25/01/2014

Şans Oyunları Haram mı?


   
      İslâm dîninin iki temel kaynağı olan kitap ve sünnette insanın emeğine son derece önem verilmiş, her türlü haksız kazanç aslâ hoş karşılanmamış, başkalarına ait olan şeyleri meşru olmayan yollarla elde etmeye çalışanlar da hem dünyevî hem de uhrevî cezâlara mâruz kalmakla uyarılmışlardır.
Hadîs-i Şerîf’te şöyle buyurulmaktadır:
“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek aslâ yememiştir.”
(Buhari, Bûyû, 15)
Hırsızlık, gasp gibi suçlar dünyâda karşılığını bulurken, fâiz yiyenlerin kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacağı bildirilmiştir. Zekât, sadaka, yetimlere, dullara ve kimsesizlere yardım etme ise teşvik edilmiş; özellikle zekâtın bir görev ve sorumluluk, fakirin de hakkı olduğu vurgulanmıştır. Alın teri ve emeğe saygı gösteren İslâmiyet, şansa ve kumara dayanan, içerisinde çalışma ve çabalama olmayan, bir tarafa haksız kazanç sağlarken diğer tarafı üzen ve ezen her türlü mal kazanım yollarını ise yasaklamıştır.
Konuyla ilgili âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide Sûresi – 90. Âyet)
Diğer bir âyet meâli de şöyledir:
“Ey îmân edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticâret olması hâli müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisâ Sûresi – 29. Âyet)
Yenenin yenilenden her hangi bir şey alması şart koşulan her türlü oyun kumar olarak târif edilmiştir. Meselâ; tarafların “ben kazanırsam sen bana yemek yedireceksin, sen kazanırsan ben sana yemek yedireceğim” şeklinde yaptıkları her türlü iddia, oyun ve yarışma kumar târifi altına girmektedir. Çünkü hangi tarafın kazanacağı ve kaybedeceği belli olmayan haksız bir kazanç söz konusudur. Buna karşın olaya üçüncü bir şahıs dâhil olsa ve ‘kazanana ben yemek yedireceğim’ dese bu oyun ve müsâbaka câiz olmaktadır. Zîrâ ortada kaybeden ve zarara uğrayan bir taraf olmadığı gibi haksız bir kazanç da söz konusu değildir. Kazanan taraf  ödülünü kaybedenden değil üçüncü bir şahıstan ve emeğinin karşılığı olarak almaktadır. Ortaya bir ödülün konduğu her türlü oyun, yarışma ve çekilişlerde iki hususla karşı karşıya kalınmaktadır:
1-Emek, 2-Kazanç
Elde edilen kazanç bir emek karşılığı ise alınan ödül câiz olmakta, şâyet ortada bir emek yok ve iki taraftan birinin kaybetme veya kazanma ihtimâli olan bir durum söz konusu ise bu kumar kapsamında değerlendirildiğinden bu tür yarışma ve çekilişlere de cevaz verilmemektedir.
Yukarıda anlatıldığı üzere milli piyango, iddaa gibi oyunların câiz olmadığı net olarak anlaşılmaktadır. Bâzı büyük marketlerin yaptığı çekilişler, bir kısım ödüllü yarışmalar ise, şâyet bunlara katılmak için herhangi bir ücret veya kontör vesaire ödeniyorsa bu da yasak kapsamına dâhil olmaktadır. Eğer herhangi bir ücret alınmıyorsa bu yarışmalardan kazanılan ödüller câiz olmaktadır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun konuya dâir verdiği fetvâ da şöyledir:
“İki veya daha fazla kişinin aralarında doğrudan veya dolaylı olarak anlaşma sûreti ile, bir tarafın kazanacağı, diğer tarafın kaybedeceği şansa dayalı her türlü oyun, kumar kapsamında olup haramdır. Kendi aralarında yarışacak kimselerden kazananın, üçüncü kişi tarafından vaat edilen ödülü alması ile kaybedenin bir zarâra girmemesi esasına dayalı meşrû içerikli yarışmalara katılmak ve buradan kazanılacak ödülleri almak ise câizdir.
(Kasani, Bedaiü’s-sanai’, VI, 206; Fetava-yı Hindiye, V, 324).
Ancak, bu nitelikleri taşıyan bir yarışmaya katılabilmek için normal ulaşım ücreti dışında kontör göndermek vb. ilâve ücret ödemek ya da bir ödeme taahhüdünde bulunmak, çekilişe katılmak için piyango bileti satın almak niteliğinde olduğundan yarışma bir tür kumara dönüşür.”
“Taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybettiği bütün şans oyunları kumardır. Sâdece kazananın kârlı çıktığı, kaybedenin ise zarâra uğramadığı uygulamalar ise kumar niteliğinde değildir. Buna göre; marketlerde ve mağazalarda işyeri sâhiplerinin alışveriş yapan müşterilerine verdikleri çekiliş kuponuna hediye çıkması durumunda, müşterilerin çıkan hediyeleri almalarında bir sakınca yoktur.
(Kasani, Bedaiü’s-sanai’, VI, 206).
Çünkü müşterilerden birinin kazanması halinde diğerleri bir şey kaybetmemektedir. Ancak, çekilişe katılmak için ayrıca bir ücret ödenmesi halinde yatırılan para üzerinden şans yolu ile kazanç elde etme durumu söz konusu olacağından yapılan çekiliş işlemi kumar olur.”
Bütün bunlarla beraber bir mü’min ‘harama vesîle olan şey de haramdır’ kâidesi gereği yaptığı şeylerin harama götürecek bir iş olmamasına dikkat etmelidir. Ayrıca ödül verenin katılımcılardan bir çıkar sağlayıp sağlamadığı bilinmiyorsa bu tür şüpheli şeylerden uzak durulmalıdır.
Bu tür organizasyonlar yapanların bir menfaat sağlayıp sağlamadıkları bilinmiyorsa ortada bir şüphe meydana gelmektedir ki, Müslümana düşen şüpheli şeylerden uzak durmaktır.
Nitekim Hadîs-i Şerîfte şöyle buyrulmuştur:
“Helâl olan şeyler bellidir, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında halkın birçoğunun helâl mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli işlerden sakınanlar dinlerini ve ırzlarını korumuş olurlar. Şüpheli şeylerden sakınmayanlar ise zamanla harama dalıp giderler. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onların o arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her hükümdârın girilmesi yasaklanmış bir arâzisi vardır. Unutmayın Allâh’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücûdunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası “kalb”dir.”
(Buhari, İman, 39; Müslim Müsakat, 109)

Dualarda Sayı ve Şifre


     Duaların kabulü için samimiyet önemli olup, belirli sayılarda okunması/yapılması şart değildir (Kaynak: Mü’min, 40/65; Tirmizi, Deavat, 66).
Salat-ı tefriciyenin veya  herhangi bir duanın 4444 defa ya da belli zamanlarda okunması şart değildir ve okunduğunda muhakkak kabul olunacağını ifade eden herhangi bir ayet ve hadis bulunmamaktadır…

Dua’da dikkate alınacak hususları, özetle şu hadislerle anlatabiliriz:

1) Dua Etmeden Önce, Allah’a Senâ Etmek ve Hazret-i Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e Salât Etmek
‘Sizden biri dua edeceği vakit Rabbine hamd ve sena ile başlasın! Sonra Nebi’ye salât etsin! Sonra dilediği şeyi istesin’ buyurdu.”
Kaynak: Tirmizi 3708
2) Duada Israrlı Olmak ve Aceleciliği Bırakmak
‘Sizden biri acele edip de dua ettim bana icabet olunmadı demediği müddetçe o kimseye icabet olunur’ buyurdu.”
Kaynak: Tirmizi 3609, İbni Mace 3853
3) Ailenin, Malın ve Canın Aleyhinde Dua Etmekten Sakınmak
Duanın amacı fayda sağlanması ve zararın def edilmesidir. Aile, mal ve canın aleyhinde yapılan duanın gerisinde hiçbir maslahat yoktur. Aksine bu, dua eden kimse için sırf zarardır. Kişi ailesinin, evladının, malının ve canının bozulmasından veya onlara zararın ulaşmasından ne umar? Bundan dolayı Resûlullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu
“Nefisleriniz aleyhine dua etmeyin! Çocuklarınız aleyhine dua etmeyin! Mallarınız aleyhine dua etmeyin!..”
Kaynak: Ebu Davud 1532
4) Dua Ederken Elleri Kaldırmak
Ebu Musa el-Eş’ari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dua etti ve ellerini kaldırdı. Hatta koltuk altlarının beyazını gördüm.”
Kaynak: Buhari 6323
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ çok hayâlıdır ve çok cömerttir. Kulu O’na ellerini kaldırdığı vakit onu bomboş olarak geri çevirmekten hayâ eder.”
Kaynak: Ebu Davud 1488, İbni Mace 3865
5) Büyük veya Küçük Bütün İsteklerimizi Allah-u Teâlâ’dan İstememiz Gerekir
İnsanların çoğu bundan ne yazık ki gafildir. Onları sadece büyük işlerde ve şiddetli belalarda Allah’a sığınıp, O’ndan istediklerini görürsün. Bunun dışındaki şeylerde ise Allah’tan bir şey istemezler. Bu hatadır, Müslümana yakışan büyük veya küçük bütün isteklerini Allah’a arz etmesidir.
6) Kişinin, bir isteğinin yerine gelmesini Allah’tan isteyeceği vakit, iki rekat namaz kılması en güzel olanıdır. (Kaynak: İbn Mace, Dua, 13)
7)  Duadan önce tevbe-istiğfar etmesi tavsiye edilir (Kaynak: Müslim, Zekat, 19).
 
 

Ölülere Kur'an Okumak

 
  Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem’den, kabirlerde Kur’an okumamızı tavsiye eden sahih ve zayıf hadisler vardır. Okunmaz diyenlerin elinde ise, yoruma muhtaç olmadan, açık bir şekilde “Kur’an okumayın!” diye bir âyet, sahih veya zayıf bir hadis, bir sahabe sözü de yok...
Allah Teâlâ şöyle buyurur (meâlen):
“Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde Müminlere karşı kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin. derler.”
Kıldığımız her namazın sonunda şu duayı okumamız tavsiye edilmiştir:
“Rabbimiz; hesabın görüldüğü günde beni, anamı, babamı ve tüm Müminleri bağışla!”
Bu dualar, Kur’an ayetleridir.
Ebû Üseyd Mâlik İbni Rebîa es-Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda otururken, Selemeoğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve:
— Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
— “Evet! Onlara dua eder, günahlarının bağışlanmasını dilersin, vasi-yetlerini yerine getirirsin, akrabasını koruyup gözetirsin, dostlarına da ik-ramda bulunursun.”
Kur’an okuyarak dua edersek, Allah Celle Celâluhû dilerse merhamet eder, dilemezse etmez. Ölülerimize duâ edip, Kur’an okuduğumuzda, hâsıl olan sevabı, ölüye hediye edip bağışlayabiliriz. Bunu kabul eden mezhep imamlarının görüşlerine aşağıda yer verilecektir.
Kur’ân’ın sevabı, ancak onu anlayarak okuyan ve yaşamaya çalışan kişiye aittir. Ancak, ölen kimse hayatta iken, başka bir kimseye Kur’an oku-mayı öğretmişse veya öğrenmesine vesile olmuşsa, öğrettiği o kimse, Kur’-an’ı her okuduğunda, o kimseye de sevap yazılır. Bu da zaten o güzel amele vesile olmanın sevabıdır.
Cenaze namazında Fâtiha Sûresi’nin okunacağına dair Talha (radıyal-lahu anh)’dan şöyle bir hadis nakledilmektedir:
Talhâ (radıyallahu anh)’dan: “Abdullah b. Abbas’ın (radıyallahu anhumâ) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve o, Fâtiha Sûresi’ni okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi.
Cenaze namazı, Allah’ı övmek, Hazreti Peygamber’e salavât getirmek ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir.
Zaten rükûsuz ve secdesiz olması, onun diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı, ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bereketlenme anlamında olsun, bu uygulama, ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir. Biz Hanefîler, cenaze namazını dua olarak gördüğümüz, kıraat mahalli görmediğimiz için onda fatihayı kıraat olarak okumasak da sena veya dua olarak okuyabiliriz. Nitekim, Hanefî alimlerinin ileri gelenlerinden Şurunbilâlî, bir risalesinde, Merakı’l-Felâh’ında ve İmdadü’l-Fettâh’ında bunu açıkça ifade eder:
“Fatiha okumak da sena kasdıyla caizdir; bizde böyle denilmiştir. Buhârî’de İbnu Abbâs radıyallahu anhumâ’nın cenaze namazı kıldığı ve fatiha okuduğu ve bunun sünnet olduğunu bilmeniz için böyle yaptım dediği rivâyet edilmiştir. Tirmizî de (bunu rivayet etti ve) sahih olduğunu söyledi.”
Tahtavî de Aynî’den şöyle dediğini nakletti:
“Tahâvî buna şu cevabı verdi: Sahabe’nin Fatiha okuması belki de kı-raat şekliyle değil de dua şekliyle idi. İmâm Mâlik, ‘Cenaze namazında Fa-tiha okumak memleketimizde işlenen bir şey değildir’ dedi.”
Bu fatihanın, cemâatin önündeki namazı kılınmakta olan ölüye okunduğunu, bunun câiz olacağını, ama kabirdekine Kur’ân okumanın câiz olmayacağını iddiâ edenler de var. Onlara yine İmâm Buhârî’nin (1336,1337) ve Müslim’in (954,955) numaralı hadîslerinde geçen, kabirde gömülü olan kimseye Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in gömülmenin er-tesi günü cenâze namazı kıldırdığını hatırlatmak isteriz. Öyleyse ; Henüz toprağa gömülmemiş meyyit ile gömülmüş meyyit arasında bir fark mı vardır da, sadece gömülmek üzere olan meyyite okunacağı söylenip, mezardakine okunmayacağı iddia edilmektedir? Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cenazede Fâtiha Sûresi’ni okuması hususunda “çürümeden, hemen yaptı, vakit geçtikten sonra yapmadı” gibi bir şey söylemek doğru olmaz.
Nitekim aşağıdaki hadiste bu aşikârca olarak belirtilmiştir.
Bununla da yetinmeyen, yakın zamanda gömülü olduğunda kılınır diyenlere de Ahmed İbnu Hanbel (4/149,153,154), Buharî (1344,4042), Müslim (2296), Ebû Dâvûd (3223,3224), Nesâî (1954) ve başkalarının rivâyet ettiği Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in Uhud şehidlerine şehid olmalarından yedi sene sonra cenâze namazı kıldırdığına dâir olan haber üzerinde düşünmesini tavsiye ederiz.
İmam Tahavî’nin Şerhu Meâni’l-Âsar eserinde rivayet ettiğine göre (I, 503-504 beş hadis), Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud şehitlerine yedi sene sonra cenaze namazı kılmıştır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yedi yıl sonra, şehitler için okuduğu Fatiha Kur’an değil midir?
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an’ın dirilere indiğini bilmi-yor muydu, yoksa siz mi o ayeti tam anlayamadınız da, yanlış yorum yapıyosunuz?!
Kısacası, ölüye Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz Kur’ân okunmasını emir veya tavsiye etmiş, Sahâbe radıyellâhu anhum ve İmamlar da okumuşlardır.

       Ölüye Kur’ân okunmaz, diyenler; Kur’ân sadece diriler için indirilmiştir, diyorlardı. Oysa yukarıdaki hadiste sahâbenin cenaze namazı kılıp, Kur’ân okuduğunu görmekteyiz. Hadis sahihtir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yapmış ki, Talha radıyallahu anh’dan yapılan rivâyetin metninde “sünnettir” deniliyor. Şayet, bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Resûlullah sal-lallahu aleyhi ve sellem, bunu ne kendi yapar, ne de başkalarına emrederdi.
Halbûki O, kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken:
“Allah’ım! Falan oğlu falan, senin güvencende, senin koruman al-tındadır. Onu kabir fitnesinden ve Cehennem azabından koru! Sen vefa ve övgü sahibisin. Allah’ım! Onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın” diye dua etmiştir.
Kaldı ki, cenaze namazının kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya… diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir anlamı kalmaz. Resûlullah Efendimiz: “Onu kabir fitnesinden koru!” diye dua ediyor. Kabirdeki insana fay¬dası olmasa, Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde dua eder mi? Kendisi de, zaman zaman Baki’ Kabristanı’nı ziyaret eder, kabirdekilere selam vererek dua ederdi. Eğer selamı onlara ulaşmasa, duası fayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu. O ise, bundan mü-nezzehtir.
İbni Abbas radıyallahu anhumâ şöyle dedi:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, iki kabre uğradı ve:
“Şüphesiz bunlar azap olunuyorlar. Bununla beraber büyük bir günah-tan dolayı azap olunmuyorlar. Onlardan biri koğuculuk yapar, diğeri ise idrarından sakınmazdı” buyurdu. Sonra Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, yaş bir hurma fidanı istedi. Müteakiben çubuğu ikiye bölerek, bir parçasını birinin, diğer parçasını diğerinin üzerine dikti ve
“Bunlar kurumadığı sürece, azapları hafifletilir” buyurdu.”
Demek ki, bir hurma dalı bile, Allah’ın izniyle, ölüye faydalı olabili-yor. Peki, o hurmayı yaratan âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ’nın kelâmı olan Kur’an-ı Kerim nasıl ölüye faydalı olmasın?! Böyle bir şey söylenebilir mi?!

Peygamberimiz'in Kabrini Ziyaret


 
                                                              
                                                             Mescid-i Nebevi

Kabr-i Saâdet’i Ziyâret Sünnettir
Resûlullah Efendimiz’in kabrini ziyâret etmek bir İslâm geleneğidir ve bu ziyaretin sünnet olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Fahr-i Âlem Efendimiz’in kabrini ziyâret etmeyi, Selef âlimleri faziletli bir davranış sayıp buna teşvik etmişlerdir.
Ashâb ve tâbiîn âlimlerinin kabir ziyâretini meşrû görmelerinin dayanağı yine hadîs-i şeriflerdir.
Nitekim Allah’ın Sevgili Elçisi ümmetini kabir ziyâretine teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü kabir ziyâreti âhireti hatırlatır.” (1)
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Annesinin kabrini ziyâret etmesi için Muhammede izin verildi. Size de kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü kabir ziyâreti âhireti hatırlatır. “(2)
Kabir ziyâretinin diğer bir sebebi de âhirete göçmüş yakınlarımıza ve kardeşlerimize duâ etmektir. Nitekim ( Kâinâtın Efendisi de öyle yapmış, sık sık Cennetul Baki-e giderek orada yatan müminlere duâ etmiştir. Aliyyul Kârinin belirttiğine göre (3) Şâfiîlerden İmâm Nevevî,i Hanefılerden İbnul-Hümâm, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kabrini ziyâret etmenin sünnet olduğu konusunda İslâm âlimlerinin ittifakı bulunduğunu söylemişlerdir.
Kabrimi Ziyâret Edene Şefaat Ederim
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ’nın rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
‘Ümmetimden kabrimi ziyâret edenlere mutlaka şefâat ederim.” (4)
Kabrini sadece Allah rızâsı için ziyâret edene Resûl-i Ekrem Efendimizin şefâat edeceğini vadetmesi, çok kapsamlı bir müjdedir. Burada sözü edilen şefâat, şu nimetlerden birine sahip olmak anlamına gelebilir: Âhirette daha çok nimete kavuşmak, kıyâmet günü duyulacak korku ve dehşeti daha az hissetmek, hesaba çekilmeden Cennet’e gireceklerin arasında olmak, Cennet’teki derecesi yükseltilmek, Allah Teâlâ’yı daha yakından görebilmek.
Enes ibni Mâlik radıyallahu anhın rivayet ettiğine göre Resûlullah salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Ümmetimden, Medine’ye gelerek Allafı nzâsı için kabrimi ziyâret eden kimse, âhirette benim himâyemde olur ve ben kıyâmet gününde ona şefâat ederim.”(5)
“Medine’ye gelerek” ifâdesi, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in,Cenâb-ı Hakk’ın bildirmesiyle gaybı bildiğini gösteren mûcizelerden biridir. Demek ki Allah Teâlâ ona Medine’de vefât edeceğini bildirmiştir. Zira “Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.”(6) âyeti gereğince öleceği yeri bilemezdi.
Hadîs-i şerîf, Peygamber aleyhisselâmı ziyâret etmenin,Allah rızâsı ve Resûl-i Ekrem’e saygı ve muhabbet sebebiyle yapılacağını, bunun dışında bir maksat taşımaması gerektiğini ifâde etmektedir.
Burada Hz. Ömer’in şu değerli sözünü hatırlamalıdır:
“Ey insanlar! Yaptığınız işi sadece Allah rızâsı için yapınız. Yaptığı işte sadece Allah rızâsını gözeten kimseye, hem yaptığı işin hem de Allah rızâsını gözetmesinin mükâfatı verilir.”(7) “Şefâat ederim” sözünün neleri kapsadığı bir önceki hadîs-i şerifin dipnotunda zikredilmişti.
Bir başka hadîs-i şerifinde Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyuruyor;
“Beni     vefatımdan ziyaret eden”kimse, hayatımda ziyaret”etmiş gibidir.”(8)
Fahr-i Âlem Efendimiz’i vefâtından sonra ziyâret etmenin, hayatındayken ziyâret etmiş gibi olması, onun kabr-i şerifinde canlı olması, kendini ziyâret edeni tanıması ve onun verdiği selâmı alması sebebiyledir.
“Hac ibâdetini yapıp da beni ziyâret etmeyen kimse,bana eziyet etmiş olur”(9) hadis-i şerifi de bu anlamdadır. Ve bu hadîs-i şerif, Fahr-i Kâinât Efendimiz’i ziyâret etmeye imkânı olan kimsenin onu mutlaka ziyâret etmesi j gerektiğini göstermektedir.
İmâm Mâlik’in “Ziyâret” Konusundaki Hassâsiyeti
İmâm Mâlik, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin kabrini ziyâret ettik” demeyi mekrûh görmüştür. İmâm Mâlik’in bu sözünün ne anlama geldiği konusunda ihtilâf edilmiş, bazıları, onun Kabr-i Saadet hakkında “ziyâret” kelimesini uygun görmediği için böyle düşündüğünü söylemiş ve buna gerekçe olarak da “Kabirleri çok ziyâret eden kadınlara Allah lânet etsin!” hadisini(10) göstermişlerdir.(11) Fakat aşağıdaki şu hadîs-i şerif bu görüşün doğru olmadığını göstermektedir:
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Ama artık ziyâret edebilirsiniz.”(12)
İslâmiyet’in ilk yıllarında bazı Câhiliye âdetleri yaşamaya devam ediyor, insanlar ölülerinin ardından bağıra çağıra ağlıyor, üstlerini başlarını yırtıyorlardı. İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz kabir ziyâretini yasaklamıştı. Bu tür ağıtlar kadınlar arasında daha yaygın olduğu için Allah’ın Sevgili Elçisi onların kabir ziyâretini özellikle yasaklamıştı. Zamanla bu âdetlerin çirkinliği anlaşılıp ölülerin ardından nasıl davranılması gerektiği konusunda İslâmiyet’in getirdiği emirler benimsenince bu yasak da kalkmış oldu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ümmetimden kabrimi ziyaret edenlere mutlaka şefaat ederim” hadîs-i şerifinde “ziyaret” ifâdesini kullandığına göre, bu kelimeyi kullanmak mekrûh olmamalıdır.
Ancak halk arasında yaygın olan şöyle bir söz vardır: “Ziyaret eden, ziyaret edilenden daha değerlidir” derler. İşte bu sözden dolayı;
“Peygamber aleyhisselâmın kabrini ziyaret ettik” denmesi uygun görülmemiştir.
Bu yorum da pek öyle önemsenecek bir görüş değildir. Çünkü ziyaret eden herkes “değerli” olarak nitelenemez ve “Ziyaret eden, ziyaret edilenden daha değerlidir” sözü herkesi kapsamaz.
Geleneklerimizde bu sözün aksi anlamı geçerlidir. Çünkü bizim insanımız, kendisinden daha değerli gördüğü kimseleri ziyâret eder.
Kaynaklar;
1-Ebû Dâvûd, Cenâiz 77, nr. 3235.
2-Tirmizî, Cenâiz 60, nr. 1054.
3-Bk. Şerhu’ş-Şifâ, II, 149.
4-Dârekutnî, es-Sünen (Yemânî), II, 278; Beyhakî, Şuabü’l-îmân (Zağlûl), III, 490, nr. 4159.
5. Beyhakî, es-Sünenü’s-sagîr (Kal’acî), II, 211, nr. 1771; Beyhakî, Şuabü’l-îmân (Zağlûl), III, 490, nr. 4158.
6. Lokman 31/34.
7. Aliyyu 1-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtîh, II, 564-565; Hafâcî, Nesîmü’r-riyâz (Atâ), V, 98.
(8). Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat (İvezullah), I, 94, nr. 287; Heysemî, Mecma‘u’l-bahreyn (Abdülkuddûs), III, 286, nr. 1829.
9. Müttakr el-Hindî, Kenzü’l-ummâl (Sekkâ), V, 135.
10. Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (Esed), X, 314, nr. 5908. Aynca bk. Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 11/331; Tirmizî, Cenâiz 61, nr. 1056, İbni Mâce, Cenâiz 49, nr. 1576.
11. İmâm Mâlik’in bu sözünü açıklayanlar şunu demek istiyor: İmâm’a göre, mademki Resûlullah aleyhisselâm kabirleri aşırı derecede ziyâret eden kadınlar hakkında “zevvârât” kelimesini kullanmıştır, öyleyse Kabr-i Saadet hakkında “ziyâret” kelimesini kullanmak uygun değildir.
12. Müslim, Cenâiz 106, nr. 977, Edâhî 37. nr. 1977.

İmam-ı Buhari Kimdir?


İmam-ı Buhari

Kur’an-ı kerimden sonra en kıymetli kitab olan Sahih-i Buhari adıyla meshur hadis kitabını yazan büyük hadis âlimidir. İsmi, Muhammed bin İsmail olup, künyesi Ebu Abdullah’tır. Hadis ilminde yüksek derecede olup, 300.000’den fazla hadis-i serifi senetleriyle birlikte ezbere bilen bir âlim olduğu için “İmam”, Buharalı olduğu için “Buhari” denilmis, İmam-ı Buhari ismiyle meshur olmustur. 810 (H. 194) senesinde Buhara’da doğdu. 870 (H. 256) senesinde Semerkand’ın Hartenk kasabasında vefat etti.  Küçük yasta babasını kaybeden Buhari, ilk tahsiline doğum yeri olan Buhara’da basladı. Duası makbul saliha bir hanım olan annesi, onun ve kardesinin yetismesi için gayret sarf etti. On yasından itibaren hadis âlimlerinin derslerine devam etti. On bes yasına girmeden 70.000 hadis-i serifi ezberledi. Hadis ilminde kısa sürede o derece ilerledi ki, hocaları ile karsılıklı ilmi münazaralarda bulunmaya basladı. Nitekim hocası Dâhili, bazı hadis rivayetlerindeki eksikliklerini onun yardımıyla tamamlamıstır. On altı yasındayken Abdullah bin Mübarek ve Veki bin Cerrâh’ın kitaplarını ezberledi. Fıkıh ilminde, müctehidlerin bildirdiklerini öğrendi. Sonra annesi ve kardesiyle birlikte hacca gitti. Hac farizasını ifa ettikten sonra annesi ve kardesi Buhara’ya döndüler, İmam-ı Buhari ise, Mekke’de kalıp, hadis-i serif toplamaya basladı. On sekiz yasındayken Sahabe ve Tabiin fetvalarını topladı. Abdullah bin Zübeyr el-Hamidi’den Safii fıkhını öğrendi. Bu arada Medine-i münevvereye gidip Resulullah efendimizin kabri serifini ziyaret edip, geceleri kabri serif basında Tarih-ul-Kebir kitabını yazdı. Mekke ve Medine’den baska, Bağdat, Basra, Kûfe, Mısır, Nisâbur, Belh, Merv, Askalan, Dımesk, Hums, Rey ve Kayseriyye gibi ilim merkezlerini dolasıp, hadis âlimleriyle görüsüp binden fazla âlimden hadis ve diğer ilimleri öğrenip nakletti. Kuvvetli zekaya ve hafızaya sahip olan İmam-ı Buhari, isittiği hadis-i serifi hemen ezberliyordu. Onunla hadis-i serif dinleyenler yazdığı halde, o, yazma ihtiyacını duymuyordu. Muhammed bin Selam el-Bikendi, İbrâhim bin el-Esâs, Ebu Âsım es-Seybani, Abdurrahman bin Muhammed bin Hammad, Hâlid bin Mahled, Ebu Nasr-il-Ferâdisi, Abdân bin Osmân el- Mervezi, Ali bin el-Medini, Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Main, İshak bin Raheveyh, Süleyman bin Harb, Abdullah bin Zübeyr el-Hamidi gibi hocalar elinde yetisti. İmam-ı Buhari hazretleri, ilim tahsilini bitirdikten sonra, Mısır’dan Maveraünnehr’e kadar tanınmıs ilim merkezlerinde hadis ve çesitli ilimler okuttu. Derslerinde binlerce talebe bulunurdu. Kendisinden 70.000’den fazla talebe hadis dinlemistir. Bunlar arasında, Tirmizi, Nesai, Ebu Zür’a ve Ebu Bekr bin Huzeyme, İbni Ebi Davud, Muhammed bin Nasr-ul-Mervezi, Müslim bin Haccâc, İbni Ebiddünya gibi büyük ve tanınmıs hadis âlimleri de vardı. Binlerce talebe yetistirdikten sonra Nisabur’a oradan da Buhara’ya döndü. Bir müddet Buhara’da kalıp, hadis ve ilim öğretmekle mesgul oldu. Bir rivayete göre Buhara valisi çocukları için özel ders verilmesini, buraya kimsenin girip, dersi dinlememesini istedi. Buhari cevabında; “Ben bir kısım kimseleri hadis dinlemekten men edip, birkaç kisiye hadis öğretmem” buyurdu. Bu durum valiyle arasının açılmasına sebep oldu. Buhara’dan ayrıldı. Allahü teâlâya, sikayet yoluyla valinin verdiği sıkıntıyı arz etti. Duası kabul olup, aradan bir ay geçmeden vali azledildi, zindana atıldı. Bu arada Semerkandlılar kendisini davet ettiler. Giderken yolda, Semerkandlılardan bir kısım insanların isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk köyünde kaldı. İsin iç yüzünü öğrenmek istemisti. İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüd namazından sonra ellerini açıp; “Yâ Rabbi! Yeryüzü bu genislikle bana dar oldu. Beni tarafına al!” diye dua etti. O ay, orada hastalandı ve 870 yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant’tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk’de vefat etti. Kabri oradadır. İmam-ı Buhari hazretleri, çok cömert olup, herkese iyilik ederdi. Fakirlere çok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaçlarını bizzat karsılardı. Bayram günleri hariç bütün yılını oruçla geçirirdi. Haramlardan ve süphelilerden daima kaçar, gıybetten çok korkardı. “İsterim ki Rabbime kavustuğumda hiç gıybet etmemis olayım ve böyle bir sey için kimse beni aramasın” buyururdu. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibadetle mesgul olurdu. Kur’an-ı kerimi üç günde bir defa hatmederdi. Hadis ilminin ve hadis âlimlerinin önderi olan İmam-ı Buhari hazretleri, yüz binlerce hadis-i serifi ezberlemisti. Hadis-i serifleri metinleri ve senetleriyle ezbere bilirdi. Hadis-i seriflerin ravilerini çok inceler dinin emirlerine uymayan, edeplerini gözetmeyen, ahlakında bir kusur olanların rivayet ettiği hadis-i serifleri almazdı. Hadis-i serifin metnini ezberlediği gibi, o hadis-i serifi rivayet eden kimselerin, künyelerini, doğum ve ölüm tarihlerini, ahlak ve yasayıslarını, kimden rivayette bulunduklarını, o raviden baska kimlerin hadis-i serif aldığını öğrenir ve ezberlerdi. Bir kimse hadis rivayetinde ve ravilerin senedinde hataya düsse, hemen İmam-ı Buhari hazretlerini bulup sorar ve doğrusunu öğrenirdi. Gittiği her yerde, etrafı hadis-i serif almak ve öğrenmek isteyenlerle dolup tasardı. İmam-ı Buhari hazretlerinin hadis ilmindeki rumuzu “H” harfidir. Aynı zamanda tefsir ve kelam ilimlerinde de üstad olan İmam-ı Buhari hazretlerinin tefsire dair bildirdiği rivayetler tefsir âlimlerinin eserlerini süslemektedir. Kelam ilmine dair eserler de yazmıstır.
Eserleri
1) Câmi-us-Sahih:
En büyük ve en meshur eseridir. Sahih-i Buhari ismiyle de tanınır. Đslam âlimleri söz birliğiyle;
“Kur’an-ı kerimden sonra en sahih kitap Sahih-i Buhari’dir” buyurmuslardır. Đmam-ı Buhari bu
kitabı Mescid-i Haram’da yazdı. Her hadis-i serifi kitabına yazmadan önce istihare yapmıstır.
Gusledip, Kâbe’de makâmın gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usûllere göre
sahih olduğu kesin olarak belli olan hadis-i serifleri yazmıstır. Bu kitabı müsveddeden temize
çekme isini de Medine-i münevverede Peygamber efendimizin kabri serifi ile minberi arasında
bulunan Ravda-i Mutahherada yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi söyle anlatmıstır:
“Câmi-us-Sahih kitabına her hadis-i serifi koymadan önce gusledip, iki rekat namaz kılıp,
istihare yaptım. Ondan sonra hadis-i serifi kitaba koydum. Bunları yapmadan hiçbir hadisi
yazmadım. Bu kitabı on altı yılda tamamladım.”
Kütüb-ü Sitte adı verilen altı sahih hadis kitabının en basta geleni olan Sahih-i Buhari’nin, Ali
el-Yünûni tarafından el yazmasıyla çoğaltılan metni muteber olmustur. Bu nüshanın aslı
Kâhire’de Akboğa Medresesi Kütüphanesindedir. Sahih-i Buhari’nin birçok serhleri ve baskıları
yapılmıstır. 1894’te Sultan Đkinci Abdülhamid Han tarafından Mısır’da yaptırılan iki cilt baskısı
pek nefis, ciltlenmis, altın tuğra ve nukûs ile süslenmistir. Bu baskı Bulak’ta Emiriyye
Matbaasında yapıldı. Zeynüddin Ahmed Zebidi, mukarrer rivayetleri birlestirerek Buhari-i Serif
Tecrid-i Sarih ismiyle kısaltılmıstır.
2) Tarih-ul-Kebir
3) Tarih-ul-Evsat
4) Tarih-us-Sagir (Bu üç eser hadis ravilerinin hayatlarını ve hadis ilmindeki yerlerini ihtiva
etmektedir)
5) Kitab-u Duafâ-is-Sağire (Zayıf ravilerin hallerinden bahseder)
6) Et-Tarih fi Marifeti Ruvât-ül-Hadis
7) Et-Tevârih-ul-Ensab
8) Kitab-ül-Kûnâ
9) El-Edeb-ül-Müfred (Ahlakla ilgili hadis-i serifleri toplayan eserdir)
10) Ref’ul-Yedeyn fissalâti
11) Kitab-ül-Kırâati Half-el-Đmam
12) Halk-ul-Ef’âl-il-Đbâdi ver-Reddü alel-Cehmiyye
13) El-Akide yâhut Et-Tevhid (Kelam ilmiyle ilgilidir)
14) El-Câmi-ul-Kebir
15) Et-Tefsir-ül-Kebir
16) Kitab-ül-Mebsût
17) Esmâ-üs-Sahabe

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz