25/01/2014

Ölülere Kur'an Okumak

 
  Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem’den, kabirlerde Kur’an okumamızı tavsiye eden sahih ve zayıf hadisler vardır. Okunmaz diyenlerin elinde ise, yoruma muhtaç olmadan, açık bir şekilde “Kur’an okumayın!” diye bir âyet, sahih veya zayıf bir hadis, bir sahabe sözü de yok...
Allah Teâlâ şöyle buyurur (meâlen):
“Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde Müminlere karşı kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin. derler.”
Kıldığımız her namazın sonunda şu duayı okumamız tavsiye edilmiştir:
“Rabbimiz; hesabın görüldüğü günde beni, anamı, babamı ve tüm Müminleri bağışla!”
Bu dualar, Kur’an ayetleridir.
Ebû Üseyd Mâlik İbni Rebîa es-Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda otururken, Selemeoğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve:
— Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
— “Evet! Onlara dua eder, günahlarının bağışlanmasını dilersin, vasi-yetlerini yerine getirirsin, akrabasını koruyup gözetirsin, dostlarına da ik-ramda bulunursun.”
Kur’an okuyarak dua edersek, Allah Celle Celâluhû dilerse merhamet eder, dilemezse etmez. Ölülerimize duâ edip, Kur’an okuduğumuzda, hâsıl olan sevabı, ölüye hediye edip bağışlayabiliriz. Bunu kabul eden mezhep imamlarının görüşlerine aşağıda yer verilecektir.
Kur’ân’ın sevabı, ancak onu anlayarak okuyan ve yaşamaya çalışan kişiye aittir. Ancak, ölen kimse hayatta iken, başka bir kimseye Kur’an oku-mayı öğretmişse veya öğrenmesine vesile olmuşsa, öğrettiği o kimse, Kur’-an’ı her okuduğunda, o kimseye de sevap yazılır. Bu da zaten o güzel amele vesile olmanın sevabıdır.
Cenaze namazında Fâtiha Sûresi’nin okunacağına dair Talha (radıyal-lahu anh)’dan şöyle bir hadis nakledilmektedir:
Talhâ (radıyallahu anh)’dan: “Abdullah b. Abbas’ın (radıyallahu anhumâ) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve o, Fâtiha Sûresi’ni okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi.
Cenaze namazı, Allah’ı övmek, Hazreti Peygamber’e salavât getirmek ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir.
Zaten rükûsuz ve secdesiz olması, onun diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı, ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bereketlenme anlamında olsun, bu uygulama, ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir. Biz Hanefîler, cenaze namazını dua olarak gördüğümüz, kıraat mahalli görmediğimiz için onda fatihayı kıraat olarak okumasak da sena veya dua olarak okuyabiliriz. Nitekim, Hanefî alimlerinin ileri gelenlerinden Şurunbilâlî, bir risalesinde, Merakı’l-Felâh’ında ve İmdadü’l-Fettâh’ında bunu açıkça ifade eder:
“Fatiha okumak da sena kasdıyla caizdir; bizde böyle denilmiştir. Buhârî’de İbnu Abbâs radıyallahu anhumâ’nın cenaze namazı kıldığı ve fatiha okuduğu ve bunun sünnet olduğunu bilmeniz için böyle yaptım dediği rivâyet edilmiştir. Tirmizî de (bunu rivayet etti ve) sahih olduğunu söyledi.”
Tahtavî de Aynî’den şöyle dediğini nakletti:
“Tahâvî buna şu cevabı verdi: Sahabe’nin Fatiha okuması belki de kı-raat şekliyle değil de dua şekliyle idi. İmâm Mâlik, ‘Cenaze namazında Fa-tiha okumak memleketimizde işlenen bir şey değildir’ dedi.”
Bu fatihanın, cemâatin önündeki namazı kılınmakta olan ölüye okunduğunu, bunun câiz olacağını, ama kabirdekine Kur’ân okumanın câiz olmayacağını iddiâ edenler de var. Onlara yine İmâm Buhârî’nin (1336,1337) ve Müslim’in (954,955) numaralı hadîslerinde geçen, kabirde gömülü olan kimseye Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in gömülmenin er-tesi günü cenâze namazı kıldırdığını hatırlatmak isteriz. Öyleyse ; Henüz toprağa gömülmemiş meyyit ile gömülmüş meyyit arasında bir fark mı vardır da, sadece gömülmek üzere olan meyyite okunacağı söylenip, mezardakine okunmayacağı iddia edilmektedir? Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cenazede Fâtiha Sûresi’ni okuması hususunda “çürümeden, hemen yaptı, vakit geçtikten sonra yapmadı” gibi bir şey söylemek doğru olmaz.
Nitekim aşağıdaki hadiste bu aşikârca olarak belirtilmiştir.
Bununla da yetinmeyen, yakın zamanda gömülü olduğunda kılınır diyenlere de Ahmed İbnu Hanbel (4/149,153,154), Buharî (1344,4042), Müslim (2296), Ebû Dâvûd (3223,3224), Nesâî (1954) ve başkalarının rivâyet ettiği Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in Uhud şehidlerine şehid olmalarından yedi sene sonra cenâze namazı kıldırdığına dâir olan haber üzerinde düşünmesini tavsiye ederiz.
İmam Tahavî’nin Şerhu Meâni’l-Âsar eserinde rivayet ettiğine göre (I, 503-504 beş hadis), Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud şehitlerine yedi sene sonra cenaze namazı kılmıştır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yedi yıl sonra, şehitler için okuduğu Fatiha Kur’an değil midir?
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an’ın dirilere indiğini bilmi-yor muydu, yoksa siz mi o ayeti tam anlayamadınız da, yanlış yorum yapıyosunuz?!
Kısacası, ölüye Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz Kur’ân okunmasını emir veya tavsiye etmiş, Sahâbe radıyellâhu anhum ve İmamlar da okumuşlardır.

       Ölüye Kur’ân okunmaz, diyenler; Kur’ân sadece diriler için indirilmiştir, diyorlardı. Oysa yukarıdaki hadiste sahâbenin cenaze namazı kılıp, Kur’ân okuduğunu görmekteyiz. Hadis sahihtir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yapmış ki, Talha radıyallahu anh’dan yapılan rivâyetin metninde “sünnettir” deniliyor. Şayet, bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Resûlullah sal-lallahu aleyhi ve sellem, bunu ne kendi yapar, ne de başkalarına emrederdi.
Halbûki O, kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken:
“Allah’ım! Falan oğlu falan, senin güvencende, senin koruman al-tındadır. Onu kabir fitnesinden ve Cehennem azabından koru! Sen vefa ve övgü sahibisin. Allah’ım! Onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın” diye dua etmiştir.
Kaldı ki, cenaze namazının kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya… diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir anlamı kalmaz. Resûlullah Efendimiz: “Onu kabir fitnesinden koru!” diye dua ediyor. Kabirdeki insana fay¬dası olmasa, Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde dua eder mi? Kendisi de, zaman zaman Baki’ Kabristanı’nı ziyaret eder, kabirdekilere selam vererek dua ederdi. Eğer selamı onlara ulaşmasa, duası fayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu. O ise, bundan mü-nezzehtir.
İbni Abbas radıyallahu anhumâ şöyle dedi:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, iki kabre uğradı ve:
“Şüphesiz bunlar azap olunuyorlar. Bununla beraber büyük bir günah-tan dolayı azap olunmuyorlar. Onlardan biri koğuculuk yapar, diğeri ise idrarından sakınmazdı” buyurdu. Sonra Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, yaş bir hurma fidanı istedi. Müteakiben çubuğu ikiye bölerek, bir parçasını birinin, diğer parçasını diğerinin üzerine dikti ve
“Bunlar kurumadığı sürece, azapları hafifletilir” buyurdu.”
Demek ki, bir hurma dalı bile, Allah’ın izniyle, ölüye faydalı olabili-yor. Peki, o hurmayı yaratan âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ’nın kelâmı olan Kur’an-ı Kerim nasıl ölüye faydalı olmasın?! Böyle bir şey söylenebilir mi?!

Peygamberimiz'in Kabrini Ziyaret


 
                                                              
                                                             Mescid-i Nebevi

Kabr-i Saâdet’i Ziyâret Sünnettir
Resûlullah Efendimiz’in kabrini ziyâret etmek bir İslâm geleneğidir ve bu ziyaretin sünnet olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Fahr-i Âlem Efendimiz’in kabrini ziyâret etmeyi, Selef âlimleri faziletli bir davranış sayıp buna teşvik etmişlerdir.
Ashâb ve tâbiîn âlimlerinin kabir ziyâretini meşrû görmelerinin dayanağı yine hadîs-i şeriflerdir.
Nitekim Allah’ın Sevgili Elçisi ümmetini kabir ziyâretine teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü kabir ziyâreti âhireti hatırlatır.” (1)
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Annesinin kabrini ziyâret etmesi için Muhammede izin verildi. Size de kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü kabir ziyâreti âhireti hatırlatır. “(2)
Kabir ziyâretinin diğer bir sebebi de âhirete göçmüş yakınlarımıza ve kardeşlerimize duâ etmektir. Nitekim ( Kâinâtın Efendisi de öyle yapmış, sık sık Cennetul Baki-e giderek orada yatan müminlere duâ etmiştir. Aliyyul Kârinin belirttiğine göre (3) Şâfiîlerden İmâm Nevevî,i Hanefılerden İbnul-Hümâm, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kabrini ziyâret etmenin sünnet olduğu konusunda İslâm âlimlerinin ittifakı bulunduğunu söylemişlerdir.
Kabrimi Ziyâret Edene Şefaat Ederim
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ’nın rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
‘Ümmetimden kabrimi ziyâret edenlere mutlaka şefâat ederim.” (4)
Kabrini sadece Allah rızâsı için ziyâret edene Resûl-i Ekrem Efendimizin şefâat edeceğini vadetmesi, çok kapsamlı bir müjdedir. Burada sözü edilen şefâat, şu nimetlerden birine sahip olmak anlamına gelebilir: Âhirette daha çok nimete kavuşmak, kıyâmet günü duyulacak korku ve dehşeti daha az hissetmek, hesaba çekilmeden Cennet’e gireceklerin arasında olmak, Cennet’teki derecesi yükseltilmek, Allah Teâlâ’yı daha yakından görebilmek.
Enes ibni Mâlik radıyallahu anhın rivayet ettiğine göre Resûlullah salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Ümmetimden, Medine’ye gelerek Allafı nzâsı için kabrimi ziyâret eden kimse, âhirette benim himâyemde olur ve ben kıyâmet gününde ona şefâat ederim.”(5)
“Medine’ye gelerek” ifâdesi, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in,Cenâb-ı Hakk’ın bildirmesiyle gaybı bildiğini gösteren mûcizelerden biridir. Demek ki Allah Teâlâ ona Medine’de vefât edeceğini bildirmiştir. Zira “Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.”(6) âyeti gereğince öleceği yeri bilemezdi.
Hadîs-i şerîf, Peygamber aleyhisselâmı ziyâret etmenin,Allah rızâsı ve Resûl-i Ekrem’e saygı ve muhabbet sebebiyle yapılacağını, bunun dışında bir maksat taşımaması gerektiğini ifâde etmektedir.
Burada Hz. Ömer’in şu değerli sözünü hatırlamalıdır:
“Ey insanlar! Yaptığınız işi sadece Allah rızâsı için yapınız. Yaptığı işte sadece Allah rızâsını gözeten kimseye, hem yaptığı işin hem de Allah rızâsını gözetmesinin mükâfatı verilir.”(7) “Şefâat ederim” sözünün neleri kapsadığı bir önceki hadîs-i şerifin dipnotunda zikredilmişti.
Bir başka hadîs-i şerifinde Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyuruyor;
“Beni     vefatımdan ziyaret eden”kimse, hayatımda ziyaret”etmiş gibidir.”(8)
Fahr-i Âlem Efendimiz’i vefâtından sonra ziyâret etmenin, hayatındayken ziyâret etmiş gibi olması, onun kabr-i şerifinde canlı olması, kendini ziyâret edeni tanıması ve onun verdiği selâmı alması sebebiyledir.
“Hac ibâdetini yapıp da beni ziyâret etmeyen kimse,bana eziyet etmiş olur”(9) hadis-i şerifi de bu anlamdadır. Ve bu hadîs-i şerif, Fahr-i Kâinât Efendimiz’i ziyâret etmeye imkânı olan kimsenin onu mutlaka ziyâret etmesi j gerektiğini göstermektedir.
İmâm Mâlik’in “Ziyâret” Konusundaki Hassâsiyeti
İmâm Mâlik, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin kabrini ziyâret ettik” demeyi mekrûh görmüştür. İmâm Mâlik’in bu sözünün ne anlama geldiği konusunda ihtilâf edilmiş, bazıları, onun Kabr-i Saadet hakkında “ziyâret” kelimesini uygun görmediği için böyle düşündüğünü söylemiş ve buna gerekçe olarak da “Kabirleri çok ziyâret eden kadınlara Allah lânet etsin!” hadisini(10) göstermişlerdir.(11) Fakat aşağıdaki şu hadîs-i şerif bu görüşün doğru olmadığını göstermektedir:
“Kabirleri ziyâret etmenizi yasaklamıştım. Ama artık ziyâret edebilirsiniz.”(12)
İslâmiyet’in ilk yıllarında bazı Câhiliye âdetleri yaşamaya devam ediyor, insanlar ölülerinin ardından bağıra çağıra ağlıyor, üstlerini başlarını yırtıyorlardı. İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz kabir ziyâretini yasaklamıştı. Bu tür ağıtlar kadınlar arasında daha yaygın olduğu için Allah’ın Sevgili Elçisi onların kabir ziyâretini özellikle yasaklamıştı. Zamanla bu âdetlerin çirkinliği anlaşılıp ölülerin ardından nasıl davranılması gerektiği konusunda İslâmiyet’in getirdiği emirler benimsenince bu yasak da kalkmış oldu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ümmetimden kabrimi ziyaret edenlere mutlaka şefaat ederim” hadîs-i şerifinde “ziyaret” ifâdesini kullandığına göre, bu kelimeyi kullanmak mekrûh olmamalıdır.
Ancak halk arasında yaygın olan şöyle bir söz vardır: “Ziyaret eden, ziyaret edilenden daha değerlidir” derler. İşte bu sözden dolayı;
“Peygamber aleyhisselâmın kabrini ziyaret ettik” denmesi uygun görülmemiştir.
Bu yorum da pek öyle önemsenecek bir görüş değildir. Çünkü ziyaret eden herkes “değerli” olarak nitelenemez ve “Ziyaret eden, ziyaret edilenden daha değerlidir” sözü herkesi kapsamaz.
Geleneklerimizde bu sözün aksi anlamı geçerlidir. Çünkü bizim insanımız, kendisinden daha değerli gördüğü kimseleri ziyâret eder.
Kaynaklar;
1-Ebû Dâvûd, Cenâiz 77, nr. 3235.
2-Tirmizî, Cenâiz 60, nr. 1054.
3-Bk. Şerhu’ş-Şifâ, II, 149.
4-Dârekutnî, es-Sünen (Yemânî), II, 278; Beyhakî, Şuabü’l-îmân (Zağlûl), III, 490, nr. 4159.
5. Beyhakî, es-Sünenü’s-sagîr (Kal’acî), II, 211, nr. 1771; Beyhakî, Şuabü’l-îmân (Zağlûl), III, 490, nr. 4158.
6. Lokman 31/34.
7. Aliyyu 1-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtîh, II, 564-565; Hafâcî, Nesîmü’r-riyâz (Atâ), V, 98.
(8). Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat (İvezullah), I, 94, nr. 287; Heysemî, Mecma‘u’l-bahreyn (Abdülkuddûs), III, 286, nr. 1829.
9. Müttakr el-Hindî, Kenzü’l-ummâl (Sekkâ), V, 135.
10. Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Müsned (Esed), X, 314, nr. 5908. Aynca bk. Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 11/331; Tirmizî, Cenâiz 61, nr. 1056, İbni Mâce, Cenâiz 49, nr. 1576.
11. İmâm Mâlik’in bu sözünü açıklayanlar şunu demek istiyor: İmâm’a göre, mademki Resûlullah aleyhisselâm kabirleri aşırı derecede ziyâret eden kadınlar hakkında “zevvârât” kelimesini kullanmıştır, öyleyse Kabr-i Saadet hakkında “ziyâret” kelimesini kullanmak uygun değildir.
12. Müslim, Cenâiz 106, nr. 977, Edâhî 37. nr. 1977.

İmam-ı Buhari Kimdir?


İmam-ı Buhari

Kur’an-ı kerimden sonra en kıymetli kitab olan Sahih-i Buhari adıyla meshur hadis kitabını yazan büyük hadis âlimidir. İsmi, Muhammed bin İsmail olup, künyesi Ebu Abdullah’tır. Hadis ilminde yüksek derecede olup, 300.000’den fazla hadis-i serifi senetleriyle birlikte ezbere bilen bir âlim olduğu için “İmam”, Buharalı olduğu için “Buhari” denilmis, İmam-ı Buhari ismiyle meshur olmustur. 810 (H. 194) senesinde Buhara’da doğdu. 870 (H. 256) senesinde Semerkand’ın Hartenk kasabasında vefat etti.  Küçük yasta babasını kaybeden Buhari, ilk tahsiline doğum yeri olan Buhara’da basladı. Duası makbul saliha bir hanım olan annesi, onun ve kardesinin yetismesi için gayret sarf etti. On yasından itibaren hadis âlimlerinin derslerine devam etti. On bes yasına girmeden 70.000 hadis-i serifi ezberledi. Hadis ilminde kısa sürede o derece ilerledi ki, hocaları ile karsılıklı ilmi münazaralarda bulunmaya basladı. Nitekim hocası Dâhili, bazı hadis rivayetlerindeki eksikliklerini onun yardımıyla tamamlamıstır. On altı yasındayken Abdullah bin Mübarek ve Veki bin Cerrâh’ın kitaplarını ezberledi. Fıkıh ilminde, müctehidlerin bildirdiklerini öğrendi. Sonra annesi ve kardesiyle birlikte hacca gitti. Hac farizasını ifa ettikten sonra annesi ve kardesi Buhara’ya döndüler, İmam-ı Buhari ise, Mekke’de kalıp, hadis-i serif toplamaya basladı. On sekiz yasındayken Sahabe ve Tabiin fetvalarını topladı. Abdullah bin Zübeyr el-Hamidi’den Safii fıkhını öğrendi. Bu arada Medine-i münevvereye gidip Resulullah efendimizin kabri serifini ziyaret edip, geceleri kabri serif basında Tarih-ul-Kebir kitabını yazdı. Mekke ve Medine’den baska, Bağdat, Basra, Kûfe, Mısır, Nisâbur, Belh, Merv, Askalan, Dımesk, Hums, Rey ve Kayseriyye gibi ilim merkezlerini dolasıp, hadis âlimleriyle görüsüp binden fazla âlimden hadis ve diğer ilimleri öğrenip nakletti. Kuvvetli zekaya ve hafızaya sahip olan İmam-ı Buhari, isittiği hadis-i serifi hemen ezberliyordu. Onunla hadis-i serif dinleyenler yazdığı halde, o, yazma ihtiyacını duymuyordu. Muhammed bin Selam el-Bikendi, İbrâhim bin el-Esâs, Ebu Âsım es-Seybani, Abdurrahman bin Muhammed bin Hammad, Hâlid bin Mahled, Ebu Nasr-il-Ferâdisi, Abdân bin Osmân el- Mervezi, Ali bin el-Medini, Ahmed bin Hanbel, Yahya bin Main, İshak bin Raheveyh, Süleyman bin Harb, Abdullah bin Zübeyr el-Hamidi gibi hocalar elinde yetisti. İmam-ı Buhari hazretleri, ilim tahsilini bitirdikten sonra, Mısır’dan Maveraünnehr’e kadar tanınmıs ilim merkezlerinde hadis ve çesitli ilimler okuttu. Derslerinde binlerce talebe bulunurdu. Kendisinden 70.000’den fazla talebe hadis dinlemistir. Bunlar arasında, Tirmizi, Nesai, Ebu Zür’a ve Ebu Bekr bin Huzeyme, İbni Ebi Davud, Muhammed bin Nasr-ul-Mervezi, Müslim bin Haccâc, İbni Ebiddünya gibi büyük ve tanınmıs hadis âlimleri de vardı. Binlerce talebe yetistirdikten sonra Nisabur’a oradan da Buhara’ya döndü. Bir müddet Buhara’da kalıp, hadis ve ilim öğretmekle mesgul oldu. Bir rivayete göre Buhara valisi çocukları için özel ders verilmesini, buraya kimsenin girip, dersi dinlememesini istedi. Buhari cevabında; “Ben bir kısım kimseleri hadis dinlemekten men edip, birkaç kisiye hadis öğretmem” buyurdu. Bu durum valiyle arasının açılmasına sebep oldu. Buhara’dan ayrıldı. Allahü teâlâya, sikayet yoluyla valinin verdiği sıkıntıyı arz etti. Duası kabul olup, aradan bir ay geçmeden vali azledildi, zindana atıldı. Bu arada Semerkandlılar kendisini davet ettiler. Giderken yolda, Semerkandlılardan bir kısım insanların isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk köyünde kaldı. İsin iç yüzünü öğrenmek istemisti. İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüd namazından sonra ellerini açıp; “Yâ Rabbi! Yeryüzü bu genislikle bana dar oldu. Beni tarafına al!” diye dua etti. O ay, orada hastalandı ve 870 yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant’tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk’de vefat etti. Kabri oradadır. İmam-ı Buhari hazretleri, çok cömert olup, herkese iyilik ederdi. Fakirlere çok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaçlarını bizzat karsılardı. Bayram günleri hariç bütün yılını oruçla geçirirdi. Haramlardan ve süphelilerden daima kaçar, gıybetten çok korkardı. “İsterim ki Rabbime kavustuğumda hiç gıybet etmemis olayım ve böyle bir sey için kimse beni aramasın” buyururdu. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibadetle mesgul olurdu. Kur’an-ı kerimi üç günde bir defa hatmederdi. Hadis ilminin ve hadis âlimlerinin önderi olan İmam-ı Buhari hazretleri, yüz binlerce hadis-i serifi ezberlemisti. Hadis-i serifleri metinleri ve senetleriyle ezbere bilirdi. Hadis-i seriflerin ravilerini çok inceler dinin emirlerine uymayan, edeplerini gözetmeyen, ahlakında bir kusur olanların rivayet ettiği hadis-i serifleri almazdı. Hadis-i serifin metnini ezberlediği gibi, o hadis-i serifi rivayet eden kimselerin, künyelerini, doğum ve ölüm tarihlerini, ahlak ve yasayıslarını, kimden rivayette bulunduklarını, o raviden baska kimlerin hadis-i serif aldığını öğrenir ve ezberlerdi. Bir kimse hadis rivayetinde ve ravilerin senedinde hataya düsse, hemen İmam-ı Buhari hazretlerini bulup sorar ve doğrusunu öğrenirdi. Gittiği her yerde, etrafı hadis-i serif almak ve öğrenmek isteyenlerle dolup tasardı. İmam-ı Buhari hazretlerinin hadis ilmindeki rumuzu “H” harfidir. Aynı zamanda tefsir ve kelam ilimlerinde de üstad olan İmam-ı Buhari hazretlerinin tefsire dair bildirdiği rivayetler tefsir âlimlerinin eserlerini süslemektedir. Kelam ilmine dair eserler de yazmıstır.
Eserleri
1) Câmi-us-Sahih:
En büyük ve en meshur eseridir. Sahih-i Buhari ismiyle de tanınır. Đslam âlimleri söz birliğiyle;
“Kur’an-ı kerimden sonra en sahih kitap Sahih-i Buhari’dir” buyurmuslardır. Đmam-ı Buhari bu
kitabı Mescid-i Haram’da yazdı. Her hadis-i serifi kitabına yazmadan önce istihare yapmıstır.
Gusledip, Kâbe’de makâmın gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usûllere göre
sahih olduğu kesin olarak belli olan hadis-i serifleri yazmıstır. Bu kitabı müsveddeden temize
çekme isini de Medine-i münevverede Peygamber efendimizin kabri serifi ile minberi arasında
bulunan Ravda-i Mutahherada yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi söyle anlatmıstır:
“Câmi-us-Sahih kitabına her hadis-i serifi koymadan önce gusledip, iki rekat namaz kılıp,
istihare yaptım. Ondan sonra hadis-i serifi kitaba koydum. Bunları yapmadan hiçbir hadisi
yazmadım. Bu kitabı on altı yılda tamamladım.”
Kütüb-ü Sitte adı verilen altı sahih hadis kitabının en basta geleni olan Sahih-i Buhari’nin, Ali
el-Yünûni tarafından el yazmasıyla çoğaltılan metni muteber olmustur. Bu nüshanın aslı
Kâhire’de Akboğa Medresesi Kütüphanesindedir. Sahih-i Buhari’nin birçok serhleri ve baskıları
yapılmıstır. 1894’te Sultan Đkinci Abdülhamid Han tarafından Mısır’da yaptırılan iki cilt baskısı
pek nefis, ciltlenmis, altın tuğra ve nukûs ile süslenmistir. Bu baskı Bulak’ta Emiriyye
Matbaasında yapıldı. Zeynüddin Ahmed Zebidi, mukarrer rivayetleri birlestirerek Buhari-i Serif
Tecrid-i Sarih ismiyle kısaltılmıstır.
2) Tarih-ul-Kebir
3) Tarih-ul-Evsat
4) Tarih-us-Sagir (Bu üç eser hadis ravilerinin hayatlarını ve hadis ilmindeki yerlerini ihtiva
etmektedir)
5) Kitab-u Duafâ-is-Sağire (Zayıf ravilerin hallerinden bahseder)
6) Et-Tarih fi Marifeti Ruvât-ül-Hadis
7) Et-Tevârih-ul-Ensab
8) Kitab-ül-Kûnâ
9) El-Edeb-ül-Müfred (Ahlakla ilgili hadis-i serifleri toplayan eserdir)
10) Ref’ul-Yedeyn fissalâti
11) Kitab-ül-Kırâati Half-el-Đmam
12) Halk-ul-Ef’âl-il-Đbâdi ver-Reddü alel-Cehmiyye
13) El-Akide yâhut Et-Tevhid (Kelam ilmiyle ilgilidir)
14) El-Câmi-ul-Kebir
15) Et-Tefsir-ül-Kebir
16) Kitab-ül-Mebsût
17) Esmâ-üs-Sahabe

24/01/2014

Kur'an'ın Muhteşem Hedefi

  
       Öncelikle Kur’ an’ın ne olmadığını ifade etmek istiyorum. Kur’ an, tarihî hikâyeleri konu eden bir tarih kitabı değildir. Kur’ an, uzayı anlatan bir astronomi kitabı da değildir. Kur’ an, canlıları anlatan bir biyoloji kitabı da değildir. Kur’ an, bedenî hastalıkların nasıl şifa bulacağını anlatan bir tıp kitabı da değildir. Hâsılı, Kur’ an ne sosyal bilimler ne de fen bilimlerindeki hiçbir kategoriye dâhil edilemez. Çünkü Kur’ an’ın gayesi, varlıkların ve olayların, beşerî bilim dallarının yaptığı gibi, “nasıl” oluştuğunu anlamak ve izah etmek değildir; her şeyin “niçin” olduğunu anlatmaktır. Kur’ an, bazen “nasıl” sorusuna cevap vermekle beraber, daima “niçin” sorusuna cevap verir. Bizi her şeyin gayesini ve hikmetini anlamaya davet eder.
Kur’ an, bütün Âlemlerin Rabbi olarak Allah’ın kelamıdır. Bütün varlıkların ilahı olan Allah’tan gelen bir fermandır. Her şeyin Halik’ından gelen bir hitaptır. Her şeyin Rabbinden gelen bir konuşmadır. İnsanlığa doğru yolu göstermek için verilen ezeli bir hutbedir. Kâinat Sultanı’ndan insana yapılan bir iltifattır. İsm-i Azam (Allah’ın büyük isimleri) ve Arş-ı Azam’ dan (Allah’ın sınırsız hükümranlığının tecelli ettiği yer) gelen mukaddes bir kitaptır.
Kur’ an’ın en birinci meselesi kâinatı yaratan Rabbimizi bize tanıtmaktır. Allah’ın muhteşem bir saray gibi inşa ettiği bu âlemde bizi niçin misafir ettiğini izah etmektir. Bu misafirhaneden ayrılıp gittikten sonra bizi, ebedî zindanların veya daimi saadet saraylarının beklediğini haber vermektir. Rabbimizden gönderilen elçilere tabi olup onların gösterdiği doğru yolda yürüdüğümüzde ebedî saadeti bulacağımızı müjde vermektir.
Bu anlamda, Kur’ an, bize kâinat ayetlerini okuyup her bir şeyde Rabbimizi gösteren muhteşem bir “tevhit kitabı”dır. Hem dünyada hem de ahirette saadete götüren dosdoğru yola çağıran bir “davet kitabı”dır. Bizi yaratıp binlerce nimetlerle memnun eden sonsuz rahmet sahibi Rabbimize, hamd ve şükretmeyi öğreten bir “zikir kitabı”dır. Hadsiz maddî ve manevî ihtiyaçlarımızı karşılamak için âlemlerin Rabbinden nasıl talepte bulunacağımızı öğreten bir “dua kitabı”dır. İçimizdeki kötü duyguları kontrol etmeyi ve potansiyellerimizi yeşertmeyi öğreten bir “terbiye kitabı”dır.

Tercihimiz İslam

     
       Kelime’i Şehadeti getirip, “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh”demek bir tercihtir.
İnsan bir tercih yaparken, o tercihin sebep ve sonuçlarını düşünerek yapar. Bu Kelime-i Şehadet’i getiren kişi nefsini cehennem azabından muhafaza etmek ve ahirette mutluluğa erenlerden olmak için Cenâb- ı Hakk’ın Habibi (s.a.v.) vasıtası ile getirdiklerinin hepsini olduğu gibi kabul ettiğini ve imkanı nispetinde bunlara uyacağını taahhüt eder.
     Cenâb-ı Hakk, “Size çekemeyeceğinizi vermeyiz” buyurmaktadır.
Biz Müslümanlar da dua ederken “Ya Rabbi bize çekemeyeceğimiz yükü yükleme” diye dua ediyoruz. Hakk Teâla hazretleri de insanoğlunun zaaflarını bildiği için onları kolay geçitten geçiriyor.
Bu Kelime-i Tayyibe-i Münire’yi söyleyen kişi onu ihlas, inanç, tercih ve tasdik ile söyleyip bu yol üzere devam ettiği müddetçe Allah (c.c.)’ın izniyle “Akıbet müttakinindir” müjdesine nâil olur ve sonucu da hayır olur.
Cennete İlk Girecek Olan Zümre: Hammadûn Zümresi
Bu müjdeye nâil olan kişi ahirette ne ile karşılaşacak?
Bilindiği gibi mahşer sabahı herkes bulunduğu yerdeki kabirlerden kalkacak. -Allah (c.c.) iman ile ölüp iman ile kalkmayı nasip etsin. -Dünyada bulunduğu yerden mahşer alanına kurulan köprüden, insanlar ve cinler geçecekler ve orada Allahu azzimüşan’ın huzurunda hesap verecekler.
Hak Teâla Hazretleri Mearic suresinde bu hesabın müddeti için “Elli bin senedir” buyurmaktadır.
Oranın bir günü buranın bin senesine eşit olduğuna göre beklenecek süre astronomik sayılara ulaşmaktadır. Birbirlerinin arası bin senelik mesafe olan ve ilkinde Kelime-i Tevhid olmak üzere herbirinde ayrı konularda hesap sorulacak olan elli adet durak bulunmaktadır. Mahşer alanında bu kadar uzun müddet bekletilince orada bulunan mücrimer daha hesap müddeti bitmeden evvel “Ya Rabbi artık bizi cehenneme at da şu bekleme azabından kurtulalım.” diyecekler.
Allah Rasulü (s.a.v.) “Beklemek, ateş azabından daha şiddetlidir.” Buyurmuşlardır.
Dünya hayatında, birisi birini beklese ve adam beş dakika gecikse, bekleyene saatlerce beklemiş gibi geliyor. Halbuki bakıyor saate daha bir dakika geçmiş. İnsan ancak yaşadığı kadarını biliyor; dünya hayatını yaşadı onu biliyor, kabirde bulunmuş oldu kabirdeki hali biliyor, kabirden sonra ne olacağını bilmiyor. Yedi kat cehennemde ne seviyede büyük bir azab olduğunu bilmiyor. O yüzden böyle söylüyor mahşerdeki bu zümre.
Allah (c.c.) cümlemizi muhafaza buyursun; cehennem yedi kattan oluşuyor; ilk katı günahkar müslümanlar için. Bunlar günahları müddetince cezalarını çektikten sonra çıkacaklar. İkinci kat hristiyanların, üçüncü katyahudilerindir. Günümüzde bazı kimseler hristiyan ve yahudilerin de cennete gireceğini iddia etmektedirler,onlarara duyurulur, açıp tefsir kitaplarına bakabilirler. Dördüncü katında şeytan ve ahfadı (evladları), beşinci katında mürtedler (dininden dönenler), altıncı katında sihirbaz ve heykeltıraşlar, son olarakyedinci katta ise, münafıklar azab göreceklerdir ki Allah (c.c.) muhafaza buyursun muhakkikin ulema bir münafığın azabı için diğer altı kattaki cehennem ehlinin azabından daha fazladır buyuruyor. Allah (c.c.) herkesi nifağın her türlüsünden muhafaza buyursun.
     Nebi (s.a.v.) Mirac’a çıktığında, cennet ve cehennemi görmeyi murad etti. Hak Teâla Hazretleri, görevliler vasıtası ile her ikisi için de müsaade buyurdu. Allah Rasulü (s.a.v.) cenneti görüp nimetlerinide bize nakletti, Allah (c.c.) hepimize affıyla muamele edip, cenneti ile karşılık verdiği kullarından eylesin. Sıra cehennemi görmeye gelince cehennem hazinelerinin bekçisi Mâlik: “Ya Rasulullah (s.a.v.) ben şurdan bir delik açayım, burdan nazar edersiniz içeriye” dedi ve cehennemin duvarlarından parmağını sokup bir delik açtı. O delikten çıkan dumanı durdurmak için orayı eliylede meshetti ve “Ya Rasulullah (c.c.), şuradan bir damla ateş yeryüzüne düşmüş olsa bir daha dünyada ekin bitmez” buyurdu.
İşte tercihini yapıp o Kelime-i Tayyibe’yi söyleyip, Allah (c.c.)’a vasıl olan ve belirli bir mânevi terbiyeden sonra Cenâb’ı Hakk’ın dostluğunu kazanan kişiler için esas olan cehennem azabından muhafaza olunmak ya da cennete gitmek değil, Hakk’ın rızasını kazanmak oluyor; ama tabi oralara gelinceye kadar da insanların çalışıp belirli mesafeleri katetmesi icab ediyor.
O uzun bekleme sırasında cennete ilk girecek kimlerdir?
Ruhül Beyan Tefsiri’nin beyanına nazaran cennete ilk girecekler Cenâb-ı Hakk’a mübalağa ile çokça hamdeden Hammadun zümresidir. Bu kişler hayatı boyunca Allah (c.c.)’ı unutmadan yaşayıp ve Nebi (s.a.v.)’ın getirdiği, daha önceki ümmetlerden ise, kendi peygamberlerinin getirdiği ahkamlara tabi olanlardır. Yalnız şuna dikkat etmek gerekir ki; Rasulullah (s.a.v.)’in teşrifi ile, hepsinin risaleti ve getirdikleri din hükümleri bitmiştir.
Şu anda profosör etiketli bazı adamlar; eğer bir kişi Hz. İsa (a.s.) ’a inanır, Hz. Musa(a.s.)’a inanır; onların getirdiği din hükümlerince yaşarsa cennete dahil olur diyor.Böyle bir şey olamaz.
Resulullah (s.a.v.) geldikten sonra bunların hepsinin hükmü kalkmıştır.Ortada ne Hristiyanlık vardır ne de Musevilik vardır. “Allah (c.c.) indinde tek din İslâmdır” buyuruyor Allah (c.c.).
Adem(a.s.)’dan itibaren; Musa (a.s.)’ın da , İsa(a.s.)’ın da ve diğer tüm peygamberlerin de getirdiği din İslâm idi. Yahudilik, hristiyanlık diye bir şey getirmemiştir hiçbir peygamber. Hepsinin getirdiği din İslâm’dı ve hepsi de Müslümandı. Sonradan bu peygamberlere tâbî olan insanlar, onların getirdiği hak kitapları değiştirdiler ve İslâm’dan uzaklaştılar. Tabi bugün yapılan oyun, güzel ve sistematik oynandığı için bu mevzular insanlara çeşitli gâyelerle çarpıtılarak aktarılıyor. Allah (c.c.) şerlerinden muhafaza buyursun.
İslâm’ı yok etmeye uğraşan gruplar ilk önce İslâm’ın kökten kazınmasına uğraştılar, onda muvaffak olamadılar ve olamayacaklarını anladılar. Bu yüzden şimdi İslâmı içinden tahrif etmeye uğraşılıyor. Mesela yine profosör etiketli biri çıktı ve “Bu din ulemanın dinidir” dedi. Ne demek ulemanın dini? Onun yetiştirdiği, ilahiyatta da dekanlık yapmış başka bir profosör “Efendim hadis-i şeriflerin en muteberi kiminki? İmâm-ı Buhari’ninki, İmâm-ı Buhari kaç tarihinde yaşamış? Hicri195’te doğmuş. Hadis-i şerif neşretmeye ne zaman başlamış? Hicri 230’da. Peki 230 sene zarfında, sen bu hadisi kimden aldın Ahmed’den, Ahmed ne olmuş, ölmüş. Peki o kimden almış Mehmed’den, Mehmed ne olmuş, o da ölmüş. O kimden almış Ebu Hureyre’den o ne olmuş, o da ölmüş. Bu hadisleri nakledenlerin hepsi ölmüş. Böyle ilim mi olur?” diyor. Sadece İslâm’ın değil, bütün ilimlerin temelinin yok sayıldığının ilanıdır bu söz. Yani eğer râviler ölmüşse söylediklerinin hiçbir mânâsı yok demek ki. O zaman şimdi kullanılan o bilimsel kitapların hepsi çöpe atılsın. Neticede o kanunları, teorileri bulanların, nakledenlerin birçoğu hayatta değil. Mesela Newton diyelim, adam hayatta mı? Kaç yüz sene oldu öleli neticede. O zaman bulduklarının hepsini kaldırıp atalım.
Küfür Tek Millettir 
Bu ifsadı yapanların tek hedefi var. Onu da düzgün, hakiki alimlerin kitaplarından okumak veya ağızlarından dinlemek lazım. Efendimiz (s.a.v.) “Küfür tek millettir.” buyuruyor.
Öte yandan da Hakk Teâla hazretleri Haşr Suresinde “Onların sâileri dağınıktır, kalpleri birbirinden ayrıdır, birbirlerine düşmandırlar” buyuruyor. Peki bu ikisi arasında haşa tezatlık mı var? Küfür tek milletse, niye onların sâileri dağınıktır, kalpleri birbirinden ayrıdır, birbirlerine düşmandırlar. Küfrün tek millet olduğu hadisini şerheden muakkikin ulemanın beyanına nazaran, onların bu beraberiyetleri İslâm’a karşı olmalarındadır, İslâm’a karşı tek millettirler, kendi içlerinde tek millet değildirler. Allah (c.c.) şerlerinden emin eylesin. Cenâb’ı Hakk bu dinin asıl sahibidir ve dinini nasıl bugüne kadar Kitab-ı Kerim’inde vaadettiği gibi koruması ile koruduysa bundan sonra da inşaAllah koruyacaktır.
Burada mühim olan, bizim kendimizi kurtarmamızdır. Hiç kimse ben ateş gibi, mum gibi yanar etrafıma ışık verir, başkalarını kurtarırım diyemez. Allah (c.c.)’ın hitabına göre insan önce kendi nefsini, sonra ehlini, sonra aşiretini, ondan sonra akrabalarını ateşten kurtarmaya çalışmakla mükelleftir, bunların bir sırası var. Bu can bizim midir? İsteyerek mi geldik bu dünyaya, anamızı babamızı kendimiz mi tercih ettik? Giderken isteyerek mi gidiyoruz? Kim getirdi ise, kim götürüyorsa can onundur.
Niye mesela intihar edenin imansız gitmesi mevzubahistir ve bu yüzden cenaze namazı kılınmaz? Kendine ait olmayan, Allah (c.c.)’a ait olan bir şeye son vermiştir netice itibari ile ve imanını da böylece zayi etmiştir, Allah (c.c.) muhafaza etsin. Onun için biz kendi kendimize tercihte de bulunamayız. Âyette bildirilen sıralamaya uymamız lazım, yani ilk önce kendi nefsimizi ateşten korumamız lazım.
Nefis Muhakkak Şiddetle Kötülüğü Emreder 
Bu ateşten korunabilmek için, şeytan ve ahvadının oyununa gelmemek lazımdır. Çünkü şeytanın askerleri hazır beklemektedir. Allah (c.c.) “Nefis muhakkak şiddetle kötülüğü emreder.” buyurumaktadır. Bu işin başında da şeytan vardır.
Nebi (s.a.v.) birgün “Hepimizin görevli bir şeytanı vardır.”buyurmuşlardır.
Orada bulunanlar “Ya Rasulullah (s.a.v.)sizin de var mı?” diye sorunca,
“Evet benim de vardı, ama Allah (c.c.) onu bana ikramen müslüman etti, bana ancak hayırlı şeyler söyler”buyurmuşlardır.
O (s.a.v.)’in dışında, hepimizin başında şeytanı vardır. Bunları hak ve hakikat olarak kabul edip, en azından yatağa yatıldığı zaman hergünün bir muhasebesi yapılırsa neticeye ulaşma şansı olur. Burada bunlar okunup, bu okunanlarla hoşça vakit geçirilir, bitince yine herkes bildiği gibi yaparsa bundan bir istifade olmaz.
Günlük muhasebenin yapılması lazım. Sabahtan akşama kadar, uyanmamızdan tekrar uyumamıza kadar geçen her saat muhasebe edilmelidir.
Bugün Allah (c.c.) için acaba ne yaptık?
Ümmet-i Muhammed’e faydalı bir iş yaptık mı?
İnsanlara yararlı olabilecek bir şey yaptık mı?
Kimseyi kırıp üzdük mü?
(Evliysek) çoluk çocuğumuza karşı, (bekarsak) şahsımıza karşı, anamıza babamıza karşı hakları ifâ ettik mi, yerine getirdik mi?
 Hesapsız Cennete Dahil Olacak Zümre 
Bunların hepsini yapıp, Allah (c.c.)’ı unutmadan yaşayan insan için Allah Resulü (s.a.v.)
“Allah (c.c.)’ı bu dünya hayatında çokça zikreden, Cenâb-ı Hakk’ı unutmadan yaşayan kişiler mahşer sabahı hesapsız cennete dahil olacak.” buyuruyor.
O cennete girecek kişilere cennette melekler soracaklar:
-Siz hesap gördünüz mü? -Yok hesap görmedik.
-Peki defter gördünüz mü? -Yok, biz onu da bilmeyiz.
-Sırat köprüsünden geçtiniz mi? -Onu da görmedik.
-Peki cennetin hangi kapısından girdiniz? -Vallahi biz kapı da görmedik.
Allah Resulü (s.a.v.) bize bunları rağbet edelim, bu hususta gereğini ifâ etmeye çalışalım diye anlatmıştır.
Devamında Nebi (s.a.v.);
“İnsanlar dünyadaki mezarlardan kalkıp mahşer alanına gelince Cennet, mahşer halkı arasından devenin boynunu uzatıp yemini aldığı gibi uzanıp Allah (c.c.)’ı çokça zikredenlerin hepsini içine çekecek.”
müjdesini veriyor.
Onun için de onlar, ne hesap görmüş,ne kitap görmüş, ne sırat görmüş, ne de cennet kapısı görmüş olacaklar. Biz doğrudan mahşer alanına geldik, ordan da cennetin içine girdik diyecekler. Allah (c.c.) cümlemizi o zümreden eylesin (Amin).

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz