği bir hadis-i kudside Allah Rasulü, Rabbından naklen şöyle buyurmaktadır: “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse Ben ona harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben onu severim. Ben onu sevince de onun görmesi, duyması, tutması, yürümesi benimle olur. Benden bir şey isteyince dileği kabul edilir. Bana sığındığında onu korurum.”(Buharî, Rîkak, 38)

Bu kudsî hadisin ışığında Allah dostluğuna ermenin yolu sağlam bir imandan sonra, farzların edâsından ve nâfilelere devamdan geçmektedir. Nitekim tarih boyunca Allah dostlarının düzgün bir ibâdet hayatının mevcudiyeti bunu teyid etmektedir. Allah dostluğuna ermek bir müminin nihâî hedefidir. Bir Allah dostunun özellikleri ise şöyle özetlenebilir:

1.İlâhî dâvete icâbetle imânı seçmiş,
2. Allah’tan her durumda râzı olmuş,
3. Farzları yerine getirip yasaklardan kaçınan,
4. Dünyada üstünlük ve riyâset sevdâsı gibi bir dâvâsı olmayan,
5. Dünya kaygısıyla mal toplamaya ve biriktirmeye yönelmeyen,
6. Dünyanın azlığına kanâatle sabreden, çokluğuna tasadduk ve infakla şükreden,
7. Övülmekle yerilmeyi müsâvî gören,

8. Allah’ın verdiği güzel hasletlerle ucbe kapılmayan,
9. Güzel ahlak sahibi,
10. Arkadaşlık ve dostluğunda kerem sahibi,
11. İnsanî ilişkilerinde hilm sahibi ve yük kaldıran,
12. Allah’ın teşvik ettiği güzel amellerle meşgul.
Bu sıfatlarla muttasıf; yâni Allah ile ilişkilerinde müstakim, insanlarla ilişkilerinde sağlam, dünyaya karşı zâhid kimseler gerçek Allah dostu denilmeye lâyıktır. 

19/02/2018

Zaman Tanzimindeki Örnekliğimiz



                              ZAMAN TANZiMİNDE NEBEVÎ ÖRNEK
Zamanı değerlendirmede biz müslümanlar fevkalade şanslı sayılırız. Çünkü, dinimiz birçok farzları, vacibleri ve sünnetleriyle bize zaman programı sunmaktadır. Hazreti Peygamber -aleyhissalatü vesselam-'in hayatı, bu İslâmî zaman değerlendirme programı'nın müşahhas örneğidir. Rasûlullah'ın hayatını bilenler şu hususları şaşmaz şekilde günlük hayatında görürler:
İbadetler belli saatlerdedir
Diğer mühim işler ibadetlere göre tanzime tabi tutulmuştur.
Söz gelimi:
Sabah namazından sonra yatmak yok, ashabıyla sohbet var.
Ashabıyla sohbeti ailevî sohbet takibediyor.
Kısa bir öğle uykusu var.
İkindi namazından sonra hanımlarını teker teker kısa bir ziyaret ve onlarla sohbet var. Akşam namazından sonra bütün aile halkı, o gün hangi hanımının yanında kalacaksa orada bir araya gelip sohbet etme var.
Günün belli saatlerinde ziyaretleri kabul etmektedir, muayyen saatlerde ziyaretlerde bulunmaktadır.
Günün bazı saatlerinde hanımları dahil hiç kimseyi huzuruna kabul etmemektedir ve bu saatler bilinmektedir. (1)
En mühimi, bu programlı işlerin değişmez muayyen müddetleri var.
Rasûlullah'ın -aleyhissalatü vesselam- günlük proğramında "eğlence" maddesi mevcut değildir. "Eğlenmek için yaratılmadık" buyurmuştur. (2)
Hülasa etmek gerekirse, İslâm, kişinin her anından hesap vereceği prensibini getirerek, zaman değerlendirmesini kişinin baş problemi yapmıştır. Getirdiği bütün teşriatıyla kısa bir ömürde ebedî cenneti kazandıracak bereketli ticaretin nasıl yapılabileceğini göstermiş, Rasûlullah'ın -aleyhissalatü vesselam- örnek hayatında da mü'min ömrünün gün be-gün, saat be-saat, an be-an en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceğinin müşahhas örneğini sunmuştur.
Unutmayalım ki, sadece farzları yapmak ve farzlara müteallik sünnetlere riayetle dinde kemale eremeyiz. Günlük hayatımızın tanziminde, zamanımızı en verimli şekilde değerlendirmede de sünnete koşmalı, ondan düsturlar, prensipler çıkarmalıyız.
"Allah'ın Rasûlünde sizler için en güzel örnek vardır." (Ahzab,21)

İhtiyaç Fazlamız mı Var!




İhtiyaç Fazlası Kimin?

          Resûl-i Ekrem ashâbını sık sık sadaka vermeye dâvet eder, onlar da bu emri ânında yerine getirirlerdi. Bir defasında vaaz ediyordu; sesini gerideki kadınların duymayacağını düşünerek onların yanına gitti ve kendilerini sadaka vermeye davet etti. Hanım sahâbîler bu emre hemen uydular. Kulaklarındaki küpeleri, parmaklarındaki yüzükleri, boyunlarındaki gerdanlıkları çıkarıp Bilâl-i Habeşî'ye teslim ettiler (Buhârî, İlim 32, Müslim, Salâtü'l-îdeyn 1-3).

Bir yerde yoksulluk çeken insanlar varsa, hali vakti iyi olanlar oturup düşünmelidir. Benim dediği şeylerin ne ölçüde kendisinin ne miktarda onların olduğunu iyi hesap etmelidir.

Bakın, bir yolculuk sırasında ne oldu. Resûl-i Ekrem ile arkadaşları mola vermişlerdi. Bu sırada devesine binmiş bir adam çıkageldi. Bir şeyler umarak sağa sola bakınmaya başladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Yanında ihtiyacından fazla binek hayvanı olanlar, olmayanlara versinler. Fazla azığı olanlar olmayanlara versinler" buyurdu. Daha bir çok şeyi sayıp döktü. Bunları duyan sahâbîler, kimsenin ihtiyacından fazla bir şey bulundurmaya hakkı olmadığını anladılar (Müslim, Lukata 18).

Çoğumuzun tabiatında cimrilik vardır [Muhammed sûresi (47), 37]. Birine yardım edince malımızın tükeneceğini sanırız. Malın verdikçe artacağı gerçeğinden haberimiz yokmuş gibi davranırız. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu gerçeği yakınlarına sık sık hatırlatırdı. Bir gün baldızı Esmâ binti Ebû Bekir'e: "Cimrilik edip esirgeme, öyle yaparsan Allah da senden esirger, sen bol bol vermeye bak!" dedi (Buhârî, Zekât 22). Allah Teâlâ'nın "Ey insanoğlu! Sen ver, ben de sana vereyim" buyurduğunu haber verdi (Buhârî, Nefekat 1; Müslim, Zekât 36). Her gün iki meleğin "Allahım! Malını esirgemeden verene yenisini ver, cimrilik edip vermeyenin malını eksilt!" diye dua ettiklerini hatırlattı (Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57).

Elbette bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağız. O bize de "Ey Âdemoğlu! Beni doyur dedim, doyurmadın!" diye sitem edecek. Biz, "Yâ Rabbi! Böyle bir şey nasıl olabilir! Sen âlemlerin Rabbisin" dememize aldırmayacak: "Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer verseydin, verdiğin şeyleri benim yanımda bulacağını bilmiyor muydun?" (Müslim, Birr 43) diye azarlayacak. Böyle sıkıntılı durumlara düşmemek için yoksula yardım etmeli, o bizden istemeden onun ayağına gitmelidir.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz