10/02/2013

Yaşlanınca Dini Hatırlamak


Bu yazıda değinmek istediğim konu sıkça rastladığımız bir durum olan insanların dine yaşlanınca yönelmesi olacak. Her birimiz muhakkak yakın çevresinde görmüşüzdür bu tip insanlar, dine ancak yaşlılıkta ciddi bir biçimde önem verip öncesinde inanmalarına ve bilmelerine rağmen sanki din yokmuş, bizi Allah yaratmamış gibi yaşarlar. Dine ağırlık verilen yaşlılık dönemi öncesi dünya hayatı ön plandadır. Bu dönemde dünya nimetlerinden olabildiğince faydalanmaya çalışılır, bolca mal mülk edinmeye hayat garanti altına alınmaya çalışılır. Hatta bazı kişilerin bırakın Allah yolunda mücadele etmeyi, namaz, oruç gibi temel ibadetleri yerine getirmeyi günahlardan, haramlardan bile kaçınmadığını görürüz. Belirli bir yaşa gelince, dünya zevklerinden az çok nasibini alınca, yavaş yavaş vücudunun yaşlanmaya başladığını hissetmeye başlayıp ölümün yaklaştığını anlayınca da bu insanlar dine ve Allah’a daha çok önem vermeye başlarlar. Aşağıdaki ayetin bu konu ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.

57 – Hadid Suresi –
10. Allah yolunda harcama yapmanıza engel ne var ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. Sizin, Fetih’ten önce infakta bulunan ve çarpışmaya gireniniz, bunu yapmayanlarla aynı değildir. Onlar, derece yönünden Fetih’ten sonra infakta bulunup çarpışmaya girenlerden çok daha üstündür. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir. Allah, işleyip ürettiklerinizi en iyi biçimde haber almaktadır.

Bu ayetten benim anladığım Peygamber döneminde Müslümanların güçsüz olduğu Mekke’nin fethi öncesi dönemde Müslüman olmayı seçip, Müslümanlarla beraber Allah yolunda çarpışmaya girip bu yolda malından fedakârlıkta bulunanların fetihten sonra Müslümanların bölgede hâkim güç olduktan sonra Allah yolunda mücadeleye katılanlardan Allah katında daha üstün olduğudur.
Konumuzla ilgili olarak ise basit mantık ile ömrünün aklı ermesinden itibaren ölmesine kadar olan 60 yıl civarında olan tamamına yakın kısmını Allah yolunda harcayan, haramlardan sakınan kişinin ömrünün sadece son 10 – 20 yılını bu şekilde harcayan kişiden üstün olması beklenir. Benzer şekilde insanın gençken zina gibi, kumar gibi, eğlenerek vakit harcamak gibi pek çok imkânı varken bunları elinin tersiyle itip haramlardan sakınan Allah rızasını ön planda tutan bir hayatı tercih etmesi sadece yaşlılıkta eli ayağı tutmazken yani aslında günah işlemeye imkânı da yokken Allah’ı hatırlaması ve haramlardan kaçınmasından üstündür.
Kuşkusuz bir insanın yaşlılıkta dahi olsa Allah’ı hatırlaması, haramlardan sakınıp ibadete yönelmesi ve inançlı bir şekilde ölmesi de güzeldir ve bu insanların da Allah’ın rahmetine ve cennete ulaşmasını umabiliriz. Bununla beraber Allah’ın insanlardan istediği bütün hayatlarını Allah’ın dinini öğrenmeye ve onu insanlara anlatmaya adanmış, haramlardan sakınan bir hayat sürmeleridir. Ayrıca hiç kuşku yok ki hepimizin ister 40 yıl olsun isterse 90 yıl olsun ahiret öncesi sadece bir hayatımız var ve bu hayatta yaptıklarımızdan sorumluyuz. Yani bu tek fırsatımız ve bu fırsat sırasında yaşlılık dönemi diyebileceğimiz 50 ve sonrası yaşlara ulaşabileceğimizin de garantisi yok. Burada yapılacak olan hiç ama hiç vakit kaybetmeden hemen Allah’a ve dine yönelmektir. Hemen bugün Allah’ı daha çok anmaya, Kuran’ı okuyarak dini öğrenmeye ve hayatımızı Allah yolunda ve dini bir yaşam için planlamaya başlamaktır.

Ne Zaman Ağladınız


 Hayat boyu bir elin parmakları kadar ağlayıp, sayamayacağımız kadar gülüyoruz. Ağladığımız günler öyle azdır ki, kahkahalarımızın içerisinde gözyaşlarımız da, hıçkırıklarımız da kaybolmaktadır.
Bence herkes bunu bir düşünsün ve şu iki soruyu kendisine sorsun:
En son ne zaman güldüm?
En son ne zaman ağladım?
İlk soruya çoğumuzun vereceği cevap “Bugün” iken, ikinci soruya vereceğimiz cevap için bir süre düşünüyor, geçmişe gidiyor, hatıraları karıştırıyor ve sonunda şu cevaplardan birini veriyoruz:
“Valla hatırlayamadım.”
“Çok uzun bir zaman önce.”
“İki yıl önce.” vb.
Aslında bu tablo bizlere Allah’ın üstümüzdeki lütfunu açıkça gösteriyor.  Bu iki soruya vereceğimiz  cevaplar Allah’ın üzerimizdeki lütfunu bir kat daha görmemizi sağlayacaktır.
Hiç kuşkusuz, güldüren de O’dur, ağlatan da…
Necm 43

06/02/2013

Ateistlerin Azmi Bizi Kamçılamalı


   Bilhassa internette (twitter, facebook vb.) bir şeyler okuyan herkesin şahit olduğu bir gerçeğe değinmek istiyorum. Ateistlerin dine saldırma azmine.. İslam’la ve dinle ilgili her fikre öfke duyan, argüman içermeyen hakaretlerle saldıran, doğruyu aramaya çalışmak yerine “ne yaparım da pozisyonumu korurum” çabasında olan ve en önemlisi gerçeği sürekli çarpıtan ateist yorumlara sizler de rast gelmişsinizdir. Bu kişiler sadece yorum yapmamakta, ateist fikirleri büyük azimle paylaşmaktadırlar da. Türk toplumunu tanımayan bir kişi internete bakarak insanların çoğunluğunu ateist zannedebilir. Oysa bu sonucu ortaya çıkaran gerçek müslümanların ilgisizliğine karşı ateistlerin azmidir.
Ateistlerin dinden ve dindarlardan hoşlanmasını beklemiyoruz. Kendilerine ölüm gerçeğini hatırlatan dini ve onun takipçilerini nefretle karşılamaları çok doğal. Beni asıl rahatsız eden nokta müslüman kardeşlerimizin dinlerini savunmada, onu paylaşmada çok ilgisiz olmaları. TV dizilerinde bu hafta ne olacağı, futbolda kimin kimi transfer ettiği, şike tartışmaları gibi yüzlerce başlık arasında İslam adına internette bir şey yapmak ne yazık ki çoğu müslümana zor ve sevimsiz geliyor. Doğal olarak ortalık din düşmanlarına kalıyor. Bugün internetin dindarlarca kullanılmadığını iddia edemeyiz. Ancak onun müslümanlar tarafından hiç de gerektiği şekilde kullanılmadığını kolaylıkla itiraf etmeliyiz.
Bu noktada unutmamamız gereken şey, her nimet gibi internetten de sorumlu tutulacağımızdır. Onu verimli kullanmamak bir tercih değil, bir hatadır. Allah’a karşı mahcup duruma düşeceğimiz bir hata. Umarım bu yazının ulaştığı her kardeşim bugünden itibaren bu bilinçle hareket eder.

Karar Vermek İçin Acele Etmeyin

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. -”Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış:
-”Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler…
İhtiyar:
-”Karar vermek için acele etmeyin” demiş.
-”Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?  Bunu henüz bilmiyoruz.  Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş…Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
-”Babalık” demişler,
-”Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.”-”Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar.
-”Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler…Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
-”Bir kez daha haklı çıktın” demişler.
-”Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.
-”O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler…
-”Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler.
-”Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”
-”Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar.
-”Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece ALLAH biliyor.”
*** 
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
…….Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
2/216
 http://al-sahraa.blogspot.com/

04/02/2013

Ne Güzel Şeysin Sen DEDİKODU

Birkaç kişi  bir araya geldiğinde dedikodu yapmak en yaygın alışkanlıklardan biridir. Dedikodunun en kötü şekilleri ise başkasının kötü yönlerini çekiştirmek ve özel hayatla ilgili gizlilikleri deşifre etmektir. Aslında dedikodu o kadar hayatımıza girmiş durumdadır ki, kişisel boyutu aşmış artık bir sektör oluşturmuştur. Örneğin birçok kanalda yayınlanan dedikodu programları ve haftalık dergiler insanların özel hayatlarıyla ilgili gizlilikleri gözler önüne sermekte adeta yarışmaktadırlar.
Oysa hemen herkesin günlük hayatının doğal akışı içinde kimbilir kaç defa büyük zevkle yapıtığı insanların özelini araştırmak Allah tarafından yasaklanmış bir harekettir.

Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın! Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın bundan iğrendiniz.
Hucurat Suresi, 12

Ayet aslında tam da bugün yapılan olayları eleştirmekte, kesin olarak bilmeden konuşmayı yasaklamakta, insanlara birbirlerinin açıklarını araştırmamasını öğütlemektedir. Kesin bilmeden konuşmanın ötesinde  Kuran Müslümanlara birbirlerinin kabahatlerini ortaya çıkartmaya çalışmamalarını söylemektedir. Yani iyi bir müslüman çevresinde hafiye gibi açık aramamalı hatta bulduğu açıkları bile örtmeye çalışmalı ve karşısındakinin utanacağı şeyleri etrafa yaymamalıdır. “Arkadan kötülemek” anlamındaki dedikodu Allah katında o kadar kötü bir şeydir ki ayet bu eylemi “kardeşinin ölü etini yemeğe” benzetmekte ve aslında bunun ne kadar tiksindirici bir olay olduğuna da dikkat çekmektedir.
Biz biz olalım, konuşurken daha dikkatli olalım, baktık ki farkında olmadan gıybet yapmaya yapmaya başladık birbirimiz uyaralım. Unutmayalım ki “ölü etini yemek” isteyeceğimiz en son şeylerden biridir. Bir olayın çok yapılması, artık hayatın bir parçası olması onun günahlığını ortadan kaldırmamaktadır. Çoğunluğa uymak kimi zaman insanı içinden çıkılmaz belalara sürükleyebilir.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz