18/10/2014

İslam'ı Yaşanılır Kılmak


O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tâbi tutsun ve davranış yönünden han­giniz daha iyidir (onu göstersin).” [1]
İnsanın, kendisini yeni bir doğuşa hazırlayacağı alan, üze­rinde yaşadığı yeryüzü ve içinde bulunduğu çevredir. Onun, hayat yolunda imtihan edileceği çalışma alanı buralardır. Yer­yüzü, üzerindeki nimetlerden faydalanmamız için yaratılmış ve Allah tarafından bize emanet edilmiştir.[2] Yeryüzünün nimet ve imkânlarına mirasçı olmak, salih amel şartına bağlanmıştır. [3] Bu emanete ihanet edilirse, karada ve denizde huzursuzluk meyda­na gelir; insan, eliyle yaptığı azapları tatma sonucuyla karşıla­şır. [4] Şu halde insan, iyi işleri en güzel biçimde yapmak için ça­lışmalıdır. [5] İyi insan, hayatla ilgisini kesen ve kendini toplum­dan tecrit eden değil, aksine İslam'ı hayatta tutma mücadelesine aktif olarak katılan kişidir.
Kur’an tarafından belirtilmiş bulunan ve imanla ifadeye ko­nulan bütün ameller, dinin pratik anlatımını ifade eder. Burada, içinde bulunduğumuz şartlarla ilgili bazı tespitlerde bulunarak, İslam'ı hayatta tutmak için yapılması gerekenleri genel olarak belirtmek istiyoruz. 

İnsanların yaşadıkları hayatta, bilgi ve amel yönünden derin boşluklar var. Oldukça sınırlı olan ve büyük bir kısmı âdeta fel­ce uğramış bulunan İslami hayat, Kur’an'ın sunduğu dine sada­katle cevap vermekten uzaktır.
İnsanlar, özgürlüklerine yönelik baskı ve tehdit altındadırlar. Dinde ve gerçek dindarlarda sürekli kusur aranıyor.
Kur’an'ın doğruluk ve değer ölçüleri, yaşanan hayatın dışında tutuluyor. İslami gerçeklerin gözardı edildiği, günaha başarı diye taç giydirildiği, faziletlerin her çeşit rezilliklerle çökertilmeye çalışıl­dığı, haramın bütün  zenginliğiyle yaygın olduğu, helalin ise unutulduğu bir ortamda yaşıyoruz.
Genelde hayatın teorik yönüyle ilgileniliyor. Pratik ihtiyaç­ların karşılanmasında yetersiz kalınıyor. Ütopik teoriler de, in­sanlar tarafından pek ciddiye alınmıyor. Sözde evrensel değer­lere inanılıyor, fakat pratikte gurupçu ve ulusçu tavırlar sergile­niyor. Dünyanın oldukça küçüldüğü çağımızda işler hâlâ ma­halli ve dar çerçevede yürütülüyor.
Öncelikler yanlış sıralanıyor, istikamet kayboluyor. Hakikat asli şekliyle değil de gurup anlayışlarına göre algılanıyor. Bu durum, dışımızdakilerle açık ve sıcak ilişkiler kurmamızı zor­laştırıyor. Başkalarıyla aynı düşünmediğimiz zaman, Peygamber (as) örneğini takip edemiyoruz. İhtilâf adabına uymadığımız için, farklılıklar zenginlik kaynağı olacağı yerde zıtlıklara ve düşmanlıklara dönüşüyor, kalplerdeki birliği bozuyor.
İnsanlar, temel değerlerde "davranış, istikamet ve birlik" ru­hundan yoksun bulunuyorlar. Özellikle dindarlar, kendi alanla­rında çok sıkı çalışmalarına rağmen, zıt yönlere çektikleri için, sarf ettikleri gayretlerin toplam etkisi, istenen sonucu ve kalite­yi veremiyor. Çünkü İslam'ı yaşanılır kılmak için, temel kay­naklarda birleşmek kadar, aynı istikamette ve birlikte hareket etmek de gerekiyor. Olumsuz şartlara sığınarak "bu durumda bir şey yapılamaz" demek doğru olmaz. Bizler, mevcut şartları eldeki en iyi imkânlar olarak kabul edip bu şartlara rağmen İs­lam ve insan için en iyisini yapma gayreti içinde olmak duru­mundayız. 

Çevremizde karşılaştığımız olumsuz durumlar, İslam’i ilke ve değerlerin hayatın dışına itilmesinden kaynaklanıyor. Oysa Kur’an vahyi,İslami hayat pratiğinin programını noksansız olarak sunmuştur. Bize düşen görev, bunu iyi niyet ve basiretli bir gayretle uygulamaya koymaktır.
Çevreyle aktif ve olumlu bir ilişki kurulmalıdır. Sadece ken­dini düşünen, hizmeti kendi gurubuyla sınırlı gören kimse, İslami hedefini yitirmiş demektir. Hizmet, öncelikli olarak en yakın çevreden başlasa da bir Müslüman için bütün dünya, ibadet ve faaliyet alanıdır. [6]
Çevredeki problemlerle yakından ilgilenilmeli, "Bunları ben ortaya koymadım" diyerek insanların sorunlarından uzak ka­lınmamalıdır. Özellikle Müslüman'ın tavrı, hastalıkta hiçbir dahli olmadığı halde hastalarıyla ilgilenen doktor gibi olmalıdır. İnsanların sorunlarına çözüm getirenlerin, onlara etkili ve fay­dalı olacakları gerçeği asla unutulmamalıdır.
Yıkıcı değil, yapıcı olmak; gerçek hayatta işe yarar fikir ve planlar ortaya koymak gerekir. Bugün, faydalanılabilir fikirlerin fakirliği ve uygulanabilir planların yoksulluğu çekiliyor. Oysa İslam'ın en çok önem verdiği konu, iyi işlerde öncülük etmek­tir. Bunun için Müslümanlar, toplumda hayırlı işler görecek hizmet amaçlı kişiler olmalıdırlar.
Kolaycı ve boş sözleri terk edip ihtiyacı karşılayan geçerli çözümler üretilmelidir. Bugün, bağlayıcı, kurumsallaşmış ve yapılanmış bir şûra sistemine ihtiyaç vardır. Çünkü "ictihad şû­raları" oluşturup birlik içinde çalışmanın, daha yüksek düzeyde sonuçlar getireceği açıktır. Bu gerçekleştirilmeden, İslam'ın üstünlüğü duygusal bir inanç olmaya devam edecektir. Oysa İs­lam'ın pratik üstünlüğünü ortaya koymak için, yaşayan aydınlık bir örneğe ihtiyaç duyulmaktadır.
Bütün zorluklara ve aleyhte cereyan eden şartlara rağmen, iki binli yıllara girildiği şu günlerde içi boş olan beşeri sistemle­rin büyük ölçüde iflas etmesiyle İslam yine insanlığın tek umu­du haline gelmiştir. Bizlere düşen görev, çevremizdekilerle iliş­kilerimizi iman, ihsan ve itkanboyutlarıyla sürdürüp [7] hedeflerin en yücesi olan Allah rızasını kazanmak için çalışmaktır. "Bu söylenenler, Rabb'ine karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar içindir.” 



[1] Mülk: 67/2.
[2] Bkz. Bakara: 2/29: Mülk: 67/15
[3] Bkz. Enbiya: 21/105
[4] Bkz. Rûm: 30/41
[5] Bkz. Mülk: 67/2
[6]BkzNecm: 53/39-41
[7]BkzHûd: 11/88

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz