13/11/2013

Dövme yaptırmak

 

Dövme, derinin iğne ucuyla çizilip kanatılmasından sonra sürülen boyanın deri altına geçmesini ve bir daha çıkmamasını sağlayan bir işlemdir. Peygamberimiz bu şekilde dövme yapanı ve yaptıranı lanetlemiştir. Bu ister canlı resmi olsun ister cansız olsun hepsini kapsar.

İlgili Hadis-i Şerif:
“Resulullah sallallahu aleyhi ve selem faiz yiyeni, yedireni, ona şahitlik edenleri, onu yazanı; dövme yapanı, gü­zelleşmek için dövme yaptıranı, sa­dakaya mani olanı, hulle* yapanı ve hulle yaptırmak is­teyeni lanetledi.”
| Buhârî, Libâs, 82-87; Müslim, Libâs, 119

 Dövme Yaptırmak Neden Caiz Değildir?
Cenabı Hak normal şartlarda hele insanı en güzel şekilde yaratmış. İnsanın değişiklik yapmasına Allah rıza göstermemiştir. Fıtratı değiştirmek, damgalar oluşturmak gibi şeyler işin içine girmektedir. Vücut her ne kadar bizimse de insanın bedeni üzerindeki tasarrufu emanettir. Emanetin sahibi vardır. Dövme yaptırmak dinimizde normal kabul edilmemiştir. Yani dinimizin sakıncalı gördüğü işlerdendir, hususlardandır. Dinimizde bir insanın vücuduna hele hele eza ve cefa da oluşturuyorsa lüzumsuz bir kısım şeylerin yapılmasını dinimiz uygun görmemiştir. Sadece gerek görülüyorsa sağlık zaruriyetlere izin vardır ama dövme yaptırmak gibi hususlar dinimizin caiz karşıladığı bir husus değildir. Hadislerimiz vardır bu konuda. İslami ilmihal kitaplarımıza da girmiştir. İslamiyet bunu norma karşılamıyor.

 Dövme Gusul Abdestine Engel Olur mu?
Dövme derinin altındadır. Yani dış derinin altında yer alıyor. Abdest ve gusulde ise derinin altını değil, üstünü yıkamak farzdır. Dövme de derinin altında kaldığına göre, onun bedenin herhangi bir yerinde bulunması abdeste ve gusle mani olmaz. Üzerinin yıkanmasıyla abdest ve gusül sahih olur.
Ayrıcai dövme, namaz kılmaya, ibadetlerin yerine gitirmeye, camiye ve cemaate gitmeye, Kuran okumaya da asla engel değildir.
Böyle bir günahı işlemiş olan kimse de Allah’tan mağfiret diler, tövbe istiğfar eder. Ve inşallah da kabul edilir.
  
Dövmeyi Yaptıran İnsan Ne Yapmalıdır?
İmam Nevevî, sağlık bakımından zarar vermediği takdirde dövmenin vücuttan giderilmesi gerektiğini söyler. Yapılacak operasyonun vücuda zarar vermesi veya geride çirkin bir manzara bırakması sebebiyle dövme giderilemezse kişi tövbe etmekle günahından kurtulur. (Şerhu Müslim, XIV, 106)
Bundaki hüküm, dövmeyi yaparken kullanılan maddeye göre değişir. Şayet bu maddeler dinen necis sayılanların arasında bulunuyorsa, dövme de o hükme girer. Şayet temizse, o da temizdir. Bunda yapılacak şey, şayet ufak bir müdahale veya ameliyatla hallediliyorsa gidermeye çalışmaktır. Şayet giderilemiyor, buna da imkan bulunamıyorsa, o şekilde bırakılır. Çünkü Cenab-ı Hak kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemez, onun üstesinden gelemeyeceği, yapamayacağı şeyleri istemez.

Gafletten Kurtuluş


Gaflet bir yandan ruh ile bedenin kaynaşmasından sonra ortaya çıkan bir insanlık özelliğidir. Bu uyanıklık ve tefekkür hali sadece meleklere hastır. Cismanî olan bünye, hayvansal ve bitkisel özelliğe sahip olduğu için bu iki özelliğin yansımalarını gösterirken ileriye görememeye başlar. Buna gaflet denilir.
Gafletten kurtulmak için, din imtihanını sürekli düşünmek, hesap gününü unutmamak, imanı güçlendirmek, amel yaparak Allah’tan yardım istemek gerekir. “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” (bk. Buhari, İman 16-29) manasındaki hadis bu sürekliliğin önemine işaret edilmektedir.
İnsan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir. Hatta bütün kainat intizam ve ahengini insana odakladığı için, insan şayet vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse kainat bundan şikayetçi olup kızacaklar. Bu sebeple deprem ve sel gibi musibetler başımıza geliyor. İnsanın gafleti kainatın intizamını rencide ediyor ve musibetlerin gelmesine fetva verdiriyor.
Huşu ve huzur ise; Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip, ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize O’nu hatırlatır ve O’nu gösterir; ne yana kafamızı çevirsek onu görürüz.
Diğer taraftan, istiğfar ve tövbe de; tıkanan feyiz kanalarını açan bir kılavuz gibidir. Ne kadar çok kullanırsak, feyiz kanalları o kadar berrak ve temiz olur.

İyi Sevgi,Kötü Sevgi


 

Sevgi mutlak olarak düşünüldüğünde, netlik ve miktar itibariyle farklılık arzeden bir çok sevgiyi içinde barındıran bir histir. Bunun Allah hakkında en çok bahsedileni sadece O'na has olan, O'nun layık olduğu, başkasına yakışmayan kulluk, tevbe gibi sevgilerdir. Çünkü kulluk O'ndan başkasına olmaz. Tevbe de öyle.

Yüce Allah sevgiyi kendisinin mutlak ismiyle (Allah ismi) birlikte anmış ve şöyle buyurmuştur:

"... Yüce Allah öyle bir topluluk getirir ki, onları sever, onlar da onu severler." (Maide, 54)
"İnsanların bir kısmı Allah dışında ortaklar edinir ve onları Allah gibi severler. İman edenler ise Allah'a daha çok sevgi beslerler." (Bakara, 165)
En kötü ve çirkin sevgi ise Allah'la birlikte başkasını sevip Allah'a ortak ettiği o şeyi Allah kadar sevmektir.
İyi sevgilerin en büyüğü sadece Allah'ı ve O'nun sevdiklerini sevmektir.
Bu sevgi mutluluğun başı ve temelidir, hiç kimse bu olmaksızın azaptan kurtulamaz.
Kötü yani "şirk bulaşmış sevgi" ise bedbahtlığın başı ve temelidir, azapta da daimî olarak sadece bunlar kalacaklardır.
Şu halde Allah'ı sevip yalnız O'na kulluk edenler cehenneme girmeyecekler, günahları sebebiyle girenlerin hepsi de eninde sonunda oradan çıkacaklardır.
Kur'an âyetleri hep bu sevgi ve bunu gerektiren şeyleri emir, diğer sevgi ve onu gerektiren şeylerden de nehiy etrafında döner.
İki çeşit sevgiye örnekler verir. İkisinin kıssalarını anlatır. Bu iki kesimin ve dostlarının hareket ve tarzlarını detaylıca anlatır. Her birinin ilâhını tanıtır, neler yaptıklarından haber verir. Bu iki kesimin üç dönemde, dünya yurdu, berzah yurdu ve ahiret yurdundaki hallerinden bahseder. Kur'an bu iki kesimin hallerini açıklamak için gelmiştir.
Baştan sona tüm peygamberlerin davalarının temeli de:
Eşi olmayan tek Allah'a kulluk etmekten ibarettir ki bu da Allah'a tam bir sevgiyi, O'na boyun eğmeyi, önünde eğilmeyi, O'nu yüceltip büyültmeyi ve bunların kesin sonucu olan itaat ve takvayı içerir.
Nitekim Buhârî ve Müslim'in Enes kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
"Hayatım elinde bulunan zata yemin ederim ki her hangi biriniz beni babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz."
Buharî'de geçtiğine göre Hz. Ömer Allah Rasûlüne:
"Ey Allah Rasûlü! Vallahi seni kendim hariç her şeyden çok seviyorum." demiş,
O (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Hayır ey Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe iman etmiş olamazsın!" buyurmuş,
Hz. Ömer (r.a.):
"Seni hakla gönderen Allah'a andolsun ki seni kendimden de çok seviyorum" deyince,
Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"İşte şimdi ey Ömer!" buyurmuştur.
Allah'ın (c.c.) bir kulunun ve elçisinin sevgisi böyle olur ve bu sevginin kişinin kendisine, babasına, çocuğuna ve tüm insanlara sevgisinin önüne geçmesi böyle vacip olursa, O'nu gönderen Yüce Allah'ın kendisinin sevgisi ve bu sevginin başka sevilerden fazla olmasının zorunluluğu ne derece olur?
Allah sevgisi özellik açısından, benzersiz olma yönünden diğer sevgilerden ayrılır. Zira kulun yüce Allah'ı babasından çocuğundan, hatta gözünden, kulağından ve ruhundan çok sevmesi, hakîki ilâhının ve mabudunun ona tüm bunlardan daha sevimli olması gerekir. Zira bir şey bazen bir yönüyle sevilip diğer yönüyle sevilmez, bazen başka bir şeyin hatırına sevilir.
Ancak zâtından dolayı ve tüm yönlerden sevilecek tek şey Allah'tır, İlâhlığa O'ndan (c.c.) başkası lâyık değildir:
"Şayet yerde, gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti." (Enbiyâ, 22)
Zaten:
"ilâh edinmek" sevgi beslemek, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.

Büyük Günahlar


 
Alimler büyük günahların belli bir sayıyla sınırlı olup olmadığında iki görüşe sahiptirler.
Sınırlı olduğunu söyleyenler bunun sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İbn Mesud (r.a.) dört tane,
Abdullah b. Ömer yedi,
Abdullah b. Amr b. Âs dokuz,
bazıları: on bir,
başka birileride: yetmiş tanedir, demişlerdi.
Ebû Tâlib Mekkî derki:
Büyük günahları sahabîlerin sözlerinden derledim ve bunların dördünün kalpte olduğunu gördüm. Onlar:
1 - Allah'a eş koşmak,
2 - Günahta ısrar etmek (vazgeçmemek),
3 - Allah'ın rahmetinden ümit kesmek ve
4 - Kendini Allah'ın tuzağından (dünya ve ahirette azabından) güvende hissetmektir.
Dördü dildedir ve onlar:
1 - Yalan şahitlik,
2 - Temiz kadınlara iftira,
3 - Yalan yemin ve
4 - Sihirdir.
Üçü midededir:
1 - İçki içmek,
2 - Yetim malı yemek ve
3 - Faiz yemek,
İkisi fercdedir:
1 - Zina ve
2 - Lûtilik.
İkisi eldedir:
1 - Öldürmek ve
2 - Hırsızlık yapmak.
Biri ayaktadır: ve o düşmanla karşılaşıldığında firar etmektir.
Biri de tüm bedenle ilintilidir: o da ana babaya âsî olmaktır.

12/11/2013

Aşkın Zararları



 
Bilindiği gibi maddî aşkın dinî ve dünyevî hiçbir faydası yoktur. Aksine dinî ve dünyevî zararları olabilecek faydalarından kat kat fazladır. Aşkın zararlarını şöyle sıralayabiliriz:
Bir: Mahlûkun sevgisiyle ve onu anmakla meşgul olup yüce Rabbin sevgi ve zikrinden mahrum olmaktır. Kalbte bunların ikisi bir arada bulunamaz. Eninde sonunda biri diğerini yener ve kalpten çıkarır, güç ve galibiyet kendinin olur.
İki: Kalbinin ondan acı duyması, işkence çekmesi. Çünkü Allah'tan gayrisini seven mutlaka ondan dolayı ızdırap ve acı duyar.
Nitekim şair şöyle demiştir:
Yeryüzünde aşıktan bahtsız kimse yoktur.
Aşkın tadını duyup yaşasa da
Onu her an ağlar görürsün
Ya ayrılık korkusundan veya hasretten.
uzaklara gitse hasretinden ağlar
Yakınlara gelse ayrılık korkusundan sızlanır.
Gözü ayrılık anında da yaşlıdır, yanıktır. Buluşma anında da.
Aşk sahibi onu tatlı görse de, aslında o kabir azabından da daha acıdır.
Üç: Kalbi başkasının avucunda esirdir, ona zillet azabını taddırmaktadır. Fakat aşık sarhoşluğundan dolayı başına gelenleri hissetmez. Kalbi, aynen onunla oynayan, çeşit çeşit acılar çektiren bir çocuğun elindeki serçe gibidir.
Nitekim bunlardan biri şiirinde şöyle der:
Kalbimi ele geçirdin düşmanlık ve cefayla.
Ben senin umurunda değilim, oyunda oynaştasın.
Dört: Aşık, aşkıyla meşgul olur ve dinî, dünyevî tüm işlerini alt üst eder. Onun dinî ve dünyevî maslahatlarını alt-üst eden aşktan zararlı bir şey yoktur. Çünkü dinî maslahatlar ve faydalar kalbin gücünü toplayıp Allah'a yönelme oranında elde edilir. Kalbi en çok dağıtan ve darmadağınık eden şey ise maddî aşktır. Dünyevî maslahatlar da hakikatte dinî maslahatlara bağlıdır. Dini maslahatları ve faydalan elinden kaçmış, daha çok kaybolmuştur.
Beş: dinî ve dünyevî belâ ve âfetler maddî aşıklara, ateşin oduna ulaşmasından daha çabuk ulaşır.
Bunun sebebi şudur: kalp aşka ne kadar yaklaşır, onunla bağı ne kadar güçlenirse Allah'tan (c.c.) o kadar uzaklaşır.
Altı: Aşk kalbi ele geçirip yerleştiğinde, ondaki yaptırım gücü arttığında zihni bozar, vesvese peyda ettirir. Bazen sahibini akıllarını kaybetmiş deliler güruhuna katar.
Şair diyor ki:
Dediler: Maşukunun delisi oldun sen.
Dedim ki: Aşk delilikten daha büyüktür.
Aşkın sahibi ebediyyen kendine gelmez.
Delinin aklı ise arada bir gider başından.
Yedi: Aşkın duyuların tümünü veya bazısını bozduğu olur. Bu bozulma bazen manevî bazen maddî olur. Manevî bozulma kalbin bozulması sonucu olur. Çünkü kalp bozulduğunda göz, kulak ve dil de bozulur. Kendisindeki ve mâşukundaki çirkin bir şeyi güzel görür.
Nitekim Müsned'de geçen bir hadiste Rasûlullah:
"Bir şeyi sevmen (Seni) kör ve sağır eder" buyurmuştur.
Aşk kalp gözünü maşukunun kötü yönlerini ve kusurlarını görmekten kör eder, göz onları görmez olur; kalp kulağını maşuk hakkında söylenen kötü şeylere karşı sağır eder, onlardan hiçbir şeyi duymaz olur. Sevgi ve aşk karşıdakinin kusurlarını perdeler.
Bir şeyi arzulayan ve seven ondaki kusurları görmez. Onları ancak ona karşı arzu ve sevgisi ortadan kalktığında görür.
Aşırı istek gözü kaplayan bir perdedir; o şeyi olduğu gibi görmesini engeller. Şairin dediği gibi:
Sana olan aşkım gözümün üzerinde bir perde varken imiş. O kalkınca başladım nefsimi vermeye, eleştirmeye
Bir şeyin içinde bulunan kimse onu görmez. İçine girmemiş ve uzakta bulunan da ondaki kusurları görmez. Onun kusurlarını ancak içine girip çıkmış kimse görür. O yüzden küfürden sonra İslama giren sahabiler İslâm üzere doğup yetişen kimselerden daha iyi müslümanlar olmuşlardır.
Hz. Ömer "Cahiliyyeyi bilmeksizin İslâm üzere doğup yetişenler olduğu vakit İslâmın bağları kopacaktır." demiştir.
Duyu organlarının zahiren bozulmasına gelince; aşk insanın bedenini hasta eder, güçsüz bırakır, onu mahveder, öldürdüğü olur. Bu, aşkın öldürdüğü kimselerin hikâyelerinde açıktır.
İbn Abbas Arafat'ta iken yanına bir deri bir kemik kalmış biri getirildi. İbn Abbas "Derdi nedir, bunun?" diye sordu, "Bu aşık" dediler. Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) o gün boyunca aşktan Allah'a sığındı.
Sekiz: Aşk daha önce geçtiği gibi, aşırı sevgidir, maşuk aşığın kalbini istila eder, aklı onu düşünme ve hayal etmeden bir an boş kalmaz, aklından ve zihninden hiç çıkmaz. İşte o durumda nefis kendindeki hayvanı ve nefsanî yeteneklerini kullanmaya fırsat bulamaz, sonunda bu yetenek ve güçleri söner gider. Bunun sonucunda bedende ve ruhta tedavisi zor, hatta imkansız arıza ve sakatlıklar meydana gelir. Hareketleri yetenekleri ve duyguları tamamen değişir, bunların tümü alt üst olur. İnsanlar onu düzeltmekten aciz kalırlar.
Şairin dediği gibi:
Sevgi başta bir dalgadır. Dalgalara yol açar, kader sürükler onu. Genç, aşk dalgalarına kapıldığı vakit, Dayanılmaz büyük şeyler olur.
Aşkın başı kolay ve tatlı, ortası hüzün, kalp meşgalesi ve hastalık, sonu ise -Allah'ın yardımı yetişmediği taktirde- sakatlık ve ölümdür. Bir şair şöyle der:
Aşktan uzak yaşa; zira aşkın başı yorgunluk. Ortası hastalık, sonu ise ölümdür.
Bir diğeri de şöyle der:
Kendini aşka attı, sonunda âşık oldu. Onunla başbaşa kalınca da tahammül edemedi. Bir şeyler gördü; onu dalga sandı. Ona ulaşınca içinde boğuluverdi.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz