18/10/2014

İmansızlığın Güçsüzlüğü


Allah'ın buyruk ve yasaklarıyla alay etmek, onları hafife almak, imansızlığın bir belirtisidir. Alay, bir kimseyi küçük düşür­mek, şeref ve haysiyetini kırmak istemektir. Bir kısım insanlar, küçük düşürmeyi ve kö­tülemeyi kendileri için bir kuvvet sayarlar. Bunlara göre yapılan hilekârlıklar, büyük­lüğün ifadesidir.
Allah'ın emirlerini çiğneyip bu halle­riyle iftihar edenler, aslında acizliklerini ortaya koyarlar. Yüce Allah, onlara sapık adımlarıyla korkunç sorunlarına doğru yol aldırırken, gerçek durumlarının düşkünlü­ğünü ve zayıflığını bildiriyor. Çünkü kuv­vetin ve kuvvetlinin hiç bir zaman küçük düşürmeye ihtiyacı yoktur. İşte Yüce Allah, emirlerini ve onlara inanmış mü'minleri, kü­çük düşürmek isteyenleri böylece küçültü­yor.
“Allah da onlarla alay eder (alay etme­lerine karşı layık oldukları muameleyi ya­par), onları bırakır; şaşkınlıkları içinde bo­calayıp dururlar” [1]
Yüce Allah'ın ilahî kudreti, her şeyi ku­şatmıştır. O'nun kuşatmasından dışarı çık­mak veya dışında kalmak mümkün değil­dir. Allah'a ve O'nun emirlerime inanmaya­rak O'nun bu yüce kudretinden habersiz olanlara ihtar niteliğindeki şu âyet dikkat çekicidir:
“Yıldırımlardan ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar; oysa Al­lah, inkarcıları tamamen kuşatmıştır” [2]
Allah, bütün inkarcıları, içlerinden, dış­larından, dünyalarından ve ahiretlerinden kuşatmıştır. Allah'ın yüce kudretini kabul etmeyen, ama hayatlarında pek çok şeyler­den korkanlar Allah'dan korkmuyorlarsa, bunun nedeni Allah'a inanmayışlarıdır. Bir gök gürültüsünden bile korkarak sakınma hissiyle tedbir alanların, daha evvel Allah'­dan korkmaları, O'nun emirlerine uyarak fe­lâketlerden sakınmaları gerekir. Allah'ın iz­niyle her korkudan kurtulmanın bir çaresi vardır.



[1] Bakara: 2/15.
[2] Ba­kara: 2/19.

Allah'a İsyan mı ?


Allah'a İsyan Yaratılışı (Fıtratı) Değiştirir


Allah, insanlara, diğer canlı varlıklar­da olmayan ve onları diğer varlıklardan üs­tün kılan birçok özellikler bahşetmiştir. Akıl, irade, şuur, inanabilme gibi özellikler, bun­ların önemlilerindendir. Her insan yaratılış­tan bu özelliklere sahiptir. Ancak sahip olu­nan bu özelliklerin gelişmesi her insanda aynı değildir.
Bu özelliklerin gelişip kemâl derecesi­ne ermesi, fıtrat dini olan İslam dininin hü­kümlerini yaşamakla mümkündür. Allah'ın bildirdiği bu hükümleri, kabul etmeyenler, yani Allah'a karşı isyan yolunu seçenler, Allah tarafından kendilerine verilen bu gü­zel özellikleri, kötü yaşantıları sonucu elde ettikleri çirkin özellik ve huylanyla örterek kaybederler. Nitekim Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmuştur:
“Allah, onların kalblerini ve kulaklarını nıühürlemiştir. Gözleri­ne de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azab vardır.”
Bu âyet kendi iradeleriyle kü­für yolunu seçip inanma özelliklerini kay­bedenlerin durumlarını bildirmektedir.
Şu kesin olarak bilinmelidir ki, Yüce Allah, diğer varlıklarla olduğu gibi insan­larla olan muamelesinde de asla haksızlığa ve zulme razı değildir. İman etmeyenlerin, Allah'a ve hükümlerine inanmamaları ve inanamayacak bir duruma düşmeleri kendi iradeleriyle yaptıkları işlerinin bir sonucu­dur.
İyiliğe, salih amellere devam edilerek alışıldığı gibi, kötülük de devamlı işlenen haramlar sonucu, içinden çıkılmaz bir şekil­de kişiyi etkisi altına ahr.
İşte hayat bunların kazanılması demek­tir.
İnsanın doğuştan getirdiği iradesinin kendisi üzerinde doğrudan bir etkisi yok­tur. Fakat bu iradesiyle elde ettiği kötü huylar kendi iradesinden kaynaklanmakta­dır. Şu halde insanların yaratması yok ama, iradeleriyle kazanmaları vardır.
“Allah'ın kalbleri mühürlemesi”, kulun iradesiyle yaptığı işlerinden ve elde ettiği ikinci tabiatından sonra olmuştur. Böylece onların iman etmeleri imkânsız hale gel­miştir. Çünkü kader cebir değildir. İman etmeyenler, Allah'ın ilminden dolayı kâfir olmamışlar, kâfir olacaklarından dolayı Al­lah öyle bilmiş ve öyle takdir etmiştir.
Allah, insanların iyiliğine ve kötülüğü­ne sebep olacak şeyleri de yaratmıştır. Fa­kat insana bunları bildirmiş, iyiye yönele­bilmeleri ve kötülüklerden sakınabilmeleri için de irade vermiştir. İnsan, bu iradesini kullanmakta serbest bırakılmış, böylece yaptığı işler ve sonuçları onun kazancı ol­muştur.

Allah-İnsan İlişkisi


ALLAH-İNSAN İLİŞKİSİ


Allah'ın yaratmış olduğu varlıklar ara­sında insanın ayrı bir yeri vardır. Çünkü insan, en güzel özelliklere sahip olarak ya­ratılmıştır. İnsanın sahip olduğu bu özellik­ler, Rabbi ile olan ilişkisinde önemli yer tu­tar. Ama Yüce Alİah tarafından ona bah­şedilen bu özellikleri, iyi geliştiremeyip on­ları da kötüye kullanan insan, üstün varlık olma özeliğini kaybeder.
Allah-insan ilişkisinde en önemli konu, insanın, Allah'ın bildirdiği gerçeklere tam olarak inanması, onları yerine getirerek gerçek kulluğunu göstermesidir. Allah, in­sanlardan kulluklarını göstermelerini ve O'na karşı yapmakla sorumlu oldukları gö­revlerinde dürüst olmalarını istemiştir. Al­lah'ın istediği şekilde O'na kul olabilmek, ancak O'nun kesin hükümlerini samimiyet­le kabul edip, bunları yaşamak ve insanlığa rahmet olarak gönderdiği peygamberlerine tam olarak uymakla mümkündür. Allah'ın insanlarla olan ilişkisini kabullenmeyenler; O, insan hayatına karışmaz diyenler, dini emir ve yasakların anlamsız ve önemsiz ol­duğunu sananlardır. Kur'an'daki şu âyet, Allah'ın insanlarla olan ilişkisini ve ilişki­nin şeklini de açık olarak ifade etmektedir:
“Ey Resulüm, kullarım sana benden sorar­larsa söyle: Ben, onlara yakınımdır. Bana dua edince, dua edenin duasını kabul ede­rim. O halde onlar da, benim çağrıma (dini­me, emirlerime) koşsunlar... Ve bana inan­sınlar ki, doğru yola ulaşmış olsunlar.” [1]
Bu âyet; Allah'ı bilmez, işitmez herhan­gi bir kuvvetmiş gibi kabul edip O'nun emir­lerine bağlılık demek olan ibadetleri önem­siz görenlere ve Allah- İnsan ilişkisinin far­kında olmayanlara tam bir cevaptır. Her varlığı olduğu gibi, insanları da O'nun son­suz kudreti ve ilmi kuşatmıştır. “Allah” di­yene, hemen icabet eder... O'nu anmak, hatırlamak isteyenler O'ndan uzak olsalar da, Allah onlara yakındır. Zira O, her varlığa, o varlığın kendisinden de daha yakındır... Biz, başkalarına yakın olabiliyorsak, onları duyup işitebiliyorsak ve cevap verebiliyor­sak, bize bizden de daha yakm olan Allah'ın her niyazımızı daha evvel işiteceğine, yap­tıklarımızı, her an bütün ayrıntılarıyla gö­rüp muhafaza ettiğine inanmamız gerekli­dir. İşte Allah ile olan ilgimiz, O'nu böyle ta­nıyıp tam bir imanla O'na teslim olmamızla devam edebilir.




[1] Ba­kara: 2/186.

03/06/2014

Müslüman Yüreği


Üç Özellik
Müslüman yüreğinin üç özelliğinden ilki ihlas, yani yaptığı işi Allah için yapmak, dünyaya veya ahirete yönelik başkaca bir amaç taşımamaktır. Böyle çalışan bir kalbi asla kıskanmamak, ona ihanet etmemek... Bu özellik belki kalbin varlığının gayesidir. Allah'tan başkası için amel yapmak şirk; Allah'tan başkasından dolayı ameli terketmek riya, gösteriş olarak değerlendirilir. Bu sebeple olacak ki Akif merhum haklı olarak sorar:" Nedir manası bir kalbin ki, afakında sen yoksun?"(1)
Müslüman yüreğinin ufuklarını Allah Teâlâ'nın hoşnudluğu düşüncesi ve ümidi süsler. Böyle olunca o yürek küreselleşir. Adeta bütün bir evreni kaplar. Her türlü geçici ve peşinci duyguların üstünde kendisine mümtaz bir yer edinir. Dolayısıyla müslüman yüreği ihlas'ı kıskanmaz, ihlasla donanmış olursa kin tutmaz, ihanet etmez.

İkinci özellik; müslümanların yöneticileri hakkında hayırhah davranmaktır. Müslüman yüreği, idarecilerin iyiliğini ister ve onların iyiliği için çalışır... Çünkü yöneticilere iyi davranmak, onların iyiliğini istemek, müslümanların iyiliğini istemek demektir. Müslümanların idareden yana sıkıntıya düşmemeleri, fitne ve anarşiden uzak kalmalarını temine yönelik her gayret, takdire değer bir çabadır.
Yöneticilerin hayrını istemek, onların hatalarını, kötülüklerini ve haksızlıklarını hoş görüp benimsemek anlamına gelmez. Onların iyiliği, iyi olmaları için dua etmek, elden geldiğince yardımcı olmak demektir. Hatta onlara doğruyu, hakkı söyleyip onları ikaz etmek de "hayırhah"lık gereğidir.
Bilinen bir gerçektir ki, çoğunlukla kin, nefret ve ihanet duyguları özellikle yönetim ve yöneticilere yönelik olarak kendini gösterir. Oysa bu konuya "hayırhahlık" düzeyinde yaklaşmak, müslüman gönülleri böylesi bir hatadan da korumuş olur. Yani hayırhahlık, kin ve ihanete manidir.

Üçüncü özellik, müslümanların cemaatını yani müslüman toplumu inanç ve amel olarak tercih ve iltizam etmek, onlardan ayrılmamak, müslümanlarla beraberliği herşeyin üzerinde tutmaktır. Böyle bir özellik insan kalbinde ne kin bırakır ne de ihanet duygusu... Yalnızlık (vahşet) arzularını ortadan kaldırır. Nitekim milli şâirimiz Akif de bu noktayı ısrarla vurgulamaktadır:
"Şu vahdet târumâr olsun" deyip saldırma İslâm'a;
Uzaklaşsan da imandan, cemaattan uzaklaşma!
İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînafa yok meydan;
"Cemaattan uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah'tan !"(2)
Ma'şerî vicdan
Bu üç özelliğin birden ortaya koyduğu gerçeği herhalde şöyle ifade etmek mümkündür:Müslüman yüreği, ma'şerî bir vicdandır. O müslümanların tümüyle beraberdir. Nerede bir müslüman varsa, kendisini onun yanında hisseder. Zamanlar ve mekanlar üstü fevkalade duyguludur, duyarlıdır. " Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; gönüllenmizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! "(3) âyeti, müslüman yüreğinin bu sınırlar ötesi boyutunu ortaya koyar.

Müslüman yüreği, her gönül sahibinin derdine ortak olmayı, çare bulmayı, yardımına koşmayı görev ve şeref bilir. Özellikle üzüntüleri paylaşmasını iyi bilir. Çünkü o kara gün dostudur.

Dipnotlar: 1. M. Akif, Safahat, s. 452 2. Safahat, s. 418, "Alınlar terlemeli" 3.Haşr sûresi(59), 10

Gerçek Dindarlık


GERÇEK DİNDARLIK
Gerçek dindarlık, dînî olanı dinde emredildiği ve sünnette gösterildiği şekilde yaşamaktır. Emir ve yasakların kabulü ve yaşanması Allah'a itaattir. Uygulama biçimindeki itaat ise, Hz Peygamber'e yöneliktir. Böyle olunca sahih bir dinî yaşayış ortaya koyabilmek için temelde sağlam bir iman ve halis bir niyet ne kadar gerekli ise, uygulamada da Sünnet’e uygunluk en az o kadar lüzumludur. Nitekim " ..ona uyun ki doğru yolu bulasınız."(1) ayetindeki Peygamber'e uyma çağrısı, Hz Peygamber'in sadece getirdiklerine inanmakla sınırlandırılamaz. Nitekim aynı ayette, "Allah'a ve Resûlüne iman edin" emri verildikten sonra "ona can ü gönülden uyun.. " daveti yapılmaktadır. Bilinen bir gerçektir ki iman ve amel olarak Peygambere uymadıkça hidayete ulaşılamaz. Çünkü "Sen sırat-ı mustakim'e çağırıyorsun" ayetinde(2) ifade buyuruluğu üzere Peygamber Efendimiz daveti ve uygulamaları île hidayet elçisi ve rehberidir.
Kadı İyaz'ın işaret ettiği gibi " ...Allah'a ancak güzel sözler ulaşır. Onları da ancak amel-i salih ulaştırır "(3) ayetindeki amel-i salih, "sünnet'e uygun olan amel" diye yorumlanmıştır.(4) Buradan hareketle, "sahih amel, sünnete uygun olan amel ve davranıştır" ya da"Müslümanca yaşamanın sıhhat şartı sünnettir" demek mümkündür. Nitekim sünnet, Allah'ın dinini anlamada ve onu hayattaki bütün iş ve sahalara uygulamada fikrî ve amelî olarak Nebî sallellahu aleyhi vesellem'in getirmiş olduğu usul ve ortaya koyduğu örnektir.
SÜNNETİ ÖNEMSEMEMEK MÜMKÜN MÜ?
Sünnetteki uygulamayı önemsememek ya da şu veya bu gerekçe ile değiştirmeye kalkmak, tek kelime ile itaatsizliktir. Onun da anlamı, - ibn Mes'ud'un açıkça belirttiği gibi felaketle sonuçlanacak bir yola girmek demektir. Bunun böyle olduğu, kitaplarımıza intikal etmiş örneklerde de görülmektedir. Mesela Buharî'nin kaydettiğine göre, Mekke döneminde Ka'be çevresinde bulunuyorken Necm sûresindeki secde ayetini okumuş olması sebebiyle Hz Peygamber ve mü'minlerin secde ettiklerini gören ve "bana bu yeter" diyerek yerden aldığı bir avuç çakıl taşını veya toprağı oturduğu yerde alnına koyan yaşlı bir kişi, neticede kafir olduğu halde öldürülmüştür.(5)
Yine Hz. Peygamber’in, "Sağ elinle ye!" uyarısına, kibirlenerek "yiyemiyorum" diye cevap veren Busr İbni Ra'i'l-ayr'a, Efendimiz’in, "yiyemezsin tabiî" demesi sonucunda Busr'un sağ elini bir daha ağzına götüremediği bilinmektedir .(6)
Güneş doğduktan sonra, -bir rivayete göre ise batmak üzere iken nafile namaz kılmaya kalkışan bir başka Müslüman ikaz edilince; "Ne yani, Allah'ın bana, namaz kıldığım için azab edeceğini mi söylemek istiyorsun? diye mantıklı görünen bir cevap vermiştir. Ancak ikazı yapan tabiûn neslinin ileri gelen alimlerinden Said İbni'l-Museyyeb, bu defa ona hiç beklemediği çok çarpıcı bir cevapla mukabele etmiş ve dolayısıyla Müslümanlarca asla ihmal edilmemesi gereken bir gerçeği hatırlatmıştır: "Allah sana namaz kıldığın için değil, sünnete uymadığın için azab eder!"(7)
Aynı şekilde Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhuma da kendisine yöneltilen sefer namazı île ilgili soruyu cevaplandırırken " seferde namaz iki rekattır. Kim sünnete muhalefet ederse, küfre girer”(8) demiş ve sünnetteki uygulamanın Müslümanların hayatı için arzettiği önemi açık seçik dile getirmiştir.
Bu ve benzeri daha bir çok olay, yazımızın başına aldığımız Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh'ın: "Peygamberinizin sünnetini terkederseniz, sapıttınız gitti demektir" sözünün ne kadar doğru ve gerçek olduğunu göstermektedir.
Öte yandan Kadı İyaz merhumun belirttiğine göre " Peygamber mü'minlere öz canlarından önde gelir.." ayeti(9) bazı müfessirlerce "Peygamber'in sünnetine uymak, kendi görüşüyle amel etmekten önceliklidir" diye yorumlanmıştır.(10)
KALİTELİ MÜSLÜMAN OLMANIN YOLU
Buraya kadar yaptığımız nakillerden anlaşılmaktadır ki, gerek fikrî gerekse amelî sahada sünnet'i önde tutmak ve dini Sünnet'e göre yaşamak, kaliteli müslüman olmanın biricik yoludur. Aksi halde iddia ne olursa olsun, bid'atleri din olarak yaşamak ve ciddî bir biçimde bid'atlerin saptırıcılığına kurban gitmek tehlikesi bulunmaktadır. Zührî'nin dediği gibi"sünnete sarılmak kurtuluştur." Nitekim Peygamber Efendimiz de "Kim benim sünnetimi benimseyip yaşarsa bendendir" buyurur. (11)
Yazımızı, Urve b. Zübeyr'in sözüyle bitirelim,
"Sünnetlere, aman sünnetlere dikkat ediniz. Zira sünnetler, dinin kıvamıdır!"(12)

Dipnotlar:  1) A’raf sûresi(7),158 2) Şura sûresi (42), 52 3) Fatır sûresi(35),10, 4) Bk Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, s 306 5) Buharî, Sucûdu'l-Kur'an 1 6) Müslim, Eşribe 107, Ahmed İbni Hanbel,Müsned, IV,46, 7) Abdürrezzak, Musannef, III, 52, Dârimî, Mukaddime, 39 ), 8) Abdürrezzak,Musannef, II, 520 , 9) Ahzab sûresi(33), 6], 10) Bk Şifa ı Şerif Tercüme ve Şerhi, s 55 , 11) Abdürrezzak, Musannef, VI, 169 , 12) İbni Abdilberr, Camiu beyani'l-ilm, II, 138, ibn Hacer,Fethu'l-bari, XIII, 301

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz