22/02/2013

Toplu Yemek

 


Yemeğin mühim âdâblarından biri de cemaat hâlinde topluca yemektir. Aile fertlerinin ayrı ayrı yemesi hoş karşılanmamaktadır. Hz. Peygamber (sas):
“Allah nazarında yemeklerin en hoşu, üzerine uzanan ellerin çok olduğu yemektir. Hep beraber yiyin, dağılıp ayrılmayın, zira bereket cemaatledir.” buyurur.
Kendisine: “Yiyoruz fakat bir türlü doyamıyoruz ne yapalım?” diye dert yanan bir kimseye Hz. Peygamber sorar:
“Yemeği ayrı ayrı mı yiyorsunuz, yoksa beraber mi?” Adam: “Ayrı ayrı” deyince:
“Öyle ise sofraya beraber oturun, besmeleyi çekin, yemek hakkınızda mübarek kılınır.” cevâbını verir.

12/02/2013

Akledebilme...


            Eğer “akl” etmek eşyayı kullanabilme özelliğimizle sınırlı ise çevremizde gördüğümüz ve dünya üzerinde yaşayan iki ayak üzerinde durabilen gözleri karşıya bakan biyolojik olarak insan tanımına uyan tüm canlılarada “akl” ediyor dememiz gerekir. Ancak görüyoruz ki yeryüzünü yaşanamaz hale getiren, paylaşmayı bilmeyen, uzlaşmacı olmayan, hoşgörüden nasibini almamış, kan döken canlılara “akl” ediyor denemez. O halde akl etme içinde bulunduğu dünyayı anlayabilme, yaratıcısının mesajlarını anlayıp onlara şahit olma durumudur. Akl etme neticesinde güzel insanın ortaya çıkmasıdır.

11/02/2013

Saygılar Ama Kime ?


       Saygı, davranış ve tavırlarımızı özenle sergileme halidir. Karşılık beklemeksizin samimi olmak, bu samimiyeti sözlerimiz, mimiklerimiz ve beden dilimizle aktarırken, muhatabımıza bunu hissettirebilmektir. Aslında birçok kaynakta farklı tanımlara rastlasak da, somut, işte bu diyebileceğimiz bir tanımı yoktur saygının. Etrafımızda çokça duyarız “birini sevmek zorunda değiliz fakat saygı duymak zorundayız”. Yazışmaların altına “saygılar” şeklinde imza atarız. “Büyüklere saygılı olmalısın” annemizden kulağımıza küpedir. Yani manevi bir kavram olarak saygı, yaşantımızda çokça bizimledir.
Peki, kimlere, nasıl ve neden saygı duyarız? Bu soruyu, hayatı dünyadan ve maddeden ibaret sayan kişiler üzerinden cevaplayacak olursak saygı duyulacak şey zenginlik, şan-şöhret belki zaman zaman da bilgi olabilmektedir. Ve bu “saygı”yı gösteriş şeklimiz, örneğin patronumuzun ya da kendisi hakkında pek bir malumata sahip olmadığımız “varlıklı” birilerinin önünde ceket iliklemek, ses tonumuzu olabildiğince inceltmek, ezilip büzülmek, ayağa kalkmak vs. şeklinde olabilmektedir. Çoğu insan için saygınlık duyulan şey bir insanın zenginliğidir ve zengin ya da fakir olarak ayırdığımız kişilere karşı davranışlarımız birbirinden farklı olabilmektedir. İş yerinde kendimizden üst konumdaki biri ile alt konumdaki birine davranışımız da. Zengin ya da üstün gördüğümüz kişiler “siz”, “saygıdeğer” “efendim” hitaplarına muhatap olurken, bir çaycı ya da temizlik görevlisi “sen”, “hey” “hişt” “bana bak bi” gibi sözlerle çağrılabilmekte, saygı kimilerine göre onlara layık görülmemektedir.
Kur’an ayetleri incelendiğinde söz konusu durumla ilgili çeşitli örneklerin görülmesi mümkündür. Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmek üzere gelen ve Allah rızasından başka bir beklentisi olmayan peygamberler de gönderildikleri kavimlerde benzer durumlarla karşılaşmışlardır. İçinde bulundukları toplumun özellikle önde gelenleri tarafından bu peygamberlerin sözlerine itibar edilmemesinin yine zengin olmayışlarına dayandırıldığı görülebilir:
Yahut ona bir hazine gönderilmeli yahut ürününden yediği bir bahçesi olmalı değil miydi?
Furkan Suresi Ayet 8
Ve dediler ki: Şu Kur’an, iki kent içinden büyük bir adama indirilmeli değil miydi?
Zuhruf Suresi Ayet 31
Oysa Kur’an’a göre insanlara sahip oldukları servete göre değil, Allah’a olan yakınlıklarına göre itibar edilir. Takva sahibi, ihlâslı, ahlaklı olmaktır bir kişiyi ayrıcalıklı kılan. Dolayısıyla şayet saygı duyulacaksa ancak bu gibi manevi değerlere sahip insanlara saygı duyulmalı ve Allah’a olan gönülden teslimiyetleri sebebiyle alınacaksa bu insanlar örnek alınmalıdırlar.

10/02/2013

Yaşlanınca Dini Hatırlamak


Bu yazıda değinmek istediğim konu sıkça rastladığımız bir durum olan insanların dine yaşlanınca yönelmesi olacak. Her birimiz muhakkak yakın çevresinde görmüşüzdür bu tip insanlar, dine ancak yaşlılıkta ciddi bir biçimde önem verip öncesinde inanmalarına ve bilmelerine rağmen sanki din yokmuş, bizi Allah yaratmamış gibi yaşarlar. Dine ağırlık verilen yaşlılık dönemi öncesi dünya hayatı ön plandadır. Bu dönemde dünya nimetlerinden olabildiğince faydalanmaya çalışılır, bolca mal mülk edinmeye hayat garanti altına alınmaya çalışılır. Hatta bazı kişilerin bırakın Allah yolunda mücadele etmeyi, namaz, oruç gibi temel ibadetleri yerine getirmeyi günahlardan, haramlardan bile kaçınmadığını görürüz. Belirli bir yaşa gelince, dünya zevklerinden az çok nasibini alınca, yavaş yavaş vücudunun yaşlanmaya başladığını hissetmeye başlayıp ölümün yaklaştığını anlayınca da bu insanlar dine ve Allah’a daha çok önem vermeye başlarlar. Aşağıdaki ayetin bu konu ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.

57 – Hadid Suresi –
10. Allah yolunda harcama yapmanıza engel ne var ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. Sizin, Fetih’ten önce infakta bulunan ve çarpışmaya gireniniz, bunu yapmayanlarla aynı değildir. Onlar, derece yönünden Fetih’ten sonra infakta bulunup çarpışmaya girenlerden çok daha üstündür. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir. Allah, işleyip ürettiklerinizi en iyi biçimde haber almaktadır.

Bu ayetten benim anladığım Peygamber döneminde Müslümanların güçsüz olduğu Mekke’nin fethi öncesi dönemde Müslüman olmayı seçip, Müslümanlarla beraber Allah yolunda çarpışmaya girip bu yolda malından fedakârlıkta bulunanların fetihten sonra Müslümanların bölgede hâkim güç olduktan sonra Allah yolunda mücadeleye katılanlardan Allah katında daha üstün olduğudur.
Konumuzla ilgili olarak ise basit mantık ile ömrünün aklı ermesinden itibaren ölmesine kadar olan 60 yıl civarında olan tamamına yakın kısmını Allah yolunda harcayan, haramlardan sakınan kişinin ömrünün sadece son 10 – 20 yılını bu şekilde harcayan kişiden üstün olması beklenir. Benzer şekilde insanın gençken zina gibi, kumar gibi, eğlenerek vakit harcamak gibi pek çok imkânı varken bunları elinin tersiyle itip haramlardan sakınan Allah rızasını ön planda tutan bir hayatı tercih etmesi sadece yaşlılıkta eli ayağı tutmazken yani aslında günah işlemeye imkânı da yokken Allah’ı hatırlaması ve haramlardan kaçınmasından üstündür.
Kuşkusuz bir insanın yaşlılıkta dahi olsa Allah’ı hatırlaması, haramlardan sakınıp ibadete yönelmesi ve inançlı bir şekilde ölmesi de güzeldir ve bu insanların da Allah’ın rahmetine ve cennete ulaşmasını umabiliriz. Bununla beraber Allah’ın insanlardan istediği bütün hayatlarını Allah’ın dinini öğrenmeye ve onu insanlara anlatmaya adanmış, haramlardan sakınan bir hayat sürmeleridir. Ayrıca hiç kuşku yok ki hepimizin ister 40 yıl olsun isterse 90 yıl olsun ahiret öncesi sadece bir hayatımız var ve bu hayatta yaptıklarımızdan sorumluyuz. Yani bu tek fırsatımız ve bu fırsat sırasında yaşlılık dönemi diyebileceğimiz 50 ve sonrası yaşlara ulaşabileceğimizin de garantisi yok. Burada yapılacak olan hiç ama hiç vakit kaybetmeden hemen Allah’a ve dine yönelmektir. Hemen bugün Allah’ı daha çok anmaya, Kuran’ı okuyarak dini öğrenmeye ve hayatımızı Allah yolunda ve dini bir yaşam için planlamaya başlamaktır.

Ne Zaman Ağladınız


 Hayat boyu bir elin parmakları kadar ağlayıp, sayamayacağımız kadar gülüyoruz. Ağladığımız günler öyle azdır ki, kahkahalarımızın içerisinde gözyaşlarımız da, hıçkırıklarımız da kaybolmaktadır.
Bence herkes bunu bir düşünsün ve şu iki soruyu kendisine sorsun:
En son ne zaman güldüm?
En son ne zaman ağladım?
İlk soruya çoğumuzun vereceği cevap “Bugün” iken, ikinci soruya vereceğimiz cevap için bir süre düşünüyor, geçmişe gidiyor, hatıraları karıştırıyor ve sonunda şu cevaplardan birini veriyoruz:
“Valla hatırlayamadım.”
“Çok uzun bir zaman önce.”
“İki yıl önce.” vb.
Aslında bu tablo bizlere Allah’ın üstümüzdeki lütfunu açıkça gösteriyor.  Bu iki soruya vereceğimiz  cevaplar Allah’ın üzerimizdeki lütfunu bir kat daha görmemizi sağlayacaktır.
Hiç kuşkusuz, güldüren de O’dur, ağlatan da…
Necm 43

Öne Çıkan Yayın

Günahsa Benim Günahım Diyemeyiz