13/11/2013
Gafletten Kurtuluş
Gaflet bir yandan ruh ile bedenin kaynaşmasından sonra ortaya çıkan bir insanlık özelliğidir. Bu uyanıklık ve tefekkür hali sadece meleklere hastır. Cismanî olan bünye, hayvansal ve bitkisel özelliğe sahip olduğu için bu iki özelliğin yansımalarını gösterirken ileriye görememeye başlar. Buna gaflet denilir.
Gafletten kurtulmak için, din imtihanını sürekli düşünmek, hesap gününü unutmamak, imanı güçlendirmek, amel yaparak Allah’tan yardım istemek gerekir. “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” (bk. Buhari, İman 16-29) manasındaki hadis bu sürekliliğin önemine işaret edilmektedir.
İnsan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir. Hatta bütün kainat intizam ve ahengini insana odakladığı için, insan şayet vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse kainat bundan şikayetçi olup kızacaklar. Bu sebeple deprem ve sel gibi musibetler başımıza geliyor. İnsanın gafleti kainatın intizamını rencide ediyor ve musibetlerin gelmesine fetva verdiriyor.
Huşu ve huzur ise; Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip, ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize O’nu hatırlatır ve O’nu gösterir; ne yana kafamızı çevirsek onu görürüz.
Diğer taraftan, istiğfar ve tövbe de; tıkanan feyiz kanalarını açan bir kılavuz gibidir. Ne kadar çok kullanırsak, feyiz kanalları o kadar berrak ve temiz olur.
İyi Sevgi,Kötü Sevgi
Sevgi mutlak olarak
düşünüldüğünde, netlik ve miktar itibariyle farklılık arzeden bir çok sevgiyi
içinde barındıran bir histir. Bunun Allah hakkında en çok bahsedileni sadece
O'na has olan, O'nun layık olduğu, başkasına yakışmayan kulluk, tevbe gibi
sevgilerdir. Çünkü kulluk O'ndan başkasına olmaz.
Tevbe de öyle.
Yüce Allah
sevgiyi kendisinin mutlak ismiyle (Allah ismi) birlikte anmış ve şöyle
buyurmuştur:
"... Yüce Allah öyle bir topluluk getirir ki, onları sever, onlar
da onu severler." (Maide, 54)
"İnsanların bir kısmı Allah
dışında ortaklar edinir ve onları Allah gibi severler. İman edenler ise Allah'a
daha çok sevgi beslerler." (Bakara, 165)
En kötü ve çirkin sevgi ise
Allah'la birlikte başkasını sevip Allah'a ortak ettiği o şeyi Allah kadar
sevmektir.
İyi sevgilerin en büyüğü
sadece Allah'ı ve O'nun sevdiklerini sevmektir.
Bu sevgi mutluluğun başı ve
temelidir, hiç kimse bu olmaksızın azaptan kurtulamaz.
Kötü yani "şirk bulaşmış
sevgi" ise bedbahtlığın başı ve temelidir, azapta da daimî olarak sadece
bunlar kalacaklardır.
Şu halde Allah'ı sevip yalnız
O'na kulluk edenler cehenneme girmeyecekler, günahları sebebiyle girenlerin
hepsi de eninde sonunda oradan çıkacaklardır.
Kur'an âyetleri hep bu sevgi ve
bunu gerektiren şeyleri emir, diğer sevgi ve onu gerektiren şeylerden de nehiy
etrafında döner.
İki çeşit sevgiye örnekler verir. İkisinin kıssalarını anlatır.
Bu iki kesimin ve dostlarının hareket ve tarzlarını detaylıca anlatır. Her
birinin ilâhını tanıtır, neler yaptıklarından haber verir. Bu iki kesimin üç
dönemde, dünya yurdu, berzah yurdu ve ahiret yurdundaki hallerinden bahseder. Kur'an bu iki kesimin hallerini açıklamak için gelmiştir.
Baştan sona tüm peygamberlerin
davalarının temeli de:
Eşi olmayan tek Allah'a
kulluk etmekten ibarettir ki bu da Allah'a tam bir sevgiyi, O'na boyun eğmeyi,
önünde eğilmeyi, O'nu yüceltip büyültmeyi ve bunların kesin sonucu olan itaat ve
takvayı içerir.
Nitekim Buhârî ve Müslim'in Enes
kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
"Hayatım
elinde bulunan zata yemin ederim ki her hangi biriniz beni babasından,
çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz."
Buharî'de geçtiğine göre Hz.
Ömer Allah Rasûlüne:
"Ey Allah Rasûlü! Vallahi seni kendim hariç her şeyden çok
seviyorum." demiş,
O (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Hayır ey
Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe iman etmiş
olamazsın!" buyurmuş,
Hz. Ömer (r.a.):
"Seni hakla gönderen Allah'a andolsun ki
seni kendimden de çok seviyorum" deyince,
Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"İşte şimdi ey Ömer!"
buyurmuştur.
Allah'ın (c.c.) bir kulunun ve
elçisinin sevgisi böyle olur ve bu sevginin kişinin kendisine, babasına,
çocuğuna ve tüm insanlara sevgisinin önüne geçmesi böyle vacip olursa, O'nu
gönderen Yüce Allah'ın kendisinin sevgisi ve bu sevginin başka sevilerden fazla
olmasının zorunluluğu ne derece olur?
Allah sevgisi özellik açısından,
benzersiz olma yönünden diğer sevgilerden ayrılır. Zira kulun yüce Allah'ı
babasından çocuğundan, hatta gözünden, kulağından ve ruhundan çok sevmesi,
hakîki ilâhının ve mabudunun ona tüm bunlardan daha sevimli olması gerekir. Zira
bir şey bazen bir yönüyle sevilip diğer yönüyle sevilmez, bazen başka bir şeyin
hatırına sevilir.
Ancak zâtından dolayı ve tüm
yönlerden sevilecek tek şey Allah'tır, İlâhlığa O'ndan (c.c.) başkası lâyık
değildir:
"Şayet yerde, gökte Allah'tan
başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti."
(Enbiyâ, 22)
Zaten:
"ilâh edinmek"
sevgi beslemek, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
Büyük Günahlar
Alimler büyük günahların belli
bir sayıyla sınırlı olup olmadığında iki görüşe sahiptirler.
Sınırlı olduğunu söyleyenler
bunun sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İbn Mesud (r.a.) dört tane,
Abdullah
b. Ömer yedi,
Abdullah b. Amr b. Âs dokuz,
bazıları: on bir,
başka birileride: yetmiş tanedir, demişlerdi.
Ebû Tâlib Mekkî derki:
Büyük
günahları sahabîlerin sözlerinden derledim ve bunların dördünün kalpte olduğunu
gördüm. Onlar:
1 - Allah'a eş koşmak,
2 - Günahta ısrar etmek (vazgeçmemek),
3 - Allah'ın
rahmetinden ümit kesmek ve
4 - Kendini Allah'ın tuzağından (dünya ve ahirette
azabından) güvende hissetmektir.
Dördü dildedir ve onlar:
1 - Yalan
şahitlik,
2 - Temiz kadınlara iftira,
3 - Yalan yemin ve
4 - Sihirdir.
Üçü midededir:
1 - İçki
içmek,
2 - Yetim malı yemek ve
3 - Faiz yemek,
İkisi fercdedir:
1 - Zina ve
2 - Lûtilik.
İkisi eldedir:
1 - Öldürmek ve
2 - Hırsızlık yapmak.
Biri ayaktadır: ve o
düşmanla karşılaşıldığında firar etmektir.
Biri de tüm bedenle
ilintilidir: o da ana babaya âsî olmaktır.
12/11/2013
Aşkın Zararları
Bilindiği gibi maddî aşkın dinî
ve dünyevî hiçbir faydası yoktur. Aksine dinî ve dünyevî zararları olabilecek
faydalarından kat kat fazladır. Aşkın zararlarını şöyle sıralayabiliriz:
Bir: Mahlûkun sevgisiyle ve onu
anmakla meşgul olup yüce Rabbin sevgi ve zikrinden mahrum olmaktır. Kalbte
bunların ikisi bir arada bulunamaz. Eninde sonunda biri diğerini yener ve
kalpten çıkarır, güç ve galibiyet kendinin olur.
İki: Kalbinin ondan acı duyması,
işkence çekmesi. Çünkü Allah'tan gayrisini seven mutlaka ondan dolayı ızdırap ve
acı duyar.
Nitekim şair şöyle demiştir:
Yeryüzünde aşıktan bahtsız
kimse yoktur.
Aşkın tadını duyup yaşasa da
Onu her an ağlar görürsün
Ya ayrılık korkusundan veya
hasretten.
uzaklara gitse hasretinden
ağlar
Yakınlara gelse ayrılık
korkusundan sızlanır.
Gözü ayrılık anında da
yaşlıdır, yanıktır. Buluşma anında da.
Aşk sahibi onu tatlı görse de,
aslında o kabir azabından da daha acıdır.
Üç: Kalbi başkasının avucunda
esirdir, ona zillet azabını taddırmaktadır. Fakat aşık sarhoşluğundan dolayı
başına gelenleri hissetmez. Kalbi, aynen onunla oynayan, çeşit çeşit acılar
çektiren bir çocuğun elindeki serçe gibidir.
Nitekim bunlardan biri şiirinde
şöyle der:
Kalbimi ele geçirdin
düşmanlık ve cefayla.
Ben senin umurunda değilim,
oyunda oynaştasın.
Dört: Aşık, aşkıyla meşgul olur
ve dinî, dünyevî tüm işlerini alt üst eder. Onun dinî ve dünyevî maslahatlarını
alt-üst eden aşktan zararlı bir şey yoktur. Çünkü dinî maslahatlar ve faydalar
kalbin gücünü toplayıp Allah'a yönelme oranında elde edilir. Kalbi en çok
dağıtan ve darmadağınık eden şey ise maddî aşktır. Dünyevî maslahatlar da
hakikatte dinî maslahatlara bağlıdır. Dini maslahatları ve faydalan elinden
kaçmış, daha çok kaybolmuştur.
Beş: dinî ve dünyevî belâ ve
âfetler maddî aşıklara, ateşin oduna ulaşmasından daha çabuk ulaşır.
Bunun sebebi şudur: kalp aşka ne
kadar yaklaşır, onunla bağı ne kadar güçlenirse Allah'tan (c.c.) o kadar
uzaklaşır.
Altı: Aşk kalbi ele
geçirip yerleştiğinde, ondaki yaptırım gücü arttığında zihni bozar, vesvese
peyda ettirir. Bazen sahibini akıllarını kaybetmiş deliler güruhuna katar.
Şair diyor ki:
Dediler: Maşukunun delisi
oldun sen.
Dedim ki: Aşk delilikten daha büyüktür.
Aşkın sahibi ebediyyen kendine
gelmez.
Delinin aklı ise arada bir gider
başından.
Yedi: Aşkın duyuların tümünü
veya bazısını bozduğu olur. Bu bozulma bazen manevî bazen maddî olur. Manevî
bozulma kalbin bozulması sonucu olur. Çünkü kalp bozulduğunda göz, kulak ve dil
de bozulur. Kendisindeki ve mâşukundaki çirkin bir şeyi güzel görür.
Nitekim Müsned'de geçen bir hadiste Rasûlullah:
"Bir şeyi sevmen (Seni) kör ve sağır
eder" buyurmuştur.
Aşk kalp gözünü maşukunun kötü
yönlerini ve kusurlarını görmekten kör eder, göz onları görmez olur; kalp
kulağını maşuk hakkında söylenen kötü şeylere karşı sağır eder, onlardan hiçbir
şeyi duymaz olur. Sevgi ve aşk karşıdakinin kusurlarını perdeler.
Bir şeyi arzulayan ve seven
ondaki kusurları görmez. Onları ancak ona karşı arzu ve sevgisi ortadan
kalktığında görür.
Aşırı istek gözü kaplayan bir
perdedir; o şeyi olduğu gibi görmesini engeller. Şairin dediği gibi:
Sana olan aşkım gözümün
üzerinde bir perde varken imiş. O kalkınca başladım nefsimi vermeye, eleştirmeye
Bir şeyin içinde bulunan kimse
onu görmez. İçine girmemiş ve uzakta bulunan da ondaki kusurları görmez. Onun
kusurlarını ancak içine girip çıkmış kimse görür. O yüzden küfürden sonra İslama
giren sahabiler İslâm üzere doğup yetişen kimselerden daha iyi müslümanlar
olmuşlardır.
Hz. Ömer "Cahiliyyeyi
bilmeksizin İslâm üzere doğup yetişenler olduğu vakit İslâmın bağları
kopacaktır." demiştir.
Duyu organlarının zahiren
bozulmasına gelince; aşk insanın bedenini hasta eder, güçsüz bırakır, onu
mahveder, öldürdüğü olur. Bu, aşkın öldürdüğü kimselerin hikâyelerinde açıktır.
İbn Abbas Arafat'ta iken yanına
bir deri bir kemik kalmış biri getirildi. İbn Abbas "Derdi nedir, bunun?" diye
sordu, "Bu aşık" dediler. Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) o gün boyunca aşktan
Allah'a sığındı.
Sekiz: Aşk daha önce geçtiği
gibi, aşırı sevgidir, maşuk aşığın kalbini istila eder, aklı onu düşünme ve
hayal etmeden bir an boş kalmaz, aklından ve zihninden hiç çıkmaz. İşte o
durumda nefis kendindeki hayvanı ve nefsanî yeteneklerini kullanmaya fırsat
bulamaz, sonunda bu yetenek ve güçleri söner gider. Bunun sonucunda bedende ve
ruhta tedavisi zor, hatta imkansız arıza ve sakatlıklar meydana gelir.
Hareketleri yetenekleri ve duyguları tamamen değişir, bunların tümü alt üst
olur. İnsanlar onu düzeltmekten aciz kalırlar.
Şairin dediği gibi:
Sevgi başta bir dalgadır.
Dalgalara yol açar, kader sürükler onu. Genç, aşk dalgalarına kapıldığı vakit,
Dayanılmaz büyük şeyler olur.
Aşkın başı kolay ve tatlı,
ortası hüzün, kalp meşgalesi ve hastalık, sonu ise -Allah'ın yardımı yetişmediği
taktirde- sakatlık ve ölümdür. Bir şair şöyle der:
Aşktan uzak yaşa; zira aşkın
başı yorgunluk. Ortası hastalık, sonu ise ölümdür.
Bir diğeri de şöyle der:
Kendini aşka attı, sonunda
âşık oldu. Onunla başbaşa kalınca da tahammül edemedi. Bir şeyler gördü; onu
dalga sandı. Ona ulaşınca içinde boğuluverdi.
Cehaletin İlacı Sormaktır
Burada söz konusu edilenler,
kalp, ruh ve bedenin hastalığı ve şifası hakkında geçerlidir.
Örneğin Rasûlullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) cehaleti bir hastalık saymış, onun devasının âlimlere sormak olduğunu
belirtmiştir.
Nitekim Ebû Dâvûd "Sünen" inde
Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivayet
etmiştir:
"Bir yolculuğa çıktık. Bizden birine bir taş isabet etti ve başını
yardı. Adam sonra ihtilâm oldu.
Arkadaşlarına:
"Benim için teyemmüm ruhsatı
bulabiliyor musunuz?" dedi.
Onlar:
"Suya güç yetirdiğinden senin için bir ruhsat
göremiyoruz" dediler.
Adam gusletti ve hastalanıp öldü.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve sellem)
yanına gelince bu hâdise ona anlatıldı. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
"Öldürdüler. Allah
onları öldürsün! Bilmiyorlardıysa sorsalardı ya! Cehaletin ilacı sormaktır. Onun
teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine bez sarıp üzerine meshetmesi, sonra
bedeninin diğer kısmını yıkaması yeterliydi."
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
sellem) burada cehaletin
bir hastalık, şifasının ise sormak olduğunu haber vermiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
-
Kur'an'da, Allah'a karşı suç işlemekten ve haddi aşmaktan sakınan, Allah'ın azabından ve O’na mahçup olmaktan korka...
-
İslam düşmanları bir araya gelmişlerse buna karşı mü'min insan ne yapabilir? sualine cevaben, Allah(cc); "Sen Allah'a tevekkü...
-
"Allah'ım, Senden hidayet ve doğruluk isterim." (Müslim) "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalplerimizi taa...