11/09/2013

Şapka İçin Bombalanan Şehir

Şapka için bombalanan şehir: Rize

-Şapka Kanunu'na en büyük tepki verilen bölgelerden Biri de Karadeniz'di.

-Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı.

Şapka giymek istemedikleri için üzerlerine ateş açılan Rizeliler isyan ettikleri gerekçesiyle, Hamidiye Kruvazörü'nden atılan bombaların hedefi oldu.Rize'şapka takmadıkları için 8 kişi idam edildi


Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”
Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar.

Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.

Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.

Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.

Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini aşığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de ceza-yı Sezalarını buldular.

Karadeniz bölgesinin hemen her şehrinde aynı hassasiyet görülüyor.15 Aralık 1925 günü “Biz zorla şapka giymek istemiyoruz, sarığımız bize yeter!” diyerek Ulu Cami önünde toplanan halkın üzerine jandarmalar ateş açıyorlar. Uyarıya rağmen dağılmayan kalabalığın üzerine gelişi güzel ateş sonucu 17 kişi ölüyor. Bağıran-inleyen yaralılara kimse dokunamıyor. 143 kişi tutuklanıyor.

Olaylar üzerine düşman üzerine sefere çıkarcasına dönemin en büyük harp gemisi olan Hamidiye Kruvazörü Rize sahillerine gelip demir attı. Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı. Hamidiye zırhlısı, sivil halkın ve yerleşim alanlarının çok olduğu ve Ulu Caminin bulunduğu Bataniye yamaçlarını dövüyordu. Halk korkutulup sindirilmek isteniyordu.


Yıllar sonra bu bombardıman hadisesi türkülere konu olacaktır.
“Atma Hamidiye atma din kardeşiyiz.

Ula şapka da giyeceğiz vergi de vereceğiz!”

Sadece bir gün içinde bu 143 kişinin yargılama işlemi bitirildi. On dört kişi 15’er yıla, yirmi iki kişi onar yıla, on dokuz kişi de beşer yıl kalebend denilen ağır hapis cezasına çarptırıldı. Geriye kalanlar ise dayak ve para ödeme gibi hafif ceza alıyorlar.

İstiklal Mahkemesinin hızla verdiği kararla sekiz kişi hemen Ulu cami önünde kurulan darağacında idam edildi.

Asılan sekiz kişi Ulu Cami imamı Hafız Şaban Efendi, Muhtar Yakup Çavuş, İslahiye imamı Hasan Efendi, Belediye bekçisi Kadir Ağa. Rize asliye mahkemesi Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi avukat Hulusi beyler, merkez cami imamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Numan Sabit Efendi’dir.

Şapka direnişi nasıl sona erdi?

Rize Ulu Cami imamı Şaban Hoca, namazdan sonra etrafında toplanan kalabalığa ;“Biz hükümetten akaid-i diniyye’ye hizmetkarlık ve bağlılık isteriz. İnanmayan inanmasın, fakat insanlara zulüm edilmesin. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin ama giymeyenler hapse atılmasın!”
Bu heyecanlı konuşmadan sonra coşan kalabalık köylülerle birlikte hükümet konağına doğru yürüyüşe geçmişler.

Yarı resmi Hakimiyet-i Milliye gazetesi bir gün sonra yazıyor; “Rizenin Bataniye bölgesinde Ulu Cami imamı Şaban Hoca halka karşı konuşurken; “Hükümette din düşmanlığı baş göstermiştir. Memlekette herkes şapka giymeye zorlanıyor. Giymeyenler hapisten idama kadar cezalara çarpılıyor. Buna karşı duyarsız kalmak dinimizde günahtır. Ayaklanma vacip olmuştur!




Biz herkes dinimize girsin demiyoruz. Biz hükümetten sadece dinimize saygı ve bağlılık istiyoruz. Müslümanlara ve İslam’a zulmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” Deyince halk toplu yürüyüşe geçiyor.

Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yazdıklarına göre, isyancılar Hükümet Konağını ele geçiriyorlar. Ankara hükümeti Rize üzerine büyük bir askeri kuvvet gönderiyor. Rivayete göre üç gün süren halk ile asker arasındaki çatışmalarda yüzlerce köylü hayatını kaybediyor. Bölgenin imdadına hemen gezici-seyyar istiklal mahkemesi yetişiyor.
Yargılama göstermeliktir ve son tiyatro sahnesidir. Bir gün süren tek celsede, hakim koltuğunda oturan ve hiçbiri hukuk adamı olmayan milletvekilleri tarafından temyizi, itirazı ve avukatı olmayan mahkeme değiştirilemez kararını veriyor. Karara göre ”Bu isyancılar İslam Devleti istiyorlar. Hilafet istiyorlar ve kendi şer düşüncelerine halkı da alet ediyorlar.

Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”
Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar. Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.

Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.
Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini açığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de  cezalarını buldular..

Namusluyu Photoshoplamak


Sizin de gözünüze ilişti mi bilmiyorum.. Son günlerde sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan bazı fotoğraflar var.. Sayıları epeyce artmaya başladı..
İnsanın görünce küçük dilini yutacağı, "Bu nasıl olabilir" diye hayretler içinde kalabileceği fotoğraflar bunlar.. Hani internet ve photoshop tekniğinden bihaber olanların hemen inanabileceği türden. Biraz aşağıda o fotoğraflardan birkaçını göreceksiniz..

İşte o fotoğraflardan biri..

Bunlardan sosyal paylaşım sitelerinde dönen onlarcası var..

Onur, vicdan, haysiyet, namus ve adamlık kavramlarını hiç bir zaman taşımamış olan bazı türü belirsiz yaratıklar bu ve buna benzer fotoğrafları paylaşıyor, onların bu tuzağına düşen yarım akıllılar bu fotoğrafların altına iliştirdikleri yorumlarda, inanca, türbana, Kutsal Kitaba etmedik küfür bırakmıyor..

Neler söylenmiyor ki..

Tüm çarşaflı/kapalı hanımları kastederek, "O çarşafların altında neler oluyor neler" diyeninden..

"Saçı başı kapalı ama altta iç çamaşırı giyinmiyor" diyenine kadar pek çok ucubeye rastlamanız mümkün..

İşte onlardan bir kaç yorum:

- Türbanlı kızların bazıları öyle giyiniyorki aslında açık kızlardan çok daha fazla seksi oluyor.İnsanın doğasında gizli ve saklı olana karşı merak her zaman olmuştur. Özellikle bazı türbanlı tazelerin yüksek topuklu, açık ve dekolte ayakkabıları müslümanı bile yoldan çıkarır değil dinsizi..

- Ne çıkarsa zaten bu sözde dinci yobazlardan çıkıyor. ..Sofu soğan yemezmiş ama bulunca da kabuğunu bile birakmazmis..Bütün sapıklıklar bu dinciyiz diye geçinen yobazlarda.. Onlar gibi dinli olmaktansa ben dinsiz kalmaya razıyım...

- Örtüyü kamuflaj için kullanıyorlar. Bir açsalar neler dökülecek altından. Saygın olan atatürk kızları mı yoksa bu sıkmabaş namussuzları mı namuslu görsün herkes..

-Sorsan Allah korkusundan başlarını örtmüş! Başı açık kızlara or..pu gözüyle bakanlar bu kapalılara ne diyecekler or..punun ağababası mı :)

- Bu tipler ABD/Fettos/Siyonizmn'in maşasıdırlar..Fettosun uşağı 2. peygamber Teyyibin paspasıdırlar. Amaç Mustafa Kemal'in önderliğinde can verip, kan akıtıp vatan kurtaranlara ihanet ve Türkiye Cumhuriyetini yıkmaktır! Bunlardan nasil sözedilmesini isterdiniz?... Sizce bunlar hangi sıfat ile anılmaya layıklar?

Böyle yüzlerce, binlerce yorum var. Ama fazlasını sanırım benim gibi sizin de mideniz kaldırmaz..

Şimdi o can alıcıcı soruyu soralım..

   



 Bu fotoğraf gerçek mi?

Türban takan bir kız veya kadın bir toplantıya böylesi bir kıyfatle katılabilir mi? Hanif kafatasının içinde beyin diye adlandırdığımız organı taşımasa bile bir insan, bir kadın böyle bir kıyafetle sokağa çıkar veya geniş yelpazeli bir toplantıya katılır mı?

Eğer abajur kafalıysanız, ön yargılarınız varsa ve bir attan daha dar kalıpla hayata bakıyorsanız bu soruya vereceğiniz cevap olur..

Ama değil işte.

O fotoğraf, o fotoğraflar sahte..

Yukarıda yarı çıplak fotoğrafını gördüğünüz o genç kız bilgisayar ortamında photoshop denen alet sayesinde soyunduruluyor ve milyonların önüne hedef olarak atılıyor maalesef..

Ya da aşağıda gördüğünüz gibi, başörtülü bir kadının eline içtiği suyun yerine bira şişesi tutuşturulabiliyor..


..



Evet kabul ediyorum. Benim de sokakta gördüğüm, türbanlı ama absürd giyimli, tuhaf hareketler sergileyen genç kızlar yok değil..

Hatta zaman zaman kısa etekli, yarı çıplak dolaşan türbansız çarşafsız genç kızlara da rastlıyorum..

Ama bugüne kadar hiç, "Acaba hangisi namuslu, hangisi daha az or...pu" diye düşünmedim.. Böyle bir ayrıma düşmenin karnında 9 ay 10 gün geçirdiğimiz kadınlara da hakaret olacağını varsaydım hep..

Ama düşüneni gördüm.. Hatta düşündürtmeye çalışanı da gördüm..

Bir meslek büyüğüm, "Gazetecilerin 1 günde gördüğünü, yaşadığını normal hayat süren insanlar 1 yılda göremez" derdi.. Benim de hasbelkader 17 yılım geçti bu mesleğin içinde..

Erbakan'ın iktidardan indirilmeye çalışıldığı dönemlerde ben bazı gazete ve gazetecilerin bazı genç kızları nasıl para karşılığında türbanlı, çarşaflı kılığına soktuğunu, bazı kişilerin eline yine para karşılığında nasıl asa verilip şalvarla dolaştırıldığını iyi bilirim..

"Kahrolsun Atatürk, yaşasın şeriat" diyerek nara atan kişilerin, karakolların arka kapılarından nasıl salıverildiğini, türbanlı kızların ertesi gün hangi kıyafetlerle nerelerde bulunduğunu da çok iyi bilirim..

Demem o ki...

Artık o günler geride kaldı..

Şimdi devir namusluyu photoshopla namussuzlaştırma devri

Süleyman ÖZIŞIK

08/05/2013

Namussuzlardaki Namus

 http://www.diniyazilar.com/wp-content/uploads/2012/12/ahlak.jpg


Necip Fazıl’ın “Çerçeveler (3)” adlı kitabında namus başlıklı bir yazısını okumuştum gerçekten çok güzel, bu yüzden paylaşmak istiyorum.
Bu yazı “bizde ahlaklıyız!”, “bizde namusluyuz!” ve “bizim de kalbimiz temiz!” diyenlere ithaf olunur…
Namus
Tüccar…
Partili…
Partisine ve sözde hayır cemiyetlerine, şahitler huzurunda yardımı bol…
Fakir komşusu acından ölecek olsa, Allah huzurunda bir dilim ekmek vermez.
Emrindeki karaborsa şebekesi ve rüşvet mekanizması, pırıl pırıl, işlek bir santral…
3 milyonluk servetin 1 milyonu yalan, bir milyonu riya, bir milyonu hile…
Görülmemek şartıyla, metreden, kilodan, balyadan, yetimin elindeki simide kadar çalmayacağı yok…

 Necip Fazıl bu yazısını 1964 senesinde yazıyor. Bugün ile karşılaştırınca aynı insanların aynı davalarına aynı şekilde hizmet ettikleri görüyoruz. Kadınları, kızları ve oğulları da aynı yol üzerinde sebattalar bu arada…
Bilmiyorum Necip Fazıl üstadın bu güzel yazısı sonrasında benim birşeyler karalamama gerek var mı? Ama belki onun yazısına dipnot hasebinde buraya birkaç cümlecik iliştirebilirim.
Evrende yapılan herşeyin ve mevcut her olgunun bir referans kaynağı, bir anlamı ve bir amacı vardır. Bu aklımıza gelen herşey için geçerlidir.  Bu Allah için dahi geçerlidir, O’nun referans kaynağı kendisidir, ve var ettiği her şeyde bir anlam ve amaç mevcuttur. “Allah, gökleri ve yeri mutlak gerçeğe atıf olsun diye (amaçlı olarak) yaratmıştır: hiç şüphe yok ki bunda, mü’minlerin alacağı bir ders mutlaka vardır.” 1 (ankebut 44) İşte bundan dolayıdır ki insan bir fiil ile iştigal edeceği zaman bir referans kaynağına dayanır. Örneğin; bu kaynağa Batılılar hayvanlarda iç güdü diyor, fakat biz biliyoruz ki iç güdü de asıl referansa dayanan ara bir referanstır, yani o asli değil arızîdir. Asıl referans kaynağı ise hakikatin membaı olan, hakikatin tamamının kendisinden neşet ettiği El Hak olan Allah’tır. Diğer taraftan bu referans kaynağı insan için de arızi olarak akıl, irade ve vicdandır diyebiliriz. Fakat asli olarak tabiki Allahtır. Tüm bunları anlatma sebebim ise şu: genelde ahlak özelde namus kavramı insanların kendi başlarına çözebileceği bir konu değildir. O da diğer herşey gibi çok daha üstün ve yüce bir referansa yaslanmak zorundadır. Eğer kainatta insanların bir hakikate referans kaynağı olabileceği bir konu bulunsaydı o “bir ve tek” hakikat insan sayısı kadar çok hakikat olacaktı.
Nitekim ahlak ve namus kavramını Allah tanımlamalı ve biz insanlara düşen de ancak ona uymak olmalıdır. Bugünün kendilerini namuslu ve ahlaklı olarak addeden insanları eğer ahlaklarını Kur’ana arz etselerdi aslında ahlaklı olmadıklarını göreceklerdi. Eğer onlar Hasan El Basri’nin dediği gibi: “kendinizi, ve amelinizi Kur’ana arz edin!” tavsiyesine uysalardı şu haberi Kur’anın manşetinden okuyabileceklerdi:  “Bunlar, dünya hayatında tüm yapıp ettikleri (istikametten) sapmış olan kimselerdir: oysa ki bu tipler, kendilerinin güzel ve erdemli işler yaptıklarını sanmaktadırlar.” (kehf 104)
Sözün özü kainatta her hakikat dönüp dolaşıyor ve teveffi ederek aslına, El Hak olana kavuşuyor. Bu yüzden  iman edenler, yani Allah hakkında doğru bir tasavvura sahip olanlar ve salih amel işleyenler, yani bu tasavvur ile uyumlu iyilikler işleyenler hakikatin kaynağından neşet eden hakiki cennetlere varislerdir. Onlar ne güzel insan ve ne güzel kullardır… O kimselerden olabilmek dileğiyle…

Besmele ve Fatiha Suresi


Fâtiha Suresi
1. Rahman ve Rahim ALLAH’ın ismiyle.
2. Övgü, evrenlerin Rabbi ALLAH’adır.
3. Rahman, Rahim (Merhametli),
4. Yargı (Din) Gününün sahibi.
5. Ancak sana tapar, ancak senden yardım dileriz.
6. Bizi doğru yola ilet.
7. Gazaba uğrayanların ve sapmışların değil; kendilerine iyilikte     bulunduğun kimselerin yoluna…

    Kuran’ın birinci suresi olan Fatiha Suresi’ni Kuran’ın bütünü ve Kuran boyunca sıkça tekrarlanan genel mesaj açısından değerlendirdiğimizde; Fatiha Suresinin Kuran’ın özeti niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Kuran boyunca verilen temel mesajların Fatiha Suresinde ifade edildiğini görüyoruz. Fatiha Suresinde Allah’ın rahmetinden, insanlardan hesap sorulacak olan yargı gününden ve sadece Allah’a kulluk edilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir.
Fatiha Suresi ile ilgili bu yazıda değinmek istediğim konu namazlarda Fatiha Suresinin okunması ve Fatiha Suresi okunurken, surenin birinci ayeti olan besmelenin okunmaması olacak. ‘Rahman ve Rahim ALLAH’ın ismiyle’ olarak bildiğimiz besmele, Kuran’da 9. sure olan Tövbe suresi dışında sure başlarında geçmekte. Fatiha Suresi ile ilgili özel durum ise besmelenin diğer sure başlarında numarasız ayet olarak geçmesine rağmen Fatiha Suresinde besmelenin birinci ayet olarak yer alması. Yani diğer surelerde besmeleden sonraki ayet surenin birinci ayeti iken; Fatiha Suresindeki besmele, surenin birinci ayeti konumundadır.
   Konuya Kuran çerçevesinden bakarsak; Kuran’da namaz sırasında Allah’ın anılması, Allah’tan bağışlanması dilenmesi ve Allah’a dua edilmesi emredilmektedir. Fatiha Suresinin içeriği değerlendirildiğinde namaz sırasında Fatiha Suresini okumanın Kuran’a uygun olduğu görülmekle beraber; Kuran’da namaz sırasında ille de Fatiha Suresini okumamız emredilmez. Fatiha Suresinin ilk ayeti olan besmelenin okunmamasına gelirsek; ister namazda ister namaz dışında olsun Fatiha Suresi okunurken, Fatiha Suresinin ilk ayeti olan besmelenin yok sayılıp okunmaması doğru değildir. Aynı durum diğer sure başlarındaki numarasız besmeleler içinde geçerlidir. İnananların besmelenin gerek Fatiha Suresinin ilk ayetinde gerekse Kuran’ın diğer sure başlarındaki numarasız ayet şeklindeki halinde Kuran’ın bir parçası olduğunu gözden kaçırmamaları gerekir.

Düşünebilene Yollar Açık

     
      Allah, Yunus Suresi’nin 100. ayetinde aklını kullanmayanları pisliğe mahkum edeceğini söyler ve birçok başka ayette de Kuran’ı bizlere aklımızı işletmemiz için, üzerine düşünmemiz ve anlamamız için gönderdiğini söyler.

Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor.
(2 Bakara Suresi- 242)

Ayetler üzerine düşünmek, aklımızı işletmek ne demektir? Her bir ayeti Allah’ın bize bir seslenişi olarak düşünüp, bununla Allah bize ne diyor, nasıl bir mesaj veriyor, ne yapmamızı ya da yapmamamızı söylüyor diye sorgulamaktır. Yalnızca emir ve yasakları almak da değil, her bir kıssadan, verilen her bir örnekten bir ders çıkarmak demektir.
Kuran okunurken üzerine düşünülmesi gereken, Allah’ın bizden özellikle düşünmemizi istediği en önemli konulardan biri de evrenin yaratılışı ve Allah’ın evrende kurduğu muhteşem düzendir.

Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgârların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır.
(2 Bakara Suresi -164)



Bu ve buna benzer birçok ayet Allah’ın yarattığı mükemmelliklerden bahsedip bunların bizler için birer ibret olduğunu söyler. Rüzgar sayesinde hareket edebilen bulutların yer değiştirmesi ile yağmurun yer yüzünün farklı yerlerine düşebilmesi ve dolayısıyla yer yüzünün farklı yerlerinde yaşam oluşabilmesi, günlerin gündüz ve geceden oluşarak insanların hem verimle çalışmasına hem dinlenmesine olanak sağlanması, rüzgar yardımı ile deniz yolu taşımacılığının yapılabilmesi gibi yaşadığımız dünyada var olan kusursuz tasarımlardan bahseden bu ayetler bizleri bu konularda düşünmeye sevk eder.
        Size gökten su indiren de O’dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık. Hurma ağacının da tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümlerden bağlar, zeytin, nar çıkardık. Birbirine benzeyeni var, benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe! Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için, çok ibret vardır!
(6 En’am Suresi -99)


 Yaşadığımız çevredeki, yediğimiz yiyeceklerdeki, o yiyeceklerin yetişmesindeki, hatta bizzat kendi vücudumuzdaki mükemmellikler bizim hayatlarımızın tam da içindedir aslında. Yani yaşadığımız her an Allah’ın yarattığı bir güzellik ile karşı karşıya kalırız. Bunları görmek için uzaklara bakmaya, bilimsel araştırmalar yapmaya, kalın kitaplar okumaya gerek yoktur. (Elbette bilimsel araştırmalar yapmak bu güzellikleri daha net sergileyecektir. Ama bu sıradan insanlar için pek mümkün değildir.) Yaşadığımız ortama, yararlandığımız nimetlere, kendi kendimize dikkatlice bakmamız yeterlidir aslında. Doğada, insan vücudunda, insanın tükettiklerindeki mükemmel tasarım son derece nettir. Önemli olan bunlar üzerine düşünmek, kafa yormak ve bu güzellikleri her gördüğümüzde Allah’ın kudretini, yaratma gücünü bir kez daha fark edip Allah’a olan sevgimizi ve teslimiyetimizi arttırmaktır.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz