Necip Fazıl’ın “Çerçeveler (3)” adlı
kitabında namus başlıklı bir yazısını okumuştum gerçekten çok güzel, bu
yüzden paylaşmak istiyorum.
Bu yazı “bizde ahlaklıyız!”, “bizde namusluyuz!” ve “bizim de kalbimiz temiz!” diyenlere ithaf olunur…
Namus
Tüccar…
Partili…
Partisine ve sözde hayır cemiyetlerine, şahitler huzurunda yardımı bol…
Fakir komşusu acından ölecek olsa, Allah huzurunda bir dilim ekmek vermez.
Emrindeki karaborsa şebekesi ve rüşvet mekanizması, pırıl pırıl, işlek bir santral…
3 milyonluk servetin 1 milyonu yalan, bir milyonu riya, bir milyonu hile…
Görülmemek şartıyla, metreden, kilodan, balyadan, yetimin elindeki simide kadar çalmayacağı yok…
Necip
Fazıl bu yazısını 1964 senesinde yazıyor. Bugün ile karşılaştırınca
aynı insanların aynı davalarına aynı şekilde hizmet ettikleri görüyoruz.
Kadınları, kızları ve oğulları da aynı yol üzerinde sebattalar bu
arada…
Bilmiyorum Necip Fazıl üstadın
bu güzel yazısı sonrasında benim birşeyler karalamama gerek var mı? Ama
belki onun yazısına dipnot hasebinde buraya birkaç cümlecik
iliştirebilirim.
Evrende yapılan
herşeyin ve mevcut her olgunun bir referans kaynağı, bir anlamı ve bir
amacı vardır. Bu aklımıza gelen herşey için geçerlidir. Bu Allah için
dahi geçerlidir, O’nun referans kaynağı kendisidir, ve var ettiği her
şeyde bir anlam ve amaç mevcuttur. “Allah, gökleri ve yeri
mutlak gerçeğe atıf olsun diye (amaçlı olarak) yaratmıştır: hiç şüphe
yok ki bunda, mü’minlerin alacağı bir ders mutlaka vardır.” 1 (ankebut 44)
İşte bundan dolayıdır ki insan bir fiil ile iştigal edeceği zaman bir
referans kaynağına dayanır. Örneğin; bu kaynağa Batılılar hayvanlarda iç
güdü diyor, fakat biz biliyoruz ki iç güdü de asıl referansa dayanan
ara bir referanstır, yani o asli değil arızîdir. Asıl referans kaynağı
ise hakikatin membaı olan, hakikatin tamamının kendisinden neşet ettiği
El Hak olan Allah’tır. Diğer taraftan bu referans kaynağı insan için de
arızi olarak akıl, irade ve vicdandır diyebiliriz. Fakat asli olarak
tabiki Allahtır. Tüm bunları anlatma sebebim ise şu: genelde ahlak
özelde namus kavramı insanların kendi başlarına çözebileceği bir konu
değildir. O da diğer herşey gibi çok daha üstün ve yüce bir referansa
yaslanmak zorundadır. Eğer kainatta insanların bir hakikate referans
kaynağı olabileceği bir konu bulunsaydı o “bir ve tek” hakikat insan
sayısı kadar çok hakikat olacaktı.
Nitekim
ahlak ve namus kavramını Allah tanımlamalı ve biz insanlara düşen de
ancak ona uymak olmalıdır. Bugünün kendilerini namuslu ve ahlaklı olarak
addeden insanları eğer ahlaklarını Kur’ana arz etselerdi aslında
ahlaklı olmadıklarını göreceklerdi. Eğer onlar Hasan El Basri’nin dediği
gibi: “kendinizi, ve amelinizi Kur’ana arz edin!” tavsiyesine uysalardı
şu haberi Kur’anın manşetinden okuyabileceklerdi: “Bunlar,
dünya hayatında tüm yapıp ettikleri (istikametten) sapmış olan
kimselerdir: oysa ki bu tipler, kendilerinin güzel ve erdemli işler
yaptıklarını sanmaktadırlar.” (kehf 104)
Sözün
özü kainatta her hakikat dönüp dolaşıyor ve teveffi ederek aslına, El
Hak olana kavuşuyor. Bu yüzden iman edenler, yani Allah hakkında doğru bir tasavvura sahip olanlar ve salih amel
işleyenler, yani bu tasavvur ile uyumlu iyilikler işleyenler hakikatin
kaynağından neşet eden hakiki cennetlere varislerdir. Onlar ne güzel
insan ve ne güzel kullardır… O kimselerden olabilmek dileğiyle…