Haccın sebebi olan Kâbe, Hz. İbrahim (as) ve oğlu Hz. İsmâil (as)
tarafından Mekke’de yapılmıştır. İnşâat tamamlandıktan sonra Cibrîl
(as), tavâfın ve hac ibadetinin nasıl yapılacağını amelî olarak onlara
göstermiş, Hz. İsmâil (as) de Hicaz halkına öğretmişler. Ancak, Hz.
İbrâhim (as)’in tebliğ ettiği dini hükümler zamanla unutulmuş, Mekke
putperestliğin merkezi olmuştur. Hz. İsmâil (as)’in öğrettiği hac usûlü
yavaş yavaş değişmiş yerini
putperestlerin haccı almıştır.
Cahiliyye dönemindeki putperestler de Kabeyi tavaf edip Hac
yapmaktaydılar. Câhiliye döneminde Mekke şehir devleti on üyeli bir
meclis tarafından idare ediliyor, ayrıca dört yabancı kabile de hac
yönetimine katılıyordu. Resûl-i Ekrem (asv)’in mensup olduğu
Hâşimiler
rifâde, sikâye ve Kabe eminliği, Benî Abdüddâr Kabe ve Dârünnedve’nin
anahtarlarının muhafazası, Benî Nevfel hacılara harcanmak üzere toplanan
vergilerin idaresi, Benî Sehm Kabe’ye yapılan adakların muhafazası ve
Benî Kinâne de haccın daima aynı mevsime rastlaması için takvimde
yapılan nesî’ ile meşgul olurlardı. Benî Gavs ile Benî Advân ise
Arafat’ta ve Müzdelife’de hacılarla ilgilenirlerdi.
Kabe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe, kurban kesme gibi
âdetler devam ettirilmekte, hac putperest gelenekleriyle birlikte
sürdürülmekteydi. Umre, nesî’ yoluyla hurma mevsimine rast getirilen
receb ayında yapılır, Kabe’nin ziyaret edilmesi ve Safa İle Merve
arasında yedi defa koşulması ile tamamlanırdı. Müşrikler, haccı her yıl
bahar mevsimine denk düşürmek için iki veya üç yılda bir tekrarlanan
nesî’ ile ayların yerlerini değiştirdiklerinden törenler, asıl zamanı
olan Zilhicce yerine başka aylarda yapılır, ancak yirmi dört yılda bir
gerçek Zilhicceye rastlardı.
Hacı adayları, hac mevsiminin başlatıldığı ayın ilk günü ihramlı
olarak Ukâz panayırına, yirmi gece burada kaldıktan ve alışveriş
yaptıktan sonra Mecenne panayırına ve on gece de burada kaldıktan sonra,
arkasından gelen ayın hilâli ile birlikte Zülmecâz panayırına giderler
ve burada sekiz gece kalıp terviye günü Zülmecâz’dan ayrılarak arefe
günü Arafat’a çıkarlardı. Arefe günü hille’den olanlar (
Kureyş ve müttefikleri dışındaki kabileler) Arafat’ta, hums sınıfından olanlar ise
(hac ve Kabe ile ilgili çeşitli imtiyazlara sahip Kureyş ve müttefiklerinden meydana gelen kabileler)
Harem bölgesi içindeki Nemîre’de hazır bulunurlar ve güneş ufka
yaklaşıncaya kadar buralarda kalıp sonra Müzdelife’ye akın ederlerdi. O
gece Müzdelife’de geçirilir, ertesi gün fecirden önce vakfeye başlanıp
güneş yükselinceye kadar devam edilir, arkasından da Mina’ya doğru
harekete geçilirdi; Arafat ve Mina günlerinde alışveriş yapılmazdı.
Mina’da yerine getirilmesi gereken, üç gün müddetle şeytan taşlama ve
ayrıca kurban kesme menâsiki tamamlandıktan sonra çeşitli toplantılar
düzenlenir, şiirler okunur ve kabileler atalarıyla övünürlerdi. Bu âdet,
“
Hac menâsikini bitirince atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta ondan daha fazla Allah’ı zikredin.” (Bakara, 2/200) mealindeki âyetle kaldırılmıştır.
Ziyaretçiler Mina’dan Mekke’ye geldiklerinde şehir halkının evlerinde
kalır ve buna karşılık onlara bazı hediyeler verirlerdi. Câhiliye
devrinde Araplar Kabe’yi ellerini birbirine kenetleyerek
el çırpıp ıslık çaldıklarını
söylemektedir ve humsa mensup iseler elbiseleriyle, hilleye mensup
iseler tavafı günah işledikleri elbiselerle yapmak istemediklerinden
eğer humstan birinin elbisesini ödünç olarak veya para ile alamazlarsa
çıplak tavaf ederlerdi. Tefsirlerde,
Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, ‘Babalarımızı bu
yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti.’ derler. De ki, Allah kötülüğü
emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? (A’raf,
7/28)
mealindeki âyetin Kabe’yi çıplak tavaf edenlerle ilgili olduğu
belirtilmektedir. Eğer hille mensubu, üzerindekinin dışında sırf Kabe’yi
ziyaret sırasında kullanmak amacıyla daha önce giyilmemiş başka bir
elbise getirmişse tavafını onunla yapar, sonra çıkarıp orada bırakır ve
“lekâ” denilen bu elbiseye el sürülmez, çürümeye terkedilirdi. Temiz
elbise bulamamış hilleye mensup kadınların da avret mahallerini
elleriyle kapatarak çıplak katıldıkları tavaf bittikten sonra Safa ile
Merve arasında sa’y yapılırdı. Arkasından İsâf’ın putunun (heykel)
yanında kurbanlar kesilir, kanından Kabe’nin duvarlarına sürülürdü;
kurban kesenler bu etlerden yemezlerdi. Daha sonra her kabile hangi
tanrı için ihrama girmiş ve telbiye getirmişse onun putunu ziyaret
eder, yanında tıraş olur ve ihramdan çıkardı. Câhiliye Arapları Kabe
dışında
Lât, Menât, Uzzâ gibi tanrıların tapmaklarını, ileri gelenlerin kabirlerini ve dikili taşları da (ensâb) tavaf eder ve buna
devâr derlerdi.
Hacılara su ve yemek ikram etme âdeti, çok eski devirlerden beri
devam ediyordu. Câhiliye döneminde rifâde geleneğini sürdürebilmek için
önceleri halktan vergi toplanırdı; daha sonra bu işi şeref kazanmak
isteyen zenginler üstlendi. İlk defa deve etinden yemek yaptırıp
hacılara dağıtan kişinin Amr b. Luhay olduğu rivayet edilir; onun
hacılara elbise dağıttığı da bilinmektedir. Kusay zamanında Kabe
yakınlarında, civardaki tatlı su kaynaklarından develerle getirilen
suların muhafaza edildiği deriden yapılmış su depoları vardı.
Zemzem Kuyusu Hz. Peygamber (asv)’in dedesi
Abdülmuttalib
tarafından tekrar açıldıktan sonra, sikâye görevi tamamen buradan
sağlanan sularla yerine getirildi. Abdülmuttalib develerini sağar ve
bunları bal ile karıştırıp zemzemle beraber hacılara dağıtırdı; üzümle
zemzemi karıştırıp dağıttığı da olurdu.
İslâmiyet’in zuhuru sırasında sikâye ve rifâde işini
Ebû Tâlib
yürütüyordu; ancak daha sonra malî durumu bozulduğu için küçük kardeşi
Abbas’a bıraktı. Abbas bu görevi Mekke’nin fethine kadar kesintisiz
sürdürdü; fethin arkasından Resûl-i Ekrem (asv) kısa bir süre için
sikâye ve rifâdeyi ondan aldıysa da daha sonra yine kendisine verdi. Hz.
Peygamber 9 (631) yılında Hz.
Ebû Bekir (ra)’i hac
emîri olarak görevlendirdi ve ona yemek için bir miktar malzeme verdi.
Veda haccında ise bu işi bizzat kendisi üstlenmiş, dolayısıyla
vefatından sonra yerine gelen halifeler de bunu bizzat yürütmüşlerdir.
Mekke’nin fethinden sonra Kabe’nin içinde ve etrafında yer alan
putlarla birlikte Hz. İbrahim (as)’in tebliğ ettiği hac ibadetinde
bulunmayan şirk unsurları da tamamen temizlenmiştir. Hums mensupları
kendilerine birtakım imtiyazlar tanıyıp, “
Biz ehl-i Haremiz, Kabe’nin bakıcılarıyız.” diyerek Arafat’ta vakfe yapmazlardı. Ancak, “
Sonra
insanların -sel gibi- akın ettiği yerden (Arafat) siz de akın edin.
Allah’tan mağfiret dileyin. Gerçekten Allah çok affedici ve
esirgeyicidir.” (Bakara 2/ 199) mealindeki âyetle bu ayrıcalık kaldırılmıştır. Arafat ve Mina’dakİ ticaret yasağı da, “
Rabbinizden -ticaret yaparak- rızık aramanızda size herhangi bir günah yoktur.” (Bakara 2/198) mealindeki
âyetin inzali üzerine son bulmuştur. Hacdan önce kurulan Ukâz, Mecenne
ve Zülmecâz gibi panayırlar ise bir müddet daha devam etmiş, ancak II.
(VIII.) yüzyılın sonlarına doğru çeşitli sebeplerle bunlardan
vazgeçilmiştir.
İslâmiyet’in doğuşundan sonra hille ehli Safa ile Merve arasında
yapılan sa’y vecîbesini, burada bulunan putlara karşı yapıldığı,
dolayısıyla Câhiliye âdetlerinden olduğu ve hac menâsikine girmediği
gerekçesiyle yerine getirmiyorlardı. Bunun üzerine,
“Safa ile Merve
şüphesiz Allah’ın şiârlanndandır. Her kim hac veya umre yaparak
Beytullah’ı ziyaret ederse Safa ile Merve arasında tavaf (say)
yapmasında bir günah yoktur. Kim gönüllü olarak bir hayır yaparsa
şüphesiz Allah -onu- bilir, karşılığını verir.” (Bakara 2/158) mealindeki âyet indi ve böylece sa’yin hac menâsikinden olduğu açıklanarak, bu hususta zihinlerde beliren şüpheler giderildi.
Kabe’yi çıplak tavaf etme ve hille mensupları tarafından Harem
sınırları içine sokulan yiyecek ve içeceklerle koyuna getirilen yasak
ise,
“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde elbiselerinizi giyin.
Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Zira Allah israf edenleri
sevmez. De ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti (elbise) ve
güzel (helâl) azıkları kim haram kıldı! De ki: Onlar dünya hayatında
-inanmayanlarla birlikte- inananlar içindir. Kıyamet gününde ise yalnız
müminlere aittir.” (Bakara 2/158) mealindeki âyetlerle ve Hz. Peygamber (asv)’in hicretin 9. yılında verdiği, “
Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapmayacak, kimse Beytullah’ı çıplak tavaf etmeyecektir.”
(Buhârî, Hac, 67) emriyle ortadan kaldırıldı.