İslamiyet’te kölelik var mıdır? Kuran-ı Kerim’deki
‘köleleriniz ve cariyeleriniz’ şeklinde zikredilen ayetlerden kasıt
nedir?
Maalesef kölelik ve cariyelik müessesesi İslâmiyetten önce yokmuş da,
İslâmiyet getirmiş gibi İslama hücum edilmektedir. Halbuki İslâm’ın
hükümleri iki kısımdır:
Birincisi; İslâmiyet’in, daha önceki hukuk sistemlerinde yok iken,
ilk defa kaide olarak ortaya koyduğu yani İslâm’ın müessisi olduğu
hükümlerdir. Zekât gibi, miras payları gibi. İslâm âlimlerinin
açıklamasına göre, bu çeşit hükümler, yüzde yüz insanoğlunun
yararınadır; insanlar tarafından anlaşılmasa da hikmetleri ve
maslahatları vardır.
İkincisi; İslâmiyetin ilk defa ortaya çıkarmadığı ve belki daha evvel
var olup da İslâmiyetin sonradan tadil yoluna gittiği yani İslâmiyetin
tadil edici olarak rol oynadığı hükümlerdir. Yani İslâmiyet bu hükümleri
ilk defa ortaya çıkarmış değildir. Belki bu hükümler, daha önceden
çeşitli toplumlarda ve hukuk sistemlerinde vardır ve vahşî bir şekilde
uygulanmaktadır. İslâmiyet, bu tür hükümleri, birden bire kaldırmak
insan yaratılışına aykırı olduğu için, tadil etmiştir. Vahşî bir
suretten medenî bir kalıba sokmuştur.
Kölelik ikinci çeşit hükümlerdendir. İslâmiyet, daha evvelki
toplumlarda yok iken köleliği getirmiş değildir. Belki daha önceki
toplumlarda var olan köleliği tadil ederek kabul eylemiştir.
Gerçekten de İslâmiyet geldiği zaman Arap Yarım Adasında yaşayan
insanların yarıya yakını köle idi. Her insanın evinde mevcut olan
nüfusun yarıya yakını ve bazan daha fazlası kölelerden oluşuyordu. Eğer
İslâmiyet, kölelik müessesesini birden kaldır-saydı, hem köle sahibi
efendiler ve hem de kölelerin kendileri açısından çok büyük sıkıntılar
meydana gelecekti. Efendilerin, asırlardır alıştıkları bu işten birden
bire vazgeçmeleri fıtratlarını değiştirmek kadar zor olacaktı; belki de
İslâmiyetin kaldırıcı emrine itiraz ettikleri gibi bazı zulümlere de yol
açacaklardı. Köleler ise, çoğunlukla aile hayatından kopuk ve uzak bir
hayat yaşadıklarından dolayı, sokağa atılmış sahipsiz yetim çocuklar
gibi olacaklardı. Bu da sosyal ve ekonomik bir felâket demekti.
İslâmiyet neden köleliği birden bire ortadan kaldırmadı?
Neden İslâm hukuku, bu tür müesseselerle köleliği tedricen kaldırmayı
gaye edindiği halde, birden bire köleliği lağvetmedi? sorusuna Hz.
Peygamber, sosyo-ekonomik açıdan çok önem arz eden bir cevap
vermektedir: Bilindiği gibi âyette mükâtebe akdi, “Eğer onlar hakkında
hayırlı olduğunu biliyorsanız” şartına bağlanmıştır. Bu hayırlı olmayı,
Hz. Peygamber şu ifadeleri ile açıklamaktadır: ”Yani bir san’at
sahibi olup da kendi geçimlerini temin edecek durumda iseler ve hayatı
tek başına yürütebilecek güç kendilerinde var ise akid yapınız. Aksi
takdirde onları insanların üzerine yırtıcı köpekler gibi salıvermeyiniz“.
Yani ister mükâtebe akdiyle veya isterse başka yollarla köleleri
hürriyetlerine kavuşturarak âzâd etmek de her zaman hayırlı değildir.
Düşünün ki, cemiyeti teşkil eden fertlerin yüzde ellisi köledir. Bir
anda bunları hürriyetlerine kavuşturup sokaklara başıboş salıverdiğinizi
tasavvur ediniz. Cemiyet hayatı felç olacaktır. Yıllarca belki
asırlarca başkalarının yanında çalışmaya alışmış ve müstakil hayatı hiç
denememiş insanları birden sokağa salıverirseniz, hem sosyal açıdan ve
hem de ekonomik açıdan bu insanları felâkete sürüklemek manası
taşıyacaktır. Köleliğin tedricî olarak kaldırılmasının en önemli
hikmetlerinden birisi de budur.
İslâmiyet kölelikle ilgili yeni olarak ne getirmiştir? Diğer sistemlerden farklı olan yönleri nelerdir?
