13/11/2013

Büyük Günahlar


 
Alimler büyük günahların belli bir sayıyla sınırlı olup olmadığında iki görüşe sahiptirler.
Sınırlı olduğunu söyleyenler bunun sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İbn Mesud (r.a.) dört tane,
Abdullah b. Ömer yedi,
Abdullah b. Amr b. Âs dokuz,
bazıları: on bir,
başka birileride: yetmiş tanedir, demişlerdi.
Ebû Tâlib Mekkî derki:
Büyük günahları sahabîlerin sözlerinden derledim ve bunların dördünün kalpte olduğunu gördüm. Onlar:
1 - Allah'a eş koşmak,
2 - Günahta ısrar etmek (vazgeçmemek),
3 - Allah'ın rahmetinden ümit kesmek ve
4 - Kendini Allah'ın tuzağından (dünya ve ahirette azabından) güvende hissetmektir.
Dördü dildedir ve onlar:
1 - Yalan şahitlik,
2 - Temiz kadınlara iftira,
3 - Yalan yemin ve
4 - Sihirdir.
Üçü midededir:
1 - İçki içmek,
2 - Yetim malı yemek ve
3 - Faiz yemek,
İkisi fercdedir:
1 - Zina ve
2 - Lûtilik.
İkisi eldedir:
1 - Öldürmek ve
2 - Hırsızlık yapmak.
Biri ayaktadır: ve o düşmanla karşılaşıldığında firar etmektir.
Biri de tüm bedenle ilintilidir: o da ana babaya âsî olmaktır.

12/11/2013

Aşkın Zararları



 
Bilindiği gibi maddî aşkın dinî ve dünyevî hiçbir faydası yoktur. Aksine dinî ve dünyevî zararları olabilecek faydalarından kat kat fazladır. Aşkın zararlarını şöyle sıralayabiliriz:
Bir: Mahlûkun sevgisiyle ve onu anmakla meşgul olup yüce Rabbin sevgi ve zikrinden mahrum olmaktır. Kalbte bunların ikisi bir arada bulunamaz. Eninde sonunda biri diğerini yener ve kalpten çıkarır, güç ve galibiyet kendinin olur.
İki: Kalbinin ondan acı duyması, işkence çekmesi. Çünkü Allah'tan gayrisini seven mutlaka ondan dolayı ızdırap ve acı duyar.
Nitekim şair şöyle demiştir:
Yeryüzünde aşıktan bahtsız kimse yoktur.
Aşkın tadını duyup yaşasa da
Onu her an ağlar görürsün
Ya ayrılık korkusundan veya hasretten.
uzaklara gitse hasretinden ağlar
Yakınlara gelse ayrılık korkusundan sızlanır.
Gözü ayrılık anında da yaşlıdır, yanıktır. Buluşma anında da.
Aşk sahibi onu tatlı görse de, aslında o kabir azabından da daha acıdır.
Üç: Kalbi başkasının avucunda esirdir, ona zillet azabını taddırmaktadır. Fakat aşık sarhoşluğundan dolayı başına gelenleri hissetmez. Kalbi, aynen onunla oynayan, çeşit çeşit acılar çektiren bir çocuğun elindeki serçe gibidir.
Nitekim bunlardan biri şiirinde şöyle der:
Kalbimi ele geçirdin düşmanlık ve cefayla.
Ben senin umurunda değilim, oyunda oynaştasın.
Dört: Aşık, aşkıyla meşgul olur ve dinî, dünyevî tüm işlerini alt üst eder. Onun dinî ve dünyevî maslahatlarını alt-üst eden aşktan zararlı bir şey yoktur. Çünkü dinî maslahatlar ve faydalar kalbin gücünü toplayıp Allah'a yönelme oranında elde edilir. Kalbi en çok dağıtan ve darmadağınık eden şey ise maddî aşktır. Dünyevî maslahatlar da hakikatte dinî maslahatlara bağlıdır. Dini maslahatları ve faydalan elinden kaçmış, daha çok kaybolmuştur.
Beş: dinî ve dünyevî belâ ve âfetler maddî aşıklara, ateşin oduna ulaşmasından daha çabuk ulaşır.
Bunun sebebi şudur: kalp aşka ne kadar yaklaşır, onunla bağı ne kadar güçlenirse Allah'tan (c.c.) o kadar uzaklaşır.
Altı: Aşk kalbi ele geçirip yerleştiğinde, ondaki yaptırım gücü arttığında zihni bozar, vesvese peyda ettirir. Bazen sahibini akıllarını kaybetmiş deliler güruhuna katar.
Şair diyor ki:
Dediler: Maşukunun delisi oldun sen.
Dedim ki: Aşk delilikten daha büyüktür.
Aşkın sahibi ebediyyen kendine gelmez.
Delinin aklı ise arada bir gider başından.
Yedi: Aşkın duyuların tümünü veya bazısını bozduğu olur. Bu bozulma bazen manevî bazen maddî olur. Manevî bozulma kalbin bozulması sonucu olur. Çünkü kalp bozulduğunda göz, kulak ve dil de bozulur. Kendisindeki ve mâşukundaki çirkin bir şeyi güzel görür.
Nitekim Müsned'de geçen bir hadiste Rasûlullah:
"Bir şeyi sevmen (Seni) kör ve sağır eder" buyurmuştur.
Aşk kalp gözünü maşukunun kötü yönlerini ve kusurlarını görmekten kör eder, göz onları görmez olur; kalp kulağını maşuk hakkında söylenen kötü şeylere karşı sağır eder, onlardan hiçbir şeyi duymaz olur. Sevgi ve aşk karşıdakinin kusurlarını perdeler.
Bir şeyi arzulayan ve seven ondaki kusurları görmez. Onları ancak ona karşı arzu ve sevgisi ortadan kalktığında görür.
Aşırı istek gözü kaplayan bir perdedir; o şeyi olduğu gibi görmesini engeller. Şairin dediği gibi:
Sana olan aşkım gözümün üzerinde bir perde varken imiş. O kalkınca başladım nefsimi vermeye, eleştirmeye
Bir şeyin içinde bulunan kimse onu görmez. İçine girmemiş ve uzakta bulunan da ondaki kusurları görmez. Onun kusurlarını ancak içine girip çıkmış kimse görür. O yüzden küfürden sonra İslama giren sahabiler İslâm üzere doğup yetişen kimselerden daha iyi müslümanlar olmuşlardır.
Hz. Ömer "Cahiliyyeyi bilmeksizin İslâm üzere doğup yetişenler olduğu vakit İslâmın bağları kopacaktır." demiştir.
Duyu organlarının zahiren bozulmasına gelince; aşk insanın bedenini hasta eder, güçsüz bırakır, onu mahveder, öldürdüğü olur. Bu, aşkın öldürdüğü kimselerin hikâyelerinde açıktır.
İbn Abbas Arafat'ta iken yanına bir deri bir kemik kalmış biri getirildi. İbn Abbas "Derdi nedir, bunun?" diye sordu, "Bu aşık" dediler. Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.) o gün boyunca aşktan Allah'a sığındı.
Sekiz: Aşk daha önce geçtiği gibi, aşırı sevgidir, maşuk aşığın kalbini istila eder, aklı onu düşünme ve hayal etmeden bir an boş kalmaz, aklından ve zihninden hiç çıkmaz. İşte o durumda nefis kendindeki hayvanı ve nefsanî yeteneklerini kullanmaya fırsat bulamaz, sonunda bu yetenek ve güçleri söner gider. Bunun sonucunda bedende ve ruhta tedavisi zor, hatta imkansız arıza ve sakatlıklar meydana gelir. Hareketleri yetenekleri ve duyguları tamamen değişir, bunların tümü alt üst olur. İnsanlar onu düzeltmekten aciz kalırlar.
Şairin dediği gibi:
Sevgi başta bir dalgadır. Dalgalara yol açar, kader sürükler onu. Genç, aşk dalgalarına kapıldığı vakit, Dayanılmaz büyük şeyler olur.
Aşkın başı kolay ve tatlı, ortası hüzün, kalp meşgalesi ve hastalık, sonu ise -Allah'ın yardımı yetişmediği taktirde- sakatlık ve ölümdür. Bir şair şöyle der:
Aşktan uzak yaşa; zira aşkın başı yorgunluk. Ortası hastalık, sonu ise ölümdür.
Bir diğeri de şöyle der:
Kendini aşka attı, sonunda âşık oldu. Onunla başbaşa kalınca da tahammül edemedi. Bir şeyler gördü; onu dalga sandı. Ona ulaşınca içinde boğuluverdi.

Cehaletin İlacı Sormaktır


 
Burada söz konusu edilenler, kalp, ruh ve bedenin hastalığı ve şifası hakkında geçerlidir.
Örneğin Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) cehaleti bir hastalık saymış, onun devasının âlimlere sormak olduğunu belirtmiştir.
Nitekim Ebû Dâvûd "Sünen" inde Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivayet etmiştir:
"Bir yolculuğa çıktık. Bizden birine bir taş isabet etti ve başını yardı. Adam sonra ihtilâm oldu.
Arkadaşlarına:
"Benim için teyemmüm ruhsatı bulabiliyor musunuz?" dedi.
Onlar:
"Suya güç yetirdiğinden senin için bir ruhsat göremiyoruz" dediler.
Adam gusletti ve hastalanıp öldü.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gelince bu hâdise ona anlatıldı. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
 "Öldürdüler. Allah onları öldürsün! Bilmiyorlardıysa sorsalardı ya! Cehaletin ilacı sormaktır. Onun teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine bez sarıp üzerine meshetmesi, sonra bedeninin diğer kısmını yıkaması yeterliydi."
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) burada cehaletin bir hastalık, şifasının ise sormak olduğunu haber vermiştir.

11/11/2013

 İslâm Dışılığa Saygı mı Gösterelim ?

Yaratılış düzeni ile değişik inançlara ve yaşam tarzlarına eğilimli ve kabiliyetli olarak yaratılan insan, akıl ve irade verilerek, peygamberler gönderilerek denemeye uğratılmıştır.
İnanç ve yaşam özgürlüğü verildiği içindir ki Muhammed çağı insanlığı dahil tüm insan topluluklarında farklı inançlar ve düşünceler olmuştur ve olacaktır. Kurân penceresinden bakıldığında ve hayatın içine girildiğinde bu farklılığı görebiliriz.
Dinimiz İslâm, Mevlâmız tarafından özgür tercihler temeline oturtulduğu ve insanlar arasında mümin-kâfir-münafık ayrımı yapıldığı için müminler inanç ve düşünce farklılıklarını tabii görmekle yükümlüdürler. Fiziki ve fikrî tecavüzlerden beri bütün insanlarla adâlet ve yardım çizgisinde güzel geçinmekle de öğütlüdürler.1
Ayrıntılara inmeksizin yaptığımız bu temel tespitlerden sonra hutbemizin omurgasını oluşturacak konuya girerek sorabiliriz.
Müslümanlar olarak güzel geçinmekle mükellef olduğumuz insanların değişik inanç merkezli düşüncelerine saygı duyabilir miyiz?
Yaşadığımız dönemin entelektüel tavrıyla "Şu şu düşüncelerin doğruluğuna inanmıyorum. Ama saygı duyuyorum, diyebilir miyiz?"
* * *
İslâm insanı yaratan Allah'ın insan için koyduğu din olduğu için İslâm'ın temel değerleri ile insanlığın ortak eğilimleri arasında örtüşme tabîidir.
Bu sebeple Allah'ın birliği, insanın yüceliği, can-mal-konut dokunulmazlığı, din ve düşünceyi ifade özgürlüğü, seçme-seçilme-örgütlenme hakları, hukukun üstünlüğü, azınlık haklarının korunması, şûraya dayalı (demokratik) yapılanma gibi İslâm'ın yücelttiği, görevleştirerek Âhiret sorumluluğuyla irtibatlandırdığı temel değerlere bağlı düşüncelere saygı duyabiliriz.
Bu tür düşüncelerin farklı ve karşıt inanç bağlılarınca ifadelendirilmiş olması, onları kabulümüze ve savunmamıza asla engel oluşturmaz.
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" ile örneklendirilebilecek bu saygı duyabileceğimiz düşüncelerin çerçevesini daha da genişletebiliriz.
İslâm'ın değiştirilemez düsturlarıyla çelişmedikçe, bilimsel aklın güzel bulduğu, çoğunluğun ilgi duyduğu değişik düşünce ve projelere de saygı duyabiliriz.
İslâmî vahyin belirlemediği alanlarda olgun aklın ölçü alınabilirliği ve hükmünde yanılgıya düşen âdil hakimin sevablanabileceği gibi nebevi ölçüleri, saygıyı meşrulaştırıcı deliller olarak değerlendirilebiliriz.2
Ancak ateizm, ırkçılık, homoseksüellik, evlilik dışı ilişki, içki-kumar-fuhuş endüstrisi, faize dayalı ekonomik yapı, emeği sömürü, emperyalist amaçlı harp, şahıs ve zümre egemenliği, ölüm cezasını dışlayan ceza sistemi, haklar ve özgürlükleri kısıtlayan ve şiddet içermeyen düşünceleri mahkum eden yasalar, İslâmı dışlayan ve dinî yaşamı engelleyen baskılar ve daha niceleri gibi İslâm'la çelişen uygulamaları meşrulaştırıcı düşüncelere asla saygı duyamayız.
Bunları kabul edilebilir ve savunabilir düşünceler olarak görüp saygı duymak müslümanı yalnızca günahkâr kılmaz, İslâm dairesinden de çıkarır, nikahı düşürür, varis ve müris olma haklarını giderir ve de ebedî azaba sürükler.
İslâm yanısıra insanın doğasıyla, bilgi ve tecrübe birikimleriyle de çatışan bu tür fikirlere (düşüncelere) saygı duyulamaz, ancak ve ancak tahammül edilebilir.
Çok iyi bilinmelidir ki müminler için tahammül etmek entelektüel bir girişim değil İslâm'ın yüklediği bir görevdir. Şimdi tahammülü meşrulaştırıcı ve görevleştirici Kurâni ölçüleri özetleyelim.
Yüce Allah insalara, varlığını inkâr etme ve yasalarına aykırı yaşama hürriyetini vermiştir. Gönderdiği peygamberlerine de yalnızca tebliğ etme görevini yüklemiştir.3 Misallendirirsek sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e "Sen ancak bir öğüt vericisin. İnsanlar üzerine salınmış bir zorba değilsin"4 buyrulmuştur. İslâm dışı inanç sahiplerine, inkarcı sözleri ve yıkıcı davranışlarından ötürü nasıl tavır takınacağı, ilişkilerini nasıl sürdüreceği de şöylece belirlenmiştir:
"Karşıt düşünce ve inanç sahiplerinin söylediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl."
"İslâm karşıtlarına boyun eğme. Ezalarına da aldırma. Yalnızca Allah'a dayan. Zira vekil olarak Allah yeter."
"...Büyük sorgulama günü olan Kıyâmet mutlaka gelecektir. Sen hatalarını başlarına kakmadan onları güzelce bağışla."
"Ve de onları kendi haline bırak. Yesinler, zevk etsinler, sonu gelmez arzuları onları oyalıya dursun. Ama yakında bilecekler."5
Sevgili Peygamberimize yönelik emirler kendilerini bağlasa da Yüce Mevlamız özel emirleriyle müminleri de yönlendirmiştir.
Allah'ın birliğini ihlal, O'na ait tanrısal vasıfları hacerî ve madenî putlara, şahıslara, ilkelere ve sistemlere verme niteliğinde de olsa düşünceleri ve inançlarından ötürü insanların aşağılanması öncelikli olarak yasaklanmıştır.6
"Allah'tan başka varlıklara yakaranlara sövmeyiniz..." şeklinde konulan bu ilâhî yasağı, sunacağımız âyetlerle öğütlenen görevler izlemektedir.
"...Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve bu âyetlerle alay edildiğini işittiğinizde bir başka konuya girinceye kadar onlarla beraber oturmayın..."
"Müminler temelsiz düşünceleri yansıtan boş sözleri işittiklerinde ilgi göstermez, yüz çevirirler. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Güvenlik içinde yaşayın. Biz (gerçekleri) bilmezleri önemsemeyiz, derler."
"...(Düşünceleri ve eylemlerinden ötürü) bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi asla adâletsizliğe sevketmesin, âdil olun..."
"Ey Peygamber! Müminlere söyle; Allah'ın (sorgulama) günlerine inanmayanları affetsinler. (Çünkü) insanlara hak ettiklerinin karşılığını vermek (yalnız) Allah'a özgüdür."7
Yukarıda özetlenen Hz. Peygamber'e ve müminlere yönelik ilâhî emirler-öğütler İslâm'la çelişen ve olgun akılla çatışan düşüncelere-inançlara saygı değil ancak tahammül gösterebileceğimizi belirtmektedir. Zira Kurân çizgisinde sürdürülecek sabır, yüz çevirme, adâlet, kınamaksızın bağışlama ve ilişkiyi kesip yaşantılarıyla başbaşa bırakma gibi tavırlar ancak tahammülle açıklanabilir. Ne var ki tahammüllü olma fertler ve toplum olarak mükellef kılındığımız emri bilmaruf ve nehyi anilmünker görevimizi düşürmez.
İslâm'ın ve olgun aklın gerektirdiği evrensel doğrular olarak nitelendirilebilecek Ma'ruf'a, ilmi veriler ve güzel öğütlerle çağıracağız. İslâm-akıl birlikteliğinin dışladığı Münker vasıflı söz-davranış ve işlerden de sakındıracağız.
 İnançlarımıza göre yaşamamızı engellemedikçe ve topluma çağrı görevimize mani olmadıkça karşıt düşüncelere tahammül ve kültürel mücadele sürdüreceğimiz doğrultumuzdur.
Özetlersek...
Biz müminiz. İslâm ölçümüz, vahiyle ayarlı akıl da rehberimizdir. İslâmla ve bilimsel akılla kaynaşan düşüncelere saygı duyarız. Katılmadığımız fikirlere saygı duymaz, sadece tahammül gösteririz. Ancak şiddete başvurmadan, şahsiyetleri incitmeden Hakk'a çağrı görevimizi de yaparız. İnsanlık dışı davranışlara sabır göstermeyi denersek de karşılık vermeyi de hak biliriz.8
Yazımızı Şeyh Sadi'nin niçin mütehammil olmamız gerektiğini gönül kulaklarımıza fısıldayan bir yakarışı ile bitiriyoruz:
"Ey görünmeyen hazinesinden puta tapanlara, kâfirlere rızık maaşı veren Allah'ım!
Düşmanlarını bile gözetiyorsun. Dostlarını nasıl mahrum edersin."
1- Mümtehine 8
2- Ebu Davud, Ekziye 11
3- İnsan 3-4, Kehf 29
4- Ğaşiye 21-22
5- Sırasıyla bak. Müzzemmil 10, Ahzab 48,  Hicr 85,
&- En'am 108
7- Sırasıyla bak. Nisa 140, Kasas 51, Maide 8, Casiye 14
8- Nahl 125

08/11/2013

 

Vesîle’lere Yapışmak

İslâm Dîni'nin yüceltici, Hak ve halk insanı kılarak mutlu edici emirlerini
ihtiva eden Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimiz şöyle emir buyurmaktadır:
"Ey Mü'minler! Allah'ın emir ve yasaklarına aykırılıktan korunun.
Allah'a
(yaklaşmaya) vesîle arayın. O'nun yolunda (gerektiği şekilde) Cihad
yapın ki kurtuluşa/mutluluğa eresiniz."1

Bu Kur'ân buyruğundan açıkça anlaşılmaktadır ki, Fert ve Cemiyet olarak
istikrar bulmamız ve mesut olabilmemiz için ibadet aşkıyla yapmamız gereken
bir vazifemiz de bizi Rabbimizin rızasına erdirecek vesîleleri; imkânları
aramak, bulmak ve değerlendirmektir.
Hayatımızın tabîi akışı içerisinde husûsî (özel) ve büyük bir gayret göstermeksizin
bulup değerlendirebileceğimiz Rabbimizin rızasına erdirecek bazı "Vesîle"lere işaret
etmeye çalışacağız.
• -Allah bağlılarını çoğaltsın-Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor:"Sadakaların en faziletlisi su /meşrubat ikram etmektir." 2
Bu hadîsin ışığında hareketle, karşılaştığımız dostlarımıza,
müşterilerimize, mesai arkadaşlarımıza tıbben pis ve zararlı olan ve pis/zararlı olduğu için
de ikram edilmesi İslâmî ölçülere göre kişi günaha sokacak olan sigara yerine
çay ve diğer meşrubatları ikram edebiliriz.
Bu nevi bir ikram bir sadaka olduğu ve en az on sevap kazandıracağı için
bizi Rabbimizin hoşnutluğuna erdirecek hayırlı bir vesîle olur.
• Hayat Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de Mevlâmız şöyle emir buyurur:"Ey Mü'minler! Allah'ı çok çok anın."3
Bu emre muhatap olan biz mü'minler için ne kadar çok vesîle-i rahmet
vardır. Yolda yürürken, araba kullanırken, müşteri beklerken, san'atımızı icra
ederken dilimizle, kalbimizle Allah'ı zikredebiliriz. Çoğu kez hususî bir vakit
ayırarak elimize tesbih almaya, inzivaya çekilmeye gerek yoktur. Şuurla yaşadığımız
her an büyük bir vesiîledir.
Peygamberimiz: "Sübhanellah", "Elhamdülillah", "Allahü Ekber" ve "Estağfirullah",gibi zikir cümlelerinin her birinin bir sadaka değerinde olduğunu ve en az on birim sevapla mükâfatlandırılacağını müjdeliyor.
Tatbik edilmesi pek kolay olup Allah'a yaklaştıracak, kalbi nurlandıracak bir vesîle
değil midir bu?
• Şanlı Peygamberimiz: "Hediyeleşiniz ki birbirlerinizi sevebilesiniz."4 buyuruyor
ve birbirlerimizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamayacağımızı bildiriyor.
İmalatçı, toptancı ve hatta perakendeci olarak şehir içi ve dışındaki müşterilerimizin
paketlerine, kolilerine dinî-ahlâkî-tarihî mevzulardaki küçük el kitaplarından hediyeler koyabiliriz. Ziyaretimize gelen dostlarımıza kitap hediye edebiliriz.
Ticaret yapan bir mü'min için her yıl belirli bir miktar kitap hediyesi ne
ucuz, fakat ne mübarek bir vesîledir.
• Şanlı Peygamberimiz, Kur'ân çizgisinde biz mü'minleri şöylece yüreklendirir:
["Mü'minin bir bilgiyi öğrenip, mümin kardeşine öğretmesi en değerli sadakadır/
hayırdır."

"... İslâm Dini'nin, olgun aklın ve ilmin Hak, doğru ve güzel bulduklarına çağırmak:
batıl, eğri ve çirkin gördüklerinden sakındırmak sadakadır/hayırdır."] 5

Hakk'a çağırma, Bâtıl'lardan sakındırma görevimizi yaparak Allah'ın rızasına
ermemize sebep olacak ne kadar çok vesîle vardır.Öğle tatilinde işveren veya çalışma arkadaşı olarak mesâi arkadaşlarımıza dîni-ahlâki bir kitaptan 5-10 dakika okuyabiliriz.
Ziyaret veya iş takibi için gelen mümin kardeşlerimize sohbetin sonunda bir âyet veya hadîs tercümesi nakledebiliriz. Cuma namazına olsun gelmeyen gafil mümin kardeşlerimizi
şefkatle Cuma namazına çağırabiliriz. Basit gibi görülen bu tür çalışmalarla değerlendirilecek
vesîleler bizi büyük sevaplara erdirebilir, Allah'ın rızasına ulaştırabilir. Peygamberimiz bakınız nasıl müjde veriyor:
"Bir kimse Allah'ın ve Peygamberinin buyruklarına davet ederse, ona çağrısına
uyanların sevapları gibi sevap verilir..." 6

Peygamberimiz: "Mümin kardeşini sevindirmen Allah'ın rahmetine/mağfiretine
erdirici amellerdendir."7
buyuruyor.
Bu hadîse göre, ana ve babalarımızın hatırlarını sorarak onları memnun
etmek, dostlara mektup ve tebrik yazarak onları mesrur etmek, güvenilir komşu
ve arkadaşlara haftalık-aylık ödünç para vererek onları rahatlandırmak ve
mahkûm dostları ziyaret ederek sevindirmek, kalplerini kırdığımız eşlerimizin
bir hediye ile veya bir çift sözle kalplerini kazanmak... Bütün bunların her
biri Allah'a yakınlık vesîlesidir.
* Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed şöyle buyuruyor:"... Yardıma muhtaç zayıf mümine bedenî yardımda bulunmak bir Sadakadır / hayırdır."
"Can taşıyan her bir varlığa acımada sevap vardır."8
Sabahları ve akşamları işe geliş ve gidişlerimizde güzergâhımız üzerindeki
duraklarda vasıta bekleyen insanlardan birkaçını ya da çocuklu bir aileyi
arabamıza almak şüphesiz bedenî bir yardımdır; acımadır. Arabamıza aldıklarımız
İslâmî çizgide kişiler olmayabilir. Ancak bu bile onların kalplerinin
İslâm'a ısındırılmasına bir sebep teşkil edebileceğinden biz niyetimize göre
sevap alırız.
O halde arabamıza adam alabilme imkânı bizim için Rabbimizin muhabbetini
kazandıracak değerlendirilmesi gerekli bir vesîledir.
Peygamberimizin açıklamasına göre: "Sadakalar belâları defedeceğinden"
hem kazalara karşı manevî sigorta, hem de Allah'ın rızasına mühim bir vesîle...
Araba sahipleri için bu ne büyük bir imkândır.
Saygıdeğer Okuyucu
a) Para bozmak,
b) Sorana adres tarif etmek,
c) Güler yüzle selâm vermek,
d) Sevindirici haber ulaştırmak,
e) Trafik kurallarına uyarak yayalara ve vasıtalara saygı göstermek gibi Rabbimiz'in bağışlamasına sebep olacak nice vesileleri bu misallerimize ilâve edebiliriz.
Ömür sermayemiz süratle bitiyor. Kayıplarımız çok, kazançlarımız az. Bizi
Mevlâmızın Rahmeti'ne erdirecek vesîleleri ihdas etmeli, ele geçen büyük küçük
bütün imkânları değerlendirerek hayatımızı bir fazîlet şelâlesi halinde çağlatmalıyız.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:["Müslüman kardeşini güler yüzle karşılaman şeklinde
bile olsa gönül alıcı,fayda sağlayıcı işlerden hiç birini küçük görmeyin.""
(Bu sebeple) yarım hurma/meyve vermek suretiylede olsa kendinizi Cehennem azabından koruyun."] 9
Yüce Peygamberimiz bu hadîsleri ile bizleri gönül uyanıklığı içinde büyük küçük
her bir vesîleyi değerlendirmeye çağırmaktadır.
Kimbilir, belki de Rabbimiz'in Rızası'nı tabii hayatımızın akışı içerisinde önümüze
çıkan basit vesîleleri değerlendirerek kazanacağız.
Yüce Rabbimden cümlemizi rızasına erdirecek vesîleleri değerlendirme
aşk ve şuuruna erdirmesini diler, yazımızı vesîle'nin genel bir ölçüsünü
veren hadîsle bitiriyorum: Allah'ın Resûlü buyuruyor:" Bir kimse Cehennem'den uzak kalmayı ve Cennet'e girmeyi arzu ederse Allah'a ve Âhiret Günü'ne îman ettiği halde ölmelidir. Bir de kendisine yapılmasını
istediğini başkalarına yapsın."10


1 Mâide 35.
2 Keşfül-Hafâ Hadis No: 467.
3 Ahzab 41, Ra'd 28.
4 Keşfül-Hafâ Hadis No: 1023.
5 İ. Mace Hn. 243; M. Mesabih Hn. 1898
6 Muhtasar Sahih-i Müslim Hn. 1860.
7 el-Camius-Sağîr "înne min."
8 et-Tac 2/7.
9 Muhtasar Sahîh-i Müslim Hn. 1782.
10 Müslim İmare 46; R.Salihin Hn. 1570.

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz