“Zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.”(Bakara/193)
Kur’an, insanın Allah'la ve diğer varlıklarla olan ilişkisini düzenleyen, kavranabilecek her şeyi insana açıklayan eşsiz bir mesajdır. Kur’anmesajı, Peygamber (as) tarafından insanlara duyurulmuş yine onun uygulamalarıyla pratik bir sistem olarak hayata taşınmıştır.
Öncelikle şu gerçeği tespit edelim:
İslam ve insan düşmanlığının nedeni kin, kinin varacağı son durak da zulümdür. Zulüm karanlık, zalim de kara fikirlidir. Çünkü zalim, hevave hevesine göre hareket eder, sadece egosunu tatmin etmek için hakka ve hakikate öfkeyle saldırır.
Kur’an, “Zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.” anlamındaki bildirisiyle, zulmü, düşman hedef olarak belirler.
“Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpısın; ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmez”(Bakara/190) talimatıyla da zulmü, savaş gerekçesi olarak görür. Demek ki İslam'da fiziki bir savaşı meşru kılan temel sebep, İslam'ın korunması, iman özgürlüğünün savunulması ve zulmün ortadan kaldırılması gerçeğidir. Hemen belirtelim ki, haklı ve adil bir savaşa girip zalimlere karşı mücadele verenlere, Allah yardım eder ve onları başarıya ulaştırır. “Kendilerine haksız yere saldırılan kimselere, zalimlerle savaşma izni verilmiştir. Şüphesiz Allah, onlara yardım ulaştıracak güçtedir. Onlar sadece:
"Rabb'imiz Allah'tır. " dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah imanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı/insanlardan bir kısmını diğerleriyle savmasaydı o zaman içlerinde Allah’ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler çoktan yıkılıp gitmiş olurdu. Ama Allah, O'nun davasına arka çıkanlara yardım edecektir. Çünkü Allah, her şeyi hükmü altında tutan en yüce iktidar sahibidir.”(Hac/39-40) mealindeki ayetler, Allah'ın zulme karşı savaşanlara yardım edeceği müjdesini verir. Kur’an'a göre, en büyük zulüm şirktir ve bütün zulümler insan elinin ürünüdür. Zulmün sonu ise, çöküş ve batıştır.Gerçekten de tarihin tüm devirlerinde, medeniyet ve toplumların helak nedeni hep zulüm olmuştur. Bu yıkıcı zulüm, daima servet ve nimet şımarıklığı, azgınlık ve tasallut illetiyle yan yana bulunmuştur.
Her çeşit günaha fazilet, zulme de adalet gözüyle bakıldığı bir çağda yaşıyoruz. Kaba ve karanlık güçler, insanları İslami değerlerden uzaklaştırıp onları sahte bir hayatın izleyicisi haline getirmek; insan da dahil her şeyi fesat aleti gibi kullanmak istemektedirler. Bu durumda, İslam'ın yeniden ihyası ve mazlum insanların kurtuluşu için etkili ve onurlu bir mücadeleye girmenin gerekli olduğu aşikârdır. Çünkü İslam, sonsuza kadar yürünecek bir yoldur. Böyle olmasaydı, tevhidin tarihi, zulme karşı verilmiş mücadelelerle dolu olmazdı. Bu gerçek bize, hangi çağda olursa olsun, zulme karşı çıkıp haksızlığı ortadan kaldırmak için verilen mücadelenin ne kadar anlamlı olduğu mesajını veriyor. Bu mesajı, İslam'ı bir isim olarak taşıyanlar değil, onu bir hayat yolu olarak benimseyenler alabilir. İlk nesil Müslümanlarının kendi dönemlerinde zulme karşı verdikleri mücadeleyle, bugün dünyanın değişik bölgelerindeki mazlum milletlerin çağdaş zulme karşı verdikleri mücadele, aynı gaye içindir. Bu gaye, İslam yolunda sonsuza kadar yürümektir.
Dünyanın dört bir yanında, çekildikleri son siperlerde zulme karşı direnip ayakta kalma mücadelesi veren mazlum insanların onurlu tavırları iman şuuruyla değerlendirilirse, bu çetin ve zor dönemde mazlum milletlerin yanında yer almanın, bir mümin için terk edilemez bir vazife olduğu görülür. Çünkü zulme karşı savaşmak, sadece zulme uğrayanların değil, onur sahibi her insanın vazgeçemeyeceği bir görevdir.Kur’an, zulme uğrayanların yanında yer alıp zalimlere karşı savaşmanın bir insanlık borcu olduğunu şöyle hatırlatır:
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabb'imiz, bizi halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir sahip gönder, bir yardımcı yolla, "diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar ve yavrular için savaşmıyorsunuz!”(Nisa/75) Ayet, böyle bir görevden kaçmak için, hiçbir ahlaki gerekçenin bulunmadığına dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlığa yönelik saldırıların sürdüğü bir gerçek. Ancak, insanlara saldıranlar, kötü emellerini gerçekleştiremeyeceklerdir. Onlar, insanların bir kısmını şehit edebilirler, ama inançlarını asla yok edemezler. Bazı insanların zaaf yüklü tavırları onlara ümit verse de zalimler, İlahi iradeye yenik düşmekten kurtulamazlar. Nitekim, inançlarını aktif bir amel haline getiren mazlum milletlerin samîmi gayretleri, yıkılası zulüm sistemlerinin yakın gelecekte yerle bir olacakları gerçeğini gözler önüne sermektedir.