İslâmiyet, daha önceki hukuk sistemlerinde bulunan kölelik müessessini iki açıdan medenî bir kalıba sokmuştur:
Evvelâ; Köleliğin sebeplerini hafifleştirmiştir. Daha önce ve
özellikle Roma ve benzeri hukuk sistemlerinde dokuz ona çıkan kölelik
sebeplerini ikiye indirmiştir. Ayrıca insanlığın fıtratına ters olan bu
müesseseyi ortadan kaldırmak için çeşitli tedbirler almıştır. Köle âzâd
etmenin manen teşvik edilmesi; kölelere imkân tanınarak bedelini ödemek
şartıyla âzâd olabilme imkânının verilmesi (mükâtebe); kölelerin bu
durumdan kurtarılması için onlara zekât verilmesinin tavsiye edilmesi ve
zıhâr, yemin bozma ve benzeri bazı suçlardan dolayı dinî bir müeyyide
olarak konulan keffâretlerin birinci alternatifi olarak köle âzâd etmeyi
şart koşması bunlara misâl olarak verilebilir.
Saniyen; Köleliğin medeni hale sokulmaya çalışılmasının ikinci yolu
da mevcut kölelelere meşru dairede iyi mu’âmele edilmesini ısrarla
tavsiye etmesidir. Bugün bile bir kısım Müslümanlar sırf Müslüman
oldukları için medeniyim diyen insanlar tarafından öldürülürken ve
onlara temel hak ve hürriyetleri dahi çok görülürken; İslâmiyet,
köleleri, bulundukları ailenin fertleri gibi kabul etmiş ve korumuştur.
Hatta Osmanlı arşivlerinde bulunan mahkeme kararlarında Hıristiyan
kölelerin yemin ederken dinî inançlarına uygun tarzda yemin etmesi ve
mesela “İncil’i Hz. İsa’ya indiren Allah’a yemin ederim ki” demesi, bu
zikrettiklerimize en müşahhas delilidir.
İslamiyet geldiğin zaman, kölelik gibi kökleşmiş bir sistemi
kaldırmamış fakat, kölelere insanlık haklarını iade etmiş ve eziyet
gören kölelerin sahiplerinden satın alınarak azat edilmelerini teşvik
etmiştir. İslamiyet bu şekilde değersiz görülen kölelerden, Bilal-i Habeşi
gibi efendiler ortaya çıkarmıştır. İslamiyete sürekli taş atmaktan geri
kalmayan ve kendilerini en medeniler sınıfından sayan Avrupalılar ve
Amirikalılar ise 20. Yüzyıla kadar, Afrika kıtasından getirdikleri
insanları, hayvan alıp satar gibi köle pazarlarında satmış ve onları en
ağır işlerde çalıştırmışlardır.
O halde İslâm hukukundaki kölelik müessesesini, esirlik ve kölelikten
hürriyete geçiş safhası olarak vasıflandırabiliriz. Zira İslâm Dini
geldiğinde, kölelik, dünya toplumlarının çoğunda bütün dehşetiyle devam
eden sosyal ve ekonomik bir vakıaydı. İslâm Hukuku, yukarıda izah
ettiğimiz şekilde tedbirler alarak, köleliği istisna bir müessese haline
getirdi.
Toplumun yarıya yakınının köle olduğu bir durumda, kölelik
müessesesini birden ilga etmek, hem köle sahipleri ve hem de daima bir
efendi’nin yanına sığınmış olan köleler için, sosyal ve ekonomik açıdan
mümkün değildi. Hedefi insanları küfürden kurtarmak olan bir
Peygamber’in, senelerce toplum fertlerinin ülfet ettiği, ahlaken ve
hayat itibariyle imtizaç ettikleri bu müesseseyi, birden bire ilga
etmesi irşadın ruhuna da aykırıdır. İşte bu sebeple İslâmiyet kölelik
müessesesini hemen ilga etmemiştir. Fakat olduğu gibi de bırakmamıştır.
Tedricen ortadan kaldırmak için, önce köleliğin menbaını kurutmaya,
izlerini azaltmaya ve o günlerde câri olan hükümlere aykırı olarak
kölelere de normal insan gibi nazar etmeye insanları teşvik etmiştir.
Burada Gustav Lebon’un şu tesbitlerini aktarmak yerinde olur
kanaatindeyim:
“Rık yani kölelik kelimesi, otuz sene önce kaleme alınan Amerikan
romanlarını okumaya alışan bir Avrupalının önünde telaffuz olunursa,
derhal hatırına, ayaklarına ağır zincirler, ellerine demir kelepçeler
takılan, sopalarla dövülerek hayvan sürüleri gibi bir yerden bir yere
sevk edilen, bedbaht ve yeterli ekmeğe bile kavuşamayan, karanlık bir
taşdan başka evi ve barınağı olmayan o Amerikan köleleri geiir. Ben
burada bu durumu isbât etmek üzere ayrıntılara girecek değilim. Fakat
gerçek şudur ki, İslâmiyetteki kölelik Hıristiyanların anladığı manadaki
kölelik müessesesine tamamen aykırıdır”.
Yani bu ikinci nokta ile söylemek istediğimiz şudur: İslâmiyetteki
kölelik ve cariyelik müessesesi, Hıristiyan âleminde bilinen köleliğe
benzememektedir ve İslâmı bilmeyen insanların anlattıkları gibi
değildir
(Prof. Dr. Ahmet Akgündüz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder