19/08/2020

Duyarlı Olmanın Gururuyla Yaşamak

 

Bu dünyada, bilhassa müslümanların yapacağı işlerden birisi de hiç şüphesiz yüce İslam dinini yeniden öğrenmeye ve keşfetmeye çalışmalarıdır.Yoksa bugün, müslümanlar üzerinde bile maksadına uygun fonksiyon icra edemediğini görenlere, dinin evrenselliğini göstermemiz nasıl mümkün olacak?

Her halükarda müslümanların en büyük eksikliği, onu layıkıyla tanımamalarıdır. İnsanın bilmediği şeyi red veya kabulü fazla önem taşımasa gerektir.İslam dinini yeniden tanımaya ve keşfetmeye gayret etmemiz büyük bir eksikliğimizi gidermeye yardımcı olacaktır.

İnsanın hilkatini değiştirmek, başka bir ifade ile dünyaya erkek olarak gelen kimseyi kadın, kadın olarak gelen kimseyi de erkek yapmak nasıl mümkün olamayacak sa,mayası din ile yoğrulan ve yaratılışı din üzerine olan insanın, bu hilkatini dahi değiştirmenin mümkün olamayacağını beyanla yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Ey Resûlüm! Hakka yönelerek yüzünü dosdoğru bir şekilde dîne çevir. Bu, Allah’u Teâlâ’nın insanlara verdiği bir fıtrattır. Allah’ın yaratışında hiçbir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.(Rum:30)

Din, her zaman insanlığın gündeminde bulunmuş, insan ya bağlanarak yahut da karşı tavır alarak dinle meşgul olmuştur. Ama her zaman akıl dinden yana olmayı tercih etmiştir.

Toplu olarak yaşamanın insana yüklediği birtakım sorumluluklar vardır.Bu sorumluluklar üzerinde ısrarla duran yüce dinimiz, her davranışımızı günah- sevap değerlendirmesi ile ele alır.Candan önce canan mefkûresi İslam'ın karakteristik özelliğidir.Hiç kimse başıboş değildir, herkes kendi hürriyetini başkasının hürriyetinin başladığı yere kadar kullanabilir, prensibi de yine İslam'ın önemli biri yanıdır.

Yüce İslam dini bu hususta birçok görevler verirken münevver aydın, bilgili ve kültürlü insanların geniş halk kitlelerini uyarmak, onları iyiye ve güzele sevk etmek ve her türlü kötülüklerden alıkoymak zorunda olduğunu bildirmiştir.

Toplumda gayrimeşru şeyler yapılıp dururken, bunları yapanların alıkonmaması umuma ait bir zarar getirmekte, dolayısıyla onun iyi bir sorumluluk anlayışı toplum hayatının vazgeçilmez garantisi olarak bildirilmektedir.

Bir şahsın ufak bir hatası bir orduyu, yine bir tek şahsın devlet sırrını düşmana açıklaması bir ülkeyi batırabilir.Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak bilinmesi gereken şudur;İslam dini toplum yapısında tam bir otokontrol sağlanmasını emreder.Hiç bir surette sahanın ahlaksızlara, kötü niyetlilere, menfaatçilere ve toplumun yararına düşünmeyenlere bırakılmasını hoş karşılamaz.

Şahsımıza, nefsimize ve ena niyetimize yapılan tecavüzleri müsamaha ile karşılamak dinen kemal ve olgunluk alameti kabul edilmektedir.

Ancak, toplumu ayakta tutan din, dil, devlet, bayrak, toprak, kültür, töre, örf ve adetler gibi sosyolojik gerçeklere yapılan saldırılara müsamaha göstermek böyle değildir. Çünkü o takdirde, bizim de içinde bulunduğumuz gemide gedik açmak olur. Oysaki bu gemiyi hepimiz korumak zorundayız.Bu,hem dini hem de milli varlığımızın gereğidir.

Bu ülkede yaşayan her insanın, insanımızın mukaddes değerlerine saygı ve hürmet etmesi gerekir, inanmasa da böyle olmak zorundadır. Zira bizi biz yapan bu kutsal değerlerdir. Yani bu değerlerin yok olması bizim yok olmamız demektir.

Her dine mensup milletlerin, kendilerine has ahlak anlayışları ve bu ahlak anlayışı içinde meydana getirdikleri medeniyetleri vardır. İşte her millet kendisine has ve özellikleri ile şahsiyetini korur ve varlığını sürdürür.Bizim göz bebeğimiz olan yüce İslam dininin de,hiçbir dinin ve hiçbir toplumun  sahip olmadığı eşsiz bir ahlak sistemi ve medeniyeti vardır, ve bunlar hiçbir milleti, zilleti taklit etmeye ihtiyaç bırakmayacak kadar  mükemmeldir.

Öyleyse bu mükemmelliğin farkında olarak, kendi kendini inkardan ve diğer milletler karşısında duyulan aşağılık duygusundan kurtulmak için;

-Köklü bir eğitim ile dini ve milli kültürümüzü yaygınlaştırmalıyız.

-Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıyız.

-İnkarcıları, İslam'ı ve milli değerlerimize karşı olanları, gönülden dost kabul etmemeliyiz.

-Haram olan işlerin sergilendiği topluluklara asla katılmamalıyız.

-Son olarak da İslam'ın, insanın yaratılışındaki yüceliğe en uygun emir ve yasaklarla donatılarak gönderildiğini,hem söz hem de davranışlarımızla ispat etmeliyiz.

Bu anlayışla hayatına yön veren müminlere selam olsun!


08/08/2020

Ayasofya’nın açılışıyla Fethi anlamak ve anlamlandırmak

 

   İstanbul'un fethi, tarih içinde meydana gelmiş bulunan hadiselerin en büyüklerinden birisi olduğuna hiç kimsenin ne itirazı ne de şüphesi vardır.

Bu hadisenin büyüklüğüne etki eden unsurların başında azim, cesaret, feragat, fedakarlık ve sarsılmaz inançla yüce Fatih'in gençliği gelmektedir. O Fatih ki, sevgili peygamberimizin vahyin radarı ile tespit edip övdüğü genç Fatih. 23 yaşında iken bu ünvana erişmiş bulunan Fatih, o güne kadar bir vakit namazını dahi kazaya bırakmamış olması onun bir başka özelliğidir.

Akşemsettin gibi yüce velilerin, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi büyük ilim adamlarının manevi terbiyesi ile kendini bulan ve örnek şahsiyet olma şerefine erişen Fatih Sultan Mehmet için bakınız ne buyuruyor sevgili peygamberimiz:”Konstantiniyye elbette fethedilecektir.Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o komutan ile birlikte olan asker ne güzel askerdir.”

Bir gönülde azim, cesaret, feragat, fedakarlık ve sağlam bir inancın yerleşmesi, ancak İslam dinine ve onun sarsılmaz esaslarına uymakla mümkün olur. Bütün bu değerlerin büyük fetihteki etkisini her Türk insanı, özellikle her Türk genci görmelidir.Bu unsurların etkili olmadığı hiçbir başarılı olay yoktur.Tarihini iyi bilmeyen nesiller ileriye güvenle bakamazlar. Tarihimizdeki büyüklüğün ve azametin sırrını dini ölçüler içinde tanzim edilmiş bir hayatın dışında arayanlar, daima yanılmı şlardır.Çünkü İslam dini kadar ilme,öğrenmeye, çalışmaya, yararlı olmaya ve asrın gereklerini yerine getirmeye değer veren ne bir din, ne de bir kurum vardır.

İstanbul'un fethi ile sevinen gayr-i müslim toplumun anladığı kadar Fatih'i ve Ayasofya'yı anlayamıyorsak çok yazık.Onlar fetihle, adalete,doğruluğa, can ve mal güvenliğine erişeceklerine inanmışlardı. Bugün en son ve en mükemmel din olan İslam dininin mensuplarından, hıristiyanlığa kayanların yada o fikriyata sahip olanların arzuladıkları nedir hiç düşündük mü? Orada huzur ve güven,adalet ve hakşinaslık mı buldular?Hayır, bu dini duygularından arındırılmış, kutsal değerlerinden koparılmış, şerefli tarihi ile ilişkisi yok edilmiş olarak yetişen neslin, düştüğü aşağılık duygusunun en bariz ama en tehlikeli tezahürüdür.

 Ayasofya’nın yeniden açılmasıyla,neslimizi kendinden emin,aşağılık duygusuna kapılmamış, kendi tarihi ile övünen, tarihini bilen, olayların değerlendirmesini tarafsız olarak yapabilecek seviyede hazırlamalıyız.Bu şahsiyet teşekkülünde de dinin, Kur’an’ın, peygamberin,camiinin, cemaatin, birliğin, beraberliğin ve sağlam inancın etkisini hiçbir zaman unutmamalıyız. Unutmamalıyız ki, İstanbul'un fethinde,askeri dehanın ve teknik çalışmanın önemi kadar, dininde önemi ve değeri vardır.Peygamberin müjdesine nail olmak için Hz.Eyyub el-Ensari' ye komşuluk da yarışmak için çarpışanların asıl gayesi din değil midir?Diyebiliriz ki,Ayasofya’nın açılması sebebiyle İstanbul’un fetih anlayışı bize, Allah’a ve peygamberine içten bağlılık, sarsılmaz bir iman, azimli ve sebatlı, ciddi bir çalışma her türlü başarının sırrı olduğunu göstermiştir.

Bu anlayışların dışında kalan, bugün Türkiye'de ölmek istemeyen bir mazi ile, doğmak için çırpınan bir İstiklal mücadelesi halinde olan vatan perver,tüm değerlerini sahiplenmeye azimli büyüklerimiz ve onların torunları var.Hamdolsun bugünleri yaşatan Allah’a.


Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz